aynı isimde "merhamet (dizi)" başlığı da var
  • "kentlerde ve talihlilerin arasında boşuna aramış olursunuz merhameti, çölde arayın onu."
    (kierkegaard, "meseller")

    şu çöl, mağara, virane sığınaklar, sessiz, izbe köşeler peygamberlerin daimi uğraklarıdır aynı zamanda. sisifos isa zeytin ağaçlarının dibinde, muhammed hira'daki mağarasında, yunus bir balığın karnında, yusuf bir kör kuyuda ve mısır'daki bir zindanda, nuh ise gemisinde birer sığınak bulmuşlardı. hepimizin günahımızı devrettiğimiz âdem ise cennetten yeryüzüne sürgün edildiğinde kıraç toprakları görüp derin bir iç geçirmişti. şimdi ne olacaktı? cennet kaybedilmiş, sadece dış dünya değil, iç dünyalarımız da çölleşmişti. neydi onların aradığı ve biz tam şimdide neyi arıyoruz? merhameti arıyoruz belki de. her şey bir şekilde ona bağ(ım)lı.
  • jack london'a göre; sokaktaki köpekle ekmeğini paylaşman değil, köpek kadar açken ekmeğini paylaşabilmendir.

    ilgili sözün geçtiği kitap için; (bkz: martin eden)
  • schopenhauer'a göre merhamet, hiçbir korkuya ya da çıkara hizmet etmediği halde bizim gibi cani primatları hizaya sokabilen yegane güçtür. (bu alıntılanmış bir ifadesi değildi.) merhametin nereden geldiğini sorgulamaktan ziyade ampirik dünyada nasıl işlediğiyle ilgilenmiş, konuya bireyleşme ilkesi çerçevesinde yaklaşmıştır. "kimseyi incitme, herkese elinden geldiğince yardım et." demiştir (ev arkadaşı olan kadını merdivenlerden aşağı iten herr schopenhauer.)

    pek çok insan kendisini dünyanın bir parçası olarak değil de merkezindeki varlık olarak görür. schopenhauer'un tabiriyle: "sanki o her şeyin temelindedir ve diğer her şey kendisine sonradan eklenmiştir." kendisini varoluşun geri kalanından tellerle ayrılmış gibi hissetmektedir. bu bencillik insanı başka insanların yaşamlarına tamamen duyarsız kılar ve bencil eylemlere zemin hazırlar.

    oysa merhamet; başka insanların acı çektikleri sonucuna varmanın ötesinde, kötülük dolu bir dünyada insanın iç karartıcı durumunu net olarak idrak etmekle doğar. merhamet yalnızca bir gözlem değil, bizzat acı çeken insanın benliğine bürünüp acısını onunla özdeş olarak hissetmektir. "o kişiyi kafamda o kadar iyi tasavvur ediyor ve kendimi onunla öylesine özdeşleştriyorum ki, onun davranışlarıyla benim davranışlarım arasındaki sınır neredeyse tamamen ortadan kalkıyor." diyor bu durumu tanımlarken. yani merhamet sayesinde, kurbanın çektiği acılar merhamet sahibinin içinde herhangi bir özne ayırdının bahsi edilmeksizin yeniden canlanır. acının bu şekilde yansıtılması, merhameti kötülükten üstün kılar, bireyi başkalarına destek olmaya teşvik eder.

    schopenhauer, iradenin nesneleşmesi olan insanın tüm eylemlerinde fesat ve bencil olduğunu düşünüyordu. bu düşüncenin ışığında da; insanı "kötü" bir eylemde bulunmaktan alıkoyan nedenleri beş temel grupta toplamıştır. "bunlar kanuni yaptırıma uğrama korkusu, ilahi adalet korkusu, merhamet, statüsünü yitirme korkusu ve prensiplere/değerlere bağlılıktır." demiştir. ilk iki madde görünüşe göre dünya üzerindeki kötülüğü engellemekte pek yeterli olmamış. yakalanmaktan korktuğu için hasmının gözüne çivi saplamayan bir adamın iyi olduğunu düşünemeyiz; eğer yakalanmayacağını bilse ilk işi nalbura koşmak olurdu. aynı durum, ateşten korktuğu için dini hükümleri uygulayan ve günah olarak kabul edilen belirli eylemlerden sakınan kişiler için de geçerlidir. (bu insanlarda sevap-günah dogması, iyi-kötü temelli ahlak halini almıştır.) yani vicdan ve iyiliğe yönelme bu iki örnekte de söz konusu edilemez, zira söz konusu olan zarara uğrama korkusundan başka bir şey değildir. statüsünü kaybetme korkusu da kurbana acımaktan değil kendi çıkarlarının tehlikeye girmesinden kaynaklanır. birey vicdan azabı çekeceği için değil de, "konu komşuya rezil olacağı" ve kendisini dışlanmış hissedeceği için kötülük yapamaz. prensiplere olan bağlılık konusu, diğer üç örneğe göre daha makul görünse de neredeyse hiçbir durumda merhamet kadar saf ve bencillikten uzak değildir. zira dışarıdan gelen bir yaptırımdan değil de içten gelen bir öz yaptırımdan çekinilmektedir. bu öz yaptırım, kişinin kendisine biçtiği değerin zedelenmesi ve bu yüzden bireyin kendisine duyduğu hayranlığın lekelenmesidir. yasak elmayla aranızdaki tek engel gururunuzsa sizin merhametli bir insan olduğunuzdan şüphe edilmelidir. duruma asla uyanamayacak, "helee gulaam duymeyorr" diyen ihtiyar bir insanı atm başında dolandırmaktan merhamet yüzünden değil de kendinizi adi bir hırsız gibi hissedeceğiniz için vazgeçiyorsanız çıkarsız iyilik güdüsünden bahsedemezsiniz. siz başkalarının acılarından değil, kendinize tahammül etmenin zorlaşmasından, egonuzun incinmesinden rahatsızlık duyuyorsunuz demektir.

    oysa merhamet bencillikten, yaptırım korkusundan, kişisel hesaplaşmalardan uzak bir duygudur ve acıyı bizzat deneyimlemekten başka bir şey değildir. merhametin gücü, tüm davranışları bencilce ve durmadan istemek üzerine kurulu olan insanı kötülük yapmaktan benzersiz bir biçimde alıkoyar. çünkü birey kendisinin başkasına yapacağı kötülüğün etkisini bizzat kendi usunda deneyimler ve şuursuz bir manyak değilse kötülük etme fikrinde uzaklaşır. merhamet insanları acıda birleştirir ve yardımlaşmayı daha ideal bir seviyeye çeker. merhametli insan, gerçekten zor durumdaki birine "al hadi keranacı" diye sırıtarak bir lira vermez (insanın "iyi" davranışlarının da hemen hepsinin temelinde bencil dürtüler yatar.) aksine onun ne kadar zor durumda olduğunu bizzat tasavvur edebildiği için, elindeki imkanları zorlayarak daha kalıcı ve faydalı bir yardım etme yöntemi arar.

    schopenhauer, merhametin insanlara öyle bol kepçeyle dağıtılmadığının da altını çizer. (zaten bu kadar zalim ve duyarsız olmasak dünya da bu kadar kötü bir yer olmazdı.) ona göre iyi ahlak ve merhamet kişiliğin temelinde oluşur ve sonradan kazanılamaz, nasihatler vız gelir tırıs gider. kötü doğan kötü kalacaktır. bu konuda kant'ın "idrak edilen kişilik" modelini benimser. bu fikre göre insan karakterinin fenomeni de karakterin kendinde şeyi ile bağlantı içerisindedir. dolayısıyla, insanın temel karakteri bir beyaz cücenin kütlesi kadar yoğun ve katıdır, son derece sabittir. iyiye doğru değişim söz konusu değildir. ayrıca yaşlı insanlara da güvenilmemelidir. onlar ne sinsi, ne hin tiplerdir de biz bilmeyizdir. (makaleyi yazarken kimbilir hangi ihtiyara kızmışsa artık...)

    schopenhauer'un merhamet anlayışı hayvanları da kapsar. (notlarında ve makalelerinde atman adındaki kanişine duyduğu sevgiden sık sık bahsettiğini ve bilhassa köpeklerin içtenliğini övdüğünü görmek mümkündür.) ona göre tıpkı insanlar gibi hayvanlar da iradenin nesneleşmesiyle oluşmuştur ve bizim gibi onlar da istenci tatmin etmek için didinir dururlar. canlılar ne kadar gelişmişse o kadar fazla acı çekerler. schopenhauer, dünyanın yalnızca insanlar için yaratıldığını ve hayvanların birer eşya olduğunu öne süren eski ahit öğretilerine isyan eder. hayvanların da tıpkı bizim gibi istekleri vardır ve onlara acı çektirilmemeli, yaşadıkları acılar merhamet yoluyla idrak edilmelidir. yenilecek hayvanların öldürülmeden önce uyuşturulmalarını teklif etmiş, 19. yy'da hayvan haklarını korumak için gayret eden derneklerden övgüyle bahsetmiştir. kaldı ki; hayvanların yalnızca fiziksel acı çektiklerini düşünüyordu. kedisinin ölüm haberini aldıktan sonra odasında gizli gizli ağlayan koko'yu ya da ölülerinin başında yas tutan filleri görse muhtemelen daha da sert bir tepki gösterirdi.
  • acımakla karıştırılandır. merhamette kişi kendisi söz konusu olay veya kişi ile ilişkindirir ve o yüzden merhamet ılıktır. merhamet sızlar,için için .....

    acımak ise soğuktur, kişi acıdığı kişiye bakar ve söz konusu olayın kendi başına gelmemesi ve hatta söz konusu olayın varlığını unutmak için olayı veya kişiyi geçiştirmeye çalışır.

    merhamet kimi zaman sessizdir, kişiseldir, içinizde yaşarsınız. karşınızdakinin haberi bile olmaz. acımak ise bağırır, bakışlarınızda sözlerinizde. karşınızdaki insan bilir sizin o olayla ilgisiz olduğunuz için üstün olduğunu. acımak üstünlük kurmaktır.
  • acima duygusu, ama acima lafinin negatif egilimini tam olarak barindirmadigi icin ondan daha yuce bi duygu
  • ''merhamet, öteki hislerin hepsinden daha fazla, sonradan elde edilmiş bir histir. çocukta merhamet yoktur. merhamet, insanın hafızasının, tecrübelerinin meyvesi, hayat acıları ve talihsizliklerinin ürünüdür.''*
  • her insana lazımdır.
    bir gün kendisinin de ihtiyacı olur diye değil; kendine "ben insanım" diyebilmek için.
    utanmadan...
  • kalbinin ısı sığası yüksek olan insanlarda bulunan, karşılığını beklemeksizin bol kepçe dağıtması kişinin ruhunda en ufak bir negatif ivmelenmeye sebebiyet vermeyen, şahsi meleke. bu tip insanlar aynı zamanda hoşgörü ve tevâzu sahibi de olurlar.

    es geçilmemesi gereken önemli bir husus da şu; merhamet ve acımak kavramlarının birbiri ile uzaktan yakından alakası yoktur. acımak; tevâzu ve hoşgörü içinde hayat bulamaz.

    kibirlidir acımak.
  • fazlasıyla varsa bünyede adamı san marino milli takımı gibi yapıyor. habire yeniliyorsun, habire.
  • vicdanın şefkatle birleşmesidir.
hesabın var mı? giriş yap