• türk müziğinin edith piaf'ı gibi gördüğüm safiye ayla, 16 yıl önce bugün vefat etmiştir. tüm servetini türk eğitim vakfına bağışlarken "bu dünya muhakkak bir rüyadan ibarettir, türk çocukları benim vârisim, beni unutmasınlar." demiştir. kendisini unutmadığımız bilinsin diye yaptığı çeşitli söyleşilerden deşifre yaparak ve kendi hayatından faydalanarak böyle bir yazı hazırladım bakalım, ilgilisine faydamız dokunursa ne âlâ.

    ***

    insanın hangi devrin içine doğduğu ne kadar önemlidir! ben kendimi daima bu dünyaya 50 yıl geç gelmiş addederim. dolayısıyla safiye ayla, müzeyyen senar, zeki müren ya da hamiyet yüceses dedin mi içim hep cız eder. onların en parlak dönemlerini yaşayamamış olmayı bir eksiklik gibi görürüm. bizler zeki müren'in kilo alıp sahnelerden uzak bir şekilde bodrum'da inzivâya çekildiği, müzeyyen senar'ın bir elmayı çıplak elle ikiye böldüğü yılları geride bıraktığı, yaşlanmış safiye ayla'nın anca yılbaşlarında trt'deki programlara çıktığı yılların içine doğduk. oysa birileri onları canlı canlı dinleyip mest olma şansına erişti. bundan elli yıl sonra bugünlerde yaşayıp özlenecek kaç sanatçı olacak acaba bilinmez fakat son 100 yıla bakıldığında özlenecek ne çok şey olduğunu görebiliyoruz.

    ***

    3 aylıkken babasını kaybetmiş, 3 yaşındayken de saray terbiyesi görmüş, güzel sesli annesini kaybetmiş bir öksüzdür safiye ayla, 1917'de doğmuş bir savaş çocuğudur.
    elâdil kalfa maddi zorluklar yüzünden kendi yavrusu gibi sevdiği safiye'yi öksüzler yurduna, o zamanki ismiyle, dârüleytam'a bırakır.
    öğretmenlikten çok müşfik birer anne olan insanlar tarafından büyütülür. safiye ayla o yıllar için "dârüleytam'da, yani öksüzler yurdunda hocalarım benim sesimin güzelliğinin farkına varıp benimle meşgul olurlar ve müsamerelerde hep bana şarkı söyletirlerdi." der.

    ilkokula dört yaşında başlar, dokuz yaşındayken bu öksüzün hayatı, bursa birinci dönem milletvekili şeyh servet akdağ bey tarafından evlât edinilerek değişir. bursa kız muallim mektebi'ne gitmek ister, o zamanlarda sınıf arkadaşları arasında beş on yaş fark olabileceği için, çok küçük yaşta bir sınavla büyük bir başarı göstererek öğretmen okuluna girer, 1930'da okulu bitirmeden on iki yaşında ayrılır. istanbul'da bir okulda vekil öğretmen olur.

    "yaşlı bir hanımın evinde bir odasını 3 liraya kiralamıştım fakat henüz maaşı almadığım için pencerelere perde bile takmamıştım. bu kupkuru odada bir köşe minderi bile yoktu. evsahibi yaşlı hanım durumu anlamış bana bir yatak hazırlamıştı. mevsim kış ve hava soğuktu. o geceyi tiril tiril titreyerek geçirdim, ertesi gün bu iyi kalpli yaşlı hanım benim üşüdüğümü anlamış ve yatağı sobanın yanına koymuştu, ben de yardım olarak ona ev işlerinde yardım etmeye karar verdim."

    öğretmenliğe devam eden safiye ayla'nın o yaşlarda bile asıl amacı bir sanatçı olabilmektir, bu yüzden plak şirketlerine gider ve hiçbir şarkı bilmediği için okulda öğretilen şu şarkıyı söyler:

    "şu dağın ardında siyah duman var, sanırım pusuda yavuz düşman var
    çağlasın deresi açılsın gülü, orda düşman varsa burda aslan var"

    sesinin duruluğu ve berraklığı fark edilmeyecek gibi değildir, devrin nimetlerinden de faydalanır ve yesâri asım arsoy başta olmak üzere birçok önemli üstattan ders alır. yesâri arsoy'un "sevda yaratan gözlerini her zaman öpsem" isimli eseriyle bir ayda yurt çapında meşhur olur, köy kahvelerinin gramofonlarında bile yankılanır bu şarkı.

    ***

    safiye ayla'nın sesini plaklardan duyarak çok beğenen mustafa kemal de bir gün kendisiyle tanışmak ister. bu tanışma ânını safiye ayla şöyle anlatmaktadır:

    "sanat hayatımın ilk senesiydi yani çiftlik park'ında şarkı söylemeye başlamıştım, o seneler (1931). bir gün atatürk'ün yaveri rusûhi bey geldiler ve kendilerinin beni dinlemek istediklerini bildirdiler. atatürk o zaman şişli'de, vali muavini nuri bey'in evinde misafirmişler. oraya gittim, orada birçok misafirlerle beraber, kılıç ali bey, recep zühtü, salih bozok, cevat abbas gibi sonradan isimlerini ve atatürk'ün en sevdiği arkadaşları olduklarını öğrendiğim zevat ve birçok misafirler vardı. gel bakalım dedi, ben tabi o zaman hayata yeni atılmış, 13-14 yaşında çok genç bir kızdım ve o zaman diyorlardı ki -öyle duymuştuk mektepteyken- atatürk'ün gözlerine bakılamaz ve bakılırsa insanın gözleri erir diye duymuştuk mektepte çocukluğumuzda, ben devamlı başım önde atatürk'e bakamıyordum, kaldır başını dedi, yanına oturttu, kaldır başını dedi, senin sesin güzelmiş söyle bakalım bi şarkı dedi, vallahi o zaman o kadar heyecanlıydım ki hâlâ ne söylediğimi hatırlayamıyorum, yesari asım beyin şarkılarından herhalde birini söyledim, ilerde bu kızın sesi çok güzel olacak dedi, iltifat etti, hadi git dedi bana, ayrıldım."

    ***

    safiye ayla atatürk'le ikinci karşılaşmasını ise şöyle anlatır:

    "1933'te, dolmabahçe sarayı'nda, fahriye caner, ablası, yorgo bacanoz filan böyle bir parti, beni de oraya çağırmışlar, gittim, afet (inan) abla da ordaydı, bak dedi afet hanım sizi tanıyor mektepten dedi, ondan sonra, evet efendim dedim, böyle bir şey oldu, sonra dedi ki bak dedi fahriye caner, ablası var, onlar da güzel, sessiz söylüyorlar, şimdi dedi, size dedi ses müsabakası yapıcam bakalım hanginizin sesi güzel dedi, ben dedim ki efendim ben şimdiden kaybettim, arkadaşlarımın sesi daha güzel, dedim. vay dedi sen yani tenezzül mü etmiyorsun, böyle bir, hayır efendim filan, ondan sonra işte saracoğlu vardı, zeybek oynadık, ben çok güzel zeybek oynardım çocukken, mektepte öğrenmiştik, hadi kalk oyna filan dedi, böyle bir kalktık oynadık moynadık, aynı sene 33'te, ankara'da bir konsere gittik, atatürk'e demişler safiye geldi, marmara köşkü'ne beni davet etti, işte orada, bana bak dedi gelişmiş falan otur dedi, bize ne şarkı söyleyeceksin, efendim dedim ne emrederseniz dedim ben, her şeyi biliyorum ya artık (gülüşmeler), mâni oluyor hâlimi takrire hicabım demez mi! efendim onu bilmiyorum dedim ben tabi, gel bakiyim yanıma otur ben sana öğreteyim dedi, teyp gibi tabi ben iki üç kerede onu aldım ve kendisine tekrar edince çok memnun oldu, ondan sonra iltifat etti, daima beni sık sık huzuruna çağırdı, istanbul'da ankara'da."

    ***

    safiye ayla bir başka söyleşide, kendisiyle özdeşleşmiş birkaç eserden biri olan yanık ömer'le ilgili şu anıyı anlatır:

    "bir gün florya köşkü'ndeydik, sadettin kaynak, selahattin pınar, nobar tekel ve bir çok sanatçıların hazır olduğu bir mecliste ben kendilerine yanık ömer'i okudum. ben yanık ömer'i bir istiklal harbi destanı diye isimlendiririm ve çok duyguluyum onu okurken bütün şarkıları okurken duyduğum gibi, fakat onda böyle bir memleket, bir mehmetçiğin azmini, hareketini gözümün önüne getirir ve vatan hissini, o coşkunlukla okurum, bunu okudum, ata çok ilgilendi ve şöyle dedi, bu kız zannederim bu eseri bir orkestra refakatinde dünyanın neresinde okusa dinletebilir demişlerdi, tabi bestekari oradaydı, atatürk sadettin kaynak'a çok büyük iltifatlarda bulundu ve o zaman atatürk'ün bir uyarısına daha şahit oldum, bak dedi burada birçok müzisyenler ve bestekarı burada, sen bu eseri güzel okumak, yani bu iltifata nail olmakla sakın gururlanma dedi bana, mütevazı ol ve daima bu bestekarlara ve sazendelere hörmet etmekten geri kalma dedi ki ben de zaten öyle yapmaya çalışıyordum, işte görüyorsunuz ki atatürk sanatı bir bütün olarak düşünür, bestekarı, çalanı söyleyeni hiçbir zaman birbirinden ayırmazdı. ve birbirine bağlı olduklarını da bize anlatmaya çalışırdı."

    ***

    sahneye çıkan ilk türk kızı olan safiye ayla'nın o kadife gibi gelen pürüzsüz sesi 1938 senesinde radyolarda yankılanmaktadır artık, kasım ayında bükreş'teyken atatürk'ün vefat haberini alır, ülkeye döner, dolmabahçe sarayı'nda tabutun başında hıçkırıklar içinde bir fatiha okur. kendisi o günleri şöyle anlatır:

    "1938 yani atatürk'ü kaybettiğimiz senelerdi. ben de tabi hep leylî (yatılı) mektepte yaşamış biri olarak her fırsatta dünyayı tanımak için seyahat etmek isterdim. çalışma zamanlarımın sonunda, zaten o zaman mektebi tamamen bitirememiş olduğum için, arkadaşlarım yüksek tahsillerini yapmak için hep avrupa'ya gidiyorlardı, onlarla beraber ben de onların peşine takılıyor gidiyordum, talebe arkadaşlarımla beraber, bir defasında romanya'ya gittik, sene 1938, atatürk'ü kaybettiğimiz sene. orada daha henüz böyle gezip biraz şehri tanıyamamıştık henüz, bir sabah baktım bir gazetede büyük harflerle birinci sayfada siyah yazılarla bir cümle "ataturk est mort (atatürk öldü)" diye, bizim dünya başımıza yıkıldı, ben hemen oradan bir vasıtayla köstence'ye geldim ve oradan bir romen vapuruna atladım, istanbul'a hareket ettik. vapurda yemek salonunda bir piyano vardı, yolculardan biri piyanonun başına geçti, yabancı tabi tamamen ecnebi bir yolcu, piyanonun başına geçti ve çalmaya başladı, ikinci kattan (biri) derhal onun yanına geldi, lütfen musikiyi bırakın bugün matemimiz var, atatürk ölmüştür dedi, bütün dünyanın türk milletinin bu büyük kederine iştirak edişini ve o günkü vapurda geçen bu hadiseyi hiç unutamıyorum."

    ***

    1950 yılında besteci, ressam ve udî olan ve aynı zamanda peygamber soyundan gelen şerif muhiddin targan'la evlenir, 17 yıl sonra şerif bey ölünceye kadar evli kalırlar ve safiye ayla bu evlilikte dünyanın en mutlu kadını olduğunu, eşinin kendisi için yapmayacağı şeyin olmadığını söyleyecek kadar mesuttur. (bu arada bir ek bilgi olarak söyleyelim, soyadı kanunu sırasında tarcan soyismi selim sırrı, tarhan ise abdülhak hamit tarafından alındığı için şerif muhiddin istemeden de olsa targan soyadını almıştır. şimdilerde kendisini pek tanıyan olmasa da musiki alanında tüm dünyada çalışmalar yapmış çok başarılı bir müzisyendir.)

    eşinin ölümüyle sahnelere veda eden safiye ayla 1968'de trt radyosunda göreve başlar, 1972'de 2 aylığına izne ayrıldıktan sonra 6 ay boyunca geri dönmeyince sözleşmesi feshedilir. muhtemelen kendisini çok sarsan bir şeydi eşini kaybetmek, çünkü hayatta anne baba sevgisini tadamadığı gibi, bir anne de olamamış, hatta "anne olsaydım safiye ayla olamazdım" diyecek kadar da cesur konuşarak kabullendiği yalnızlığını kedilerle ve köpeklerle geçirmiştir. öksüzlüğünden dolayı yalnızlığa daima mahkumdur, eşini de kaybettikten sonra yine yalnızlığa gömülür, hayatta kimsesi olmadığından, tüm servetini türk eğitim vakfı'na bağışlayacak kadar da yüce gönüllüdür. "bu dünya muhakkak bir rüyadan ibarettir, türk çocukları benim vârisim, beni unutmasınlar." demiştir. bağış yaptığı duyulsun istememiştir, fakat vakfın kurucusu vehbi koç'un başka hayırseverlere örnek teşkil etmesi açısından rica ederek, safiye ayla'nın da kabul etmesiyle bu konu basına duyurulur. safiye ayla, müzik ve resim alanında eğitim gören öğrencilere safiye ayla-şerif muhiddin targan bursu verilmesini istemiştir.

    ***

    safiye ayla, ayakkabılara, süse çok düşkündür. evinde yüzlerce çift ayakkabı ve peruk bulunmaktaydı. son derece minyon fiziğe sahip olduğundan her zaman genç kız gibi görünürdü. bu açıdan da kendisini edith piaf'a pek benzetirim.

    o kendisiyle özdeşleşmiş olan çile bülbülüm'ün "çileeee" kısmını söylerken sekiz sayarım, bugün bunu yapabilecek tek bir sanatçı olduğunu sanmıyorum. ayrıca o uzun "çileee"den sonra "aaahhh" değil de yine "leee" diye devam etmesi de dikkatimi çekmiştir. safiye ayla'nın tarzı biraz batıcıdır, yani bildik üsluptan daha farklı bir söyleyişi vardır, bunda eşinin de etkisi olabilir, çünkü o da batıcıdır.

    atatürk'ün kendisini perdenin arkasından dinleme konusu tamamen asılsızdır, saçmalıktır. atatürk tarafından son derece büyük bir sevgiyle sevilen, hayranlık duyulan ve "karakız" diye çağrılan bir sanatçıdır. kaldı ki kendisi de atatürk'e her zaman saygı göstermiş ve onunla ilgili anılarını anlatırken ondan hep üçüncü çoğul şahıs gibi bahsetmiştir.

    06 aralık 1997'de şuur kaybı ve böbrek yetersizliği teşhisiyle hastaneye yatırılır. 14 ocak 1998'de vefat eder, zincirlikuyu mezarlığı'nda eşi için yaptırdığı mezarın yanına uzanır.
    hayatta şan, şöhret, para, servet bir yana, sahip olduğu en değerli şey aşktır.

    ***

    kaynak1 (safiye ayla 1. bölüm)
    kaynak2 (safiye ayla 2. bölüm)
    kaynak3 (safiye ayla 3. bölüm)
    kaynak4 (safiye ayla 4. bölüm)
    kaynak5 (trt nağme)

    "devir dostum...devir, çok mühimmiş." diye söylendim kendi kendime.
    sonra "şarkıların şarkı, notaların nota, sanatçıların sanatçı olduğu, bir safiye ayla, bir müzeyyen senar ve bir zeki müren devri yaşandı ve bitti bu memlekette" dedim.

    nur içinde yatsın.
  • büyük isimlerin başlıkları altında hep benzer şeyler yazıyor. doğum tarihleri, yeterince ilgi görmedikleri, çok büyük sanatkar oldukları ve bazen de magazin haberleri. görüyorum ki safiye ayla da bundan kurtulamamış. eskiden sık duyardım safiye ayla'nın büyük sanatkar olduğunu. bunu bach için, tolstoy için, fakir baykurt için falan da duyar kulak asmazdım. hatta hor görürdüm sanırım. onlara neden saygı duymam gerektiğini bilmiyordum çünkü. klasikleri niçin okumalı diye bir kitap okumuştum bir ara. hakan günday'ı dahi zannettiğim, bir kez olsun charlie parker dinlemeden ornette coleman hayranı olduğum, halk müziğini küçümsediğim yıllardı. gençken erdemle aşırılığı birbirine karıştırıyor insan. her neyse klasik addedilen şeylerin kof olduğunu kanıtlamak için okumaya, dinlemeye başladım ve hakikaten bir hazineyle karşılaştım. bunu daha erken yapmadığım için hayıflanıyorum. klasikleri anlamaya çalıştığımdan beri ve anladığımı düşündüğümden beri fark ediyorum ki klasikleri metheden pek çok insan ya bunları okumamış, dinlememiş ya da üstün körü geçmiş. neden safiye ayla büyük sanatkar? çünkü sesi güzel. proust niye büyük yazar? çünkü çok acayip tahliller yapıyor. yapma ya? mesela ne yapıyor? yani böyle bir eleştiri ya da savunma olabilir mi? neyse ben safiye ayla'nın niçin büyük bir sanatçı olduğunu anlatmaya çalışacağım. yaşam öyküsünden falan bahsetmeyeceğim. merak eden murat bardakçı'nın kitabını okusun. gazetecilik nasıl olur, biyografi nasıl yazılır sorularının cevabı gibi kitap.

    safiye ayla büyük bir sanatçıdır çünkü divan müziğinin hacı arif bey ile değişmeye ve sanat olma tekamülleri göstermeye başladığını fark edecek ferasete sahiptir. bunu münir nurettin selçuk ve sadettin kaynak çok iyi anlamışlardı. hatta derler ki fahire fersan münir nurettin'in cenazinde iki kez fatiha okumuş. biri dostu münir nurettin için öteki de divan müziği için. doğrudur. hakikaten de münir nurettin ile beraber ölmüştür bu müzik. safiye ayla iyi bir eğitim almış. piyano öğrenmiş, batı usülü şan dersleri görmüş. bunun yanında tecvid dersleri de almıştır ama. böyle bir ikinci solistimiz yoktur. yaptığı işi layıkıyla yapmış ve çok çalışmıştır. sanatçının sazı sesi olduğuna göre onu icrasıyla değerlendireceğim ve bunun için bazı eserler seçeceğim:

    ------------------------------------------------------

    safiye ayla - sen de mi hala esir-i zülf-i yar olmaktasın
    [ https://www.youtube.com/watch?v=cub6wwcsm5o]

    "uslan ey dil, uslan artık" deyişine dikkat kesilin. melismatic singing örneğidir bu. divan müziğinde safiye ayla'dan önce duyulduğunu zannetmiyorum. ben rastlamadım. aynı parçanın aynı bölümünün bekir sıtkı sezgin (https://youtu.be/dx61p9vhpsw?t=133) ve inci çayırlı(https://youtu.be/6hwyxedy1qw?t=129) icrasını karşılaştırınız. farkı gördünüz değil mi? safiye ayla'nınki gösteriş değildir. hünerin mütevazı bir teşhiridir.

    ------------------------------------------------------

    safiye ayla - ne bahar kaldı ne gül

    bu parçada “ne gönül neşesi var” https://youtu.be/fxveb1lw6su?t=48 kısmını inceleyeceğiz.
    legato örneğidir bu. dikkat edin tek nefeste söyleyecek bu uzun pasajı. sabite tur gülerman ise neşe sözcüğüne gelmeden nefes almak zorunda kalıyor https://youtu.be/q6eikhdhpyq?t=58. iki parçalı bir legato yapabiliyor ancak. perihan altındağ ise üç mola veriyor https://youtu.be/0uee8mxcgc8?t=69 ki bunlar büyük sanatkarlardır. müzisyen olmayan okuyucular için ufak bir malumat vereyim. legato bağlı manasına gelir. yan yana dizilmiş 4 nota düşünün. bunu da bir kemanın seslendireceğini varsayalım. bu notaların her biri için yay çekmeyecek onun yerine yayı bir kez çekip bu süreye 4 nota sığdıracak. legato budur işte. vokalde de tek nefes alışta, birbirine bağlı şekilde seslendirirsiniz notaları. legato budur.

    ------------------------------------------------------

    safiye ayla - akşam dönüşü geçtim o esrarlı bağından

    https://youtu.be/n8n7zlkspcw?t=14 eserin ilk sözcüğü akşam. ‘ak’ hecesinde 10 tane 16’lık nota vardır; d-eb-f#-g-g-f#-eb-eb-eb-d. çalma hızını 0,5 yapın ve dinleyin. bu notaların hepsini tek tek duyacaksınız. üstelik sonraki heceye bağlanırken (‘şam’ hecesi) tam olarak re sesini yakaladığını göreceksiniz.

    aynını selma ersöz’e uygulayın https://youtu.be/pweljeqvmdk. çalma hızını yarıya düşürün ve dinleyin. normalde bu partisyonun en tiz sesi sol fakat selma ersöz la ve si bemole kadar tırmanıyor. yorum katmasında beis yok ancak tırmanıştan dönerken yalpalamaya başlıyor. dikkat edin ikinci hecedeki re sesini yakalayamıyor ve bir tam ses pesten (do) uzanabiliyor oraya. ne öğrendik; kontrolsüz güç, güç değildir. bülent ersoy, muazzez abacı falan da söylemiş. aynı kontrolsüzlüğü onlarda da görebilirsiniz. divan müziğindeki bu legatolar er meydanıdır.

    ------------------------------------------------------

    safiye ayla - andıkça geçen günleri hasretle derinden

    https://youtu.be/…n42fnyja8?list=rdn8n7zlkspcw&t=48
    ilk notalara bakın: “andıkça geçen” nötr bir ses var burada. ne demek nötr? edge, curbing veya overdrive yok. bunların türkçe karşılıklarından emin olmadığım için ingilizcelerini yazıyorum. bu terimleri yazıyla açıklamak güç ama şansımı deneyim.
    ‘edge’ ancak sesli harfleri söylerken yapabileceğiniz bir şey. koyunların melemesine benzer biraz. m ve e harflerinde dinamik aynı giderken ses birden kesilir. ne daha kuvvetli ne daha zayıf söylersin. dümdüz. ve çat diye kesersin sesi. işte edge bu.
    curbing’te ise birden bire kesilmez ses. gıt gıt gıdaaak… son vurguya dikkat edin. azalarak kayboluyor; gıdaaaak… işte bu curbing. christina aguilera’nın tek numarası bu neredeyse.
    son olarak overdrive’dan bahsedelim. overdrive’da da dinamik yüksektir. forte’den fortessimo’ya çıkarsın. nötr’de bunların hiçbiri yoktur. dinamik aynıdır. dikkat edin aynı olan sadece dinamiktir. vibrato olabilir yani. zaten bizim örneğimizde de safiye ayla nötr bir sesle vibrato yapıyor. dikkatinizi çekmek istediğim yer ise parçanın sonuna kadar aynı dinamiği koruyabilmesi. yalnızca “bak yareledin kalbimi en gizli yerinden” kısmında dinamik yükseliyor ki bu da bir taviz değil mecburiyet. g5 – c3 arasındaki çok geniş bir aralıkta aynı dinamiği korumak son derece güç iştir. muazzez abacı aynı dinamiği koruyabilmek için “ilahi kederinden” kısmında (‘-hi’ hecesinde) pese düşmesi gerekirken oktavına çıkarak söylüyor https://youtu.be/thgoh8om_uy?t=63. melihat gülses bu hileye başvurmamış ancak dikkat ederseniz safiye ayla gibi dinamiği koruyamıyor. peslerde boğulmaya başlıyor https://youtu.be/ow3cawodlti?t=123.

    ------------------------------------------------------

    safiye ayla - yakına gel yakına

    önce bu parçadan biraz bahsetmek gerek. bu bir uzun hava. resitatif üslupla söylenen bir türdür. ne demek bu? yer yer konuşur gibi söyler seslendiren. bu haliyle operadaki parlando singing'e benzer. neyse geçelim bu kısmı. uzun havadaki serbestliği keyfilikle karıştıran çoktur. aslında uzun havaların da kendine göre kuralları vardır. bu kurallar ve söyleniş farklılarına göre uzun havalar türlere ayrılır. arguvan havası vardır mesela. ya da barak havası, bozlak, hoyrat, müstezat... sonra bunları da yazarım. şimdi mayalardan bahsedeceğim. mayalarda 11lik hece ölçüsü kullanılır. açılış muhakkak sazla yapılır. buna ayak denir. vokal muhakkak şarkı ortasında bir veya daha fazla kez duraklar. bu duraklamalarda saz duyulur. ekseriyeti hüseyni makamındadır (iki tanesi uşşak sadece) ve muhakkak inici seyreder. hatırlaynızı bozlaklar böyle değildir. muhakkak doruk vardır bozlakta. memleketin doğusu ve güneydoğusuna özgü bir uzun hava türüdür. günümüzde neredeyse tamamen unutulmuştur. trt repertuvarındaki 1072 uzun havanın sadece 18'i mayadır. işte safiye ayla'nın seslendirdiği bu uzun hava bir mayadır. bunu sadece müzik yahut sanat değil tarihi vesika ve sorumluluk olarak da görmek gerekir. kaynak kişi de sadettin kaynak.

    safiye ayla'yı bu kez gönül akkor ile kıyaslayacağım (https://youtu.be/otoyjxas6l0?t=74). parçanın açılışında iki adet 'aman' var. gönül akkor'un ikinci aman'ına dikkat edin. melismatic singing örneğidir bu da ancak bariz bir hata var. ikinci aman'ın inen yürüyüşünde makam hüseyni olmaktan çıkıyor. bir hata da saza pay vermemesi. oysa yukarıda da söylediğim gibi mayalarda saza pay verilir arada. geleneği korumak fevkalade önemlidir böyle parçalarda. bunun dışında temiz fakat gösterişli bir okuyuş var. safiye ayla'nın okuyuşundaki güzellikler ise saklıdır. mesela (https://youtu.be/ojjn1d72egs?t=48) "yakına gel" kısmına kulak kesilin. tek nefeste söylüyor yine ancak gel kısmında bir anda mezzo'dan piano'ya düşüveriyor. bu çok büyük bir meziyettir. isterseniz deneyin. düz bir ses verin: aaaaa... 60 şiddetinde olsun bu ses ve nefesinizin bitimine doğru detone olmadan şiddeti 30'lara çekin. nasıl? olmuyor değil mi? bir de melihat gülses'ten dinleyin: https://www.youtube.com/watch?v=mrzk2g_v0lk. saza pay veren, teamüllere uyan, düzgün bir icra ancak kuru.

    ------------------------------------------------------

    son söze gelelim. safiye ayla türk müziğindeki tek divadır. bunda tartışacak bir taraf yoktur. rakipsizdir. bülent ersoy'un divalığı falan söz konusu bile olamaz. keza zeki müren de kıyaslanamaz safiye ayla ile. çok çalışkan, çok maharetli, çok hevesli bir sanatçıdır ancak o amerikanvari bir stardır. onda sanat aramamak gerekir. bulamazsınız. bulabilmek için çok eski kayıtlarına dek gitmelisiniz. divan müziğinin meyhane müziğine ve oradan da fantazi müziğe evrilmesinde, sulandırılmasında payı vardır. maalesef bu konuda murat bardakçı haklı. safiye ayla ile kıyaslanabilecek tek ismin inci çayırlı olduğunu söyler murat bardakçı. doğrudur. fakat bir ek de ben yapmak isterim. bu müziğe alaka duyanlar olursa bu ismi işitsinler isterim. bahsedeceğim isim akile artun'dur. hakkında tek entry girilmiş. safiye ayla ile ikisini hacı arif bey'in deva yokmuş neden bîmâr-ı aşkaicrası ile kıyaslayın. her ikisinde de hata bulamazsınız. hatta bana kalırsa akile hanım'ın icrası daha içtendir.
    akile artun: https://www.youtube.com/watch?v=thbbjbvvkae
    safiye ayla: https://www.youtube.com/watch?v=qkyiufmts60

    son bir söz söylemek isterim; bir yazar safiye ayla'nın bir ihtimal daha var icrasını örnek göstererek, sanatçının çok kez detone olduğunu söylemiş. hakkı var. bu parçanın en kötü icrası belki de safiye ayla'ya aittir. üstelik kolay bir parçadır ve parçanın en kolay yerlerinde dahi detone olur. fakat sizi temin ederim ki bu istisnadır.
  • kendisine çirkin diyorlar. ne zaman duysam bu lafı, içim titrer. çirkin değildir safiye ayla. bunu o'na söyleyenlerin gözlerindedir çirkinlik. hayır, siması çirkin ama sesi güzel, de değil. safiye ayla, bir güzellik abidesidir. nice güzeller onun sayesinde güzel oldular. bunu anca safiye ayla'yı dinleyen ve sevenler anlayacaktır. o'ndan sonrası da gelmedi ki, anlayacaklarımız çoğalsaydı.
  • nicin baktin bana oyle, bir ihtimal daha var ve menekse kokulu yarim yarkilarini dinlerken kendimden gectigim, raki sofrasinda kasetini eksik etmedigim tek sanatci, ata yadigari.
  • basbayağı güzeldir safiye ayla. ona çirkin diyen, yaşlılık halini görüp öyle yorum yapıyordur. gençlik fotolarına bakınca, gayet taş bir kadın olduğunu görüyoruz. bence, yaşadığı dönemin güzellerindenmiş safiye hanım. yaşlı haline bakıp çirkin diyenler, 90 yaşında kendilerinin neye benzeyeceğini düşünsün bence...
  • bir radyo programında kendisine sorulan bir soru üzerine:

    "1946 senesinde kıbrıs'ta konser veriyorduk. magic sineması'nda, lefkoşe'de açık hava'da veriyorduk. yanımda, kanuni ahmet bey'le sadi ışılay bey vardı. tam sahnede konsere başlayacağımız zaman yani kalabalığı tasavvur edemezsiniz telgraf direklerine bile sarılmıştı halk öyle bir haldeydi. fakat müthiş, ceviz büyüklüğünde bir dolu başladı. biz, emanet olan mikrofonun üzerine hemen bir örtü örttük. ve ben dedim ki isterseniz her şeyi tatil edelim siz ıslanmayın gidin ve bunu yarın akşam veyahut başka bir zaman tekrar edelim dedim. hep bir ağızdan öğretilmiş gibi bağırdılar: taş yağsa seni dinleyeceğiz!, ve o zaman bu müessesenin sahibi de bir rum'du ve içeri girdiğim zaman hüngür hüngür ağlıyordu. dedi ki, ben 30 senedir bu müesseseyi tutuyorum böyle bir hadiseyle karşılaşmadım dedi. bu bana hem büyük bir gurur oldu hem de unutamadığım bir hadise olarak hayatımda kaldı."
  • nazım hikmet bursa cezaevinde yatarken; tenekelerle peynir, bal, yağ vs. gönderirmiş. dönemin derin devleti tarafından sorgulanmış sonuç olarak 'o benim arkadaşım bu yüzden gönderdim' yanıtını vermiş kişidir. pek bilinmeyen bu yönüyle de saygıyı hak eden safiye ayla, daha sonra da bu tavrını değiştirmemiştir.
  • türk musıkisi icra eden en büyük seslerden biridir. hayatını anlattığı kitapta perde arkasından dinleme konusuna açıklık getirmiştir. perde arkasından dinleme olayının gerçek olmadığını ancak çırılçıplak soyunma hadisesinin gerçekleştiğini kendisi anlatır. anlattığına göre merhum atatürk'ün safiye hanuma teveccühünü bilenler arkasından dedikodu çıkarmaktadırlar. paşa safiye hanımı isticvab babında herkesin ortasında "safiye sen yangın yerlerinde orda burda erkeklerle görüşüyor birlikte oluyormuşsun doğru mu" diye sorar. safiye hanım "paşam siz türk kadınına hürriyet verdiniz ben istediğim herkesle görüşebilirim bu hakkı siz verdiniz. ancak bu anlatılanlar doğru değil der.

    kendi anblatımına göre atatürk safiye haınmı o kadarçok severmiş ki istanbul'a gidiyoruz bile demezmiş safiye'ye gidiyoruz dermiş.

    son anekdot da yine kendisinden nakil. atatürk'ün ifadesiyle " eğer şu kıza gösterdiğim alakayı başka bir kadına gösterseydim benden türkiye'nin yarısını isterdi."
  • safiye ayla'nın gençlik resimleri gözüme çarptı, ''ahu gözlü arap dilberi'' kavramı ile örtüşüyor. semitik güzelliğin nadide örneklerinden. zaten ilk resimini gördüğümde hissetmiştim arap kökenli olduğunu. daha sonra araştırınca mısır'lı atalara sahip olduğunu öğrenmiş bulundum. ortadoğu kadınına has bir göz yapısı zaten insanı kendine hayran bırakıyor. kıvırcık siyah saçlar ve şekilli yüz hatları ve inanılmaz sesi ile bir kaç it'çi cumhuriyet burjuvası çirkin dedi diye adı çirkine çıkmış cennet hurisidir benim için. ölüm sonrası görmek istediğim birisidir. ayrıca gençliğinde orphaned land'in yemenit vokalisti shlomit levi ile olan benzerliği dikkat çekici geldi bana.
  • safiye ayla, cile bulbulum, ah bu gonul sarkilari gibi sarkilari me$hur eden ve kendisinden ba$ka hemen her soyleyeni tesiri altinda birakan bir sanatcidir.
hesabın var mı? giriş yap