• bu edebiyatın yapısını ve yazarlarını iyice öğrenmek için şüphesiz o dönemin rusya’sının sosyal, ekonomik ve politik durumunu iyice öğrenmemiz gerekiyor. dünyanın en evrensel edebiyatını sadece yazarlardan ve onların hayatından yola çıkarak öğrenemeyiz.

    rusya, o büyük yazarların, yani dostoyevski, tolstoy, turgenyevlerin ortaya çıktığı dönemde tarifi edilmesi güç bir aşağılık kompleksiyle boğuşuyordu. bu kompleks, tüm ülkenin dile getitrdiği ve üzerinde kafa yorduğu bir sorun değildi. bunu fark eden çok az kimse vardı ve bunlardan bir kısmı da edebiyata yön veren büyük yazarlardı. diğer taraftan rusya’ya, dünyada “işgan edilemez” yargısıyla bakılmaya başlanmıştı. nice komutanlar bunu hayal etmiş ve hiçbiri başaramamıştı. bu imkansızlık yüzünden de o dönem rusya’sı bildiğin kendi halinde kavrulan, kimsenin fazla bulaşmak istemediği bir ülkeydi.

    böylelikle rusya, evrensel kültürün bir parçası olacak dünyaya kapılarını kapatmıştı. bu da, kaba tabirle “özentilik” denen şeyin önlenemez yükselişine ön ayak oldu. o zamana kadar dünyaya fazla bir değer katamamış ve herhangi bir evrensel kültür alışverişinde bulunmamış rusya, eli mahkum bir şekilde özenti olmayı, taklit etmeyi tercih etmek zorunda kalmıştır.

    işte dananın kuyruğu da burada kopuyor.

    bu özentilik hali öylesine büyümüş, öylesine rusya’yı sarmıştır ki artık belirli birikimi olan insanlar -içlerinde yazarlar da dahil- koca bir ulusun henüz bir karakter oturtamadığını, özentilikle oradan oraya savrulduğunu, farklı bir katma değer kazandırmayıp her düşünceyi hazır alıp bunu da kendilerininmiş gibi pazarladığını izlemek zorunda kalırlar.

    bu durum da farkındalığı yüksek az sayıdaki insanın dikkatini çekmiştir. onlara göre problemlerin hepsi ne savaştan, ne paradan, ne insandan kaynaklıdır. tüm problem özentilikten kaynaklanır. bu yüzden de odak noktalarını buna çevirirler çünkü insanlar delirme raddesinde özentiliğin, yozlaşmanın, böbürlenmenin, sahteliğin, şatafatın esiri olmuşlardır. bu durumu tolstoy’un savaş ve barış kitabında daha iyi anlıyoruz. kocaman bir ülkenin kaderini belirleyen ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan savaş sırasında bile rus aristokrat sınıfı her gün her gece balolar yapıp toplantılar düzenlemiştir. yine aynı kitapta aristokrat sınıfından insanların fransızca’yı akıcı şekilde konuşma çabası da işlenir.

    işte evde olan her problemin evin hayırsız çocuğuna yıkılması gibi, bu birikimli insanlar da her şeyi bu özentiliğe, şatafat sevdasına yüklemeye başlarlar. bu o kadar canlarını sıkar ki her kitabında bununla alay etmekten geride durmazlar. büyük bir çaba içerisinde her kitaba sert bir eleştiri koymayı ihmal etmezlet.

    işte örneğini sadece rus edebiyatında gördüğünüz, yüzlerce sayfa balo tasvirinin nedeni budur. bu baloda aklı başında bir insanın o şatafat sevdalılarını gözlemleyip iç sesine kulak vermesi, onlara anlamsız gözlerle bakmasının nedeni budur. bu tema çoğu rus klasiğinde mutlaka sayfalarca işlenir. çünkü yazarlar bu kitlesel gerizekalılıktan usanmışlar ve çareyi, sürekli bu konunun üzerinde durmakta aramışlardır.

    kitlesel bir yozlaşmanın karşısında üç büyük dev, tolstoy,dostoyevski ve turgenyev üç farklı görüş edinir.

    tolstoy bu şatafat sevalılarına bakar, zengin bir aileden geldiği için ekmek parası derdi de yoktur ve şöyle der: “tüm bu insanlar ne yapıyorlar böyle? asıl önemli olan şey insanın iç dünyasıdır kişi buraya yönelmelidir”

    dostoyevski bu şatafat sevdalılarına bakar, ekmek parasıyla uğraştığı ve bir ara politikaya yöneldiği için şöyle der: “tüm bu insanlar ne yapıyor böyle? asıl önemli olan şey özentilikten uzak kendi rus kültürümüzü oluşturmak ve buna sahip çıkmaktır.”

    turgenyev ise özentilere bakar ve bu milletin kendisinin bir şeyler başaracağına da batıyı gerçekten anlayacağına da ihtimal vermez. bizim “çomar” tabirini rus milletini tanımlamak için kullanır şöyle der: “tüm bu insanlar ne yapıyor böyle? özentilikle bir yere varılmaz, bu insanlardan da bir yol olmaz. batı’yı iyi özümsemek gerekir”

    tolstoy zengin olduğu için zihinsel uğraşlara daha fazla zaman ayırabilir. kendisini yazdığı bir kaç kitaptan sonra önü alınamaz bir şöhretin içinde bulur. ne yazsa okunuyordur ve gün geçtikçe daha da popülerleşiyordur. ama tolstoy düşünce adamıdır. sürekli hayatın anlamını arar, farklı şeyler bulur ve bunlar romanına yansır. bugün tüm sorunlar a dan kaynaklı der, a yı ele alan kitaplar yazar. başka bir gün b yi fark eder ve kitaplarını b ekseninde yazmaya çalışır. ama her zaman çözümü insanın iç dünyasını aşmasında bulur. hayatında yaşadığı çelişkiler ancak tüm kitaplarını okuduktan sonra gerçekten anlaşılabilir.

    dostoyevski tolstoy’a göre zihinsel uğraşlara pek fazla zaman bulmaz. kumarbaz ve fakirdir. ama inanılmaz bir kalemi vardır. başından geçen idam olayı, hayatı boyunca kapayamayacağı yaralar açar. içinde az da olsa politik düşünceleri muhafaza eder ama korkusu onu insana, iç huzura ve yaratılışa yöneltir. aristokrasinin devamlı yüzüne çarpıldığı bir zamanda fakirdir ve bunun acısını çemiştir. gittiği ortamlardan dışlanmış özellikle meşhur balolarda istenmeyen adam olmuştur. kitaplarında da bu temayı sürekli işler. milliyetçidir ama bir yandan da yaşadığı buhran nedeniyle varoluşçuluğu sorgulamaya başlar ve bu yönde eserler verir.

    turgenyev ise, memnuniyetsiz sinirli bir adamdır. ne halktan ümdi vardır, ne rus olmaktan, ne de gelecekten. tutunacak herhangi bir ideolojisi yoktur. ona göre yer gök batı olmalıdır ama özentilikle değil. sürekli bu özentileri eleştirmekle kalmaz, milliyetçi söylemlerin de alaya alır. dostoyevski ve tolstoy’un aksine bireyciliği daha fazla savunur ve gözü hep batıdadır.

    işte bu dönemin büyük üç yazarına ilham olan şey toplumda gördüğü taklitçiliktir. bu taklitçi ve yozlaşmış kültüre bakıp hepsi kendisine farklı bir yol çizmiştir. tolstoy iç dünyaya yolculuk yapar, dostoyevski varoluşçuluğa, turgenyev ise modernizme ve batıcılığa.

    rus edebiyatının hala evrensel olması ve kitlelere hitap etmesindeki nedenlerinden biri de budur. özentilik ve yozlaşma hızlı bir şekilde tüm dünyayı sarmıştır. tıpkı o zamanların rusya’sı gibi. durumun farkında olan bu saçmalığı izlemek zorunda kalan biz azınlıkta olan insanlar da rus edebyatını keyifle okuruz. çünkü orada anlatılanlar artık bizim dünyamıza da hitap eder durumdadır. budala kitabında mışkin’in baloda yaşadığı psikolojik çözümlemeler, bizim gündelik hayatta herhangi bir kalabalığı görünce yaşadıklarımızla aynıdır hemen hemen. tüm dünyaya hitap eden konuları, benzerine rastlanması imkansız kalemler hayata geçirince de böyle ölümsüz oluyor işte.
  • rus edebi eserlerini türkçe'ye kazandıran tercümanlarla ilgili bir kaç kelamı bu başlığa yazmayı uygun buluyorum. çünkü rus edebiyatı, rusçanın kuralından çok istisnası bulunan dil olması sebebiyle diğer dillere çevirisi büyük bir ustalık ve söz dağarcığı bilgisi gerektiriyor. üstüne üstlük türkçeye çevirdikten sonra, oldukça başarılı olan rus edebiyatındaki estetiği türkçeye yansıtmak da maharet istiyor. bundan dolayı her çevirmen rus edebiyatının türkçeye çevirisinin altından kolay kolay kalkamıyor.

    rusça tercümanlardan ilk kuşak diyebileceğimiz iki isim var: nihal yalaza taluy (d.1900) ve hasan ali ediz (d.1905). nihal yalaza taluy az sayıda eser çevirmesine karşın en çok tanınan ve en beğenilen bir kaç rusça tercimandan biridir. bugün bile yer altından notlar'ın en çok satan baskısı onun elinden çıkmadır. bir delinin hatıra defteri, ezilenler, diriliş en beğenilen çevirilerindendir. başarılı olmasının en büyük nedeni 18 yaşına kadar rusya'da yaşamış olması ve evinde de güzel türkçe konuşulan bir aileden gelmesi. ayrıca çevirdiği romanların yazılış tarihine yakın bir dönemde tercümlerini yapmıştır, bu yüzden de dil eskimesi bulunmaz kolay kolay. duru ve akıcı bir dille yazar. hasan ali edizonu takip eden bir isimdir. nazım hikmet 1921'de rusya'ya gittiği zaman ertesi sene o da arkasından gider. nazım 1924'de döner ama o dönmez, 5 yıl moskova'da ekonomi eğitimi görür. dönünce de aydınlık dergisinde birlikte komünistlik yaparlar. 70'ten fazla rusça tercümesi vardır. maksim gorki'nin en iyileri onun elinden çıkmıştır. gogol, turgenyev, çehov ve puşkin de meşhurdur. ancak edebi anlamda taluy'un gölgesinde kalmıştır.

    rusça tercümanlardan ilk akla gelen isimlerden mehmet özgül(d.1936) ve ergin altay(1937) . ikisi de yüzlerce rusça edebiyat çevirmeni arasında en yetkin isimlerden, ikisi de aynı kuşak (bir yıl arayla kuleliden mezun olurlar) ve ikisinin de çok boyutlu bakış açıları var. ancak ne var ki ikisi de en çok tenkit edilen tercümanlardan. ergin altay'ı iletişim yayınlarından çıkan dostoyevski romanlarından tanıyoruz. hatırı sayılır sayıda gogol ve tolstoy çevirisi de vardır. başta (sansürlü olduğu gerekçesiyle) karamozov kardeşler olmak üzere, ecinniler, öteki ve anna karenina romanları büyük eleştirilere maruz kalmıştır. emekli bir asker olan mehmet özgül ise çehov çevirileriyle tanınır, ki çehov külliyatını çevirmiştir. bunun yanında budala ve yer altından notlar çevirileriyle tanınır. budala çevirisi, çeviribilim camiasında ağır saldırılara maruz kalmıştır, ancak birçoğu kanaatimce haksızdır. nobel ödüllü rus yazar aleksander soljenitsin'in ivan denisoviç'in bir günü çevirisi de özgül'e ait eleştirilen tercümelerden biridir. sözlükte bir örneği için; #61531748

    mehmet özgül'ün ve ergin altay'ın çok sayıda olumsuz eleştirilere hedef olması onları başarısız kılmaz. dediğim gibi yüzlerce rusça tercümanın arasından bu isimleri burada ele alıyor olmamız, insanların onlar hakkında konuşuyor ve de en önemlisi büyük yayın evlerinin onlarla çalışıyor olması meziyet ispatları için kafidir.

    gelelim son ve efsane kuşağa. ayşe hacıhasanoğlu ve mazlum beyhan (d.1948)
    ayşe hacıhasanoğlu en iyi karamazov kardeşler çevirisini yapan mütercim olarak biliniyor. çeviri de en sıkıntılı eserlerden biri olan bu eseri ilk defa sansürsüz yerli yerinde çeviren kişidir. mazlum beyhan ise rus edebiyatını muazzam bir başarıyla dilimize kazandıran çevirmendir. belki de en iyisidir. bazı okurlar rus edebiyatını mı yoksa mazlum beyhan'ı mı severler kararsızdırlar. şu ya da bu eseri diye örnek vermeyeceğim. elinden çıkan her eser okunur, zor kusur bulunur.

    son olarak bir de bonus vereyim: koray karasulu. 1975 doğumlu oldukça genç bir çevirmen. yine karamozov kardeşler'i en az hacıhasanoğlu kadar başarılı çeviren biri. belki ilerde daha güzel çeviriler yaparak en iyisi olur. olur mu olur...
  • beni bıraksan petersburg'un arka sokaklarından birine hiç yabancılık çekmem. o loş, izbe mekanlardan güle oynaya geçer; kendime elimdeki bikaç rubleyle tek kişilik üçüncü sınıf bi pansiyon odası kiralar; önüme konan lahana çorbasına tereddütsüz kaşık sallarım. öyle seviyorum.

    betimlemelerine ve insan tahlillerine hayran olunası edebiyat.
  • rus edebiyatına gönül vermiş biri olarak, bu edebiyatın geneline göz atmak ve anlamlandırmak benim için önemli.

    öncelikle şunu söyleyebilirim ki 19. yüzyıldan önce, rusların aşina olduğu ve okuyabildiği popüler hikayeler, efsaneler ve halk masallarından başka bir rus edebiyatı yoktu diyebiliriz. baktığımızda, birçok rus halk masalı, hem köylü yaşamını hem de rusya'nın uçsuz bucaksızlığını anlatır. baharın güzelliğini ve tazeliğini, kışın soğukluğunu ve beyazlığını ve köylülerin bilgeliğini anlatan birçok hikaye de vardır. rahmetli dedem bazen anlatırdı bu hikayelerden. yani bu dönem öncesi edebiyat olarak tanımlananların çoğu, avrupa'da o zamanlar popüler olan tarzların kötü taklitleriydi. bunun en büyük kanıtı da bence birçok rus yazarın eserlerini hep fransızca yazmalarıdır. hatta bu etki rus edebiyatı klişeleri başlığında belki vardır, aşina olduğumuz 19.yy'da yazılan romanlarda hep araya fransızca kelime sıkıştırılması mevzusudur.

    tabii batılı yazarlar ruslar tarafından büyük saygı görmüştür bu bir gerçek. rusların, batılı insanlardan daha fazla shakespeare, dickens ve balzac okuması da ayrı bir olay. gerçi uzun soğuk kış şartlarında yapacak çok az şey olduğu gerçeğini de düşünürsek, kitap okumaları da gayet normal.

    başlangıç olarak erken rus edebiyatı dönemine bir bakalım derim. erken rus edebiyatı, genellikle gezici ozanlar tarafından yayılan halk şiirlerinden oluşuyordu. topraklar geniş olduğu için yazacak ve gezecek çok şey hali hazırda var zaten. fakat yazılı edebiyat, hıristiyanlığın ve kiril alfabesinin tanıtılmasıyla ortaya çıkmıştır. ilk basılı kitaplar da ancak 16. yy'da oluşturulmuştur. bu aşamadan sonra 17. yy'da ise batı ile daha yakın temas kurmaya başlamıştır. 18. yy'da ilk gerçek rus edebiyatı ortaya çıkmaya başlamıştır. örneğin ortaya çıkan ilk saygın yazar diyebileceğimiz, mihail vasilyeviç lomonosov'dur.

    yani rus edebiyatı daha yeni yeni filizlenirken, 18. ve 19. yüzyıllar fikir dünyasına ingiliz, fransız ve almanların hakim olduğu, rusların kendi varlıklarını ve zihniyetlerini anlatan bir edebiyat ve felsefe arayışına girdikleri bir dönemdi diyebiliriz. 19. yy, zaten hepimizin bildiği gibi rus edebiyatının altın çağıydı. tabii batı'da en çok tanınan üç isim: tolstoy, dostoyevski ve çehov'dur.

    bir de burda bahsedeceğimiz 19. yy rusya'sında gerçekçilik çağı'dır. bu nedir biliyor musunuz? bu, önceki nesillerin edebi sentezinin doruk noktasıdır ve bu gerçekçilik çağı'nın 1850 civarında başladığı kabul edilir. yani o dönemin yazarları, önceki nesilden olan puşkin, lermontov ve gogol'a çok şey borçludur. ben turgenyev'i çok beğenirim ve turgenyev'in kendi söylediği de puşkin'e çok şey borçlu olduklarıdır. belki de bu geçiş dönemi öncesi bu yazarlar ve şairler olmasaydı, suç ve ceza'dan, savaş ve barış'dan ya da babalar ve oğullar'dan mahrum kalacaktık.

    öyle böyle derken, 19.yy'ın sonuna geliniyor, o arada bolşevik devrimi vs rusya iyice karışıyor. sonra sovyet dönemi başlıyor falan. şimdi sovyet dönemi yazarları temel olarak dört kategoriye ayrılır: 1)gorki gibi parti çizgisini çekenler; 2)soljenitsin(gulag takımadaları kitabı efsanedir, okuyun.) gibi sovyet sistemini kınayan ve anavatanlarında baskı gören veya sürgünde yaşayanlar; 3)pasternak(şiirleri sağlamdır) gibi komünizmi desteklemekle kınamak arasında gidip gelenler; ve 4)nabakov gibi sürgünde yaşayan ve sovyet olmayan şeyler hakkında yazanlar.

    bana kalırsa sovyetler de dağıldıktan sonra rus edebiyatı çöktü. adamlar sürgünden, baskıdan, daha doğrusu acıdan ve sefillikten besleniyordu ki bunlar olmayınca entelektüel hareket parçalandı. he bu arada rus halkının okuma oranı da epey düşmüştür. şimdi bununla ilgili muhakkak veriler alınmıştır bakmadım ama yıllar içinde yaşadıkları aydınlanma karanlığa gömülmüş yazık.
  • dünya edebiyatının en önemli edebiyat ekollerinden olan edebiyat.
    özellikle roman alanında 19.yüzyılın ikinci yarısında yetişen romancıları tolstoy, dostoyevski, turgenyev, goncarov ve ilk yarısında gogol dünya edebiyatının zirvesini oluşturur. ayrica anton cehov ve maksim gorki gibi iki buyuk hikaye yazari da 19. yuzyil sonu ile yirminci yuzyil baslarinda dunya edebiyatinda sahneye cikmislardir.
    rus edebiyatı diğer ülke edebiyatlarında olduğu gibi destanlarla başlar igor destani rus ulusal destanı sayılır.

    19.yüzyılın başında genç yaşında düelloda ölen puskin rus şiir dilinin ve edebiyatının kurucusu sayılır. çağdaşı ve arkadaşı gogol ise düzyazının kurucusudur. ardından gelenler ise yukarıda da dediğim gibi dünya romanının efendileridir.

    20. yy'da rus edebiyatı tolstoy ve dostoyevski çapında bir yazar yetiştiremedi ancak yine de onemli romancilar yetistirdi :

    mihail solohov : ozellikle kazaklarin yasamini anlattigi dort ciltlik destansi romani ve durgun akardi don ile meshur olan solohov, 20. yuzyil rus edebiyatinin onemli isimlerinden biridir. don kiyisinda hasat ve uyandirilmis toprak adli romanlari da dilimize cevrilen solohov nobel edebiyat odulu almis bir yazardir.

    aleksandir soljenitsin : 20. yuzyil rus edebiyatinin dostoyevski'si sayilan soljenitsin birkac kez ulkesinden atilmis, hapis yatmis, ve kovusturmalara ugramistir. daha ilk romani ivan denisovic in hayatinda bir gun ile dikkatleri uzerine ceken soljenitsin nobel edebiyat odulu de almistir. dostoyevski'nin oluler evinden anilar adli romani ile kiyaslanan bu roman dilimize de birkac kez cevrilmistir.

    mihail bulgakov : rus edebiyatinin onemli isimlerinden biri de bulgakov'dur. ozellikle usta ile margarita adli romaniyla meshurdur.

    ilya ehrenburg : savar romanlari dendiginde akla gelen ilk rus romancisi olan ehrenburg, paris duserken ve firtina gibi romanlariyla meshurdur.

    konstantin simonov : bir baska savas romanlari yazari da simonov'dur. savassiz yirmi gun adli romani ile meshur olmasina ragmen sairlik yani da oldukca kuvvetlidir. hemen herkesin bildigi bekle beni adli siiri dilimize de cevrilmistir.

    boris pasternak : her ne kadar ulkemizde doktor jivago adli romani ile meshur olsa da pasternak rusya'da once onemli bir sair olarak karsilanir. siirleriyle 20. yuzyil rus siirine yon verenlerdendir. nobel odulu de alan pasternak. sovyet akademisinden kovulma ve vatandasliktan cikarilma korkusuyle odulunu once reddetmis, birkac yil sonra sartlar duzelince geri almistir.

    vladimir mayakovski : modern rus siirinin kurucularindandir. rus siirine serbest nazmi getirmis ve kendisinden sonra gelen tum rus sairleri uzerinde etkili olmustur. gencecik yaşta olmesine ragmen basta nazim hikmet olmak uzere diger unlu dunya sairlerine de onemli etkisi olmustur.

    (bkz: avrupa edebiyatı)
  • (bkz: gogol)
    (bkz: dostoyevski)
    (bkz: tolstoy)
    (bkz: puskin)
    (bkz: lermontov)
    (bkz: turgenyev)
    (bkz: cehov)
    (bkz: lermontov)
    (bkz: gorki)
    (bkz: nabokov)
    (bkz: akhmatova)
    (bkz: tsvetaeva)
    (bkz: krylov)
    (bkz: yesenin)
    (bkz: mandelştam)
    (bkz: mayakovski)
    (bkz: vysotski)
  • "eve toplanmak" üzerine kurulu bir edebiyattır. genellikle bir evde toplanılır. toplananlar komünist ise kızıla çalan sakala, çiçek bozuğu sert anlatımlı bir ifadeye sahip olan lider bildiri okur, ardından güncel konular görüşülür. ev liberal-toprak sahibi doluysa büyük bir ziyafetin ardından konuk salonuna geçilir ve poker oynanır. bu evlerde mutlaka bir nihilist vardır ve bu nihilist patlamak için yer arıyordur. bir yerlerde cümleye başladıysa bu siki tuttuğunuzun resmidir, mutlaka iki-üç sayfa konuşur bu.
  • daha cok betimlemelerle anlatilan bir rus kitabini okuduktan sonra ben o filmi izlemistim demeniz muhtemeldir.

    ingiliz edebiyatina kiyasla insana donuk , insani anlatan, her vucut hareketini beyninizin icinde film kareleri gibi donduren , kitabi bitirdiginizde ise aslinda ne cok dusundugunuzu hissetiginizi anlatan izler birakir .
    bu kadar olaganustu betimlemeleri olmasina ragmen fimlerini izlerken ayni tadi alamazsiniz.
    ruhu dusuncelerle yoran bir edebi anlayislari mevcuttur.

    ayrica rus edebiyatini ve ingiliz edebiyatini seven gruplar vardir.. rus edebiyatini seven kisi ingiliz edebiyatini da begenme ihtimali varken ingiliz edebiyatini okuyan hatta fani olanlar bu tur bir kiyaslamadan bile hoslanmamaktadir.

    ingiliz edebiyatinin kisinin icine dogru yaptigi yargilar tavsirler kendi kendini bulma cabalariyla doludur.
    bu yuzden diyebilirim ki rus edebiyatindan hoslananlar daha sosyalken ingiliz edebiyatini okuyanlar ice donuk ,kendiyle hesaplasan, yorum yapmayi sevmeyen ,daha cok ruh dinginligi korumaya calisan insanlar olabilme ihtimali yuksektir .*
    (bkz: rus edebiyatiyla ingiliz edebiyati arasindaki fark)
  • hikayelerin çoğu ''p...'' şehrinde geçer.
  • bir zamanların en çok takibedilen edebiyatçıları rusyadan çıkmış.. gorki (maksim olan) adlı şahsı da eklemek lazım tabii ki.. üstad dostoyevski ve tolstoy yanına.. tutunamayanlarda bu dostoyevski ile tolstoyun birbirlerini hiç tanımadıklarından bahseden bir pasaj vardır. (dafi birazdan bulacak o pasajı)

    sahife 578. “işte tolstoy: bunu da alalım. bu dostoyevski’yi de. neden hiç anlaşamamışlar acaba. tolstoy gibi bir deha neden değerini anlayamamış dostoyevski’nin? ben ikisini de anlıyorum. aynı devirde yaşadıkları halde hiç görüşmemişler. hiç mi merak etmemişler birbirlerini? nasıl kaçırmışlar bu fırsatı? bir bilseydiler. dostoyevski’nin kanında yahudice bir şey var diyor tolstoy. ne yazık. yazarlar birbirlerini değil de yazmayı seviyorlar galiba efendimiz!”
hesabın var mı? giriş yap