• kara gün

    (dikkat, argo sözler içerir, 20 yaşından küçükler, buna kızacaklar ve duyarlılar okumamalı, peşinen uyarıyorum!..)

    aslında the taraf gazetesinde ilk yayımlandığı an başladı kara gün! fatih camii bombalanacaktı, gibi alçakça manşetler atıldı. bütün medya bunlarla sarsıldı yıl boyunca... tutuklanan 365 subayın cezaları, daha o gün, o manşetlerle kesilmişti! tutuklanacakların isim listeleri hazırlanmıştı, ister yurtdışında olsun, ister kocatepe’de, ister sualtı komandosu olarak sualtında... hayır nerede oldukları önemli değil, önemli olan, üzerine kedilerin bile işemek fırsatı bulmadığı ve köpeklerin bile sıçamadığı, kimsenin görmediği, kâğıt ve imza olarak hiçbir zaman var olmayan, hiçbir subayın elinden geçmeyen, on kuruşa satılan siktirik cd’lere isimlerinin yazılı olmasıydı... (gözünü seveyim behzat che...)

    hepsi bu... her şey tam ve mükemmel gibi hazırlanmıştı. türk aklı’ndan beklenmeyen bir şekilde! emniyet ve yargının-hukukun içine iktidarın adamları önceden yuvalandırılmıştı. özel yetkili mahkemelerin temeli taa 2005’te atıldığına göre, aslında bu hazırlığı o yıllara dayandırabiliriz... bu mahkemelere kazaen bulaşmış veya sahneye konan tiyatrodaki rolünü reddedenler, zaman içinde de bir bir ayıklanacak ve emirleri-talimatları yerine getirecekler kalacak-atanacaktı: kardeşim buraları bir karşı ihtilal mahkemeleridir, defterler, kişiler, ordular dürzülecektir.. ya gerekeni yaparsın ya da bassssar gidersin! yani hukuk mukuk takmayacak ve imansızlardan-vicdansızlardan oluşacak bir tezgâh...

    tabii, komploların bütün protokolleri de hazırlanmıştı... önceden kotarılan ergenekon davası bunun ilk provasıydı. o süreçte gazeteci kılığındakiler, ne namussuz roller üstlendi! bugün, tıpkı balyoz’da olduğu gibi, ergenekon’a konu olan bütün süreci bu kez gerçeğiyle yeniden kuracak (rekonstrüksiyon) “araştırmacı”lar aranıyor. çünkü, ergenekon davasındaki olayların medya-kamuoyunda kurgulanması da baştan aşağı sahte, namussuz ve aldatıcı...

    beyler burada hukuk, dava, yargılamadan bahsediyoruz.. içeri tıkılan insanlardan... askeri darbeler başka bir mesele! gidin gerçek darbelerle hesaplaşın, kıçınız yiyorsa! iki tane sandalyelik generali sorgulayacağınıza, 12 eylül’e yol açan olayları, bu olayları tezgâhlayanları, nato’nun kontrgerillasını, kitlesel katliamları, mit’ini, emniyeti’ni ve o dönemin siyasilerini ve olayların içindeki rollerini hele bir araştırın! abd’yi araştırın, bizim çocuklar başardı diye pentagon’a neden mesajların gönderildiğini! yiyorsa tabii! (sosyal medyada bir izleyici, acaba balyoz kararlarından sonra da abd elçisi bizim çocuklar başardı, mesajı gönderdi mi, diye sordu! kimbilir belki de bu mesajı iktidardan biri çekmiştir!)

    ***

    tezgâhların zamanlama ve çizelgelerine göre, sırayla sürü sepet subaylar içeri atılacaktı! 365 kişi! yukarıda tam ve mükemmelmiş gibi, dedim, en mükemmel yoktur! bir sahtekârlık yaparsanız, izinizi bırakırsınız! 2009 yılında hazırladıkları ve “balyoz darbe planı” adını verdikleri büyük sahtekârlığın kokuları erkenden ortalığı kapladı. insan olanlar burnunu tutarak dolaşır oldular! cd’lere “darbe planları 2003 yılında hazırlandı” süsü-kaydı verirseniz, çuvallarsınız...

    burada, bu aptallığı nasıl yaparlar sorusunu yöneltmek zorundayız. 2009 yılında 2003 yılını kurgularken, 2004-2009 arasına ait olayları nasıl koyarsın? 2009’da kayıt edilmiş bir cd’yi, 2003’te kaydedilmiş gibi nasıl gösterirsin? yanıt: ya yukarıda övgü düzdüğüm türk aklı’nın kendi başına ancak bu kadar çalışabildiğini ve gelip boka sardığını söyleyeceğiz, ya cia desteği olmadığını ve varsa bile onların da çuvalladığını... veya da bunu hiç umursamadıklarını...

    davaların dayandığı cd’lerdeki rezilliklerin ortaya çıkartılmasına rağmen, (merhaba dani ve pınar!) bu utanmaz kararlar verilebildiğine göre (günün olayı, kararlardan önce heyetin önüne robokopların dizilmesiydi, bu bile suçluların korunma içgüdüsünün dışa vurumuydu!) demek ki umurlarında değildi! komplolar ortaya çıkmışsa ne olmuş yani, ne âlâ muallâ! bu komploları hazırlayanların sarf ettikleri bunca emek, saat, işgücü, bunca ev basmalar, sorgulamalar, iddianameler, yargılamalar.. bütün bunlar boşa mı çıksın!!!

    ***

    dünkü yazılara baktım, utandım diyemeyeceğim: oçalışlar mesela, dünkü yazısında (radikal) yeterli bulmuyor bu tür davaları ve düzenbazlıkları. daha etkili yöntemler arıyor! insanlara darbe tuzağı kurulmuş olması, aynı eküriden sayılabilecek yazarların umurlarında değil. önemli olan ordunun darbeciliği... iflah etmez bir kin ve nefret; subay olsun da tsk olsun da ne olursa olsun, hepsi ortadan yok olsun, ipe çekilsin... subay olmak başlı başına bir suç! insan hakkı-hukuku arayanlar ve geçmişte bundan mustarip olanların, başkalarına yapılan bu insansızlığı onaylamaları yok mu!

    diyorum ki bu tür insanlığın-anlayışın içine edeyim...

    ayrı yönden başkaları diyor ki, kurunun yanında yaş yanmamalı... ulan bu dava düzmece ise, yargılananların hepsi kuru, bir tane yaş gösteremezsin! düzmece mi değil mi, önce buna karar ver. komploculara göre tabii ki gerçek... ortada durma, sağdan soldan yiyeceğin omuzlarla devrilip gidersin...

    kara gün dedim başlıkta. türkiye için tabii ki, gelecek için, hukuk için, demokrasi için, düzülen insan hak ve özgürlükleri için.. yargı için, evete yargı için kara gün... bakalım bu kara günün üstesinden türkiye nasıl gelecek!..

    23 eylül 2012 - cumhuriyet
  • 21. yüzyılda ortaçağ üniversite ve anlayışı

    cuma günkü cumhuriyet bilim ve teknoloji’de celal şengör’ün “başbakan’a tarihten bir hatırlatma” yazısını okudunuz mu? 1964’te abd’de “siyahların da beyazlarla eşit oy hakkına sahip olması” için alabama eyaleti selma kentinde bir yürüyüş yapılıyor. yürüyüş eyalet polisi tarafından kanla bastırılıyor. bir gazeteci polisin vahşiliğini filme alıyor ve ulusal tv’ler bunu yayımlıyor.

    barışçıl bir yürüyüşe karşı bu gaddarlık ülkeyi ayağa kaldırıyor. başkan lyndon b. johnson, yaşanan “kanlı pazar” karşısında dehşete kapılıyor. hemen süreci başlatıyor ve siyahlara 1965’te eşit oy hakkı tanınıyor.

    şengör diyor ki: pettus köprüsü üzerinde olanların filmini seyredin, bir de odtü’de olanların... hemen hemen benzer olaylar olduğunu göreceksiniz... ama iki ülkenin liderlerinin iki olay karşısındaki tutumlarının birbirinin tam zıddı olması, iki ülkenin liderlerinin demokrasi anlayışlarındaki farkı da gösteriyor...

    biliyorsunuz, başbakan odtü baskınından sonra polislerini övmüş ve görevlerini yaptıklarını söylemişti!

    ***

    biri kalkar diyebilir ki “olaylar farklı”. ama konu bu kadar değil. gelecek cuma günkü dergiye koyacağımız bir başka yazı, odtü baskını ile, henüz 2 yıl önce yaşadığımız boğaziçi üniversitesi’ne yine başbakanlı polisin baskınının nasıl da tıpa tıp aynı olduğunu gözler önüne seriyor. mehmet yılmaz yazısında bununla yetinmiyor, taa 1200 sonbaharında polisin paris’te üniversite merkezi latin quartier’i (mahallesini) basarak öğrenci ve hoca avına girişmelerini de yazıyor:

    “beş öğrencinin öldüğü bu direnişin sonunda inzibatlar mahallenin dışına atılırlar. öğrenciler ve hocalar ‘latin mahallesi’nin etrafına barikatlar kurarak giriş-çıkışları engellerler. o gece hocalar önderliğinde bir toplantı yapılır. bu toplantıda hocalar ve öğrenciler latince universitas adıyla, bir ‘birlik’ içinde kendilerini organize etmeye karar verirler. hem güvenliklerini sağlamak hem de özlük haklarını elde etmek yani başpiskopos’tan bağımsızlaşmak amacıyla kurulan bu ‘birlik’ bugünkü üniversitenin doğmasına neden olmuştur.. 12. yüzyılda bir olay üniversiteyi doğururken odtü olgusu 21. yüzyıl türkiye’sinde ‘üniversitelerin ortaçağı’nı su yüzüne çıkartmıştır...”

    ***

    iki yıl önce boğaziçi üniversitesi’ne giden başbakan’ın polisinin, bir grup öğrencinin protestosu karşısında gösterdiği gaddarlığı, 200 kadar öğretim üyesi bir bildiri ile şöyle kınamıştı:

    “kampus, dışarıdan getirilmiş olan çeşitli resmi ve sivil emniyet güçleri tarafından adeta ‘teslim’ alındı. üniversitenin sokak ve meydanları öğrencilere ve öğretim üyelerine yasaklandı. hükümete yönelik eleştirilerini pankart ve sloganlarla dile getirmek isteyen öğrenciler tartaklandı, ablukaya alındı, üzerlerine biber gazı sıkıldı. çevik kuvvet bazı binaların içine, odalara kadar girdi, öğrencileri kovaladı… bu orantısız ve abartılı polis gücü ve şiddet karşısında öğrencilerimizin hiçbir şiddete başvurmadan sivil protesto geleneklerini koruyabilmelerini bizim şansımız ve öğrencilerin kutlanması gereken bir erdem olarak görüyoruz.

    çevik kuvvet, başbakanlık korumaları ve sivil polis bu sınır/hukuk tanımaz tavrıyla üniversite özerkliğini ayaklar altına almış, ifade özgürlüğü ve temel demokratik hakları hiçe saymıştır. o gün üniversitenin köklü gelenekleri, ilkeleri ve akademik onuru çiğnenmiştir...”

    ***

    biliyorsunuz, köksüz ve geleneksiz “başkan’ın rektörleri”, odtü, öğretim üyeleri ve öğrencilere karşı, utanç verici bir şekilde, “başkan” ve polislerinin yanında saf tutmuşlardı! unutmadan belirtelim: itü dahil...

    akademik ilke, akademik onur vs... ne demiş bir rektör: hükümetten yana olmayan rektör mü var?..

    var, bir tane bile olsa elmas değerindedir ve evrensel üniversiteyi, ilkelerini, onurunu, anlayışını temsil eder. bu bile bizi ileri götürmek için bazen yeterlidir.

    gerektiğinde cüppesini alıp rektörlük koltuğunu, evrensel ilkeler uğruna terk edemeyecek kişiler de kâğıt üzerinde rektördürler...

    başbakan ve adamları asla çağı temsil etmiyorlar...

    6 ocak 2013 - cumhuriyet

    kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/…kn=65&ka=4&kb=5&kc=65
  • siyasi gelişmeleri çok aklı başında tahlil edebilen bir yazar; cumhuriyet gazetesi'nin bence omurgasını oluşturan yazarlardan; yazılarında bağırıp çağırıp sloganlar atmak yerine soğukkanlı aklın sesini konuşturuyor; tahlilleri bu nedenle oldukça isabetli sonuçlanıyor.
  • milletin parasını, devletin hazinesini soyanları görmezden gelip kendisine karşı olan herkesi vatan haini ilan edebilen zat-ı muhtereme karşı yazdığı 30 ocak 2014 tarihli yazısı:

    http://www.cumhuriyet.com.tr/…/hic_bu_kadar....html

    "türkiye hiç bu kadar yiye yiye bitirilememişti, vura vura öldürülememişti...
    en alttan en tepeye, bu kadar büyük bir örgütlü hırsızlık, dolandırıcılık, örgütlü adaletsizlik, haksızlık, hukuksuzluk, diktatörlük, demokrasisizlik, eşitsizlik, namussuzluk, bütün ülkeyi örümceğin ağı gibi sarmamıştı. biz hep bunları 70 yıldır yaşadık. hep öldük öldük dirildik... bu kadarını değil...
    ama bu büyük “ara dönem”in sonuna geliniyor. sessizlik yırtılıyor... duvarlar çatırdıyor... alacakaranlıktan gün ışıkları süzülmeye başladı...
    büyüdük, dünyanın en zengin ülkeleri arasına girdik masalları...
    yükselen ekonomi ninnileri...
    bir bir..."
  • akp cemaat muhabbetine dair dikkate değer bir yazı yazmış bugün.

    http://www.cumhuriyet.com.tr/…manin_anatomisi.html#
  • barıştan yana olanların nasıl bir anda savaş çığırtkanına döndüklerini anlatan 12 mayıs 2013 tarihli yazısı:

    http://www.cumhuriyet.com.tr/…kn=65&ka=4&kb=5&kc=65

    " reyhanlı kurbanlarına bu alçakça tuzağı kim kurmuş olursa olsun, bu katliam, iktidarın savaş politikalarının bir ürünüdür, sonucudur."
  • iktidara once bir vicdan ve insanlik paketi gerekir.,demokrasiyi de sonra konusuruz.. bugünkü yazısının son cümlesi... akıllı adamlar neden az dinlenir sorusunu sordurur insana...
  • cemaat akp çatışmasını 3 yıl önceden yazmaya başlayan okuduğumda benim de "hadi be" dediğim şeylerin teker teker çıktığı kahinimsi yazar. çok popüler olmamasının nedeni belki de reklam ağzıyla değil de analizlerle yazıyor olması. iyi ki de öyle yazıyor. tarihi verilerle kağıt üzerine döküyor.

    çatışmanın anatomisi kitabını iyice okunmadan ortalarda pek yorum yapmamak gerek.
    yazılarını okumadan gündemi tam kavradım dememek gerek.

    dönemin en iyi analizcisi. bilim insanı.

    bu ara yine (yeni) cumhuriyet yazarı aydın engin'le atışma sıklığı arttı.
    eğer bir ayrılış yaşanırsa aydın engin'in gitmesi kesin tercihimdir.
  • nuray mert'e hoş geldin demiş.

    "...
    iktidarın “siyasal islamcı” karakteri, türban meselesini son 30-40 yıl içinde islamcı erkek parti ve ulemanın yaratması önemli değildi. islamcı iktidarın “üniversitelerde türban özgürlüğü” meselesini, tüm kadınları kızları çocuklara varıncaya kadar türbanlamanın politik aracı olduğunu görmedim. eğitimde dincileşmenin, zorunlu din eğitimi dayatılmasının, anaokullarındaki bebekleri bile türbanlamaya varan bir yolu açması da...

    "
    cumhuriyet, 30 mart 2015
  • kendisinin bugünkü "sadece aptallar inanır" yazısından bir kesit,

    "otoriterler, özgürlük mü getirirmiş!
    ergenekon, balyoz, odatv, poyrazköy falan daha neler... bunların üzerine çekilen diğer cilalar: 12 eylül 1980 darbecileri, 28 şubat 1997 askerin hukuki kılıflı hükümeti değiştirme zorlaması...
    neymiş? darbelerle, askerle, karanlık devletle, gladyo ile demokrasi ve özgürlükler adına hesaplaşmaymış.
    bu hesaplaşmayı kim yapacakmış?
    otoriter ve totaliter, üstelik islami referanslarla ülkeyi yöneten rte, akp iktidarı...
    niçin yapacakmış? ülkede demokrasinin önünü açmak için...
    peki demokrasi ve özgürlüklerin önünü açacak ve ülkenin çağdaşlaşmasına çalışacakmış gibi olan bu adamlar kimler, arkalarındaki referanslar ne?
    islamcılık, dincilik, siyasi ve dini biat, cemaatçilik, tarikatçılık falan...
    bunların geçmişte siyasi olarak ne özelliği var?
    birincisi, toplumu cemaatleştirmeleri, tarikatlaştırmaları yasaklanmış, engellenmiş.
    peki, engellenebilmişler mi?

    islamcıların yolları açıldı
    hayır, hep siyasi olarak örgütlü varolmuşlar. şu veya bu partinin içinde veya başlı başına kendi partileri içinde... erbakan’la iktidara yürüdüler, iktidar da oldular, ülkeyi yönettiler. cumhuriyet halk partisi 1950’den sonra toplam 3 yıl, o da yarım yamalak iktidarda bulunurken, bunlar yıllarca ya tek başlarına ya bir ayaklarıyla, ama devletin de bütün imkânlarından yararlanarak iktidar oldular. devlet ve bütün kurumları bunlar arasında parsellenmiş durumda.
    solun yolları en kanlı darbelerle kapatılırken, islamcıların yolları açıldı. 12 eylül’ün tamamen islami karakterli yönünü görmeyen bir siyasi analiz güvenilir ve doğru olabilir mi?

    tarihte örneği yok
    islam referanslı bir yönetimin ülkeye demokrasi ve özgürlükler getirebileceğini kim iddia edebilir? tarihte böyle bir örnek yok. günümüzde de islam coğrafyasında tam tersini yaşıyoruz. hepsinin yerlerde sürünmesinin ve batı egemenliğinin, kültürel, ekonomik, piyasa, bilim ve siyasi sultası altında olmasının da temel nedeni budur.
    arkasında demokrasi ve özgürlükler konusunda zerre bir referans olmayan rte ve partisi ve gül, demokrasi ve özgürlüklerin yolunu açacak, bu amaçla da devlet içindeki antidemokratik yapıları temizleyecek...
    öyle mi?
    onların yapabilecekleri en iyi şey, bu yapıları kendi denetimleri altına almak ve sürekli iktidarları için kullanmak olabilirdi. ülke en büyük antidemokratik, demokrasi düşmanı iktidarla karşı karşıya...

    ergenekon’lar, balyoz’lar neydi?
    ergenekon ve diğerleri, demokratikleşme ve özgürlükler mücadelesi değildi, tam tersine, akp’nin totaliterliğinin önündeki bütün odakları temizleme süreciydi. ergenekon kararlarından demokrasi ve özgürlükler çıkabileceğini sananların hepsi, bu yeni totaliter ve dinci faşist rejimin işbirlikçileri, samimi veya değil, kullandıkları aletlerdir...
    şimdi herkesin işi çok daha zor... ama böyle rejimlerin günümüzde yıkılışları kaçınılmazdır da... (üç yıl önce yazmışım! 8 ağustos 2013 tarihli yazımdan özet)"

    işte bu yüzden olayları doğru analiz etmeli gerçekleri artık görmeliyiz, ülkenin geleceği bu gidişata bağlı ve ben şahsen bu konuda karamsarım, artık bu gidişata bir dun denmesi gerekiyor, akp seçmeninin şapkasını önüne alıp düşünmesi gerekir ki bir çoğu bunu yapabilmekten maalesef aciz.

    laik, demoktatiki atatürkçü bir çizgide yetişmiş, büyümüş olan ben, şahsen türkiye'nin pakistan, mısır, vb. gibi bir ülke olmasına göz yumamam ve buna katlanamam...
hesabın var mı? giriş yap