• bana hayal kırıklıklarının en buyugunu bu aksam yasatan dizi...

    hakkındaki entrylere ve spoilerlara goz ucuyla bakmayan ben 84 dakika yerine 45 dakikayla karsılasınca once saka yapıldıgını sandı ama gercek malesef acıydı..
  • 3 sezon birden dvd'den izledikten sonra bir kerede tek bölümle yetinmek zorunda kalınca değişik hislere gark ettiren dizi.

    --- spoiler ---

    jacob'un koltuğunda oturan kişinin yüzünden ziyade ayaklarına bakılırsa kim olduğu anlaşılabilir. mobisode 13'ün başında da görüldüğü üzere jack'in babasının ayağındaki beyaz spor ayakkabılar ile jacob'un koltuğunda oturan kişinin ayakabıları aynı. bence o kişi christian sheppard.
    başka bir ayrıntı da hurley'nin sorgu sahnesinde. ana lucia'nın partneri olan polis, hurley'e ana lucia'yı tanıyıp tanımadığını sorarken uçağa binmeden önce veya uçakta tanışıp tanışmadığını soruyor. bu da oceanic sixin adadan değil, uçaktan kurtulanlar olduğunun halka ilan edildiğinin bir göstergesi. yani bu 6 kişi dışındakiler uçak düşünce öldü olarak biliniyor.
    bir de artık lütfen başka biri daha "haa oceanic six, demek ki 6 kişi kurtuldu uçaktan, 3 kişiyi biliyoruz peki diğer 3 kişi kim?" yazmasın. herhalde bir 10 kişi falan yazdı bunu.

    --- spoiler ---
  • dorduncu sezon ilk bolum icin senaryo sicti ya da neler oluyor hatasi:

    --- spoiler ---

    locke, hurley'i buldugu zaman hem charlie'nin boguldugunu hem de elinde "not penny's boat" yazdigini biliyor. hurley de hic sasirmiyor.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    klubede oturan büyük ihtimalle jack'ın babası. adada bugüne kadar takım elbiseli başka biri görüldüğünü ben de dahil olmak üzere çevremdeki kimse hatırlamıyor

    --- spoiler ---

    ayrıca sol framede (121) e ulaşmıştır.
  • 4. sezon açılışından önce yayınlanmış olan 4x00 adıyla nette dolaşan 40 dakikalık özet bölümünün altyazısı olmayan dizi.*

    edit: ey yazar dostlarım entrymden de anlaşılacağı üzere bende bu özet bölümün alt yazısı bulunmamaktadır yani bana msj atmayın bana da yollasana diye, ztn bulursam editlerim bu entrymi gelişmeleri takip ediniz ve repleri unutmayınız*

    edit: sonunda çıktı altyazı tai'ye teşekürler ahanda burda;

    (bkz: http://www.divxplanet.com/…ndir.php?id=rfa4mzq2mg==)
  • tv dizisi. cuma akşam şimdi, çalışmam lazım ama canım istemiyor. ben de vakit öldürmek için sizlere lost’un 4x02 numaralı, confirmed dead isimli bölümünü anlatayım dedim. lütfen spoiler filan diye küfretmeyin, istemeyen okumaz, bir hafta bekler, izler bölümü. kafanıza silah dayayan yok burda illa ki okuyun diye.

    --- çok ciddi spoiler ---
    denizin dibinde dalgıçlar var, kafalarındaki kameralardan izliyoruz ne olduğunu. okyanus yüzeyinde bavullar görüyoruz, sonrada uçağın kendisini – oceanic 815. akabinde daniel’i (4x01’in sonunda adaya inen paraşütçü) tv’de haberleri izlerken görüyoruz; bali açıklarında hint okyanusu’nun dibinde arama çalışmaları yapılıyor. daniel titreyerek ağlıyor. karısı neden ağladığını soruyor ve daniel bilmediğini söylüyor.

    bir sonraki sahne daniel’in helikopterdeki son anları. hayvan gibi yağmur yağıyor ve helikopter sallanıyor, adeta bir panik havası. helikopterdeki herkesin atlaması gerekiyor ve myles, daniel’e “önce sen” deyip aşağı itiyor. sert bir düşüş sonrası ayağa kalkıyor daniel ve kendisine koşan jack ve kate’i görünce beline bir silah gizliyor. tanışma faslı.

    daniel, jack ve kate ormanda yürüyorlar, daniel çok garip davranışlar sergiliyor. yalan söylediği gergin ve tedirgin bir şekilde konuşmasından belli; yalan söylemeyi pek beceremiyor. jack ve kate toplam kaç kişi olduklarını soruyor, daniel “dört kişiyiz ben dahil, bir telefonum olsaydı onları bulabilirdim” diyor. kate: “bizim telefonumuz var.”

    daniel, george minkowski’yi arıyor (üçüncü sezon finalinde ve 4x01’de jack’le telefonda konuşan adam). george neler olduğunu soruyor, daniel tam olarak bilmediğini ama bir elektrik fırtınası sonucu helikopterdeki telsizin işlev dışı kaldığını söylüyor. bir de şu an bazı kazazedelerle konuştuğunu. george’un telefonun hoparlörü açık mı diye sormasından dolayı daniel, jack ve kate’ten izin istiyor. kate, jack’e endişelenmemesini çünkü naomi’nin izlerini sakladığını söylüyor ama jack bundan emin değil. zira daniel’in belindeki tabancayı fark etmiş. daniel geri gelip geminin herkesle irtibatı yitirdiğini ama helikopterdeki herkesin elinde transponder denen bir alet olduğunu ve bu aletler sayesinde geminin kendilerinin nerede olduğunu bulabileceğini anlatıyor.

    bir sonraki sahnede locke’u görüyoruz, yağan yağmura bakıyor. hurley bunun muson yağmuru olduğunu söylüyor ve locke’a ne yaptığını soruyor. locke yağmurun geçeceğini söylüyor ve hakikaten de bıçak gibi kesiliyor yağmur. locke grubu doğuya götürüyor, sawyer ise others’ın kampı güneyde olduğundan sebebini sorguluyor. locke’un açıklaması, bir kabine girebilmek için kampın etrafından dolaşmaları gerektiği. hurley ters yöne gittiklerinde ısrar edince locke şüpheci bir şekilde “ne dedin hugo” diye çıkışıyor. locke’un ve ben’in suratlarındaki pis ifadeyi görüyoruz. hurley bu tepki üzerine “uçak kabini ters tarafta da ondan şey ettiydim” deyip pısıyor. sawyer emirleri kimden aldıklarını sorunca locke “emirleri walt’tan alıyoruz” diyor (uuu).

    sayid’i okyanusa bakarken görüyoruz, juliet yanına yaklaşıyor. sayid, ben’in neden adaya gelenlerin kendilerini öldüreceğini söylediğini soruyor. juliet, ben’in yalancı olduğunu söylüyor, sonra biraz duraksayıp “ya da gerçekten bizi öldürmeye geliyorlar” diyor ve kaç tane silahları olduğunu soruyor.

    daniel, jack ve kate’e geri dönüyoruz. yerde büyükçe bir metal kutu buluyorlar. kate, kutunun helikopterden olup olmadığını soruyor. daniel yine kekeleyerekten “evet, ağırlık azalsın diye attıydık” diye bir şeyler geveliyor. kutuda gaz maskesi bulan jack “peki bu ne yiğenim” diye soruyor daniel’e. daniel “ağbi ben nereden bileyim, paketleri ben hazırlamıyorum ki” diyor. jack, silahı soruyor; daniel ise önlem amaçlı olduğunu söylüyor. jack, neye karşı önlem olduğunu sorunca daniel “bizim birincil amacımız sizleri kurtarmak değil” diyor. bunun üzerine jack “e o zaman ne amacınız” diye soruyor. tabi bu sahne burada bitiyor, zaten bitmese bir acaip olurdu.

    sırada locke, sawyer ve hurley üçlüsü var. sawyer, locke’a “daha uzun boylu bir walt gördüm diyerek neyi kast ediyorsun” diyor. locke, walt’un kendisine yapacak işleri olduğunu ve naomi’nin diğer insanları adaya getirmesini engellemesi gerektiğini söylediğini anlatıyor. sawyer, “neden sebebini sormadın” diyor. locke “sormadım, çünkü benjamin beni vurdu, walt geldi çukurdan çıkardı” diyor. sawyer ikna olsun diye üstündekini sıyırıp yara izini gösteriyor. meğer tek böbrekli olduğu için sıyırmış locke, yoksa fenaymış hali, kurşun oradaki boşluktan geçip gitmiş.

    gerisin geri daniel, jack ve kate’e. helikopterdeki myles’ı arıyorlar. yerde birini görüyorlar. jack yanaşıyor yerdeki adama ama herifçioğlu kalkıp silah çekiyor jack’e. daniel “yapma etme, yardım etmeye geldi onlar” diyor. o esnada kate, daniel’in silahı kapmaya çalışıyor ama myles engelliyor. naomi’nin nerede olduğunu soruyor: “hani öldürdüğünüz kadın”.

    flashback: myles. arabayla gidiyor radyo dinleyerekten. radyodaki ses, durumun olabilecek en kötü senaryo olduğunu, kurtarma çalışmalarının denizin dibinde işe yaramayacağını ve çekilen resimlerden 324 kişinin hepsinin öldüğünün anlaşıldığını söylüyor. arabadan çantayı kapıp bir evin kapısına gidiyor myles. kapıyı adı ms. gardner olan ve myles’ın daha önce telefonda konuştuğunu anladığımız siyahi bir kadın açıyor, myles içeri girerken duvarda yine siyahi bir çocuğun resmini görüyoruz. myles hangi oda olduğunu sorunca kadın üst katı gösteriyor. myles “ne olursa olsun, nasıl bir ses duyarsan duy, sakın yukarı gelme” diyor kadına. ücretini de ikiye katlamış şerefsiz, neymiş, kadının torununun öldürüldüğünü polisten öğrenmişmiş.

    odaya giren myles çantasından epey garip bir alet çıkarıyor, fişe takıp çalıştırıyor. odaya bakıyor ve artık ben diyeyim hayalet, siz deyin gulyabani, ecinni gibi bir şeyle konuşmaya başlıyor. ama biz hayaleti duyamıyoruz, sadece myles konuşuyor. “güzelim, bak senin bu yolun yol değil, burada kalarak ninene de zulmediyorsun. şimdi aşağı inip artık senin gittiğini söyleyeceğim zavallı kadına ama önce –onun- nerede olduğunu göstermen gerekiyor” diyor. sonra bir ses duyuyoruz, myles gizli bir bölme açıyor odadaki çekmecelerden birinde, içinden balya balya para ve horoyin çıkıyor. parayı alıyor, aleti kapatıyor ve hayalete artık gidebileceğini söylüyor. aşağı kata iniyor, kadına olayın işe yaradığını ve torunun artık huzurlu olduğunu söylüyor.

    adaya dönüş: myles, naomi’nin telefonda kendi isteği dışında alıkonduğunu gösteren bir kod kullandığını söylüyor. ayrıca naomi’nin kız kardeşi filan da yokmuş, külliyen yalanmış. jack kendilerinin yapmadığını söylüyor, kate de “allahıma locke öldürdü naomi’yi, sana ne yalan borcum var” diyor. myles “beni naomi’nin cesedinin yanına götürün” diyor, kate götürseler de nasıl öldüğünü anlayamayacağını söylüyor. myles “anlarım ben” diye bağırıyor, biraz asabi bir insan kendisi.

    lockegillere geri dönüş. ben, alex’e söylemesi gereken bir şey olduğunu söylüyor. carl, “mr. linus, bir sus, bak allah’ın adını verdim, bir sus artık” diyor. ben, “madem kızımı zkiyon, bari bana ben de” diyor. carl ajite olup silah çekiyor kayınbabasına, sawyer “hele bi soluklan yiğenim” diyerek yürüyüp sakinleşmesini söylüyor carl’a. ben, sawyer’a neden kate’i geride bıraktığını soruyor, kate sawyer gibi bir zibidi yerine doktoru seçeceğinden hiçbir şansı olmadığını söylüyor. sawyer girişiyor ben’e, “öldürürüm seni” filan diyor ama locke araya girip ben’i öldürmemesini, zira ben’de kendilerine gerekli bilgiler olabileceğini söylüyor. sawyer bunun üzerine “peki babo, ama nah şuraya yazıyorum, bu herif bir bakmışsın hepimizi parmağında oynatacak, baksana nasıl hınzır gibi sinsi gibi gülüyor” diyor.

    bir sonraki sahnede myles, naomi’nin cesediyle konuşuyor. kate ve jack, myles’a “deli bu herhal” dercesine bakıyorlar. kate, daniel’e silahını bırakmasını söylüyor. o esnada myles geri geliyor, “durum hakikaten dediğiniz gibiymiş, naomi sizin dediğiniz gibi ölmüş” diyor. helikopterdeki üçüncü kişiden bir sinyal geliyor ve myles gidip onu bulmaları gerektiğini söylüyor. jack önce silahını bırakmasını istiyor. myles “niye bırakacakmışım lan” diye dikleniyor. jack ormanda arkadaşları olduğunu ve kafasına doğrultulmuş silahlar olduğunu söylüyor. myles’ın “keriz miyim lan ben” demesine kalmadan silah sesleri duyuluyor ve sayid ile juliet ellerinde silahlarla ortamda bitiveriyorlar.

    tunus (bildiğin tunus): kısa saçlı sarışın bir kadın gazetede flight 815’e ulaşıldığını anlatan bir yazı görüyor ve inanamıyor. arkadaşı “inanmak için kaç dilde okuman lazım” diyor, kadın da “toplam kaç dil var ki” diyor. beraber bir kazı alanına gidiyorlar, kazı alanında bir kutup ayısının kalıntıları var. biraz daha kazınca üzerinde dharma işareti olan bir tasma buluyorlar. kadın gülümsüyor.

    bir sonraki sahnede aynı kadını adada bir ağaca takılmış tepetaklak dururken görüyoruz. kadın paraşütünün ipini kesiyor ve suya düşüyor. locke ve ekibi kadını buluyor.

    sayid’i daniel ve myles ile beraber yürürken görüyoruz. neden kendilerini kurtarmak için gelmediklerini ve uçaktakilerin öldüklerini düşünüyorlarsa neden kendilerini görünce şaşırmadıklarını soruyor. daniel ve myles abartılı bir şekilde şaşırmış gibi yapıyorlar.

    locke ve tayfası buldukları kadınla muhabbet ediyorlar ormanda bir yere oturmuş. kadın soru sorup duruyor. kaç kişisiniz diyor, hurley cevap verirken tam uçağın kuyruk kısmından bahsedecekken locke lafını kesiyor hurley’in. claire’e bu senin bebeğin mi, adada mı doğurdun diye soruyor. claire olumlu cevap verince kadın “bu inanılmaz bir şey” diyor. daha soracak milyon tane sorusu var kadının ama “neyse, gemi gelene kadar bekleyeyim” diyor. locke, kadına kaç kişi olduklarını soruyor helikopterde. kadın “ben dahil dört kişiydik” diyor. helikopterin nerede olduğu sorusunun cevabı olarak “bilmiyorum, ben atladığımda hala havadaydı, yere inmeye çalışıyordu” diyor. locke bir şeylerden huylanıp gitmeleri gerektiğini söylüyor. kadın “ama gitmeyelim, transponder’dan bizi bulacaklar” deyince locke “güzelim, bulunmak isteyen kim” diyor. kadının adı charlotte bu arada.

    bir sonraki sahnede jack’lerleyiz. charlotte’tan gelen sinyal güçleniyor, yaklaşıyor. hareket eden bir şey görüyorlar ama vincent bu (walt’ın köpeği), boynuna charlotte’un transponder’ı bağlı. jack: “locke bulmuş onu”.

    flashback: frank (bu da helikoptedekilerden biri). tv’de kaza haberlerini izliyor, haberde pilotun cesedinin bir fotoğrafı var, denizin dibinde çekilmiş. frank bunu görünce şoka giriyor ve haberde verilen telefonu arıyor. uçakta ölen pilotun aslında o olmadığını söylüyor. telefondaki adam emin olduklarını söylüyor. frank ise “değil çünkü o uçağın pilotu bendim, ölen kişi benim yerime geçen pilot” diyor.

    adaya geri dönüş: frank, yaralanmış, yerde, telefonu çalışmıyor, bir işaret fişeği patlatıyor. locke’un tayfası fişeği görüyor. charlotte heyecanlanıp fişeğe doğru gitmeleri gerektiğini, çünkü fişeği helikopterden birinin patlattığını söylüyor. locke olmaz diyor, claire ve sawyer karşı çıkıyor. locke “onlar bizim için gelmedi bu adaya” diyor. charlotte izne ihtiyacı olmadığını söyleyip tam gidecekken ben (artık nereden bulduysa) bir silah çıkarıp charlotte’u vuruyor. ancak charlotte ölmüyor zira kurşun geçirmez yeleği var.

    o esnada jack’ler frank’i bulmuş. frank helikopterin nerede olduğunu söylüyor. jack'in tayfa gidip helikopteri buluyorlar. helikopterin kuyrugu koyu mavi, n842 yaziyor. sayid'in dedigine gore helikopter hala calisir vaziyette.

    flashback: naomi, dördüncü sezonun ilk bölümünde hurley’i akıl hastanesinde ziyaret eden garip görünümlü siyahi adamla konuşuyor. takımdaki insanların yanlış kişiler olduğunu, hiçbir askeri eğitimleri olmadığını, bu işi başaramayacaklarını söylüyor. daniel’i deli, myles’ı hayalet avcısı, frank’i sarhoş olarak tanımlıyor. siyahi adam, naomi’yi onları koruması için seçmiş. naomi, adada kazadan kurtulmuş birileriyle karşılaşırlarsa ne yapacaklarını soruyor. adam, adada öyle biri olmadığını söylüyor. naomi üsteleyince adam naomi’ye konuyu çok uzatmamasını, dört kişinin de adada özel bir amacı olduğunu, naomi’ye düşenin onları güvenli bir şekilde adaya götürüp getirmek olduğunu söylüyor. naomi bunu başarabileceği konusunda güvence veriyor adama.

    jack’lerin tayfaya dönüyoruz. frank, juliet’in uçakta olmadığını öğreniyor ve bir gerginlik çıkıyor. bu esnada myles, esas amaçlarının ben’i bulmak olduğunu ağzından kaçırıyor. ben’in nerede olduğunu soruyor.

    locke’un grubu. ben’i öldürecekler ama adamın bildikleri yüzünden öldüremiyorlar da. locke, ben’e canavar/siyah duman hakkında sorular soruyor, ben bilmediğini söylüyor. akabinde charlotte’un ful ismini, doğumgününü, nerede okuduğunu, kimler tarafından yetiştirildiğini anlatıyor. bu insanların büyük bir tehlike arz ettiğini ve istedikleri şeyin kendisi olduğunu söylüyor. locke bunları nereden bildiğini sorunca da gemide bir casusu olduğunu söylüyor.
    --- çok ciddi spoiler ---

    o degil de avril lavigne ne guzel olmus lan, simdi fark ettim.

    edit: myles dedigim karakter 30 yas civarinda kisa sacli uzakdogulu bir adam. frank ise sacina sakalina beyazlar dusmus, hirpani gorunumlu biri. beyaz gomlegine ve altindaki tisortune hafif kan bulasmis. charlotte'un tam adi ise charlotte staples lewis, narnia serilerinin yazari olan c.s. lewis'i* animsatiyor.
  • yine yeni yeniden lost diyerek 4. sezonu açtık. müthiş bir lost trafiği vardı bugün zaten kimi görsem "izledin mi? gel şurda millet seyrediyormuş. beraber izleyelim. dur aman spoiler verme" modundaydı. ne çok bekletirmişsin bea lost. eh be lost sen neymişsin. yokluğun bir bakıma iyiydi. seni beklemek güzeldi. şimdi 4. sezon da başladı. eh 5, 6 derken bitecek. ve dünya gençliği kendine aidiyet duygusu veren bu modern zamanlar meşgalesinden yoksun kalacak. neyse ilk bölümle ilgili izlenimler:

    --- spoiler ---

    efendim belirtmeliyim. şu bahsi geçen oceanic six mevzusunda evet kate, jack ve hurley bu altılının üçü. ben geri kalan üç kişi içinde claire'in de olabileceğini düşünmekteyim. çünkü desmond bromuz vakit zamanında charlie'ye claire ve bebeğinin bir helikoptere bindiğini ve kurtulduklarını gödüğünü ve bunun ancak charlie'nin ölmesi ile mümkün olabileceğini demişti. garibim charlie de bundan sebep kendini feda etmeyi göze almıştı. tabi benimki sadece bir tahmin. desmond'un gördükleri gerçeklenir de claire ve aaron bir helikoptere binse bile bu helikopterin onları adadan kurtuluşa götüreceği meçhul.

    diğer mevzulara gelince. açıkçası jack'in hala içinde kabaran o adadan ayrılma ve kazazedeleri kurtarma isteğinin daha sonraları böylesi bir travma ile neticelenmesi hüzün verici. ve işte tüm sırları geçtim. sırf jack'in yaşadığı bu hayal kırıklığı ve travma için bile izlenir bu dizi. çünkü bir kahramandan bir anti-kahraman yaratmak gerçekten her babayiğidin yapacağı iş değildir.

    ha bir de içime doğan bir hisle hemen belirteyim. adanın tüm hikayesi esasında bence ben, locke ve jack'in hikayesi. ben adanın dünü, locke bugünü ve her ne kadar jack çok sonraları farkına varacak olsa da adanın yarını.

    --- spoiler ---

    evet adanın hikayesini izlemeye devam edeceğiz yine yeni yeniden.

    edit: imla
  • öncelikle hakkında bu kadar entry girilince tekmili birden adadan kurtulduklarını sandığım dizidir.
    4x01 e gelecek olursak,

    --- spoiler ---

    anladık ki 4. sezon tonlarca flashforwardla kazazedelerimizin kurtuluş şemasını canlandıracak senaryolar üretmememizi teşvik ederken bu konuyla* ilgili pek de görsel bir şey vermeyecek. ilk episode un anlatmak istediği budur, zira her sezon aynı rolleri farklı karakterler paylaşmakta, hepsi de adadaki histeriyi canlı tutmaya çalışmakta. al işte naomi gitti diğer paraşütçü indi. bölümün en dikkat çekici sahnesi ise jack ile hugo arasında gelecekte geçen şu diyalog olabilir gayet:

    -i m sorry i went with locke. i should have stayed with you.
    -water under the brigde man.
    -i don't think we did the right thing jack. i think it wants us to come back.
    -hurley
    -and it s gonna do everything it can.
    -we re never going back.
    -never say never dude.

    ayrıca ölü charlie nin thom yorke edalı ingiliz rocker karizması da iyi olmuş, eski şapalak halinden eser kalmamış, adama dönmüş nerdeyse.

    --- spoiler ---
  • 4. sezonunun ilk bölümünden bekledigim randimani alamadigim bir dizi. öncelikle şirrak diye, tokat gibi bunu soylemeliyim.. öncelikle kanimca lost un sunumu yannisti.. yani diziden once "haydi simdi hep beraber onceki 3 sezonu aslinda 50 dakikada anlatabilecegimizi gorelim" diyip de bir bölüm yayinlarsan sonrasinda zaten insan namazlari kacirip "kazayi kilarim ya" diyen mümin pozisyonuna düsüyor.. kompile bu sezonu izlemesem ben, seneye gosterilecek "onceki 4 sezonda ne olmustu? bu sefer eko da var" bölümü ile hic bir seyi kacirmam..

    neyse..

    simdi bu lost un 3 sezondur merak tuccarligi yaptigini, bunu da yalan rüzgari dizisinden hallice yaptigini biliyoruz.. yine meraklandik.. hurley in agzindan cikan laflarla "acaba lan nolcak?" falan dedik.. dogrudur efendiler.. ama ben korkuyorum ki yunan lobisi lostun yapimcilari icinde bulunacak ve hadiseyi en sonunda "işte kibris cikartmasinda boyle olmustu" diye baglayacaklar.. adaysa ada.. parasutle inmekse parasutle inmek.. yani ne bu parasutle inme sevdasi ben onu anlamadim acikcasi.. iki dakika araci park edip "bi arkadasa bakip gidicez" demek bu kadar mi zor? alenen dolapderede "simdi park etmeyelim arabayi cizer cocuklar, sen hallet isini ben dolasip geliorum" dedigimiz misali davraniyorlar.. atiyorlar parasutle gidiyorlar.. ilenc olsun..

    ayrica bölümdeki duygu yogunlugunu, hurley in fezaya bakip "vatani icin sehit olan er ve erbaslarimiz bosuna mi sehhit oldular" misali konusmasini ben dizi yokken "yaprak dokumu" izlemeye baslayan seyirciyi geri cekmek icin oldugunu dusunuyorum.. zira "dramasa krali var lostta" demekten ote bir şey olamaz o.. sahsen benim kilimi kipirtatmadi "az bile pezevenge" yapisinda bir adam oldugumdan..

    neyse efendim bu gizem bu dutturu, gerior beni.. dizi basladiginda 20 li yaslarin basindaydim simdi beni seven dünyalar güzeli bir karim ve 2 cocugum var.. ben degistim ayni trivirisini cekemiyorum lostun artik..
  • ülkemiz gençliğinin kelimenin tam anlamıyla hastası olduğu dizi. lost deyince akan sular duruyor. dördüncü sezonun ilk bölümü için yaşanan geri sayıma benzer bir geri sayım en son 1969'da apollo 11 için yaşanmıştı. sonunda hasret bitti ve 4x01 bölümü lostseverler tarafından bir güzel izlendi. bazıları beklediğini bulamadı bazıları süper, kaldığı yerden devam dedi. yalnız beni endişelendiren bu lost hastalığı bir gün patlaması olasılığı. şimdilik her şey güzel, merak edecek sürüyle konu var. bir sahnesi drama, bir sahnesi macera, bir sahnesi gerilim, bir sahnesi korku... ama nereye kadar? senaristleri bir gün klozetleri üstünde kalp krizi geçirene kadar mı? gönül ister ki bir yalan rüzgarı gibi olsun, bir gün gelsin aramızda şöyle diyaloglar geçsin ama nerdeee:

    - yav hanım, bir zamanlar bernard'ı canlandıran aktör ölmüş mü?
    - berna kim ki bey?
    - bunlar marstan önce nerede mahsur kalmışlardı?
    - bir çöldeydi ama sahra mı, arizona mı...
    - sawyer değişmese iyiydi, önceki eleman daha karizmatikti.
    - astımı varmış, sette rahatsızlanıyormuş.
    - hatırlar mısın, biz tanışmadan önce kate'i beğendiğimi sana ilk itiraf ettiğimde kıskançlıktan çatlamıştın.
    - hıh! kart zampara seniii, şimdi bile gelse hemen erirsin, tabi görebilirsen.
    - ilk bölümü izlediğim günü hatırladım şimdi, mektepteydik o zamanlar...
    (o sırada odaya giren torun son cümleyi duymuştur.)
    - dede, lost hep yok muydu zaten?
    - yok, 2000 - 2010 arası bir zamanda başlamıştı... bir dakika ben 3 üncü sınıftım, demek ki 2008 olsa gerek
    - olur mu canım, daha önce başladı bir kere, dur imdb'ye bakayım...
    - herneyse işte, tabi bir zamanlar lost yoktu evladım, ondan önce 24 ve birkaç dandik yerli diziyle idare ederdik biz
    - bir de friends vardı bey, o da çok iyiydi.
    - aaaah ah, ne günlerdi!
    ...
    - yav hanım, o değil de, sen anladın mı dharma initiative neymiş şimdi?

    bu vesileyle, (bkz: #12458701)
hesabın var mı? giriş yap