• büyük bir ustanın elinden çıkmış, sinema tarihinin en önemli filmlerinden biridir kanımca. 207 dakikalık süresine rağmen izleyicinin dikkatinin zerre dağılmasına izin vermeyen bir olay örgüsü ve senaryo kurgusu vardır. hayali olarak 3 eşit parçaya bölünmeye müsait bir filmdir. ilk parçada, köylüler kendileri için savaşacak samurayları ararken, ikinci parçada savaşa hazırlık, son parça da savaş ve zaferle özetlenebilir.
    film ayrıca kullanılan teknikler ile de sinema tarihinde ilklere imza atmış. ilk olarak, slow motion'ın kullanıldığı ilk filmdir. ayrıca star wars'tan hatırlayacağınız, sahneler arasındaki geçişlerinde kullanılan wipe tekniği de ilk bu filmde kullanıldı. bunların yanı sıra, akira kurosawa, 3 ayrı çeşit (kısa, orta ve uzun menzilli) kamera kullanarak multi-cam tekniğini de uygulamış bu filmde.
    oyuncular ve performansları tek kelimeyle büyüleyici. samurayların en yaşlısı ve deneyimlisi sıfatıyla lider konumunda oynayan takashi shimura yani kambei shimada, tabiri caizse karizma nasıl olunur onu göstermiş. ancak filmin başka bir karizması var ki, kyuzo rolündeki seiji miyaguchi. en cesur, en ağırbaşlı ve en yetenekli olan bu kişinin, tüfekle uzak mesafeden rahatça öldürülmesi de içinde ayrı bir anlam ve kara mizah taşıyor sanki. bu adamla, hatta oyuncuların tümüyle ilgili öğrendiğim en ilginç bilgi ise seiji miyaguchi'nin filmde kılıçla gösterdiği tüm maharete rağmen, filmden önce eline bir defa bile kılıç almamış olması.
    ancak filmin tüm güzelliklerine rağmen, japon insanların dikkat çeken, kendilerine has o abartılı hareketleri var. özellikle köylüler durmadan telaşla bir yerden bir yerlere koşturuyor. film boyunca sakince oturan bir köylü görmedim. eğlenceli ve mutlu anlarda tüm köy bir yere toplanıp bir yere yığılıyor ve hep beraber kahkahalarla gülüyorlar. bu komün ortamla ve grup havasıyla onların gerçekten köylü olduğunu bize dikte edilmeye çalışılıyor gibi.
    filmle ilgili bir diğer anektod ise, filmin sonunda hayatta kalan 3 samurayın (shichiroji, katsushiro ve kambei), gerçek hayatta ölen ilk üç samuray olması. film 1954 yapımı olduğu için doğal olarak hayatta kalan da olmamış tabi ve son samuray da (heihachi hayashida) 1999'da ölmüş.
    pek çoklarının, akira kurosawa'nın en iyi filmi dediği shichinin no samurai, kesinlikle izlenmesi ve zamanının imkanlarıyla değerlendirildiğinde kesinlikle saygı duyulması gereken bir filmdir diyorum ve entryme burada son veriyorum.
  • sırf "klasik" oldukları için 40-50 senelik filmleri izlemek zorunda hissederim kendimi.* izlerken de sıkılır, kaç dakika kaldı diye saate bakarım. bitirince ise "neyse bundan da kurtulduk" diye içimden geçiririm.

    arka planlarmı$ da, karakter geli$imiymi$ ben anlamam. o kadar eski filmde sıkılıp bunda sıkılmadı isem bu film güzeldir.*
  • --- spoiler ---

    köylülerin, şehire getirdikleri küpteki pirinçler çalındığında, yohei'nin yere dökülen pirinç kırıntılarını elleriyle tek tek topladığı bir sahne vardı.
    o ne acılı bir şeydir öyle.
    izlerken içim burkuldu

    --- spoiler ---
  • ikinci dünya savaşı'nın buhranlı yıllarının nihayete ermesiyle sanatçılar da acılarını yontmaya, daha müreffeh bir dünyada sanat eserlerini takdime başlamıştı. 50'li yıllar dünya sinemasının muhtemelen bir daha yaşayamayacağı parlaklıkta bir on yıldır. sayıyorum, dikkatle takibediniz: hitchcock, bergman, fellini, lean, lumet, wilder, zinnemann, kubrick, mankiewicz, kazan, wyler gibi yönetmenler başyapıtları sıralarken ozu, ford, hawks gibiler de daha olgun filmlerde idiler. bu dalga az sonra fransa'da yeni dalga olarak tezahür edecektir fakat taa ötelerde, japonya'da da küresel bir sinemaya doğru adım atılmış kurosawa namında bir yağız samuray evladı kameraya sarılmıştır. rashomon, ikiru derken hacı slow, slow motionlı epik bi film yapıp adına da "shichinin no samurai" demişti. bu film japon minimalizmine alışık izleyicinin tanık olmadığı bir genişlik vehmi sunuyor, amerikan tarzına yakın, ticari bir sinemaya da meylediyordu. yine de amerikan sinemasının western merkezli aksiyon sinemasından farklı bir psikolojik boyut taşıyor, kostümlü dekorlu filmlerle bir nevi senteze gidiyordu. fakat fark şuydu ki aynı vehm dekorsuz nesiz ortaya konmuş, aynı epik oluşturulmuş, japon sabır ve sebatının neticesi sinemaya aksetmiş idi.
  • yaklaşık 3 saat civarı süren bir filmdir, yanlış yunluş olmasın. velhasıl kelam süper bir filmdir. hikaye yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara gelişir, o sebepten kimi acelecilere sıkıcı gelebilir.
    filmde kurosawa her zamanki naif biçemiyle doğayı karakter ve durumların haline göre çok iyi kullanır. misal karakterlerin umutsuz olduğu sahnelerde veya kaotik sahnelerde şiddetli bir yağmur yağar. veya iki gencin "aşkı keşfettikleri" sahnelerde çiçekleri böcekleri rüzgarla savrulurken görürüz.
    doğanın insanevladının didişmesini umursamadan varoluşunu aynı tekdüzeliğiyle devam ettirmesini enfes bir şekilde vurgular kurosawa, ki bu tavrın "thin red line" filmini etkilediği açıktır.
    kurosawa her zaman biraz çocuksu ve naif imgelemlerle anlatır meramını, ama bu gayrıentelliği onun mükemmel bir yönetmen olduğu ve imgelerinin etkileyiciliğini değiştirmez.
  • yazılmış yazılmış da imdb linki verilmemiş denmesin.http://www.imdb.com/title/tt0047478/

    3,5 saat uzunluğunu görüp ikinci bi ran vakası olacağını düşündüğüm ama zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım film olmuştur. yojimbodan tanıdığımız karizmatik toshiro mifune filmdeki en eğlenceli karakter. 2 metrelik kılıcıyla ortalıkta dolanıp duruyor. japon çizgi filmlerindeki abartılı karakterler gibi aynı bi tek büyük damla ter eksik. insan acaba film mi japon kültürünü bu hareketlerle etkiledi diye düşünüyor. ikurudaki watanabe san ,o ağzını açmadan mırıl mırıl konuşan adam , filmde ayrı bir karizmatik oyunculuk sergiliyor.

    --- spoiler ---
    tüfek çıktı mertlik bozuldu dedirtiyor film, zira ölen 4 samurayi de tüfekle vuruluyor.

    --- spoiler ---
  • filmdeki köylülerin ezikliğini eleştirenlerin japon kültürünü yeterince araştırmadıklarından şüpheliyim. halkın çaresiz ve ezik olmasının nedenlerinin başında cahillikleri ve birbirlerini cesaretlendirememelerinden kaynaklanan korkaklıkları gelir. dağların arasında yaşayan bir halkın tabi ki en büyük korkusu olumsuz doğa şartları olacaktır. bir de daha karınlarını zar zor doyurabilen bir halkın cesaret bilinci kazanmasının önündeki en büyük engel sınıf ayrımcılığıdır. japon toplumu samuray, keşiş, ronin, köylü, hizmetçi gibi sınıflardan oluşur ki bunları sadece bu filmde görebildiklerimizdendir.

    bir diğer neden ise yerleşik hayatın getirdiği sosyo-psikolojidir. bütün bir sene boyunca hasatı bekleyip tüm umutlarını ona yükleyen bir halk ile avcılıkla beslenen halk arasında fark vardır. eğer bu halk neden ellerinde oraklarıyla savaşmadı diyecekseniz avcılık duygularının zamanla körelmesini sebep olarak gösterebiliriz. asırlardır aynı topraklarda yaşayan yüzölçümü türkiyenin yarısından da az olan, arazinin büyük kısmını dağlar ve yanardağlar oluşturan, bir ada ülkesinde yaşamanın getirdiği sıkıntılar insanlar üzerinde uzun vadede büyük kültürel değişiklikler oluşturur. doğa tarafından sarılmış bir kafes içinde hissedersiniz kendinizi. özgürce atınıza atlayıp koşturabileceğiniz alan en fazla bizim bir ilimiz kadardır. bu nedenle bizdeki orta asya ovalarındaki kadar özgürlük, avcılık ve savaşma duygusunu japon halklarında aramak pek adil olmayacaktır. bizde her türk asker doğar ama onlarda sadece samuraylar asker doğar. bir diğer konu ise dini hayatın sosyal hayata yansımasıdır. şintoizm'de yer, gök, su gibi tabiat tanrıları yer alır. köylünün tek amacı ise bu tanrılardan yiyecek dilenmektir. eğer tanrılar ile ilgilenilmezse* insanlar aç kalacaktır. bu felsefeye sahip köylüler de topraklarından ayrılmak istemez, risk alıp savaşmak istemezler.

    fiilme dönersek; filmde halkın çaresizliği harika şekilde işlenmiştir. kurosawa'nın diğer filmlerinde daha çok yer verdiği mistik hava bu filmde olmasa da; savaş, halk ve emeğin gücü derinden yansıtılmıştır. her bir pirinç tanesinin yeri geldiğinde bir insan hayatından daha fazla öneme sahip olması, bu uğurda verilecek savaşın kutsallığı. üç saat gibi bir sürede sindire sindire izleyiciye yedirilmiştir. samuraylığın sadece paralı askerlik olmadığını, özgürlük, adalet ve dürüstlükten de oluştuğunu göstermiştir. ve samuraylar ne yaparsa yapsın kazanan yine toprak olmuştur.

    çekim teknikleri konusunda ise tipik bir akira kurosawa filmi diyebiliriz. şairlerin mısralarına mahlas sokuşturması gibi kurosawa da filmlerine bu mahlası sahne şeklinde sokuşturmaktadır.
    atlı eşkiyaların saldırı sahnelerinde alçak çekim tekniği kullanması, eşkiyaların yüzlerini minimum süre çekmesi, yanlış alarm verildiğinde samurayların değirmeni bir bir konsantre şekilde terketmesi, bir eşkiyanın atının çifte ata ata köye daldığı sahne, samurayların toplandıktan sonra şehir merkezindeki mekanda otururken üçgen bir şekilde oturtulması ve üçgen çekimi, filmin sonundaki pirinç ekimi töreninde çekilen (bizdeki minyatür tablolarındaki gibi) sınıfların aynı karede farklı konumlandırılmasıyla oluşturulan bütünlük, genç samuray ile shino'nun ilk kez karşılaşıp ikisinin de kırda oturduğu sahneleri görünce br kurosawa filmini izlediğinizi hissedersiniz.

    özet geç dersen tarihin, çekilegelmiş en has filmlerinden biridir. ilk 10 diyemeceğim ama ilk 20'ye girecek filmdir. bir çok film için de ilham kaynağı olmuştur. zaten kaliteli uzakdoğu filmlerinin tadına vardıktan sonra batı filmleri millete teletubbies filmi gibi gelecektir.
  • ben bu filmi her seyin otesinde olum denen olayin oyle yetenek, karakter vs ayirt etmeden tik diye bir anda olan birsey oldugunu cok guzel anlattigi icin sevdim. oyle kollarini acip slow motion olen kahramanlar yok. hem de bunun teknik olarak ilk kullanildigi film olmasina ragmen, onemli karakterler gayet oyle kut diye gidiyor en beklenmedik anda. tiradlar, son sozler, dramatik efektler, arka fonda muzikler olmadan. hayattaki gibi. ve son sahne de efsane zaten.

    yalniz teknik olarak bir sozum daha var: misal bir rashomon nasil siyah beyaz'in renkliden daha guzel oturdugu bir filmse, bu da tersine renkli cekilse pek daha guzel olacagi belli bir film (ozellikle cicekli bocekli sahnelerde). zamanin imkanlarinin gozu korolsun ne diyim.
  • akira ustanin hollywood'a gusel bir western kazandiran filmi
    amerikalilar dayanamayip hemen yul brynnerli steve mcqueenli charles bronsonlu taklidi "the magnificent seven"i filmettiler...
  • gurupça izlenmemesi gereken bir filmdir. 3 küsür saat'e dayanamıyan insanlar güzelim filmin içine edebilme potansiyeline sahipler.
hesabın var mı? giriş yap