3045 entry daha
  • tv dizisi. cuma akşam şimdi, çalışmam lazım ama canım istemiyor. ben de vakit öldürmek için sizlere lost’un 4x02 numaralı, confirmed dead isimli bölümünü anlatayım dedim. lütfen spoiler filan diye küfretmeyin, istemeyen okumaz, bir hafta bekler, izler bölümü. kafanıza silah dayayan yok burda illa ki okuyun diye.

    --- çok ciddi spoiler ---
    denizin dibinde dalgıçlar var, kafalarındaki kameralardan izliyoruz ne olduğunu. okyanus yüzeyinde bavullar görüyoruz, sonrada uçağın kendisini – oceanic 815. akabinde daniel’i (4x01’in sonunda adaya inen paraşütçü) tv’de haberleri izlerken görüyoruz; bali açıklarında hint okyanusu’nun dibinde arama çalışmaları yapılıyor. daniel titreyerek ağlıyor. karısı neden ağladığını soruyor ve daniel bilmediğini söylüyor.

    bir sonraki sahne daniel’in helikopterdeki son anları. hayvan gibi yağmur yağıyor ve helikopter sallanıyor, adeta bir panik havası. helikopterdeki herkesin atlaması gerekiyor ve myles, daniel’e “önce sen” deyip aşağı itiyor. sert bir düşüş sonrası ayağa kalkıyor daniel ve kendisine koşan jack ve kate’i görünce beline bir silah gizliyor. tanışma faslı.

    daniel, jack ve kate ormanda yürüyorlar, daniel çok garip davranışlar sergiliyor. yalan söylediği gergin ve tedirgin bir şekilde konuşmasından belli; yalan söylemeyi pek beceremiyor. jack ve kate toplam kaç kişi olduklarını soruyor, daniel “dört kişiyiz ben dahil, bir telefonum olsaydı onları bulabilirdim” diyor. kate: “bizim telefonumuz var.”

    daniel, george minkowski’yi arıyor (üçüncü sezon finalinde ve 4x01’de jack’le telefonda konuşan adam). george neler olduğunu soruyor, daniel tam olarak bilmediğini ama bir elektrik fırtınası sonucu helikopterdeki telsizin işlev dışı kaldığını söylüyor. bir de şu an bazı kazazedelerle konuştuğunu. george’un telefonun hoparlörü açık mı diye sormasından dolayı daniel, jack ve kate’ten izin istiyor. kate, jack’e endişelenmemesini çünkü naomi’nin izlerini sakladığını söylüyor ama jack bundan emin değil. zira daniel’in belindeki tabancayı fark etmiş. daniel geri gelip geminin herkesle irtibatı yitirdiğini ama helikopterdeki herkesin elinde transponder denen bir alet olduğunu ve bu aletler sayesinde geminin kendilerinin nerede olduğunu bulabileceğini anlatıyor.

    bir sonraki sahnede locke’u görüyoruz, yağan yağmura bakıyor. hurley bunun muson yağmuru olduğunu söylüyor ve locke’a ne yaptığını soruyor. locke yağmurun geçeceğini söylüyor ve hakikaten de bıçak gibi kesiliyor yağmur. locke grubu doğuya götürüyor, sawyer ise others’ın kampı güneyde olduğundan sebebini sorguluyor. locke’un açıklaması, bir kabine girebilmek için kampın etrafından dolaşmaları gerektiği. hurley ters yöne gittiklerinde ısrar edince locke şüpheci bir şekilde “ne dedin hugo” diye çıkışıyor. locke’un ve ben’in suratlarındaki pis ifadeyi görüyoruz. hurley bu tepki üzerine “uçak kabini ters tarafta da ondan şey ettiydim” deyip pısıyor. sawyer emirleri kimden aldıklarını sorunca locke “emirleri walt’tan alıyoruz” diyor (uuu).

    sayid’i okyanusa bakarken görüyoruz, juliet yanına yaklaşıyor. sayid, ben’in neden adaya gelenlerin kendilerini öldüreceğini söylediğini soruyor. juliet, ben’in yalancı olduğunu söylüyor, sonra biraz duraksayıp “ya da gerçekten bizi öldürmeye geliyorlar” diyor ve kaç tane silahları olduğunu soruyor.

    daniel, jack ve kate’e geri dönüyoruz. yerde büyükçe bir metal kutu buluyorlar. kate, kutunun helikopterden olup olmadığını soruyor. daniel yine kekeleyerekten “evet, ağırlık azalsın diye attıydık” diye bir şeyler geveliyor. kutuda gaz maskesi bulan jack “peki bu ne yiğenim” diye soruyor daniel’e. daniel “ağbi ben nereden bileyim, paketleri ben hazırlamıyorum ki” diyor. jack, silahı soruyor; daniel ise önlem amaçlı olduğunu söylüyor. jack, neye karşı önlem olduğunu sorunca daniel “bizim birincil amacımız sizleri kurtarmak değil” diyor. bunun üzerine jack “e o zaman ne amacınız” diye soruyor. tabi bu sahne burada bitiyor, zaten bitmese bir acaip olurdu.

    sırada locke, sawyer ve hurley üçlüsü var. sawyer, locke’a “daha uzun boylu bir walt gördüm diyerek neyi kast ediyorsun” diyor. locke, walt’un kendisine yapacak işleri olduğunu ve naomi’nin diğer insanları adaya getirmesini engellemesi gerektiğini söylediğini anlatıyor. sawyer, “neden sebebini sormadın” diyor. locke “sormadım, çünkü benjamin beni vurdu, walt geldi çukurdan çıkardı” diyor. sawyer ikna olsun diye üstündekini sıyırıp yara izini gösteriyor. meğer tek böbrekli olduğu için sıyırmış locke, yoksa fenaymış hali, kurşun oradaki boşluktan geçip gitmiş.

    gerisin geri daniel, jack ve kate’e. helikopterdeki myles’ı arıyorlar. yerde birini görüyorlar. jack yanaşıyor yerdeki adama ama herifçioğlu kalkıp silah çekiyor jack’e. daniel “yapma etme, yardım etmeye geldi onlar” diyor. o esnada kate, daniel’in silahı kapmaya çalışıyor ama myles engelliyor. naomi’nin nerede olduğunu soruyor: “hani öldürdüğünüz kadın”.

    flashback: myles. arabayla gidiyor radyo dinleyerekten. radyodaki ses, durumun olabilecek en kötü senaryo olduğunu, kurtarma çalışmalarının denizin dibinde işe yaramayacağını ve çekilen resimlerden 324 kişinin hepsinin öldüğünün anlaşıldığını söylüyor. arabadan çantayı kapıp bir evin kapısına gidiyor myles. kapıyı adı ms. gardner olan ve myles’ın daha önce telefonda konuştuğunu anladığımız siyahi bir kadın açıyor, myles içeri girerken duvarda yine siyahi bir çocuğun resmini görüyoruz. myles hangi oda olduğunu sorunca kadın üst katı gösteriyor. myles “ne olursa olsun, nasıl bir ses duyarsan duy, sakın yukarı gelme” diyor kadına. ücretini de ikiye katlamış şerefsiz, neymiş, kadının torununun öldürüldüğünü polisten öğrenmişmiş.

    odaya giren myles çantasından epey garip bir alet çıkarıyor, fişe takıp çalıştırıyor. odaya bakıyor ve artık ben diyeyim hayalet, siz deyin gulyabani, ecinni gibi bir şeyle konuşmaya başlıyor. ama biz hayaleti duyamıyoruz, sadece myles konuşuyor. “güzelim, bak senin bu yolun yol değil, burada kalarak ninene de zulmediyorsun. şimdi aşağı inip artık senin gittiğini söyleyeceğim zavallı kadına ama önce –onun- nerede olduğunu göstermen gerekiyor” diyor. sonra bir ses duyuyoruz, myles gizli bir bölme açıyor odadaki çekmecelerden birinde, içinden balya balya para ve horoyin çıkıyor. parayı alıyor, aleti kapatıyor ve hayalete artık gidebileceğini söylüyor. aşağı kata iniyor, kadına olayın işe yaradığını ve torunun artık huzurlu olduğunu söylüyor.

    adaya dönüş: myles, naomi’nin telefonda kendi isteği dışında alıkonduğunu gösteren bir kod kullandığını söylüyor. ayrıca naomi’nin kız kardeşi filan da yokmuş, külliyen yalanmış. jack kendilerinin yapmadığını söylüyor, kate de “allahıma locke öldürdü naomi’yi, sana ne yalan borcum var” diyor. myles “beni naomi’nin cesedinin yanına götürün” diyor, kate götürseler de nasıl öldüğünü anlayamayacağını söylüyor. myles “anlarım ben” diye bağırıyor, biraz asabi bir insan kendisi.

    lockegillere geri dönüş. ben, alex’e söylemesi gereken bir şey olduğunu söylüyor. carl, “mr. linus, bir sus, bak allah’ın adını verdim, bir sus artık” diyor. ben, “madem kızımı zkiyon, bari bana ben de” diyor. carl ajite olup silah çekiyor kayınbabasına, sawyer “hele bi soluklan yiğenim” diyerek yürüyüp sakinleşmesini söylüyor carl’a. ben, sawyer’a neden kate’i geride bıraktığını soruyor, kate sawyer gibi bir zibidi yerine doktoru seçeceğinden hiçbir şansı olmadığını söylüyor. sawyer girişiyor ben’e, “öldürürüm seni” filan diyor ama locke araya girip ben’i öldürmemesini, zira ben’de kendilerine gerekli bilgiler olabileceğini söylüyor. sawyer bunun üzerine “peki babo, ama nah şuraya yazıyorum, bu herif bir bakmışsın hepimizi parmağında oynatacak, baksana nasıl hınzır gibi sinsi gibi gülüyor” diyor.

    bir sonraki sahnede myles, naomi’nin cesediyle konuşuyor. kate ve jack, myles’a “deli bu herhal” dercesine bakıyorlar. kate, daniel’e silahını bırakmasını söylüyor. o esnada myles geri geliyor, “durum hakikaten dediğiniz gibiymiş, naomi sizin dediğiniz gibi ölmüş” diyor. helikopterdeki üçüncü kişiden bir sinyal geliyor ve myles gidip onu bulmaları gerektiğini söylüyor. jack önce silahını bırakmasını istiyor. myles “niye bırakacakmışım lan” diye dikleniyor. jack ormanda arkadaşları olduğunu ve kafasına doğrultulmuş silahlar olduğunu söylüyor. myles’ın “keriz miyim lan ben” demesine kalmadan silah sesleri duyuluyor ve sayid ile juliet ellerinde silahlarla ortamda bitiveriyorlar.

    tunus (bildiğin tunus): kısa saçlı sarışın bir kadın gazetede flight 815’e ulaşıldığını anlatan bir yazı görüyor ve inanamıyor. arkadaşı “inanmak için kaç dilde okuman lazım” diyor, kadın da “toplam kaç dil var ki” diyor. beraber bir kazı alanına gidiyorlar, kazı alanında bir kutup ayısının kalıntıları var. biraz daha kazınca üzerinde dharma işareti olan bir tasma buluyorlar. kadın gülümsüyor.

    bir sonraki sahnede aynı kadını adada bir ağaca takılmış tepetaklak dururken görüyoruz. kadın paraşütünün ipini kesiyor ve suya düşüyor. locke ve ekibi kadını buluyor.

    sayid’i daniel ve myles ile beraber yürürken görüyoruz. neden kendilerini kurtarmak için gelmediklerini ve uçaktakilerin öldüklerini düşünüyorlarsa neden kendilerini görünce şaşırmadıklarını soruyor. daniel ve myles abartılı bir şekilde şaşırmış gibi yapıyorlar.

    locke ve tayfası buldukları kadınla muhabbet ediyorlar ormanda bir yere oturmuş. kadın soru sorup duruyor. kaç kişisiniz diyor, hurley cevap verirken tam uçağın kuyruk kısmından bahsedecekken locke lafını kesiyor hurley’in. claire’e bu senin bebeğin mi, adada mı doğurdun diye soruyor. claire olumlu cevap verince kadın “bu inanılmaz bir şey” diyor. daha soracak milyon tane sorusu var kadının ama “neyse, gemi gelene kadar bekleyeyim” diyor. locke, kadına kaç kişi olduklarını soruyor helikopterde. kadın “ben dahil dört kişiydik” diyor. helikopterin nerede olduğu sorusunun cevabı olarak “bilmiyorum, ben atladığımda hala havadaydı, yere inmeye çalışıyordu” diyor. locke bir şeylerden huylanıp gitmeleri gerektiğini söylüyor. kadın “ama gitmeyelim, transponder’dan bizi bulacaklar” deyince locke “güzelim, bulunmak isteyen kim” diyor. kadının adı charlotte bu arada.

    bir sonraki sahnede jack’lerleyiz. charlotte’tan gelen sinyal güçleniyor, yaklaşıyor. hareket eden bir şey görüyorlar ama vincent bu (walt’ın köpeği), boynuna charlotte’un transponder’ı bağlı. jack: “locke bulmuş onu”.

    flashback: frank (bu da helikoptedekilerden biri). tv’de kaza haberlerini izliyor, haberde pilotun cesedinin bir fotoğrafı var, denizin dibinde çekilmiş. frank bunu görünce şoka giriyor ve haberde verilen telefonu arıyor. uçakta ölen pilotun aslında o olmadığını söylüyor. telefondaki adam emin olduklarını söylüyor. frank ise “değil çünkü o uçağın pilotu bendim, ölen kişi benim yerime geçen pilot” diyor.

    adaya geri dönüş: frank, yaralanmış, yerde, telefonu çalışmıyor, bir işaret fişeği patlatıyor. locke’un tayfası fişeği görüyor. charlotte heyecanlanıp fişeğe doğru gitmeleri gerektiğini, çünkü fişeği helikopterden birinin patlattığını söylüyor. locke olmaz diyor, claire ve sawyer karşı çıkıyor. locke “onlar bizim için gelmedi bu adaya” diyor. charlotte izne ihtiyacı olmadığını söyleyip tam gidecekken ben (artık nereden bulduysa) bir silah çıkarıp charlotte’u vuruyor. ancak charlotte ölmüyor zira kurşun geçirmez yeleği var.

    o esnada jack’ler frank’i bulmuş. frank helikopterin nerede olduğunu söylüyor. jack'in tayfa gidip helikopteri buluyorlar. helikopterin kuyrugu koyu mavi, n842 yaziyor. sayid'in dedigine gore helikopter hala calisir vaziyette.

    flashback: naomi, dördüncü sezonun ilk bölümünde hurley’i akıl hastanesinde ziyaret eden garip görünümlü siyahi adamla konuşuyor. takımdaki insanların yanlış kişiler olduğunu, hiçbir askeri eğitimleri olmadığını, bu işi başaramayacaklarını söylüyor. daniel’i deli, myles’ı hayalet avcısı, frank’i sarhoş olarak tanımlıyor. siyahi adam, naomi’yi onları koruması için seçmiş. naomi, adada kazadan kurtulmuş birileriyle karşılaşırlarsa ne yapacaklarını soruyor. adam, adada öyle biri olmadığını söylüyor. naomi üsteleyince adam naomi’ye konuyu çok uzatmamasını, dört kişinin de adada özel bir amacı olduğunu, naomi’ye düşenin onları güvenli bir şekilde adaya götürüp getirmek olduğunu söylüyor. naomi bunu başarabileceği konusunda güvence veriyor adama.

    jack’lerin tayfaya dönüyoruz. frank, juliet’in uçakta olmadığını öğreniyor ve bir gerginlik çıkıyor. bu esnada myles, esas amaçlarının ben’i bulmak olduğunu ağzından kaçırıyor. ben’in nerede olduğunu soruyor.

    locke’un grubu. ben’i öldürecekler ama adamın bildikleri yüzünden öldüremiyorlar da. locke, ben’e canavar/siyah duman hakkında sorular soruyor, ben bilmediğini söylüyor. akabinde charlotte’un ful ismini, doğumgününü, nerede okuduğunu, kimler tarafından yetiştirildiğini anlatıyor. bu insanların büyük bir tehlike arz ettiğini ve istedikleri şeyin kendisi olduğunu söylüyor. locke bunları nereden bildiğini sorunca da gemide bir casusu olduğunu söylüyor.
    --- çok ciddi spoiler ---

    o degil de avril lavigne ne guzel olmus lan, simdi fark ettim.

    edit: myles dedigim karakter 30 yas civarinda kisa sacli uzakdogulu bir adam. frank ise sacina sakalina beyazlar dusmus, hirpani gorunumlu biri. beyaz gomlegine ve altindaki tisortune hafif kan bulasmis. charlotte'un tam adi ise charlotte staples lewis, narnia serilerinin yazari olan c.s. lewis'i* animsatiyor.
11548 entry daha
hesabın var mı? giriş yap