• yemin ederim geri zekalı bu çocuk. bir serçe ailesi var balkona dadandılar. iyi hoş, anne baba saksıya giriyor mamasını yiyor, yavru da balkon demirine konmuş cik cik ötüyor, anası babası gagasından içeri yemek tıkıyor, böyle böyle bütün gün beynimi mikilediler, hep de oradalar, plaja gelmiş yaygaracı aile gibi bütün gün cik cik cik... neyse bu kendini beslemeyi öğrenememiş ama uçmayı öğrenmiş geri zekalı önüne bakmadan uçuyor çıldıracağım. çay almaya kalktım, bu salak "eaaa annee bak ne yapabiliyorum" diye cik cik uçarken koskoca cama güm diye çarptı yüreğimiz ağzımıza geldi. cam da leş yani görünmeyecek gibi değil, camdan sekti başka saksıya kondu, bakıyoruz biz de sağlam mı, bir şey oldu mu falan diye, neyse topladı kendini hop oraya hop buraya zıpladı, rüzgar da var çatıda olduğumuz için, pırr uçtu çıktı çatıya, hop geri geldi, açtı kanadını bıraktı kendini rüzgara geri geri mal, yemin ederim saçağı milimetreyle kaçırdı. şimdi masamdan bakınca kütüphane arasından görünüyor bu salakların yedikleri yer, böyle embesil gibi uçuyor, savrula savrula gidiyor, kurşun gibi parapetin kenarından geçiyor aklını beynini dağıtacak. ya olmaz böyle yavru böyle doğa kanunu olmaz, böyle ana baba olmaz. sabahtan beri aha bu sefer çarptı diye panikleye panikleye bir hal oldum.

    11.07.2021 editi: sabah kumruya çarptı. basbayağı arpasını yiyen kumrunun sırtına çarptı. ya ben bir şey demiyorum.

    15.07.2021 editi: bak aynı yavru ben camın önünde otururken cama bir düz çarptı, ben ne oluyoruz ya diye sesin geldiği yere bakarken geri çekilip yine dümdüz çarptı karasinek gibi, sonra da çatıya uçtu. yaptı bunu. ya ne yapacağım ben bu çocuğa ya? ilk defa böyle bir salaklık görüyorum. iki kere çarpmak ne? bu kız beni çok endişelendiriyor.

    17.07.2021 editi: günde iki kere camdan sekiyor. camlara benim şallarımı astık belki renkli renkli dikkat eder diye. ev zaten allahlıktı iyice hokkabaz çadırı gibi oldu.

    18.07.2021 editi: şallar işe yaramadı. yine çarptı cama. kalktım baktım, yere inmiş şaşkın şaşkın bakınıyor. bir şey olmuş mu diye yaklaştığımda uçup kaçtı. demek ki göz görüyor. ama bakmıyor. akıllı ama çalışmıyor. ne bileyim... akıl verecek olan versin. böyle büyümesini bekleyeceğiz herhalde.
  • yeşil tişörtüme, kıllı kollarıma, saçıma sakalıma aldanıp beni ağaç sanan ve üstüme konan bir çeşit kuş.
  • bir adet yavru olanına beş gündür baktığım kuş. yuvadan düşmüş, çocuklar bulmuş oyuncak gibi oynuyorlardı, aldık öldürürler diye. öyle çok ufak değil ama gagasının kenarındaki perdeler duruyor hala. çok cevval, korku nedir bilmiyor. saat başı acıkıyor ve acıkınca kanat çırpmaya başlıyor kafeste. geceleri kafese koyuyoruz, gündüzleri salonda dolanıyor. uçma antrenmanları yapıyoruz beraber. çok kısa uçabiliyor. ölümüne tatlı ve şapşal. acıktığında dışarıdaysa fıtı fıtı zıplayarak peşimden koşuyor. bebe bisküvisini beğenmiyor. ekmek içini seviyor, kavunla karpuza hasta. kıyımıza köşemize tüneyip uyuklamaya, etrafa bakınmaya bayılıyor. uçmayı enikonu öğrenince salarız diyoruz da, nasıl salarım bu küçük fındığı hiç bilmiyorum..

    aylar sonra edit: onu salamadık. ev kuşu oldu. bütün gün dibimizden ayrılmıyor. oramıza buramıza tüneyip uyuyor. sabahları salondan yatak odalarına dalıp "ben acıktım" meali olarak suratımızı didikliyor. evet bunların hepsi gerçek ve onun bize bu kadar alışacağını hiç hesaplamamıştım. en çok da doğasından kopardığım için kahroluyorum ama artık dışarıda yaşayamaz. yabancı biri gelince çekingen çocuk gibi paçamıza yapışıp, çevremizden ayrılmayan bi tombalaktan bahsediyorum ./
  • dünyanın en güzel şeyi. nerede olursam olayım, hava nasıl olursa olsun cıvıldaşmalarını duyunca yüzümü bir gülümseme kaplıyor, engel olamıyorum. hele ki zıplaya zıplaya yürüdüklerini görünce kahkahalarla gülüyorum. bu kadar sevimli olabilir mi bir yaratık? bugün baktım çıplak bir ağacın dallarına konmuş on - on beş tanesi cıvıldaşıyorlar. tüylerini de kabartmışlar, minik tüylü meyvelere benziyorlar. yol ortasında durup seyrettim, en yakınımdaki dişi olan başını eğip cingöz cingöz baktı bana, sonra pırrrr edip uçtu üst dallara. benim için şehir hayatını güzel kılan bir iki şeyden biridir bu minik güzellikler, hiç eksik olmasınlar hayatımızdan.
  • lat. passeridae.

    minik ve sevimli bir kuş. kanaryanın, sakanın, isketenin ve floryanın yakın akrabası.

    oturduğum evin balkon kapısı doğrudan apartmanın bahçesine açılıyor. ilkyaza ait bir gün, bahçeden gelen canhıraş yaygaraya kulak kabartıp hemen koştum dışarıya. sevgili kedim, ağzında miniminnacık bir serçeyle suçlu suçlu bana bakıyor! küçük bir kovalamaca, köşe kapmaca derken, bir şekilde aldım ağzından küçücük kuş yavrusunu. anne ve baba serçe, serçe parmağım kadar cüsselerine aldırmayıp bana seri pikeler yapıyor. yuvruyu avucuma saklayıp koştum eve... bir parça sersemlemiş ama kanama yok. oh, iyi. o kadar küçük ki zar zor kanat çırpıyor, belli ki yuvasından zamansız atlamış veya düşmüş.

    kafestekilere benzemez, çok zor iş doğadaki kuşu beslemek. ne yer, ne yemez hiç bilmiyorum. ekmek versen şişip ölür, su vermeye çalışsan boğulur bu arada babası (kafası koyu renk olan), tam karşımdaki apartmanın ikinci kat pervazından, bütün gün bizi gözetleyip duruyor. hem evin av-kedisinden, hem de her biri karpuz kadar olmuş bahçe kedilerinden korumak için yere bırakamıyorum yavruyu... o günü kutusu içinde geçirdi ufaklık.

    ertesi sabah aklımdaki fikirle erkenden uyandım. küçük ve kapaklı bir sepeti, balkon kapısının demir parmaklıklarına iple bağlayıp yavruyu da içine yerleştirdm. kara kafalı baba serçe, dünkü yerinden hala bizi kesiyor... bu ufacık kuşlar birbirleriyle nasıl haberleşir diye düşünedururuken, babanın arada sırada çıkarttığı çağrıları duyan minik kuş hemen cevap verdi. büyük ihtimalle diğer yavrularının başında bekleyen anne serçe, 3 saniye içinde bahçemdeki cılız limon ağacına konuverdi. korkutmamak için içeri geçtim. anne hemen sepete girip yavruyu kontrol etti, sonra bütün gün yemek taşıyıp durdu. hava kararmaya yakın evlerine çekilen ebeveynlerle birlikte, biz de evimize çekildik. takip eden 3 gün, benzer şekilde devam etti. vaktimin çoğu serçeyle geçer olmuştu... yavrucuk gündüzleri annesiyle rahatça buluşuyor, akşamları ise evimizde konuk oluyordu....

    yavru birkaç gün içinde hızla serpildi ve artık azar azar uçabiliyordu. alcatraz kuşçusu misali hem gururlanmış, hem de çok sevinmiştim. henüz tam uçamadığı için peşinden koşuşturuyor, her defasında yavruyu alıp sepete geri koyuyordum. bu kadar hızla büyüdüğüne ve gücü kuvveti yerine geldiğine göre, ertesi gün artık uçabilecek ve gerçek yuvasına kavuşabilecekti...

    ertesi gün geldi çattı. sepet her zamanki gibi demir parmaklıkla, yavru da anneyle buluştu... bana artık alışmış olan anne, varlığımdan pek rahatsız olmuyor. bir yandan anne, bir yandan ben korumaya çalışıyoruz yavruyu. ufaklık arada sırada sepetten atlayıp yere konuyor, bir iki uçuşuyor. ben de anneyle birlikte arkasından takip ediyor, hemen sepetine geri koyuyorum. sonra tekrar atlıyor. tam tutacakken artık güçlenmiş olan kanatlarıyla daha da uçuyor, zorlanıyorum. adeta kovalamaca oynuyoruz...! haydi uç artık küçük kuş...

    hah işte oluyor, "haydi haydi" derken, çalıların altına pusu kurmuş karpuz irisi pis bahçe kedisi, gözü dönmüş bir şekilde fırlayıp havada kapıyor minik yavruyu. fırlattığım terlikler yetmiyor; minik serçe ağzında, bahçede yakalamaya çalışıyorum kediyi... nafile, oracıkta son buluyor 4 günlük maceramız....

    sonrası üzüntü ve hüsran.

    bir hafta kendime gelmekte bir hayli zorlandım doğrusu... ağzından düşürmediği yemek parçasıyla, günlerce penceremde bekleşen anne, kah parmaklıkta, kah sepetin kenarında üç dört gün daha bekledi, umudu kesip gözden kayboldu. sonra, yıllar önce bir büyüğümün söylediği söz aklıma geldi. istemeye istemeye onayladım başımla: "kedinin ağzından alınan kuş sağ kalmaz"... evin kedisinin kısmeti, bahçe kedisinin oldu.

    az önce bir dişi serçe kondu bahçemdeki cılız limon ağacına. belki de minik serçenin annesiydi. kim bilir...

    ----------
    bkz: http://www.fotokritik.com/…38a03fea30670ae3a39c.jpg
  • bir kaba su koyup, içine de 2-3 dilim ekmek bırakınca yiyecek sıkıntısı çektikleri bu soğuk, karlı havalarda en büyük iyiliği yapabileceğiniz minik canlarmış.

    (bkz: ben bugün bunu gördüm)
  • bugün yine her tatil günü olduğu gibi iş yerindeyim, bir arkadaşım seslendi. döndüm baktım camı işaret ediyor. gittim yanına dışarıya baktım. ufak bir serçe, yüzüstü yerde yatıyor. bir an baktım nefes alıyor mu diye. hiç kıpırtı yok. ölmüş dedi arkadaş. koştum yanına gittim. aldım yerden. kaskatı kesilmiş. içeri getirdim elektrikli ısıtıcının biraz yakınına. vücut sıcaklığına baktım. çok olmamış olsa gerek. bekledim bekledim. hiç kıpırtı yok. biri geldi sonra, ölmüş o dedi. biliyorum dedim. niye bekliyorsun peki dedi. cevap vermedim..
  • hangi kuş bilimci ( ornitolog ) bizim baharın habercisi, insanın güne mutlu, enerji dolu başlamasına yardımcı olan serçeye ' bayağı serçe ' adını verebilir. benim nazarımda asla sıradan değiller umarım bir açıklamaları vardır. beslediğim serçeler beni hatırlıyorlar mı diye biraz araştırma yaptım, her gün ekmek diye ötemezler diye düşünmüştüm fakat yanılmışım. serçelerin beyinleri, vücutlarına göre oldukça büyükmüş. bu nedenle, serçeler, karmaşık problemleri çözmek ve hafızalarını kullanmak konusunda oldukça yeteneklilermiş. beni tanıyor olmaları çok kıymetli. kendi minik fakat insanoğluyla yıllardır bir arada yaşayan bu kuşların bir de günü varmış. ispanyollar betonlaşmaya dikkat çekerek popülasyonlarının azalması nedeniyle 20 mart dünya serçe günü' nü ilk kez kutlamışlar (2010). bm tarafından da resmen kabul edilmiş bu tatlı gün (2018). en güzel detay ise serçelerin şarkıları varmış başka kuşları taklit ederek çeşitli şarkı hafızasına sahipler. mutlu eden bir bilgi benim için. küçücük halinizle, şarkılarınızla, cıvıldaşmanızla iyi ki varsınız.
  • bu sabah dışarda kahvaltı ederken bana eşlik eden keranacı.

    masaya pike yaptı. neredeyse ''atsana lan göz hakkımı'' der gibi kanat çırptı yüzüme yüzüme. ben de 'tt... tamam abi'' diyerek paylaştım böreğin minik kabuk parçalarını. ilk başta uzaklara atarak güvenini kazandım. sonra yavaş yavaş kendime yaklaştırdım. o da ''bundan zarar gelmez heralde lan, uğraştığı şeylere bak'' demiş olacak ki içinden serçece, ürkmeden pıtır pıtır yedi yanımda. bi süre atmayınca havalanıp baktı yukarıdan tabağıma. yiyecek bir şey kalmadığını görünce de, döndü götünü uçtu eşşoğlusu.

    ama yüzümü güldürdü ibne.
  • yürümez bu kuş, ne zoru varsa öyle zıp zıp zıplar. ömrü de beş yıl kadardır. fakat diğer yandan, dünya üzerinde en çok bulunan kuş türüdür, tek tek saydım oradan biliyorum. her neyse, bunların dişisi hayvanat âleminde alışıla geldiği üzere, öyle süse, püse, kozmetiğe önem vermez. kahverenginin çeşitli tonlarına çalan bir tüy yumağıdır. erkeklerinin üstü kahverengi, altı gri, boğazları ise siyah olur. böylelikle, ne işinize yarayacaksa artık, dişi ve erkek serçeleri birbirinden ayırabilirsiniz. erkek serçe kuytu bir köşede güzel bir yuva kurmak suretiyle dişi serçenin gönlünü çeler (bu sayede yuvayı dişi kuşun yapmadığını da öğrenmiş olduk) ve ömür boyu birlikte olurlar. hayır, şimdi ömür boyu dedim de topu topu beş yıl yaşadığı aklıma geldi bu zıpırların. nerde kalmıştık, ha yuva kurulduktan sonra, haliyle çiftleşir bu mahlûkat, bu izdivacın meyvesi olarak da 4–5 yumurta çıkar ortaya. yılda en fazla üç defa yumurtladıklarını düşünürsek, bir senede beş çarpı üçten keçi boku kadar 15 yumurta elde etmemiz serçe besiciliği işine girmememiz gerektiğinin en güzel göstergesidir. daha yazacaktım ama beynimin bir köşesinde dur durak bilmeden zıplayan bir serçe imgesi oluştu. uçup gitmiyor da üstelik. dur, yeter zıplama be hayvan, bak hala zıplıyor…
hesabın var mı? giriş yap