• vade retro satanas gibi bir şey, "cesaretle git, mutlulukla git" anlamında (http://books.google.com/…6nuynruoxuwzh6mhr3w&edge=1). deprem korkusu olanlara aynı başlıktaki entirilerde seneca'dan öğütler hazırlamıştım ('seni sınıyorum ve sana öğütler hazırlıyorum' anlamında), bu da onlardan biri, kaynak da aynı: naturales quaestiones 5.32.6.

    ancak şöyle bir durum var, felsefenin anasını bilgelik olarak düşünürsek çağlar kronolojisinde bilgelik çağlarından felsefeye mirasın da bu gibi öğütler olduğu aşikârdır. oysa ben kendime bile itiraf edemediğim bir düşüncenin etkisindeyim, bir felsefe ekolü bilgece sözler antolojisi kıvamında yol almamalı. marcus aurelius veya epictetus fazlasıyla bu yolun yolcusudur mesela. etikten mantığa çok ciddi salvolar göremezsiniz. zira aristoteles filozof ise, marcus aurelius değildir. felsefeyi mantık, fizik ve etik olmak üzere üç ana başlıktan oluşan bir saha olarak görürsek, salt gündelik yaşama ilişkin öğütlerin şeyler karşısında filozofça tutum sergilemek olmadığını düşünebilirim. fizik ya da kozmoloji yaklaşımları fazlasıyla güdüktür. bu yüzden verdikleri öğütler gündelik yaşamda işe yarayan ama derin muhakeme süreçleri sonunda kolayca çürütülebilecek sözlerden oluşur. bu gibi filozofları, bu yüzden filozof saymamak gerektiğini kendime bile itiraf edemiyorum, belki ileride bir yazıda, bir makalede, bilmiyorum.

    başlıktaki ifadenin geçtiği kitap ve çıktığı kalem önemli. "roma'da felsefe yok" deyip cicero'nun felsefe terminolojisi çalışmalarını bir çırpıda harcayanlar gibi seneca'yı da güdük bir filozof olarak görecek tipler vardır. oysa genel hatlarıyla stoa ekolünün birçok eski kaynakta geçen üç alt başlıklı (bahçenin çiti: mantık, bahçedeki ağaç: fizik, ağaçtaki meyve: etik) yapısına ilişkin roma'da en tutarlı aktarımı seneca'da görürüz. ve filozofun, yukarıda dile getirmeye çalıştığım salt gündelik yaşama ilişkin öğüt verme telâşından sıyrıldığını epistulae morales (ahlâkî mektuplar) ile felsefenin etik tarafını doyurup naturales quaestiones ile fizikten etiğe sağlamlaştırıcı argümanlar sağladığını düşünürsek, seneca'nın "sağlam dur, mutlu kal" düsturunu da aynı felsefî mekanizmanın içine yerleştirmek zor olmaz. çünkü o günü kurtarmanın değil, felsefî arka-plânı oluşturabilmenin telâşı içindeydi. hâl böyle olunca, cesaret ya da mutluluk gibi kavramların içini de yine felsefeyle doldurabiliyordu. başlıktaki ifadeden sonra şöyle diyordu:

    5.32.6: "nihil dubitaueris: redderis. non de re sed de tempore est quaestio, facis quod quandoque faciendum est. nec rogaueris nec timueris nec te uelut in aliquod malum exiturum tuleris retro: rerum natura te, quae genuit, expectat et locus melior ac tutior. "

    "hiç tereddüt etme, geri adım atma. arayışın zamana ilişkin, olan bitene değil. kimi zaman yapman gerekeni yaparsın. soru sorma, korku duyma, tehlikeli sularda gezindiğini anlayınca geri adım atma. seni doğuran doğa, senin için en uygun ve en güvenli yeri ayırmış durumda."

    salt günü kurtarmak adına verilmiş bir öğütle karşı karşıya değiliz. biz eser boyunca anlıyoruz ki, seneca bize daha sonradan hıristiyanlığa miras bırakılan tipik dünyayı küçümseme çileciliğini aktarmaya çalışıyor. 5.32.1'de şöyle diyor:

    "quos magis refert nostra fortiores fieri quam doctiores; sed alterum sine altero non fit. non enim aliunde animo uenit robur quam a bonis artibus, quam a contemplatione naturae."

    "şimdi bizi daha bilgiliden ziyade daha güçlü kılacak olan zihnin teskiniyle uğraşalım: gerçi biri olmadan diğeri de olmaz a! zira zihin, özgür sanatlarla ve doğanın seyriyle sağlamlaşır."

    5.32.2: "quem enim non hic ipse casus aduersus omnes firmauerit, erexerit?"

    "gerçekten de bunlara karşılık edinilen teskin kimi güçlendirmez, yetkinleştirmez?"

    5.32.3: "ingenti itaque animo mors prouocanda est, siue nos aequo uastoque impetu aggreditur, siue cotidiano et uulgari exitu. nihil refert quam minax ueniat quantumque sit quod in nos trahat; quod a nobis petit minimum est: hoc senectus a nobis ablatura est, hoc auriculae dolor, hoc umoris in nobis corrupti abundantia, hoc cibus parum obsequens stomacho, hoc pes leuiter offensus."

    "ölüme büyük bir cesaretle meydan okunmalı; o bize büyük ve görkemli bir darbeyle de saldırabilir; günlük, sıradan bir son noktayla da. ne ölümün bize ne kadar ürkünç bir biçimde yaklaştığının bir önemi var, ne de üzerimize çullandığında bizden beklediklerinin uyandırdığı kaygının."

    5.32.3: "pusilla res est hominis anima, sed ingens res contemptus animae: hanc qui contempsit securus uidebit maria turbari, etiamsi illa omnes excitauerunt uenti, etiamsi aestus aliqua perturbatione mundi totum in terras uertet oceanum; securus aspiciet fulminantis caeli trucem atque horridam faciem, frangatur licet caelum et ignes suos in exitium omnium, in primis suum, misceat; securus aspiciet ruptis compagibus dehiscens solum, illa licet inferorum regna retegantur. stabit super illam uoraginem intrepidus et fortasse quo debebit cadere desiliet."

    "insanın yaşamı önemsiz mesele: ancak yaşamı küçümseyebilmek, büyük mesele! yaşamı hor gören kişi, tüm rüzgârlar onu coştururken veyahut dünyanın kabarmasından kaynaklanan gelgit koca okyanusu karaya boca ederken, suyun bu çılgınlığını sakin/kaygılanmayan bir ruhla karşılar. sakin kişi, gök her şeyi parçalayıp ateşlerini bir araya getirerek yok ederken bile, onun gürültülü, acımasız ve korku verici yüzüne dik dik bakar. sakin kişi, parçalanan yapıya ve esneyen dibe dik dik bakar. ölüler diyarının krallığı görünse de, uçurumun kenarında duracaktır yüreğinde en ufak korku duymadan: ve belki de düşmeye yazgılı olduğu boşluğa bırakacak kendini!"

    5.32.5: "quid ad me quam magna sint quibus pereo? ipsum perire non magnum est. proinde si uolumus esse felices, si nec hominum nec deorum nec rerum timore uersari, si despicere fortunam superuacua promittentem, leuia minitantem, si uolumus tranquille degere et ipsis diis de felicitate controuersiam agere, anima in expedito est habenda:"

    "ölümüme neden olacak şeylerin ne kadar büyük olduğu benim için ne anlam ifade ediyor ki? ölümün kendisi bile büyük bir şey değil ki! yine mutlu olmak istiyorsak; insanların, tanrıların, olayların korkusuyla dolup taşmak istemiyorsak; talihin değersiz vaatlerini ve beş para etmez tehditlerini küçümsemek istiyorsak; dinginlik içinde yaşamak istiyorsak ve mutlulukta bizzat tanrılarla yarışmak istiyorsak, yaşamımızı her an ölüme hazır tutmamız gerekiyor."

    salt gündelik acılardan, kederlerden, korkulardan (deprem korkusu da dahil) sıyrılma telâşı yok burada. asıl vurgulanası şey, determinizme mahkum bir yaşama tarzının kabulünün yarattığı çileci durumun kendisinin teselli anlamına geliyor oluşudur. batı tarihinin i.s. 1. yy.dan itibaren dinî yürüyüşünün temelinde işte bu kabulleniş yatıyor. örneğin hıristiyan kilise babalarından sulpicius severus (353-432) bir metinde şöyle demiyor muydu:

    "ey anlatılmayacak kadar yüce insan, uğraşılarda benzersiz, ölümün karşısında yenilmez! kendi için hiçbir seçim yapmadı. ölmekten korkmadı ve yaşamdan çekilmedi. bu arada gözlerini ve ellerini gökyüzüne çevirerek duasının yoğunluğunu hiç kesmiyordu.. etrafında toplanan rahipler o zavallı bedenini biraz kaldırıp yan yatması için ricada bulunuyorlardı. o ise şöyle yanıtladı: bırakın, kardeşlerim, bırakın da yeryüzüne değil de gökyüzüne bakayım ki, rabbin huzuruna çıkmak üzere olan ruhum şimdiden doğru yolda bulunsun. bunu söyledikten sonra şeytanın yanında durduğunu fark etti. o zaman ona şöyle dedi: burada ne işin var, kana susamış hayvan? bende hiçbir şey bulamayacaksın, rezil! ibrahim'in kucağı beni sarıyor. bu sözleri söylerken ruhunu tanrı'ya teslim etti." (kilise babalarından ve yazarlarından alıntılar: günlük okuma kitabı, istanbul 2004, sf.579-580)

    sonuç olarak diyebiliriz ki vade fortiter vade feliciter vade farkı sıfır. sıfırdan sıfır çıkar kardeşlerim, hepinizin bayramını en içten dileklerimle kutlar, gözlerinizden öperim.
hesabın var mı? giriş yap