60 entry daha
  • [bu entryyi yazmakla yazmamak arasında çok gidip geldim çünkü dağ gibi makale ve paper beni bekliyor ama hey adamım, lanet olsun ha? i despise you and i have prepared words for you..]

    insanlık tarihi kadar eski bir anlayışın (kabilecilik ve yağma kültürü) 19. yy versiyonudur. herşeyden önce bir ahlak (ya da ahlaksızlık) formülasyonudur ancak bu düzlemde ele alınmak yerine ekonomik verimsizliğe yol açması yönünden eleştirilmektedir. halbuki ekonomik olarak verimsiz olması sosyalizmin kusurlarından belki de en küçüğüdür, sosyalizm zenginliğe zenginlik katan bir sistem olsaydı bile gayri ahlaki olduğu, hırsızlığı meşru kıldığı, yağmacılığı övdüğü gerçeği değişmeyecekti. öte yandan kapitalizm ise ekonomik verimlilik ve zenginlik bakımından üstü kapalı laflarla övülmekte, ancak herşeyden önce ahlaken tutarlı, adil ve özgürlükçü olduğu gerçeği dile getirilmemektedir. kapitalizmin savunucuları arasında bile sosyalizmin ahlaken daha doğru olduğu hususunda inanılması güç bir konsensus vardır.

    şimdi sosyalizme giydirmeden önce kapitalizmin ne olduğuna kısaca değinmek lazım, çünkü kapitalizmin ne olduğunu bilmeden üretilebilecek saçma karşı argümanları okumaya ne mecalim ne niyetim var. kapitalizm bir ekonomik model olmaktan önce, bir ahlak sistemidir, ve diğer ahlak sistemlerinin aksine bireyi merkeze alan tek sistemdir. kapitalist toplumda ilişkiler gönüllülük esasına ve sözleşmeye dayanır. devletin tek görevi bu ilişkilerin gönüllülük esasıyla devamını temin etmektir. devlet bu görevden türeyen üç fonksiyonun yerine getirilmesi için vardır. kişiler arasındaki gönüllülük ilkesine halel getirecek güçleri etkisiz hale getirecek hukuk sistemini ve kolluk kuvvetlerini kurmak ve devam ettirmek. (bu gücü kullanan taraf devletin kendi vatandaşı olabileceği gibi yabancı bir devlet de olabilir.) yani kapitalist devletin üç azası vardır: polis, asker ve mahkemeler.

    kapitalist devlet dini bakımdan laik olduğu gibi ekonomik olarak da laiktir. devlet yönetiminde ekonomik güdülerle hareket edilmez, devletin mülkiyet üzerinde hakkı veya tekeli yoktur, devlet hiç bir ekonomik kaynağın işletilmesi, satılması, tahsis edilmesi gibi işlerle uğraşmaz. devletin kültür, turizm, eğitim, din, sosyal, sağlık, ekonomi politikası yoktur; bunlar vatandaşların kendi aralarındaki sözleşmeler ile yönetilmeye bırakılmıştır. devlet yalnızca bu sözleşmelerin yerine getirildiğini temin edecek önlemleri almakla mükelleftir.

    dolayısıyla böyle bir toplumda rüşvet, adam kayırma, hemşericilik, peşkeş vesaire gibi ahlaki hastalıkların barınması mümkün değildir. devletten rüşvet ile elde edilecek bir fayda yoktur, devlet hiç bir kaynağa sahip olmadığı için hiç bir şeyi peşkeş çekemez, devlet bürokrasisi bir rant kapısı olmaktan çıkar, alelade bir hizmet sektörü pozisyonu haline gelir. devlet teşvik dağıtamaz, asgari ücret belirleyemez, şu veya bu firmayı kayıramaz, vesaire.

    dolayısıyla, devletçi toplumun hastalıkları olan çeteleşme, yolsuzluk, peşkeş, rüşvet, haraç v.s. kapitalizm eleştirisi değildir, emperyalist amerika, sömürgeci batı gibi argümanlar da kapitalizm eleştirisi değildir, emperyalizm ve sömürgecilik eleştirisidir. ideal kapitalist devletin, birincisi emperyalizm ve sömürgecilik yapacak mali gücü yoktur, ikincisi de bunlardan elde edeceği bir fayda yoktur. emperyalizm, sömürgecilik, milliyetçilik ve ırkçılık ahlaki düzlemde (ya da ahlaki çukurda) sosyalizm ile yanyana, koyun koyunadır. bunların hepsi de kolektivizmin ve kabileciliğin farklı tezahürleridir. hepsi de hırsızlığı meşru görür, hepsi de bireyi birey olarak değil bir grubun üyesi olarak tanımlar, ve bu gruba aidiyet ile haklarını çiğneyeceğine veya teslim edeceğine karar verir. sosyalizm, bireyleri üretim araçlarının sahipleri ve diğerleri olarak ayırır, ve ilki aleyhine ikincisi lehine hırsızlığı meşru görür. emperyalizm, milliyetçilik ve ırkçılık ise bireyleri etnisite, din, dil, vatandaşlık bağlamında gruplar; bireyleri bu gruplara aidiyetleri ile etiketlendirir ve böyle tanır. bunlardan daha aptal olanlar karşı grubun haklarını vahşice çiğnerken biraz kafası çalışanlar bunu yalnızca kendi grubunu kayırarak yürütür.

    sosyalizm ahlaki olmamasının yanında tutarlı da değildir, varlığını kendi içindeki paradokslara borçludur, ve bu sayede asla yenilmez, ele avuca gelmez. vıcık vıcık bir jöle gibi sürekli şekil değiştirir, iyi niyet kisvesi altında dünyayı bir virüs gibi sarar, üretenlerin sırtından bir asalak gibi geçinir. sosyalizm nihai hedef olarak sırtına yapıştığı donörü ortadan kaldıracağını söyler, ancak kendi çelişkilerinin farkında olduğu için bunu asla tam olarak gerçekleştirmeye de kalkmaz, zira kendi varlığını o donörün hayatta kalmasına ve semirmesine borçludur. sosyalizm son kertede o donörü hayatta kalmasına izin verecek kadar sömürme sanatıdır. bu dengeyi tutturamadığı zaman donörle birlikte kendini de yok etmiştir, ama çoğunlukla dengeyi kurmayı başarmıştır. bknz: avrupa, abd, çin, brezilya, yeni yeni türkiye..

    sosyalizm ahlaksız ve tutarsız olmasının yanında evrensel de değildir, sürekli kendi inşa ettiği tanımları yıkmakla ve çağa ayak uydurmakla meşguldür. insanın ilerlemesinin ve zenginliğin kaynağını anlayamamıştır, serbest düşüncenin kıymetini kavrayamamıştır, öngördüğü ekonomik ve sosyal model statiktir, mülkiyet felsefesi çelişkilerle doludur, rasyonel değil romantiktir.

    sosyalizm zenginliğin kaynağını kolgücü ve toprak olarak tanımlamıştır, ancak inovasyon, yenilik ve teknolojinin önemini ıskalamıştır. zira kişi başına düşen kolgücü ve toprak insan varolduğundan beri sabittir (toprak azalmaktadır bile denebilir, ancak yeni kullanıma açılan arazilerin bunu kompanse ettiğini varsayalım) ancak insanın ortalama refahı inanılmaz ölçüde artmıştır. zenginliğin kaynağı yalnızca kolgücü ve toprak olsaydı insanlığın ortalama refahının hiç değişmemesi gerekirdi. inovasyon, yenilik ve teknolojinin kaynağı ise insanın temel güdüsü olan bencillik ve tembelliktir, insan daima daha az zamanda daha fazla iş yapmayı hayal etmiş, daha fazla refaha erişmeyi istemiş, ve bunu gerçekleştirecek fikirleri üretmekten geri kalmamıştır. ancak bir şartla: ürettiği fikirlerin ve çabasının faydalarını, artı değerlerini özgürce biriktirebildiği ölçüde. işte mülkiyet budur, özgürlüğün garantisi budur, ilerlemenin ve refahın teminatı budur. emeğinin ve çabalarının karşılığını biriktiremeyeceği, bunun elinden alınabileceği riski altındaki birey üretmek ve emek harcamak motivasyonunu kaybeder. tarihteki bütün totaliter ve yağmacı rejimlerde bu böyle olmuştur.

    zenginliğin kaynağını veri olarak kabul eden sosyalizm, bu yüzden mülkiyetin önemini kavrayamamış ve mülkiyetin çiğnenebileceği ilkesini kabul edebilmiş, hırsızlığı meşru görebilmiştir. hırsızlık hangi ulvi amaç altında olursa olsun bir kere meşru görüldükten sonra o toplumun hızla bir yağmacılar toplumu olmamasının tek sigortası insanların iyi niyetleridir. o toplum toplumun bekasını düşündüğünü iddia eden bir diktatörün, oy avcılığı yapmak için popülist vaatler savuran politikacıların, yağmalanmış mülkiyeti paylaşmak ve bir dahaki yağmada ön sırada yer alabilmek için akbabalar gibi üşüşen çıkar gruplarının ve işadamlarının insafına kalmıştır. bu toplumda dürüstlük değil ahlaksızlık ve açgözlülük prim yapar, serbest düşünce barınamaz. özgürlüğün çiğnenebileceği bir kere meşru görüldükten sonra, sıra yavaş yavaş diğer özgürlüklere gelir. zira kolektivizm, ortak fayda, ortak amaç, kamu yararı, milli menfaatler gibi kavramlar toplumun üzerinde yükseldiği ahlaki payandaları birer birer yıkmaya başlamıştır. mülkiyet özgürlüğü bunlara feda edilebilirse, seyahat, düşünce, siyaset, toplantı özgürlükleri neden feda edilmesindir? artık bu bir prensip sorunu değil ölçek sorunudur.

    son söz: yetenekli ve özgür düşünceli insanların göç yollarını geriye doğru takip edin, sosyalizmin haritasını da çıkartmış olacaksınız.
2774 entry daha
hesabın var mı? giriş yap