• yazar yazar durursunuz, kelimeler kiyafetsiz kalir.
    giden gitmiştir, ne yazılarınız, ne fotoğrafları, ne anıları geri döndürebilir onu.

    kelimeler kiyafetsiz, yetersiz ve aciz...
    her ne kadar çırpınsanızda anlatmaya.
  • zaman durur bir sure. askida kalir insan. yercekimsiz ortamdaymis gibi, havada asili. ucsa ucamaz, inmeye calissa inemez. gorunmez bir orumcek aginin gobeginde kalakalmis, sarilmis kusatilmis gibi. kipirtisiz. sessiz.

    ve bir aci... gelip coreklenmis gogsunun tam orta yerine. aldigi nefesler yeterince oksijen tasimaz cigerlerine. derin derin nefes alir, ama tasikardiye devamdir.

    sasirir, fiziksel hicbir rahatsizlik olmadan nasil bu kadar aci cekebildigine. derisi bile aciyordur yarasinin ustundeki. "psikosomatik" kelimesinin anlamini ogrenir.

    mideden gelen bir gurultu sasirtir ornegin. bunca aciyi cekerken nasil olup da acikabildigine sasirir, ofkelenir.
    o giderken, nasil olur da karni acikir! hayat devam ediyor mudur gerçekten? biyolojik saatin calismasi mi hayat? makinayi yaglamak gibi... ustten doldurursun ve çalisir ve bosaltir atigini. bir arabadan farki nedir o zaman hayatin? modelini yenileyerek devam ediyor iste. ve mumkun oldugu kadar, doktordan en el degmemisinden alip, el degdirilir. ama, yine de sinyal verir her gun, gunde en az uc defa. biyolojik saat isler. adet sancilari, ki dollenmemis yasamlari petrol turevi tabutlara hapsederken tik taklar. ve tezatlar arasinda asili bir pandul gibi ayari bozuk bedenle bir sure sadece tik taklar dinlenir, zamanin gectigine tanik olarak.

    sonra tuhaf...

    oyle bir duygu ki, sanki koseyi donse karsına cikiverecekmis gibi, arada bir gozunun onune geli geliverir insanin. kapiyi acacak misal orada, tam karsisinda oluverecekmis gibi.

    ya da mutfakta cay mi demliyor acaba.
    iceri girse, onun yastikta dagilmis saclari, uyudugunu gorecekmis gibi bir duygu iste. ve soluklarini dinleyecek...ve yakalamak ve hapsetmek isteyecek o soluklari, birakip gitmesin diye ardinda.
    ve ruyasinda ne gordugunu dusunecek...

    sonra...

    sonra istemsiz akan gozyaslari, sadece aklina geldikce akmaya baslayacak. nitekim beyin mesru mudafaa hakkini ele alacak ve her daim ayni noktayi kasimaktan vazgececek bir sure sonra. sabahlari uyurken dudaklarin asagi kivrilmasindan gerilmis yuzuyle uyanmaktan, dislerini sikmaktan vazgececek, vazgectiginin farkinda bile olmadan.

    giderek siliklesecek oysa, tum goruntuler gibi yuzu de. "nasildi gulerken agzinin kivrilisi?"ndan "gozlerinin rengi????" ne gerileyecek. gozunun onune daha az geli geliverecek.
    "niye boyle kalles cikti yuzu?" diye dusunecek, niye uzaklastigini ondan bilemeyecek. hic onun degildi, hic olmadi da ondan mi?
    bellegi oyun oynayacak ona.

    sonra...
    sonra hayat durmayacak, iteleyecek... yavrusuna ucmayı ogretmek icin yuvadan iteleyen bir anne kus gibi.

    sonra kalbi.. yeniden carpacak.
    ilkinde korkunc bir vicdan azabiyla. belki ruyasina girecek. gecenin bir yarisi uyanacak ve dus perdelerini acip ardina, egilip yatagin altina bakacak...

    ama insan alisir.
    ama insan unutur...
    ama insan iyilesir...
    ama herseye alisan insan buna da alisacak. neyse ki insan unutan hayvan ve alisan...

    olan her sey buyuyecek, ama her sey gececek. hayat kalacak...
  • hele bi de güzelse sevgili böyle dillere destan...
    hele giydiği herşeyi taşıyorsa üzerinde...
    hele, serin bir istanbul öğleni, mezarın beşiğinde
    bir tek kefeni yakıştıramaz insan sevdiğine...

    kalbi unufak ediyor her hatırlayışta, her gözünüzün önüne gelişinde o beyaz perdenin...
  • dünyanın en komik, en eğlenceli arkadaşın başına geldiğinde ve onu karşınızda hala normal görünmeye çalışırken gördüğünüzde içinizin parçalandığı, ama siz uyurken o kalkıp banyoda ağladığı zaman onun gözyaşlarının tek tek, bıçak gibi kan damlalarına dönüşüp yüreğinize akmasıdır.. o haykırışlarını duyarsınız ve o size duyurmamaya çalıştıkça siz ölmek istersiniz onun sevgilisi yerine..

    ölen sevgilisini tanımamanıza aldırmazsınız.. hissettiklerinin belki de yüzde birini bile hissetmediğinizi bilmenize rağmen size bu kadar acı veriyorsa, geceleri uykunuzu kaçırıyorsa, ona neler yaptığını tahmin bile edemezsiniz.. o küçücük yüreğinin nasıl ezildiğini düşündükçe ve onun her sessiz çığlığını duymaya çalıştıkça yardımına koşmak istersiniz.. ama o bu acıya ortak etmek istemez sizi..

    ...acı...
    ...gerçek anlamıyla...

    yalnız bırakamazsınız dostunuzu.. ama teselli bile olamazsınız hiçbir şekilde..
    sabah kalktığınızda şunu söylersiniz:
    - senin yanında uyumayı özlemişim..
    - ben de "uyumayı" özlemişim..

    boğazınız düğümlenir, nefesiniz kesilir..
  • bir gece rüyamda başıma gelen akabinde kalkıp 5 sigara ard arda yakmama üstüne sek votka içmeme sebeb olan 'napcam lan ben şimdi' duygusunu insana bir tokat gibi çarpan kabusu bile ufak bir travma etkisi yaratan vahim olaydır herhalde...
    bu da yetmemiş gibi aklıma emre altuğun klibi ve erol günaydının o klipteki ruh hali oturdu ki 2gün zehir olmuştu sanırım.
  • ömür boyu yüreğinize takılan büyük yumru.
    ne yapsan geçer, ne yapsan hatırlamazsın, sırrı yok..
    o’nun olmadığını bilerek yaşamanın rengi ruhsarı yok…

    yapma derdim..bu kadar hızlı kullanma, "bir yanım böyle ölmek istiyor" derdin hep…

    o gece kavga ettik , meydandaki fırının önünde.. bas bas bağırdım sana. gençtim, hatta hala içim çocuk, “gözüm görmesin seni dedim”. o kadar emindim ki ertesi gün göreceğimden…doğumgünümdü, kıyamazdın..
    gençtim, o kadar fevriydim ki…pişman olmanın ne demek olmadığını bilmiyordum henüz.
    o kadar emindim ki…sinirle uzaklaştım yanından, son defa kokunu bile duymadan, sarılmadan…

    ertesi sabah şarkı söyleyerek uyandım barış.
    kapının önünde seni ya da çiçeğini göreceğim diye oyalandım, nazlandım.
    ölüm soğukmuş, ölüme nazlanılmıyormuş.
    neşeyle atladım merdivenleri, hep buluştuğumuz yere gidecektim ve sen orada bana sürpriz yapacaktın hesapta…yokuşu inerken biri geldi nefes nefese koşarak..“ duydun mu? ” “barış yoğun bakımda…” ben o anki bakışımı bir daha bakabilir miyim barış?
    nasıl arabaya bindim.. nasıl hastaneye geldim…

    eve gidince babana anlatmışsın beni. “görmek istemiyor beni” demişsin. göstermediler seni bana. son bir defa tutturmadılar ellerinden. diyemedim..bilemezdim..diyemedim…
    cenazeni, toprağını bile elleyemedim..bilemedim..böyle olacağını bilemedim…görmeyeceğimi bilemedim..

    hışımla çıkmışsın evden. motora atladığın gibi edremit e gitmişsin. dövme yaptırmışsın.
    sol göğsünün üzerine bir kalp. içine de adımı yazdırmışsın..bilemedim..bir hışımla dönmüşsün. tam da “barış yoğun bakımda” dedikleri yerde savrulmuş motor. paramparça olmuş. bilerek mi yaptın? bir yanın hep gitmek isterdi..hep gitmek. bilerek mi gittin..
    hastanede ailenden uzak bir köşeye çökmüşken duydum annenin feryadını. yanmaz mı, o yürek yanmaz mı?..benden bilmez mi, haksız mı..

    senden sonra doğumgünlerimi kutlayabilir miyim ben barış?
    sevinebilir miyim doğduğuma?
    affet beni..bilemedim..
    adımı karıştırıp tenine, gideceğini bilemedim…
    son bir defa “seviyorum” diyemedim…

    edit: 8 sene önce yasanmıştır ve tamamen gerçektir..keske olmasaydi ama gercek.
  • hep sıradan bir gün gibi onu görmeye gidip öpüp koklayacağınız birisini bulamamaktır. canınızdan ötedir seversiniz ve sevgi artık sevgiden öte bir boyuta geçer sanki o da sizin bir parçanız olmuştur. hani çocuk esirgeme kurumundaki çocuklar abi abla diye boynunuza atlarlar ve sizinle doyasıya oynarlar ya işte siz o sırada çok mutlu olursunuz ama hiçbir zaman çocuklardan ayrılacağınız aklınıza gelmez. doya doya yaşamaya, o anın tadını çıkarmaya bakarsınız. bu da sevgilinizle geçirdiğiniz sarılıp uyuduğunuz, gözlerine bakıp hayallere daldığınız, elini tutup çocuklar gibi mutlu oluğunuz dakikalara benzer.

    gözünüzden bir damla yaş düşer ama bilmezsiniz ki o şimdi nerede? beni görüp sesimi duyduğumu bilsem dersiniz çünkü iyi olduğunu bilmek en azından sizi hayata bağlayan şey olacaktır. anılarını kalbini gömersiniz fotoğraflara bakmak onun kokusunu hissettirmenin yerine geçemez. elinin sıcaklığı, sesinin tonu, üzüldüğü andaki gözlerinde oluşan buğu ve parıltı da aynı şekilde sizden mahrum bırakılmıştır.

    insan en çok söylediği güzel sözleri ve kendisine olan sevgisinden mahrum kalır. insana en çok koyan şey de işte budur.
  • aslında sevgili ölmez. sevdiğinin vücudunda yaşamaya devam eder. bir vücudu artık iki kişi paylaşır. iki kişi için görür göz, iki kişi için duyar kulak ve vücudun sahibi de bu yüzden yaşamaya devam eder;çünkü içindekine kıyamaz. yoksa çoktan gitmiştir yolun sonundaki açıklığa onu görmeye; ama bekler sabırla (başka çaresi mi var?) ta ki onunla gene iki vücuttan oluşan tek oluncaya kadar. o zamana kadar:

    "bir ufka vardık ki artık
    yalnız değiliz sevgilim.
    gerçi gece uzun,
    gece karanlık,
    ama bütün korkulardan uzak.
    bir sevdadır böylesine yaşamak,
    tek başına
    ölüme bir soluk kala,
    tek başına
    zindanda yatarken bile,
    asla yalnız kalmamak"

    duyuyorsun değil mi? kandırmıyorum değil mi kendimi?
  • sevgilinin ölmeden sevgili olması biraz da.

    babanız hasta olur hastaneye yatar. çok kötüdür durum ölümü beklenmektedir. siz de refakatçi sürekli orda kaldığınız için haliyle herkesle samimi olmuşsunuzdur… sonra bir kızla tanışılır; zeynep… kan kanseri. günler geçer baba gittikçe kötüleşir siz babadan arta kalan zamanda kızla ilgilenirsiniz. ona şiir falan getirirsiniz hayyam dan ki biraz gülümsesin hayata diye. kız iyileşmeye başlar, baba hala kötüdür. kız düzelir, hatta kartal daki balıkçıların önünde oturulur izin alınıp doktordan. sanırım kız kurtulmuştur kanserden. baba bilmem kaçıncı ameliyatla artık düzelemeyecek hale gelmiştir zaten. oturup ağlanılır. sizin hiç babanız öldü mü diye bakarsınız insanların gözüne… zeynep senin yanındadır, destek olur sana. sonra hayatla ilgili düşünceler değişir. yaşam öylesine basit midir ki ruhlarını sadece menfaatlere satsın insanlar, sadece mutlu olmak için bi şeyler yapmış olamaz mısın? evet olabilir düşünceler her zaman bu kadar sığ olmamalı, dokunabilmelisin bazen sevginin güzelliğine…

    sonra 22 ağustos 1998 günü, baba ölür… ama zeynep ortada yoktur. yalan mıdır herşey, diye düşünülür. sadece verilenin karşılığı ödenmiş ve artık ihtiyaç bitmiştir. bu daha da yıkar adamı. hastaneden çıkarken alt katta durulur zeynep e uğranılır ama yerinde yoktur… işte gitmiştir bir hoşçakal demeye bile gerek duymadan, diyememiştir. yüzü mü tutmamıştır? yoo… zeynep ölmüştür…
  • dünyaya dair hiçbir şeye bağlanılmaması gerektiğini ipe ipe öğreten bir olaydır.
    iki gün önce küçük kuzenimin başına gelmiştir. o genç adamın, diğer arkadaşlarının ölmesi, aileleri; bu küçük kızın nasıl iyileşeceğini bilemediğim kalp yarası...
    şimdilik hiçbir şey ifade etmesede, yine zaman ilaç olacaktır; çünkü oğanın en güzel hediyesisidir alışmak; iyiye de, kötüye de.
hesabın var mı? giriş yap