• son yazısıyla/röportajıyla ilgili birkaç şey söylemek isterim,

    --- alıntı ---

    "gezi eylemcileri; özgünlüklerini ve zekalarını; 28 şubat standartları ve cumhuriyet mitinglerinin üslubuyla aralarındaki farkın kesinliğini vurgulamada göstermelilerdi.
    başörtülülerin tartaklanması veya hakarete maruz kalması 'münferit' olaylar olarak nitelendi.
    olabilir.
    fakat bizim gibi 'y kuşağı' mensubu dindar gençlerle diyalog kurma girişiminde bulunmaları icap ederdi. aksine, bize dirsek çevirdiler.
    antikapitalist müslümanlar'ın katılımını yeterli buldular.
    bu, birçok sahnede başörtülülerin dekoratif aksesuarlar olarak kullanılmasından ne kadar öte bir şeydi, açıkçası bilemiyorum."
    --- alıntı ---

    öncelikle şu "28 şubat ve cumhuriyet mitingi" hassasiyetiniz gerçekleri yansıtmıyor. neden mi yansıtmıyor, söyleyeyim. bu hassasiyetleri olan, hadi sizin gibi isim verelim, 'ulusalcılar' bu direnişe büyük destek verdi, buna itirazımız yok fakat gezi parkı direnişi bu hassasiyetler ile başlamadı. üstelik ulusalcıların azımsanmayacak bir kısmı kürtler konusunda, azınlıklar konusunda, başörtüsü konusundaki fikirlerini bir daha gözden geçirmeye karar verdi. he hala başörtülü görünce yüzünü ekşitenler var mı? var. mini etekli ya da eşcinsel görünce yüzünü ekşiten başörtülü olduğu gibi. bu insanlar her zaman olacak. önemli olan baskın kitlenin kim olduğu. ve gezi parkı direnişinde baskın kitle sizleri elinden tutacak kitleydi bu direniş boyunca, hala öyle.

    sizin kuşakla diyaloga girmemiz gerektiğini düşünüyorsunuz. bunu nasıl yapacağız? internette mi arayacağız sizi? kapı kapı dolaşıp "pardon siz y kuşağı mısınız?" diye mi soracağız? lgbt üyeleri direnişe katılmasaydı da sizin gibi serzenişte bulunsaydı (ki takdir edersiniz, sizden daha az çekmediler tüm sistemlerden) onları rica minnet davet mi etmemiz gerekirdi?

    antikapitalist müslümanlar neden "bizi temsil etmiyorlar?" deyip geri durmadı direnişten? onlar sizden daha az şeyi mi göze aldı? en çok eleştiriyi, tehditi inançlı (nere göre, kime göre) çevreden alma pahasına gelip namaz kılarken ve tüm direnişçiler tarafından saygıyla, sevgiyle karşılanırken siz nerede, ne yapıyordunuz? neden onları desteklemediniz? neden lgtb'liler ile yürümediniz mesela? her şeyi geçtim, neden kendi adınıza yürümediniz? "y kuşağı da burada!" pankartı açıp direnişe katılsaydınız size kim ne diyecekti? ayrıca antikapitalist müslümanlar'ın katılımını yeterli bulduğumuzu nereden çıkardınız? birileri çıkıp "bu kadar müslüman yeter, diğerleri evinde otursun" mu dedi?

    bu kadar farklı grubu bir araya getiren bir direniş için "bizi unuttular" deme hakkınız yok, kusura kalmayın. diyecek lafı olan sokağa çıkıyor, canını koyuyor ortaya. taksim hala heyecanlı, pek çok yerde park forumları düzenleniyor. neden gelmiyorsunuz? neden sözlerinizi orada söylemiyorsunuz? inanın insanlar sizi dinleyecek. murat menteş de sizi yazsın, eyvallah, ama kendi hikayenizi ancak kendiniz yazabilirsiniz. ve bu (belki de ilk defa) şimdi, sokakta mümkün.
  • günümüz türkiye'si için önemli bir örnek, prototip menteş. entel ile entelektüel arasındaki o çizgiyi görmemize yarıyor çünkü. hatta bu konuda aklıma başka bir örnek gelmiyor.

    son 5 yıldır siyasi ve ekonomik olarak yükselişe geçen sağ camia var etti menteş'i. ülke tv, tvnet, yenişafak... ve seküler, kredi kartlı, üniversiteli, marka müslümanları kızlarımız/erkelerimiz. konuşmalarına, katıldığı yemeklere, imza günlerine vs. bakın kastettiğim o insanları rahatlıkla göreceksiniz. açın klark'ı izleyin nasıl bir tv programcısı olduğunu göreceksiniz. ya da nunchaku'yu dinleyin nasıl bir radyo programcısı olduğunu. bu camia menteş'e çok şey verdi işte. haa gün geldi ve menteş de yol ayrımına geldi. gezi olaylarında bu camia'dan çıkan bu yazar, bir anda direnişçi oldu. şimdiye kadar yoktu ortalıkta. ülkedeki tüm sorunların kitap okumakla çözüleceğini zannediyordu. oysa geçtim kitap almayı, ekmek almaya dahi parası olmayan insanların varlığını unutmuştu. hatta öylesine direnişçi oldu ki tdknın çapulcu kelimesinin anlamını değiştirdiğine gerçekten inanmış ve ateş püskürmüştü. ertesi gün tdk kelimenin anlamının değişmediğini duyurunca bir özür dahi dilemedi. böyle de bir araştırmacıdır kendisi.

    entelektüel insan kanal kanal dolaşıp, yazdığı kitabın reklamını yapmaz. hele hele "falanca şunu yapar, falanca bunu yapar, ben de roman yazarım" hiç demez. a.h. tanpınar'ın, sabahattin ali'nin, oğuz atay'ın romanlar, kitaplar yazdığı bir ülkede, bir insan kendine ben romancıyım diyeceği zaman düşünmelidir. buna da tevazu denir. aksine ise kibir.

    ezcümle kendisi son 5 yılımızın en sağlam entellerindendir. entelektüel olmaya çabalamıştır fakat sınıfta kalmıştır. kendisine burdan bir şarkının şu dörtlüğünü de gönderelim tam olsun.

    ...

    konuşurken solcusun
    yaşarken karambolcusun
    oportinizme bulaşmış
    tipik bir orta yolcusun

    ...
  • yazmış olduğu üç kitabı da okumuş bir insan olarak yorum yapıyorum; bir sonraki kitabını okumayacağım yazar. düşünün bir, murat menteş'in herhangi bir eseri 30 yıl, 40 yıl sonra bugünkü gibi okunacak mı? hayır. klasik bir yazar olabilecek mi? hayır. menteş ki, kendini sadece aforizmalarla ifade edebilen bir yazar. kendisiyle röportaj yapılırken bile alıntılar, aforizmalarla doluyor insan boğazına kadar. bunun yanında yine bir röportajında çağdaş edebiyatın betimlemeye (tasvire) ihtiyacı olmadığını, günümüz dünyasında her nesnenin zaten tanındığını söylemişti. böyle bir edebiyat bakış açısına sahip olan bir insan, hiçbir zaman klasik bir yazar olamayacak, ergen kızların ve bazı görüşleri sebebiyle pompalamayla okuyanların dışında okur kitlesine ulaşamayacak, öldükten beş yıl sonra da unutulacak. tasvire nasıl gerek olmaz, o zaman niye edebiyat yapıyoruz, niye edebiyat okuyoruz, o tasvirlerde hiç dikkat etmediğimiz bir bakış açısı nasıl yakalayacağız, sade aforizma, sosyolojik tespit ve olay örgüsüne sahip bir kitabı affedersiniz ben niye okuyayım? bugüne kadar okuduğum kitaplarının da zaman geçtikçe bende hiçbir şey bırakmadığını ifade etmek isterim. bu benim unutkanlığımdan kaynaklanmıyor, kendisinin yapmış olduğu "edebiyat"tan kaynaklanıyor. ayrıca, bir kitabın kapağında affedersiniz yanarlı dönerli aparat olmaz.

    her neyse, kendisine "edebiyat" yolunda başarılar diliyorum. eksilemeden önce onbeş saniye düşünmenizi rica ediyorum.
  • üst üste birkaç programını izledim. ama sadece şu iki videodan yaptığım çıkarımları paylaşayım:

    http://www.youtube.com/watch?v=2bstjpqdmng
    http://www.youtube.com/watch?v=b3kaobbfd5q

    - bilgi birikimi var. ama bunu ispatlamak için sürekli alıntı kullanıyor. belli bir yerden sonra kendini tekrar ediyor.
    - bazen kullanımda pek olmayan arapça farsça kelimeler kullanıyor. bence bu da bir şeyleri ispatlama gayesi.
    - fazla ukala. çok fazla "ben", "benim" gibi öznel ifadeler kullanıyor.
    - afili cümleler kurma peşinde. öyle şeyler söylemeliyim ki çevrem etkilensin derdinde.
    - tespit yapma derdi had safhada. bu nedenle çok sık saçmalıyor. örneğin:

    "ben kitap okuyana saygı gösteririm ama saygı duymam" -----: nasıl yani?
    "kitap okumayanın ahlakı yoktur" -----: yani halkımızın yüzde 92'si ahlaksız!
    "kitap okumayan cerrah beni ameliyat yapmasın" ----:bunun, erkek doktor beni ameliyat yapmasın'dan farkı ne?
    "bir ülkenin sineması iyiyse o ülke de iyi oluyor" ----: günümüz iran sineması şimdiden efsanedir. ama ülke?
    " türkiye'de aslında çok büyük problemler yok" ----: bana güvenebileceğimiz tek bir devlet kurumu söyle?

    tüm bu olumsuzluklar silsilesine rağmen kültürlü ve naif yapıda biri olduğu için kendisini takdir ediyorum. fantastik edebiyatımız için şimdilik önemli bir yazar. hatta romanları en çok satanlarda her daim zirvede. ama öldükten sonra okunmayacağını düşünüyorum. çünkü kendisi, medyanın ilgisi ve her kesime hitap etme gayesi neticesinde aslında farkında olmadan en çok korktuğu ve her daim sitem ettiği şeye dönüşüyor: kitch
  • bir acaip yazar. aslında severdim ben bu adamı. bugün hakkında kötü konuşacağım aklıma gelmezdi birkaç ay evvel.

    dublörün dilemması'nı pek sevdim mesela. korkma ben varım'ı da edindim, okuyacağım. yeni kitap yazsa yine alır okurum. kalemine, birikimine saygım var çünkü. benden çok okuduğu, yaşadığı, gördüğü aşikâr gözümde. ama sorun şu ki, kendisinin dinleyicisine/izleyicisine yani "bana" saygısı olmadığını düşünüyorum ve bunu hoş görecek değilim. "murat menteş'im olum ben, müslümanlar arasında popülerim, beni ne yapsam severler, pohpohlarlar nasılsa. o zaman, gönlümce cılkını çıkarabilirim." gibisinden ağır bir kibir ve şımarıklık içinde görüyorum kendisini. gerek söyleşileri, gerekse katıldığı televizyon programları böyle artistik çabalarıyla dolu. ve bu artık rahatsız edici.

    bir süre önce yazarlar birliğinde sinema üzerine söyleşiler düzenleniyordu. birine murat menteş konuktu. hah dedim, afili filintalarda paso film tavsiyeleri veren adam bu adam. bunu yaptığına göre sinemadan anlıyor olmalı, güzel bir söyleşi olabilir diye düşündüm. gittim. six shooter adlı filmi kendisi seçmiş, izledik. sonrasında, bağrını açık bırakan havai gömleğiyle ve dağılmış tipiyle murat menteş teşrif buyurdular. eyvallah. birkaç kendince komik bulduğu anısını anlattı. hayvan haklarından dem vurdu filan. ağzından her dökülecek kelimeye gülmeye hazır, şakşakçı bir hayran kitlesi mevcuttu, her dediğine şevkle güldüler. film hakkında ne diyecek acaba diye beklerken ben, "filmi anladınız mı, ben anlamadım da." dedi. film hakkında söyleyecek bir şeyi yokmuş kendisinin. sinemadan da anlamazmış zaten. orada ne işin var peki? bir de bunu çok karizmatik bir şeymiş gibi ifade ediyor. "bakın bana nasıl samimi adamım, bilmediğimi söyleyebiliyorum. hiç kasmıyorum. of nasıl artizim, bakın bana!"... hadi diyelim hatır gönül için gelmeyi kabul ettin oraya, gelmeye bayılmıyordun. bari hakkında konuşabileceğin bir film seç. hadi diyelim seçtin o filmi, azıcık olsun araştır, üzerine düşün. ama yok... ihtiyacı yok çünkü. nasılsa o ne dese alkışlayacak bir kitlesi var. sayın menteş de gönlünce ağzını yaya yaya, salına salına konuşur, şovunu yapar. soru soranları ezmeyi kendisine hak görür, izleyicilerle dalga geçen mehmet ali erbil seviyesizliğine benzer bir tavırda hem de. kendisi çoook iyi hazırlanıp gelmiş ya oraya; izleyici de buna yakışır kalitede, klişeden uzak, orjinal sorular sormalı elbette! üzgünüm ama kibri boyunu aşmış kendisinin. ama esas suç onda değil, ona bu rahatlığı veren şakşakçılarda.

    gelelim "sarsmayan ramazan beni ilgilendirmiyor"a. izledim videoyu. tam manasıyla "ergence" buldum tavrını. aydın ve dindar kesimin yaramaz çocuğu tripleri yine işte. kendisi evet çok okumuş. sosyalizmden, anarşizmden filan da etkilenmişe benziyor. "müslümanım, aynı zamanda sermayeye uyuz oluyorum ve devlet fikriyle de bazı sorunlarım var" gibi alt metinler okudum ben naçizane. böyle değişik sentezler yapıp, "sarayda iftar" gibi romantik önerilerle naif dinleyiciyi hemencecik etkileme, gönülleri fethetme, farklı olma çabası. kısaca artistik. özünde ise içi boş, laf salatası.

    bana soracak olursanız -ki sormayacaksınız-; murat bey kitaplarını yazsın, söz okuyacağım. ama ne olur etrafta bu kadar çok ve kontrolsüz konuşup durmasın. illa konuşacaksa da rica ediyorum ellerini havaya kaldırsın ve o kibrini müsait bir yere bıraksın. şakşakçıları da silkelenip kendilerine gelsinler, bu kadar abartmasınlar gözlerinde bu adamı. memlekette müslüman entellektüel kıtlığı mı var yahu? anlayamıyorum. ya da amaaaaan naparlarsa yapsınlar... bana neyse!

    kendisine dilediği gibi sarsık ramazanlar diliyorum efem.
  • alıntı yapmazsa ölecek hastalığına yakalanmış gibi...
  • zaman gaztesi'ndeki röportajında verdiği cevaplar ile de en az kitabı kadar kopartmış abim:

    - kitabında kelimelerle oyun oynayarak, fırlama ifadelere başvurarak can sıkıntını mı gidermeye çalışıyorsun murat?

    - ben aslında ‘kelime oyunu’ tabirinden hoşlanmıyorum. kelimeler nimettir, nimetle oyun olmaz.
  • ya sabah sabah...

    bilgisayar başında saçma sapan kahve içip ayılmaya çalışıyorum. "abi olay pazartesi değil" kafasındayım, sanki elli yıldır ara vermeden çalışıyormuşum ve bu elli yıl daha böyle devam edecekmiş gibi geliyor. neye sarsam acaba derken, baktım twitter bana bu adamı önerdi. ki kitaplarını okumamış olmakla birlikte kendisinden pek hazzetmem. tekin gelmiyor bana adam. ayşe arman'a verdiği röportaj neydi öyle ya, ne dediği belli değil. ağzımı bozucam kusura bakmazsanız ama, göte göt diyemeyen adamla olmaz.

    bak bak bio'ya bak. "cüneyt arkın film çevirir, gencebay şarkı söyler ve ben roman yazarım." https://twitter.com/mentesmurat

    cüneyt arkın filmde - orhan gencebay müzikte neyse, sen yazmakta o musun annem? biz rakıyı senin romanlarınla mı içiyoruz? (içene eyvallah ama sen o işi bi daha düşün karşim.)

    arkınmış da gencebaymış da bir şeyler. inş cnm yaa.
  • murat menteş kendini polisiye yazarı olarak konumlandırıyor mu bilmem ama ben şunu sorarak başlamak istiyorum; murat menteş'in yazdığı kitaplar polisiyeye girer mi? ne edebiyat eleştirmeniyim ne de edebiyat kuramcısı. lakin polisiye hakkında bildiğimi sandığım bir şey varsa o da murat menteş'in (ve alper canıgüz'ün) yazdığı gibi bir şey olmadığıdır. polisiye modernizmle ortaya çıkmış bir janradır ve belli başlı kodları vardır. bir olay, rasyonalite ve bu rasyonaliteye sahip ve olayları bu sayede, "neden-sonuç" ilişkisiyle çözecek dışardan üçüncü bir kişi gerekir polisiye için. bu üçüncü kişi olayın içinde olmayacak ki objektifliği şüphe götürmesin. dedektif olabilir veya dedektif rolünü oynayan biri olabilir vs. vs. oysa menteş'in romanları postmodern olarak konumlandırılacak kitaplardır ve postmodernin başladığı yerde polisiye biter. o zaman menteş'inki bir hybrid olur, polisiye değil. hasan bülent gibi postmodern avcısı kesilecek değilim ama sorunun cevabını bilenler, bilmeyenlere anlatsınlar, beni de aydınlatsınlar.

    bu sorumu dile getirdikten sonra murat menteş'in yazarlığını/kitaplarını zerre kadar sevmediğimi; çünkü ilkindeki deneyimimden sonra salak gibi ikincisini de okuduğumu ve salaklığımın hıncını ondan çıkardığımı belirteyim. evet ilkinde o çukura ben düştüm ama ikincisinde beni o çukura arka kapak yazısıyla murat uyurkulak itti. e sevdiğiniz bir yazarın referanslarına da haliyle güveniyorsunuz ama bu referansın edebi değerinden çok kişisel ve yakın arkadaşlığa dayandığını kitabı okuduktan sonra idrak ediyorsunuz.
    sevmeme nedenim gayet basit. kitaplarını okudum, zaman-emek harcadım. okurken kurgusal problemlerine; hadi daha açık söyleyeyim kurgusunun bok gibi olmasına rağmen tasvirlerden ve kelime oyunlarından haz aldım, güldüm eğlendim. kitap bitti, kapağını kapadım ve "eee ne anlattı bu şimdi" dedim. soran arkadaşıma kitabı tarif bile edemedim, öyle kaldım. hayati tehlike var, şebnem şibumi var, bir sürü kişi var, laf kalabalığı var ama ortada hiçbir şey yok. hatta korkma ben varım'da yeni bir yere geldiğimde "bu kimdi ve ne yapmıştı, şimdi niye burda" diye durup hatırlama ve geriye bakma ihtiyacı bile hissettim. süslü kelime oyunlarına o kadar zaman harcanmış ki karakterlerin hiçbiri "karakter" olamamış, derinleşememiş, isimleri dışında birbirlerinden farkları kalmamış. isimlerin üstünü çizseniz kim neydi, ne yapıyordu veya o olayın bunla bağlantısı neydi ayırt edemiyorsunuz; herkes aynı. evet menteş'in kitaplarında rio karnavalına giriyorsunuz ama dansedemiyorsunuz, korteje katılamıyorsunuz, kadınlara ve erkeklere dokunamıyorsunuz, kalça sallayamıyorsunuz, müziği dinleyemiyorsunuz, yemekleri tadamıyorsunuz. hızla kalabalığın arasına giriyorsunuz, bir an kalabalık ve dansa bakınıyorsunuz, aynı hızla kalabalıktan çıkıyorsunuz ve aklınızda ne size iz bırakan bir figür,kişi,olay kalıyor ne de karnavalı yaşama deneyimi kalıyor çünkü karnavalın en kalabalık yerine son sürat dalıp çıkıyorsunuz. elde sadece kalabalığa girmiş olmanın deneyimi kalıyor, karnavalın kendisi değil. sonra da menteş kitaplarının neden d&r 'ların gözdesi olduğunu anlıyorsunuz. kitaba bakıp evet çok laf kalabalığı yapıyorsun ama ne anlatıyorsun diyorsunuz?
    sonra yazarın kendisi çok popüler oluyor. çeşitli yerlerde, dergilerde, televizyonda ve bloglarda karşınıza çıkıyor ve orda anlıyorsunuz ki "tamam da ne anlattın" diye sorduğun yazarın israil dışında aslında anlatacak bir derdi yok. ben türkiye'yim, türkiye benim annem, annem patates yemeği, bu ülkede işlenen tüm cinayetler sadece tarihsel hatalar ve "şanssızlık" tan kaynaklı diyen bir yazarmış meğerse. annesine "keke tuz değil, şeker konur" diyeceğine, bunu ona da öğreteceğine, körü körüne bir inançla tuzlu keki kabul eden biri olduğunu görüyorsunuz. emek verip kitaplarına zaman ayırdığınız bir yazarın, kitapları gibi kendisinin de bir şey anlatma derdinde olmayışı, anlatacak bir derdinin olmayışı sevmemeniz için yeterli sebep oluyor haliyle.
    bir dahaki kitabının arka kapağına değil murat uyurkulak, nabokov gelse yazsa gözucuyla bakmam. d&r ve hedef kitlesi genç nufusun çok tuttuğu bu "çok laf yaparım ama hiçbir şey anlatmam" yazarlarına harcayacak ne param ne zamanım var benim. yolları açık, lafları ve kazançları bol olsun.
  • o tv programi senin bu söylesi benim kosturmaktan cigerleri iflas edecek yazar. gösteris yapmayi, gösterisli olmayi bu kadar cok kinayip bu kadar cok göz önünde olmasi samimiyetsizliginden baska bir seyi kanitlamiyor ne yazik ki. gecenlerde de gizemli yazar olamamaktan, cokca taninmaktan yakiniyordu. e, git otur evinde, verme röportaj, yayinevi sözlesmene madde mi ekledi, pazarlamaya, reklama yardimci olacaksin diye. her seyin reklam kokmasindan dem vur, ama son 15-20 röportajin her ne hikmetse son romaninin cikisini takip eden 2-3 hafta icinde verilmis olsun. garibim muhafazakar yeni genclik de o bugulu sesine, gönül teline dokunan 1-2 nak$i fikrasina tav oluyor. benim icin türkce edebiyatin en samimiyetsiz, yapmacik yazaridir murat mentes. yaptiklari da benim nazarimda mahcup bir bilge adam taklidinden baska bir sey degildir. cok bilinen bir alinti ama, bir de buraya not edelim. belki alakalidir:

    "ve işin en kötü tarafı da, bohem takıldığında ya da bunun gibi bir çılgınlık yaptığında, sen de herkes kadar düzene ayak uydurmuş oluyorsun, sadece biçim farkı var."
hesabın var mı? giriş yap