• adnan turani'nin kaleminden (ve sanirim ana britanica'dan) biraz bilgi alalim bu konu uzerine (hey gidi lise cagi odevleri, sen nelere kadirsin);

    ortaçağ

    avrupa tarihinde kabaca is 5-15. yüzyıllar arasını kapsayan zaman dilimine verilen addır. bu çağ, özellikle kilise baskısı ve dinin sömürülmesinin insan hayatı üzerindeki etkilerini gösteren iyi bir örnektir. dinin sömürülmesi ve vatikan’ın zulmü, sanata da bir o kadar yansımıştır. resim ve heykel çalışmalarında kullanılan genel tema, hep din üzerine olmuştur. genelde isa’nın doğumunu ve kutsal ruh’u işleyen birçok resim, günümüze kadar ulaşmış, ve milano’daki duomo kilisesi ve benzeri büyük katedrallerde sergilenmektedir.

    gotik dönem

    batı ve orta avrupa’da resim, heykel, mimarlık ve müzik alanlarında 12. yüzyılın ortalarında başlayarak bazı yörelerde 16. yüzyılın ortalarına değin süren, pek çok ürünün veridiği, son derece çeşitli bir dönemdir. gotik dönem, aslında ortaçağ’ın skolastik düşünce tarzının baskısı altında kalan sanat üslubunun biraz yumuşatılmışıdır. dinde kişisel gizemcilik sık sık vurgulanmaya başlandı. dinsel alanlarda da hala çalışmalar yapılırken din dışı alanlarda da çalışıldı. doğanın çeşitliliğine de kişisel yorumlar getirildi.

    giotto ve duccio, dönemin örnek sanatçıları arasındadırlar.

    rönesans

    fransızca ve italyanca’da “yeniden doğuş” demektir. avrupa tarihinde, 14. yüzyılın sonuyla 15. ve 16. yüzyılları kapsayan ve en belirgin özelliği eski yunan ve roma kültürünün canlandırılması olan döneme denir. dönemin sanat üslubu, reformun da gelişi ile skolastik baskı kalmadığı için dinden uzak kalmıştır. insan portrelerlinin yapımına ağırlık verildiği, resimde özgürlüğün geldiği, resimlerlen hikayeler anlatılmaya çalışıldığı bu dönem, dünya tarihi açısından keşifleri ile de çok önemlidir. leonardo da vinci, michelangelo ve raffaello, bu dönemin en gözde sanatçıları arasındaydılar.

    klasik dönem

    sanat tarihinde bir uygarlığın en olgun düzeye ulaştığı evreye denir. klasik dönem, aslında iö yıllarını kapsar. bu dönemler, herkesin de bildiği gibi yunan dönemleridir. klasik dönem ise adeta rönesans’ın bir kolu gibi ayrılır ve yunan kültürüne dönüşü gerçekleştirir. michelangelo, rafaello ve eserlerinin çoğu günümüze ulaşamayan donato bramante, çok ünlü klasikçiler arasındadırlar.

    barok dönem

    avrupa ülkelerinde yaklaşık 17. yüzyılda ortaya çıkan bir sanat anlayışıdır. temelleri 16. yüzyılda italya’da atılmış olan bu sanat anlayışı, üslup açısından karmaşık, hatta çelişkilidir. bununla birlikte yapıtların hepsinde, duygusal durumları çoğu kez dramatik bir yaklaşımla, duyulara seslenecek bişimde anlatma isteği görülür. baroğu anlatmak için “canlılık, hareket gerilim, aşırı ve farklı duygusal durumlar” terimlerini kullanabiliriz.

    en önemli örnek sanatçılardan biri peter paul rubens’dir.

    romantizm

    19. yüzyılın başlarında insanın duygularını, düşüncelerini, hayallerini yansıtan, sanatçının özgürce kendisini ifade etmesini sağlayan bir sanat akımıdır. bu bakımdan büyük önem taşımaktadır.
    bu akımda sanatçı, kişiliğini, iç dünyasını belirtmekte, bireysel yorum ve karakter ön plana çıkmaktadır. romantik sanatçı, sanat için sanatı seçerek kendine yeni bir dünya yaratmıştır.

    romantizm’in kökeni ingiltere’de william turner, william blake, constable gibi ressamlarda bulmaktayız. bu tip resimlerde genelde hayali figürler veya doğa işlenmekteydi. artık hemen hemen herşeyde bir abartma, bir süsleme vardı. ayrıca romantik dönem resimlerinde kahramanlık temaları da işlenir oldu. fakat eskiye nazaran, daha duygusal çizimler ortaya çıktı. “gömleği yırtıklar içinde bir asker, şaha kalkmış atının üstünde, elinde silahı ile yaralılara ve savaş zedelere yardım uzatıyor.” bu hemen hemen her resimde bulunan bir figürdü.

    francisco goya (1746-1826) ispanyol romantik akımının en önemli temsilcisi olmuştur.

    realizm
    realist dönemde yaşam olduğu gibi kabul edilmiştir. bu olay, resme ve diğer sanat dallarına da yansımıştır. artık hiçbir şey abartılarak, yeni şeyler eklenerek çizilmiyordu. bir manzara resmi çizilecekse, hiç bir abartı eklenmiyor, sadece ve sadece etrafta görülenler çiziliyordu. realizm’e en iyi örnek fotoğraftır. fotoğraf da sadece gördüğü şeylerin resmini çıkarır. o, resmi çekilen şeylere eklentiler yapmaz. ne görüyorsa onu yansıtır.

    herhalde realist ressamların şefi, theodore rousseau (1812-1867) idi. onu birçok değişik ressam izliyordu.

    empresyonizm

    19. yüzyılın ikinci yarısıyla 20. yy.’ın başlarında fransa’da başlayıp diğer ülkelere yayılan bir sanat akımıdır. empresyonistler alışılmış kurallara uymadılar. özgürlüğü seçerek doğaya açıldılar ve güneş ışığının altında kendi izlenimlerine göre nesneleri resmettiler.

    empresyonizmin temel amacı, doğaya çıkmak, etrafı incelemek, bir nesne seçmek ve onun o anki halini, üzerine gelen ışıktan tutun yanında duran bitkinin ona verdiği havaya kadar herşeyi ile resme aktarılması idi.

    paul cezanne (1839-1906) ve vincent van gogh (1853-1890) empresyonizmin “babaları” idiler.

    ekspresyonizm

    ekspresyonizm, 20. yüzyılın büyük sanat akımlarından biri olarak kuzey avrupa’da doğmuştur ve hızla yayılmıştır. sanat akımı olmaktan çok yaşam anlayışıdır. empresyonizme tepki olarak görülmektedir. türkçesi “dışa vuruculuk” olan bu anlayışın temelinde insanın içinde sıkışmış olan duyguları dışa vurma fikri yatmaktadır. duygular dışa vurulurken de şekillerden çok abartılmış, aşırıya kaçmış renk tonları kullanılmıştır. van gogh’un bazı resimlerinde aşırı sarı, aşırı kahverengi ve aşırı mor kullanırdı.

    van gogh çağdaş ekspresyonizme yön veren sanatçı olduğu halde bu akımın en ünlü sanatçısı edvard munch’dur (1863-1944).

    fövizm

    fovizm, vahşi hayvan, yırtıcı kuş anlamına gelen ‘favve’ kelimesinden türemiştir. 20. yüzyılın ilk sanat akımıdır. fakat fövizm, diğer akımlara nazaran daha değişiktir, çünkü fövizm’de canlı renklere yer verilir ve perspektif ile mekana önem verilmez. fövizm’de en önemli şey renktir. renk olmadan hiçbir şey istenildiği gibi anlatılmaz. renk, bütün resmin özüdür.

    van gogh, her ne kadar 20. yüzyıl’da yaşamadıysa da fövist olduğu söylenmektedir...

    kübizm

    görsel sanatlarda pablo pi,casso ile georges braque’ın 1907-14 arasında paris’te geliştirdiği yenilikçi akıma denir. 20. yüzyılın en etkili akımlarından biridir. resim yüzeyinin derinliksiz, iki boyutlu imgelerle değerlendirilmesini öngörür. kübik resimlerin genel görünümü de farklıdır. mesela koca bir tuvalde, bir sürü kahverengi kübik figürler bulunur. en sağ altta ise küçük bir keman figürü görürsünüz. işte kübizm budur. yani bir figür, bir obje parçalanarak bütün resme yayılır, ve sadece küçük bir parçası sağlam olarak kalır. aynen bomba düşmüş gibi gözüken bu resimler, 20. yüzyılın başlarında çok ünlü olmuşlardır.

    temel olarak geometrik figürlerin benimsendiği bu dönem, cezanne’nin sözünden yola çıkılarak başlatılmıştır. ayırıcı ve birleştirici olmak üzere iki ana döneme ayrılan kübizm, pop-art’ın da başlangıcı olmuştur.

    fütürizm

    20. yüzyılın başlarında italya’da doğan fütürizm, kübizme karşı tepki olarak doğmuştur. amacı dinamizmi ve yaşamın yoğunluğunu sanata katmaktır. sanatçılar cisimleri sürekli bir hareket ve değişme içinde düşünmektedirler. onlar için hareket var oldukça, resme daha çok şey eklemek mümkündür. mesela kalabalık bir şehirdeki iş hayatı ve bu gibi şeyler, fütüristler için çok iyi resim kaynakları yaratabilirler. fakat fütüristler, resimlerine asla objeleri konu etmezlerdi. objeler hareketsiz ve can sıkıcıydılar. fakat insanlar ve hayvanlar sürekli hareket halinde oldukları için bu resim dalına çok şey katabildiler. umberto boccioni, büyük fütüristlerdendi. diğer fütüristlerin çoğu yine italyan’dı.

    pop art

    pop art 1960’larda amerika ve avrupa’da görülmektedir. kökeni gerçekçiliğe dayanır. 2. dünya savaşı sonunda yaşanan huzursuzluklar, yokluk, acı yerini barışçı bir yaşantı, sanayide gelişim ve çok tüketmek için çok üretime bırakınca, tüketimi yönlendirmek, benimsetmek ve beğendirmek için hazırlanan reklamlar toplumu bilinçlendirmeyi ve seçtirmeyi amaçlayan bir sanat halini almıştır. resimli romanlar, dergiler, fotoğraflar, afişler endüstri toplumunun, günlük tüketim eşyalarının ve çevrelerinden yalıtılarak abartılı bir şekilde resmedilmesi için kullanılmış ve pop art böylece bir gereksinmeyi cevaplamıştır. kullanılan malzeme kola kutusundan hamburgere kadar çok çeşitlidir.
  • "birinci nesil inşâ eder, ikinci nesil idâre eder, üçüncü nesil ise sanat tarihi okur."
    otto von bismarck
  • felsefeden, sosyolojiden, psikolojiden, dinler tarihinden, hatta yeri geldiğinde anatomi ya da biyolojiden, ekonomi ve ticaretten de anlamayı gerektiren alan. çizimle ilgilenme şartı aranmamalıdır, zaten sanat tarihi okuyanların çoğu eksik sanatçılardır. nasıl başlarsanız başlayın, diplomanızı alırken detaycı ve mütemadiyen çok bilmiş birine dönüşmekten kaçışınız yok. marcel duchamp'ı eleştirebilmek için kant'ın estetik yargısını, afrika sanat tarihi için adım adım dini ritüellerini ve kosmoloji inançlarını, altın çağında hollanda'nın natürmortlarını incelemek için aristoteles'in kabuklu deniz canlıları için öne sürdüğü creatio ex nihilo kuramını ya da (yeniden) osmanlı tarihi ve lale ticaretimizi okumak zorunda kalmış biri olarak bildiriyorum. su soğuk ama çok güzel, yine de gelin.
  • okuyunca markette kasiyer olunan bölüm.

    arkadaşımdan biliyorum...
  • derslere tam konsantre girip, sınavlardan önce it gibi çalışıp, biraz da hocalarla arayı iyi tutarsanız, 4 üzerinden 2 ortalamayla geçebilirsiniz. tüm bu ve bunun gibi zorluklara rağmen okunması, genel kültürü 1'den 50'ye yükseltir.
  • tarihciler tarafından itilip kakılan sosyal bilimler şeysi, tatlı su tarihciligi onlara gore. mesela bogazici'ndeki bir hocam ( tarih okudum da arada ben bi yerde) sanat tarihi tezi yazdigimi duyunca "himm" demisti, "o da olur tabi de sen yine de bir fismekan tarihciyle konus". tabi tilkinin donup dolastigi yer kurkcu dukkani hesabi bir tarih konusmasina gittiginde sanat tarihi tezini filan sallayip kendini cidden tarihci ( sert, ciddi, saptamali ve tumturakli) hissediyor insan. halbuki bazi konularda sanat tarihi hakikaten icinde sanat kelimesini barindirdigi pencereden salla gitsin turunde insani tarihcilerin arasinda olandan cok daha fazla barindiriyor. dedim de ne dedim simdi ben degil mi sozluk. idare edin, belim agriyor ondan. neyse soyle oluyor; tarihciler sanat tarihini asagiliyorlar, hafif mesrep buluyorlar bir nevi. sanat tarihcilerin cogu kendini sanatci saniyor. az tarih az sanat biraz da benden olsun ekolunden olanlarin kitabi da var, satmiyor degil. neyse sanat tarihi de okumus etmis biri olarak soyle diyeyim; sanatin tarihini en iyi tarihciler bilir. bana kalirsa bir kisi sanat tarihi okumadan essekler gibi tarih okumali, ustune koydun artik pop art nedir ne degildir neden o pop art bu pop art su pop art. hicbi seyi (ama hic bi) dogru duzgun okumayip ustune sanat tarihi yapip iki yilda selcuklu sanatiymis, bizans ikonografisiymis ogrenmek isteyen kisi nolur biliyor musunuz? bir sey olmaz. bu ulkede herkes herseyi oluyor, birilerine kalsa aysegul nadir de son osmanlici. neyse ilber ortayli kitap gibi konusan bir adam mesela, hayatta ihlamadan iiilemeden eelemeden tikir tikir konusan baska biri varsa beri gelsin. ya da bastirin parayi yurt disindan gelsin, oradaki comezler burada marketing konferanslarinda filan aldiklari parayla amerikaya donup villa alip kofte yapiyorlar hazir barbeku sosu ile. neyse sey diyordum, mesela yurt disinda bizans okuycaksan grekce bilmezsen nah okursun ( ne pis bir kelime su nah degil mi? oysa yok iste dengi, koy yerine ne koyacaksin). oysa benim tarih okudugum milattan onceki yillarda osmanlica han duvarlarini okumaya mecburduk ama memlekette latince grekce ders yoktu. simdi var. iyi de oldu. neyse sonucta sanat tarihi bana kalirsa direk lisanstan baslayarak hard kor sanat tarihi biciminde ilerleyen bir egitimle verilsin. ama egitim ingilizce olmasin sonra boyle deformasyonlar oluyor. neyse hatta o kadar sıkı bir mufredat olsun ki her medeniyet yarım yıl -en az- incelensin, zehir gibi olsun sanat tarihciler. egitim on yil olsun farketmez, zaten mezun olunca da para kazanma ihtimalleri zayif bu ulkede. neyse efendim, sanat tarihciyim diyen kisi en basta -gectim ingilizceyi sakir sakir bilmeyi- calistigi konu neyse onun cigerini bilmeli, bizansciysa el yazmasi grekce okuyacak kivamda, ne bileyim osmanlida bir sey inceliyor kafayi takmissa osmanlicayi sakir sakir bilmeli, misirsa hatta ciivi yazisi yazmazsa karsima cikmasin. yani istemem ben uluslararasi arenada yuzumuzu kara cikaracak sanat tarihci, bak mesela kariye diye kitabi var adami dunya taniyor, gecenlerde bir kahve icmek icin randevulastim, sanmayin ki o kisi bir turk. kariyeyi didikleyen bizim bob, pardon robert ousterhout yani. insanin ici sizliyor, yes you are right we have an amazing culture but derken..ingilizce egitim olmasin dedik fakat bunu da bogazici universitesi sayesinde diyebiliyoruz o da ayri bir konu. aman neyse sozluk anladiginiz gibi bu ulkede tarihcilerin, sanat tarihcilerin de kafasi karisik. karisik konusuyorum zaten sey yuzunden anlamasinlar yani ergenekon falan ne bileyim yanlis anlarlar bir sey olur yazik olur daha gencim. guzelim de. ama sanat tarihi bakisiyla degil. onlar ( ben de onlardanim da iste hemen tarihci kimligim one cikti oteledim diger benimi) herseye guzel diyorlar. bir de simdi cikti neymis leonardo sahtekarmis. sanane lan, sahtekarliksa yap sen de bi mona lisa; yok yuzunun yarisi mi guluyor, aman da kadin mi erkek mi nedir, yuz yil dunyayi mesgul et. neyse. iyi aksamlar sozluk. ayasofya'daki deesis altindan bildirdim. bu arada ne kadar harap oldu di mi o mozaik, deliricem halen duvara isik misik veriyorlar anasini satiyim..
  • parayı vurduktan sonra gidip avrupa'da la boheme'nin dibine vurunca okunması, yaşanması gerek bölümdür.
  • gombrich'in sanatın öyküsü adlı kitabıyla başlanması gereken hede. (bkz: sanatın öyküsü/@mi nombre es mayo)
  • sanılanan aksine mezunlarına iş yok değil, çoktur. 600 lira maaş+yemek-ssk şartlarında iş denirse tabii. stajda ya da özel sektörde köledir kısaca.
  • şu an küfrederek ı. ulusal mimari akımın 18 mimarı ve tüm yapılarını içeren bir sınava çalışıyor olsam da, güzeller güzeli bölümüm. hakikaten çok zorlanılan dönemleri ve dersleri var ama karşınızda okyanus gibi bir hoca varsa (bkz: selçuk mülayim) her dersi ayrı bir huşuyla geçer.

    --- spoiler ---
    bu kısım ayar içerecek
    --- spoiler ---

    ve fakat gelin görün ki içindeki adamlar bile gereksiz diyor ya bileklerimi keseceğim artık! yahu arkadaşım madem gereksiz madem temel sıkıntısı var dedin de hangi zorunluluk soktu seni o bölüme? gelmeyin ya gelmeyin! ya da toptan sünger çekelim var olan her eser üzerine, bitsin baştan ayağa memnuniyetsizliğiniz.
    evet burda da her meslekte ve her bilim dalında olduğu gibi sorunlar var. temel de bir sorun evet. içerik de tartışılabilir. asıl sorun emeksiz eleştiri. ne yaptın? itin götüne sokmak iyi, sen mezuniyet aşamasına gelip babalar gibi tez sundun da geri mi çevrildin? ya da herhangi yapıcı diyaloğa dahil mi oldun? bak arkadaşım bilmiyorsan ben anlatayım bu ülkede sanat tarihçisi diye bir meslek tanımı bile mevcut değil. sen önce bu tanımlanma hakkının peşinde koşacaksın bu bir.
    sonra yok formasyondu ay temeldi diye yakınmaya hakkın olur belki.
    ikincisi -ki bu da bilmeden attığın bir şeydir muhtemelen-; sanat tarihçisi toprak üzeriyle ilgilenir; tasnif, tahlil ve tarif. bu da mı yetmedi? disiplinlerarası bir konuda tez ver şikayet ettiğin kategorizasyonu genişletirsin yerse.
    ve son olarak arkadaşım sen zaten çok yanlış gelmişsin. bir daha soran olursa arkeolog resim tekniği açıklayamaz, belge okuyamaz, ikonografi bilmez, üslup ve gelenek ayırt edemez, sosyolojik boyutla ilgilenmez dersin. gereksiz demeye de utanırsın belki. ha bu arada olay sadece mimari değil o da biline.

    bir sokak ropörtajı videosu vardı çalıştayda izlediğim. youtube'a düşsün de linkini de kondurayım şuraya, o cuk sesini hayal edeyim!
hesabın var mı? giriş yap