• ''gerçek radikallik, umutsuzluğu ikna edici bir şekilde açıklamakla değil, umudu mümkün kılmakla olur.'' sözünün sahibi.
  • 1921’de galler sınırındaki pandy köyünde doğdu. demiryollarında çalışan bir işçinin oğluydu. abergavenny lisesi’nde, cambridge üniversitesi trinity college’da öğrenim gördü. 2. dünya savaşı sonrasında oxford üniversitesi bünyesinde yetişkinlere yönelik bir eğitim programında öğretmenlik yaptı. 1961’de cambridge üniversitesi jesus college’da ingiliz edebiyatı dersleri verdi. 1974’te aynı üniversitede tiyatro profesörü oldu. kültürün çok çeşitli alanlarını incelediği çok sayıda kitabının yanısıra politics and letters (1946-47) dergisinin yönetmenliğini yaptı, may day manifesto’yu (1968) yayımladı. new left review adlı marksist dergide birçok yazısı yayımlandı. marksist kültür ve edebiyat kuramının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuş bir eleştirmen ve teorisyendir. 28 ocak 1988’de öldü. williams’ın başlıca eserleri şunlardır: culture and society (1958, kültür ve toplum), border country (1960, sınır bölgesi), the long revolution (1961, uzun devrim), communications (1962, iletişim), second generation (1964, ikinci kuşak), modern tragedy (1966, modern trajedi), drama from ibsen to brecht (1968, ibsen’den brecht’e tiyatro), orwell (1971, türkçesi afa yayınları’nca basıldı), the country and the city (1973, kır ve şehir), television: technology and cultural form (1974, televizyon: teknoloji ve kültürel biçim), keywords (1976, anahtar terimler), marxism and literature (1977, marksizm ve edebiyat), the volunteers (1978, gönüllüler), the fight for manod (1979, manod için mücadele), problems in materialism and culture (1980, materyalizm ve kültür sorunları), towards 2000 (1983, ikibin’e doğru, türkçesi ayrıntı yayınları’nca basıldı). raymond williams hakkında türkçe’de yayımlanmış dolgun bir çalışma, toplum ve bilim dergisinin 28. (kış 1985) sayısında yeralmaktadır: serdar turgut, “modern trajediye karşı kültürel devrim”.
  • "yaşanmakta olan kültür" ile ilgilenir ve kendi yönteminin adını da "the cultural materialism(kültürel özdekçilik)" koymuştur.

    yaşanmakta olan kültürün içerisindeki insanların, o kültürel döneme ait bir 'duygular sistemi'ni paylaştığını ve bu duygulardan oluşan sistemin; ancak aynı kültürel dönemde yaşamış insanlar tarafından anlaşılabileceğini savunur.

    örneklersek; gezi olaylarında yaşanan polis şiddetinin halka saçtığı korku ve dehşetin, ancak o dönemde yaşamış insanlar tarafından hissedilebileceğini / tam olarak anlaşılabileceğini öne sürer. biz tarih kitaplarına karıştığımızda, hakkımızda yazılanları okuyan insanlar ancak akıl yürütebilir. bizim duygularımızı anlayamazlar ve bizi tam şu anda bir 'halk' yapan, paylaşılan o duygular sistemidir.

    kültürel çalışmalar-daki büyük isimlerden biridir ama antropolojik bir bakış açısı olması nedeniyle eleştirilmiştir.
    çalışmaları genel olarak ingiliz toplumuna odaklıdır. zaten, insanların ancak ait oldukları toplumlarla ilgili fikir yürütebileceğini savunur.

    popüler kültür ile işçi sınıfı kültürünü (ingiliz toplumu için) birbirinden kesin çizgilerle ayıran kişidir. popüler kültürün yozlaşma, işçi sınıfı kültürünün ise inşa etme üzerine geliştiğini söyler.

    marksist bakış açısıyla bakıldığında; sınıf farklılığını kendi teorisini geliştirmek için sıkça kullanmıştır. özellikle de 'the long revolution' kitabında; dominant sınıfın, o döneme ait olan -yani yaşanan- kültürün içeriğine karar veren sınıf olduğunu savunur.

    elitizme tamamen karşı olmasına rağmen, burs kazandığı için cambridge'de okumuştur.
    hem de cambridge'in en elitist dönemlerinden birinde...
    bu nedenle de kendi kökleri olan işçi sınıfının nerelerde zayıf kaldığına dair oldukça kayda değer fikirleri vardır.

    ne yazık ki; en güzel kitapları hâlâ türkçe'ye çevrilmemiştir.
  • kültür, medya ve iletişim araçları üstüne düşünceleri gramsci temellidir. gramsci nin medyaya biçtiği rol ve hegomanyanın kullanımı üstüne tartışarak biçimlendirir görüşlerini. bir de alıntı yapalım bakalım:

    "because everything in society could be tied to the hegemonic thoughts, one can say that the dominant culture produces and limits its own forms of counter-culture. the notions of revolution and social change have no sense in these circumstances"

    meali: muhalefet imkansızdır, karşıt kültür yaratma çabaları* boşunadır. hakim ideoloji karşıtı kendi içerisinden çıkararak onu da kendinin çektiği çitlerin içinde oynamaya zorlar. falan filan...
  • "gerçek anlamıyla radikal olmak çaresizliği mantıklı hale getirmek değil umudu mümkün kılmaktır."
    raymond williams
  • kültürün ne olduğu sorusuna kendine özgü bir cevap vermiştir. kültür çalışmalarına genel olarak iki tipte yaklaşılır. bunlardan biri normatif, diğeri ise betimleyicidir.

    normatif tanımlama kültürün ne olduğundan ziyade ne olması gerektiği üzerine şekillenir ve elitizm diye tabir edilen yaklaşım biçimi kültürün böyle bir kavramsallaştırılmasından doğar. bu tipteki kavrayışa göre kültür, mevzubahis alanın en rafine ve iyi bilgiler bütünü olabildiği ölçüde vardır. kültürün betimleyici tanımı ise, onu halka yayar ve toplumun yapısını ortaya koyan bilgiler bütünü olabildiği ölçüde kültürden bahsedebiliriz.

    williams'ın yaklaşımı ikisinin bir bileşimi olup, seçkinci "iyi öğeler" yaklaşımının demokratikleşmesini ve tüm topluma yayılmasını içerir. bu anlamda hegemonya terimi williams için kritik önem taşır. zira hegemonya yönetenlerin yönettikleri insanlarla arasında bir kabul etme ilişkisi kurabilmek için uydukları yol yordamın bütünüdür. bu kabul etme ilişkisi donuk bir yapı değildir ve sürekli olarak yeniden kurulmak zorundadır, dolayısıyla hegemonya da her zaman yeniden tanımlanır, kartlar her gün yeniden karılır.

    elitist veya seçkinci diye tabir edilen bir yaklaşımın her türlüsünde, hegemonya bir ilkeler bütününün tabana kabul ettirilmesi olarak iş gördüğünden ve bu ilkeler bütünü dinamik bir karaktere sahip olmadığından bu hegemonik ilişkide sürekli çatlaklar oluşur. oysa, sağlıklı bir hegemonik yapı yaşamın ve dolayısıyla kültürün tüm pratiklerini kapsamalıdır. bir anlamda yukarıdan aşağı (top-down) ve aşağıdan yukarı (bottom-up) ortak bir uyum dahilinde buluşmalı ve uzlaşmalıdır.

    gelenekselci bir marksizmin alt yapının (ekonomi ve üretim-tüketim ilişkileri) üst yapıyı (her türlü kültürel miras) belirlediğine dair tespiti, hegemonyanın kültürden bağımsızca tesisi aşağıdan yukarı (bottom-up) öğeleri göz ardı eder. bu sebeple, demokratik bir revizyona ihtiyaç duyar.

    yine, aşağıdan yukarı bir kavrayış biçimini içselleştirdiği için, kitle, yığın gibi tepeden aşağıya doğru yönelen kavramları sevmez. bu tarz kavramlar ona göre hep bir "diğerleri" fikrini tanımında taşır. ona göre, toplumun gündelik ve banal görülebilecek birçok pratiği fazlasıyla indirgenmiş ve değerlendirmelerden uzak tutulmuştur. bu tarz yaklaşımlar yapsa yapsa, topluca bir popüler şemsiye terimi altında tüm bu öğeleri değerlendirmeye tabi tutarlar, ki o da kültürel bir analizi dolaşıma sokmaktan fazlasıyla uzaktır. bu yüzden de, theodor w. adorno ve max horkheimerın kültür endüstrisi kuramına katılmaz. toplumdan bir kitle kavramına, ondan da tamamen edilgen konumda ele alınan haz peşindeki otomatlar bütünü olarak kitleye geçmek kültür incelemeleri açısından meşru değildir. çünkü, en nihayetinde, tepeden inme ve endüstriyel bir anlamda prototipler üreten kültürleştirme veya kültürsüzleştirme süreçlerinden söz etmek, kültürün yeşerdiği gündelik ve sosyal koşullardan doğan tecrübeyi göz ardı etmek olurdu.

    diğer taraftan bütünlüklü düşünmeyi, yukarıdan aşağı metodu tümden rafa kaldırmaz. bunun bazı örneklerini televizyon üzerinden verir. sürekli bir akışa tabi olduğumuz bu izleme tecrübesinde, bize ne izlediğimiz sorulduğunda, izlediğimiz şeyi bile söylemediğimiz olur, "televizyon izliyorum." deyip geçeriz. burada williams, akış karşısında gereken bir direncin altını çizer.

    1961'de kaleme aldığı uzun devrim (the long revolution) adlı eserinde, güzel bir gelecek yaratma imkânını üç şeye bağlar.

    1) alternatifin pratik olması
    2) toplumun uzlaşı sağlaması
    3) bireylerin kararlılık göstermesi
  • günümüz ulusal kimliğinin çelişkili tabiatına yönelik olarak şu satırları etkileyicidir:

    "bir ingiliz vardı, amerika kökenli çokuluslu bir şirketin londra bürosunda çalışıyordu. bir akşam japon malı arabasına binerek eve döndü. alman mutfak malzemesi ithal eden bir firmada çalışan karısı ondan önce gelmişti. karısının küçük italyan arabası genellikle trafikte daha çabuk hareket edebiliyordu. yeni zelanda kuzusu, kaliforniya havucu, meksika balı, fransız peyniri ve ispanyol şarabından oluşan akşam yemeklerini yedikten sonra finlandiya'da yapılmış olan televizyonlarını seyretmeye koyuldular. program falkland adaları'nı ele geçirmek için başlatılan savaşla ilgiliydi. bu programı seyrederken kendilerini yurtsever hissettiler ve ingiliz olmaktan gurur duydular".
  • ingiliz kültür okulu'nun (cultural theory) bütüncül perspektifle kültür sosyolojisi okumalarını yapan, populer ya da kitle kültürünü tanımlayabilmek veyahut anlayabilmek için gündelik yaşamdaki pratiklerini, davranışlarını çözümlemek gerektiğini savunan kültür kuramcısı. althusser'in (yanlış yazmış olabilirim) * ve gramsci'nin * ve *kavramlarından oldukça etkilenmiştir. ingiliz toplumunun marksistçe bir yaşam için elverişli olduğunu savunmuştur (garip).
  • kültürün çeşitli alanlarını incelediği çok sayıda kitabının yanı sıra, politics and letters (1946-1947) dergisinin yönetmenliğini de yapan
    bu gal(ler)li yazar, akademisyen, romancı ve eleştirmen, marksist kültür ve edebiyat kuramının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.

    hem oxford hem de cambridge üniversitelerinde ders vermesi dikkat çekicidir. 1968'de yayımladığı "my day manifesto" ile "new left review" adlı dergideki yazıları önemlidir.
  • kültür kavramını alışkanlık ve gelenek temelli dar bir anlamlandırmadan çıkartarak "yaşanılmış deneyim" şeklinde tanımlamış teorisyen.
hesabın var mı? giriş yap