• vakti zamanında psikoloji öğretmenimiz sınıfta bir konuyu anlatırken, bi deney yapmak istedi. "müzik deyince ilk aklınıza geleni küçük bi kağıda yazın" diyerek heyecana sevk etti sınıfı. herkes bişiler yazdı, ben kulak yazdım.

    sonuçlar açıklandı, genelde "nota" ve "pop" kelimeleri gelmiş insanların aklına, kulak yazan bir tek ben wardım. alay konusu oldu, "kulak yazan kimse ortaya çıksın" dedi öğretmen, saklandım, halen de ortaya çıkmış değilim... anlamadılar beni...
  • kulağıyla flüt çalan bi adam çıkmıştı bi ara bi kanalin ana haber bultenine, aha dedim, aha işte harbi müzik kulağı budur
  • sahip olmayan kisiyle nedense pek yakinlasamadigim bir yetenek...

    yıllar sonra gelen edit: bir zamanlar çok öküzce entryler yazmışım sözlük'te.
  • $arkiciliga atlayan baldir bacak mankenlerinin hepsinde kucuklugunden beri olan $ey.
  • iyi bir müzik kulağına sahip kişi piyanoda birlikte basılan en az 4 sesi ayırt edebilmelidir. buna ek olarak piyanoda çalınan bir melodiyi aynen söyleyebilmeli ve vurulan bir ritm kalıbını da aynı şekilde vurabilmelidir. konservatuvar sınavlarında da genel olarak 4 sese kadar sorulur. ayrıca daha seyrek olsa da 7 sese kadar da sesleri ayırt edebilen yetenekli kişiler de mevcuttur. müzik kulağı genelde genetik olup anne, babası ya da her iki ebeveyni birden müzisyen olan çocuklarda sıklıkla görülür. ancak müzikle yakından uzaktan alakası olmayan ailelerden de gayet yetenekli çocuklar çıkabilir. eğer aile de bu konuda bilinçliyse çocuk müzik alanında kariyer yapabilir. bu tip yetenekli çocuklar küçük yaşta eğitilmeye başlanırsa, zamanla seslerin notalarını da hafızalarına alıp ayırt etmeye, seslerin temiz ya da pis şekilde çıkıp çıkmadığını anlamaya, çalınan bir parçanın hangi majör ya da minör tonda olduğunu bilmeye, duyduğu bir ezgiyi direkt olarak başka bir enstrumanda çalabilmeye ya da aynı şekilde söyleyebilmeye ve bir parçayı notaya dökebilmeye başlarlar. ayrıca genel inanışın aksine herkeste müzik kulağı yoktur ve bu sonradan çalışarak edinilebilen birşey değildir. müzik kulağı sadece doğuştan olup eğitimle geliştirilebilir ancak hiçbir yeteneği olmayan bir kişi ne kadar çalışırsa çalışsın sonradan müzik kulağına sahip olamaz. maalesef daha tek sesi vermekten aciz tipler bile ortalıkta yetenekliyim diye gezinip, detone sesleriyle şarkı söylemeye ya da bir enstrüman çalmaya kalkabilmektedirler.
  • sahip olunması avantaj mıdır dezavantaj mıdır bilinmez. çünkü algınızdaki bu farka dayanarak beğeni düzeyiniz de değişir, çıta yükselir. milletin, ne hikmetse, ölüp bayıldığı canlı müzik hadisesi sizin için çoğu kez bir çile haline gelir! detone olmalar, ritm kaçırmalar, eksik veya hatalı icralar kulağınıza battıkça batar. ve işte bu durumu paylaşacak insan bulmakta zorlanırsınız. tersinden düşündüğünüzde de durum farklı değildir. "arkadaki melodiyi duyuyor musun, süper olmuş, vay be" diye bir övgü düzmek ve bunu da karşınızdakiyle paylaşmak istiyorsunuz ama hemen anlıyorsunuz ki karşınızdaki sadece solo yapan sesi duyabilmekte, ötesine ulaşamamaktadır. işin kötüsü, üsteleseniz ve biraz açıklama yapmaya kalksanız adınız ukalaya çıkar! hele bir de sözüm ona nota bilen ama kulağı vasatın altında olan bir "müzisyen" ile karşılaşırsanız bence hiç çaktırmayın, he he deyip geçin!
  • ..nızı test etmek için 36 soruluk şu testi yapabilirsiniz:

    http://jakemandell.com/tonedeaf/
  • doğuştan olsa bile sonradan bazı acı olayların tesirleri nedeniyle ortadan kaybolabilen yetenek.

    enstruman çalma yeteneğinden geçtim şarkı söyleme yeteneğim hatta el çırparak eşlik etme yeteneğim dahi yok. biliyorum bütün bunlar memleket şartlarında şarkıcı olmama engel değil lakin insan kendisini milyonlarca hayranı olmasa da sorgulama ihtiyacı hissediyor. bütün resmi bayramlarda şiir okumakla görevlendirilen, şairin ne demek istediğini özümsemiş küçük çocuk nasıl oldu da bu kıvama geldi. bu kıvam derken; sizin yazdığınız ve bir numara olmuş bir şarkıyı söylediğim zaman "bu şiir kimin acaba? bi yerden çıkaracağım" hissiyatıyla yanımdan ayrılırsınız.

    bu sorunun cevabını çocukluğumda aramaya karar vermiştim. "örselenmiş bir çocukluk" faslını geçip yaşadığım bir olayın beni etkisi altında bırakmış olduğunu umuyordum lakin bizim memlekette çocukken yaşanılan travmalar pek kaale alınmaz bunların hayata, geleceğe yönelik etkilerine itibar edilmez. söz temsil, dexter morgan gibi bir seri katil olmanız halinde çocukluğunuzu incelemek ve sizi mazur görmek, hasta olarak nitelendirmek yerine "lan mına kodumun delisi" diye linç edilirsiniz. her konuda olduğu gibi bu konuda da nedenlerle kimse ilgilenmez. sadece köpekten korkma durumunu açıklarken söylenilen "abi beni küçükken köpekler kovalamış" geyiğine itibar edilir.

    altı-yedi yaşlarında yediğim patatesli yumurtanın kokusu da uzun yıllar hükmünü sürdürdüğü için koku hafızasını kullanıp geçmişi baştan yaratamıyorum. ama biliyorum bu kadar yeteneksiz olamam derken bir konser sırasında aradığım cevabı buldum. her türk kendinin freud'u olmalıdır düsturuna sadık kalmam sonunda meyvesini vermişti. konseri dinlerken ne zamandır görmediğim bir arkadaşımla birbirimizi farkettik ve uzaktan göz kırpmak yoluyla selamlaştık ve o an beni geçmişime götürdü.

    "sene 945, mevsim sonbahar" kadar net hatırlayamasam da ilkokul üçüncü ya da dördüncü sınıfta müzik dersinde herkes tahtaya kalkıp sırayla kendisine ödev olarak verilen marşları, ödevleri söylüyordu. çernobil fındığının kısa vadedeki yararlarından olsa gerek çabucak ezberliyorduk. benim görevim hoş gelişer ola diye bilinen türküyü söylemekti, ders saatinde hazırdım.

    hoş gelişler ola deyip mustafa kemal paşa diyemeden ön sıradaki iki kızın bana bakarak gülmesiyle kalakaldım. aman yarabbi bu kadar, kendine güldürecek kadar kötü mü söylüyordum. hocamız hemen "ee evladım sessiz dinleyin, rewlof canım sen onlara bakma baştan al" diyerek devreye girdi. nasıl bakmıyım delikanlı adamım kırmızı kurdelem var diye kendimden taviz veremem diye iç geçirip yeniden başladım fakat evet aynı yerde bu iki kız benim mustafa kemal paşa'yı karşılamama izin vermiyorlardı. hoca bana bakıyor, kızlar gülüşüyor, paşa bir türlü kars'a girememiş derken sinir stres tamamlayamayıp yerime oturdum. bu iki kız benim name yaparak şarkı söyleme girişimlerimi orada nihayetlendirmekle kalmayıp olası bir eurovision birinciliğimizin de önüne geçmiş oldular.

    sonradan beşinci sınıfta o gülmelerin sebebini öğrendim. o kızlardan biriyle -o kızın ismine sahip diğer kızlar bana kafadan her zaman itici gelmiştir sonraki yıllarda- bir supermarkette karşılaştığımız zaman yanımızda ailelerimiz varken ben buna (evet bu) göz kırpmışım -ki doğrudur- bunun anlamı da aşık oluğummuş. o yüzden sahneye-tahtaya çıkınca bana bi yerde jest olarak ( niye dalga geçsinler sınıf birincisiyim arkadaşım, ilkokulda kızlar çalışkanları sever lisede serserilerle takılırlar lütfen ) gülüyorlarmış. fakat o zaman bunu öğrenmem bağlantıyı kurmamı sağlamamıştı. yani yeniden sahne performansımı denemeyi göze alamadım.

    güzel kardeşim bu ritim duygusu doğuştan olur o kızlar sana gülmese de senden bi numara olmaz diye düşünmeniz ihtimal dahilinde lakin ben kendi kendime hoş gelişler ola diye söylediğim zaman orada olsaydınız böyle düşünmezdiniz ya da gülmeden dinleyebilseydiniz her şey başka olabilirdi. bülent ortaçgil yerine yasmin levy'e eşlik edebilirdim. olmadı, olamadı.
  • bir şarkıyı "solo" olarak söylerlerken bile sanki metronom varmışçasına doğru yerde giren, doğru yerde susan ya da herhangi bir enstrümanın gireceği yeri şaşırmadan hissedebilen insanın sahip olduğu yetenek.
  • genetik olarak aktarıldığı düşünülen bir tür yetenek.

    test etmek isteyenler için:
    http://lab.andre-michelle.com/tonematrix

    sonuçlar için bkz. etraftakilerin kulaklarını tıkayıp tıkamadığına

    madem seviliyor böyle şeyler, bir tane daha yazayım:

    http://www.patatap.com/
hesabın var mı? giriş yap