• 90-el-beled

    mekke'de kaf sûresinden sonra inmiştir. 20 (yirmi) âyettir. adını, ilk âyette geçen, mekke'yi anlatan ve "şehir" anlamına gelen "beled" kelimesinden almaktadır. bu sûrede insanın yaratılışından, onun bazı davranışlarından, insana verilen üstün vasıflardan, o vasıfları iyiye kullanmayanın kötü âkıbetinden, iyiye kullananların da mutlu geleceklerinden söz edilir.

    rahmân ve rahîm (olan) allah'ın adıyla.

    1. andolsun bu beldeye ,

    2. ki sen bu beldedesin ,

    3. ve andolsun babaya ve ondan meydana gelen çocuğa,

    4. biz, insanı ( yüzyüze geleceği nice ) zorluklar içinde yarattık.

    5. insan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?

    6. " pek çok mal harcadım " diyor.

    7. kimse onu görmedi mi sanıyor?

    8. biz ona iki göz vermedik mi?

    9. bir dil ve iki dudak ,

    10. ona iki yolu ( doğru ve eğriyi ) gösterdik .

    11. fakat o, sarp yokuşu aşamadı.

    12. o sarp yokuş nedir bilir misin?

    13. köle azat etmek,

    14. veya açlık gününde yemek yedirmektir,

    15. yakınlığı olan bir yetime.

    16. veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.

    17. sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmaktır.

    18. işte bunlar sağdakilerdir.

    19. ayetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar soldakilerdir,

    20. cezaları, kapıları üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir.
  • arapça'da şehir anlamına gelen bir kelime. belde* ve belediye kelimeleri de bu kelimeden gelmedir.

    belde belediyesi tamnlamasını düşündüm de bugün, biraz mantıksız geldi. ne ola ki belde belediyesi ?
  • (bkz: #20893624)
  • islam, sosyalizm, kapitalizm tartışmaları arasında tekrar dikkatle okunması gereken suredir. islamla kapitalizmin yan yana gelmesinin mümkün olmadığı, ancak mülkiyet meselesinin insanın idraki ve kendi rızası ile aşılması gerektiği suredeki mesajlardan anlaşılmaktadır.

    ''kılavuzladık onu iki tepeye.
    akabeye, sarp yokuşa atılamadı o.
    sarp yokuşun ne olduğunu sana bildiren nedir?
    özgürlüğü zincirlenenin bağını çözmektir o.
    yahut da açlık ve perişanlık gününde doyurmaktır o,
    yakındaki bir yetimi,
    yahut ezilmiş-boynu bükük bir yoksulu.
    sonra da iman eden ve birbirlerine sabrı öneren, merhameti öneren kişilerden olmaktır o.
    işte böyleleridir uğur ve bereket dostları. '' (4-18)
  • kimdi hatirlamiyorum ama muhtemelen ihsan eliacik burada gecen kole azat etmek faaliyetinin gunumuz karsiliginin borclunun borcunu odemek oldugunu soylemisti. hani gunumuzde kolelik yok, rahatiz diye dusunmeyelim, bankalar ve devlet tarafindan somurulenleri kurtaralim manasinda.
  • çok enteresan bir ayrıntı vardır bu surede.kölelere özgürlük, ezilmişe, yetime, yoksula yardım etmek gibi
    -günümüzde sola ve sol düşünceye hasredilen- pek çok özellik sayılır bir grup insan hakkında.ve daha sonra eklenir; "ulâike ashâbul meymeneh".yani, "onlar ki sağ yanın adamlarıdır."
    islam'daki 'sağ'a yapılan vurguyu bir de buradan okumak gerekiyor.
  • 1- yemin ederim şu belde’ye.
    2- ki sen bu beldedesin
    3- babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim.

    surenin başında belde-i haram’a yemin ediliyor. burası,
    resulullah’ın (s.a.v) konuk olduğu en yüce ufuk olan kutsi belde ve
    mukaddes vadidir.

    “ki sen bu beldedesin.” bu beldede serbestsin, dilediğini yaparsın.
    nefsin sıfatlarından ve adetlerden oluşan bağlarla kayıtlı değilsin.

    “babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim…” yani, insani
    nefislerin hakiki babası olan kutsi ruha. isa’nın (a.s) dediği gibi: “ben,
    benim ve sizin semavi babamıza gidiyorum.” “ semavi babanıza
    benzeyiniz.” ve kutsi ruhun çocuğu olan senin "nefsine". diğer bir
    ifadeyle: kutsi ruha ve senin nefs-i natıkana yemin ederim.

    4- andolsun ki biz insanı meşakkâtler içinde yarattık.
    “biz insanı…içinde yarattık.” zorluklar, nefsinden ve hevasından
    kaynaklanan “meşakkâtler” içinde yarattık. veya iç hastalıklar, kalp
    fesadı ve perdenin kabalığı içinde yarattık. çünkü “kebed” kelimesi,
    sözlükte ciğerin kabalığı anlamına gelir. ciğer ise, tabii kuvvetin
    kaynağıdır. ciğerin fesadı, kalbin perdesi ve fesadı bu kuvvetten ileri
    gelir. böylece ciğerin kabalığı ifadesi, kalbin perdesinin kalınlığından ve
    cehalet hastalığından istiare olarak kullanılmıştır.

    5- insan hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
    6- pek çok mal harcadım, diyor.
    7- kimse onu görmedi mi sanıyor?

    “insan…” perdesi alabildiğine kalın ve kalbi de tabiatla perdelendiği
    için hasta olan insan “hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi
    sanıyor? pek çok mal harcadım, diyor.” övünmek, gösteriş yapmak için
    iyi yönlerde çok mal harcadığından söz ediyor. nitekim araplar, birine
    infakta bulundukları zaman “hasirtu aleyhi keza = ona şu kadar mal
    verdim (onun için şu kadar zarara uğradım.)” derler. o da saçıp
    savurmakla, israf etmekle insanlar arasında üstünlük taslar ve bunun bir
    fazilet olduğu sanır. çünkü gerçek faziletten perdelenmiş bir cahildir. bu
    yüzden “kimse onu görmedi mi sanıyor?” o, malını, allah’ın rızasını
    gerektiren yerlerde değil, nam için, gösteriş için, böbürlenme için
    harcarken, allah’ın kendisini görmediğini mi sanıyor? bu, rezillik üstüne
    rezilliktir. hiç fazilet olur mu?

    8- biz ona iki göz vermedik mi?
    9- bir dil ve iki dudak,
    10- ona iki yolu göstermedik mi?
    “biz ona iki göz vermedik mi?” biz ona bedenin aletlerini nimet
    olarak bahşetmedik mi? ki onlarla kemalini elde etmesi, önem verdiği
    şeyleri görmesi, bilmediği şeyleri sorması ve konuşması mümkün
    oluyor. “ona iki yolu göstermedik mi?” hayır ve şer yollarını ona
    göstermedik mi?

    11- fakat o, sarp yokuşu (akabe’yi) aşamadı
    12- bilir misin o sarp yokuşu (akabe’yi)?
    13- köle azat etmektir.
    14- veya açlık gününde doyurmaktır.
    15- yetimi doyurmaktır.
    16- yahut hiçbir şeyi olmayan bir yoksulu doyurmaktır.
    17- sonra iman eden, birbirlerine sabrı tavsiye eden ve birbirlerine
    merhameti tavsiye edenler,
    18- işte bunlar sağdakiler (ashab-ı meymene)dir.

    “fakat o, sarp yokuşu (akabe’yi) aşamadı.” nefis ve kalbi
    perdeleyen "hevasından" oluşan sarp yokuşu, riyazetle, mücahede ile
    aşamadı. bu hangi zorlu yokuştur ki, meşakkâtinin künhü bilinmez?

    “köle azat etmektir…” yani, aşılması gereken “akabe” yokuş, nefsin
    hevasının kaydına tutulmuş, esir alınmış kalp kölesinin, tabii meyillerden
    bütünüyle soyutlamak suretiyle kurtarılmasıdır, bağının çözülüp
    esirlikten azat edilmesidir.

    eğer riyazetle, kuvvetleri öldürmekle ve nefsi ezmekle yokuş
    bütünüyle aşılamıyorsa, bu takdirde faziletler, faziletlerin yolundan
    ayrılmama ve faziletleri kazanma yükümlülüğü getiriliyor. ta ki bir tabiat/huy
    olarak özüne işlesin.

    “veya açlık gününde…doyurmaktır.” ifadesiyle
    başlayan ve “birbirlerine merhameti tavsiye edenler…” ifadesine kadar
    ki bölümde anlatılmak istenen anlam budur. çünkü şiddetli bir ihtiyacın
    hasıl olduğu bir vakitte hakedenlere yemek yedirmek, bir şeyi ait
    olduğu yere koymak anlamına gelmesi hasebiyle iffet fazileti kapsamına
    girer. daha doğrusu iffetin en üstün türüdür.

    “sonra iman eden…” iman ise, hikmetin gerektirdiği en şerefli, en
    parlak türüdür. bundan maksat da ilmi ve yakini imandır. sabır ise,
    cesaretin en büyük türüdür. imandan sonra bundan söz edilmiş
    olmasının nedeni, yakin olmadan cesaret faziletinin gerçekleşmesinin
    imkânsız olmasıdır.

    ve merhamet… yani, acıma ve şefkât gösterme,
    adaletin en üstün türüdür. nefsin kemali için gerekli olan dört fazilet
    türünün nasıl sıralandığını görüyor musunuz? önce faziletlerin ilki olan
    iffetten başlanıyor. bunun da en büyük örneği, en özel hasleti olan
    cömertlik dile getiriliyor. sonra asıl ve temel konumunda olan imandan
    söz ediliyor. bu arada önceki fazilete göre mertebesi yükseklik ve ululuk
    bakımından alabildiğine uzak olduğundan “sümme=sonra” edatı
    kullanılıyor.

    iman burada hikmet anlamındadır. çünkü hikmet, imanın
    sair mertebelerinin ve türlerinin anası hükmündedir. bunun üzerine de
    sabır hasleti tertip ediliyor. çünkü yakin olmadan sabır olamaz. bu
    erdemlerin sonu olan adalet de en sonda zikrediliyor. rahman’ın sıfatı
    olan merhamet hasletiyle de yetiniliyor, bu sıfatın diğer türlerinin
    zikredilmesine gerek duyulmuyor. nitekim, cesaretin türleri arasında da
    sadece sabır hasletinin zikredilmesiyle yetiniliyor.

    “işte bunlar sağdakilerdir…” yani bu sıfatlara sahip olan kimseler,
    sağ ehli ve kutsi âlemin sakini olan mutlulardır.

    19- ayetlerimizi inkâr edenler ki, onlar soldakiler(ashab-ı
    meşheme)dir,
    20- üzerlerinde bir nar (ateş) vardır.

    “ayetlerimizi inkâr edenler…” allah’ın zatının bilinmesinin aracı olan
    hakiki ayetleri konumundaki bu sıfatlardan perdelenenler, “onlar
    soldakilerdir…” uğursuzluk ehlidirler ve pislik âleminin sakinleridirler.
    “üzerlerine…” eser tabiatının ateşi onları kaplar, kapıları da üzerlerine
    kapatılır. oraya hapsedilirler, ruhtan ve ruhun mertebelerinden ebediyen
    engellenirler. allah doğrusunu herkesten daha iyi bilir.

    (muhyiddin-i arabi-tefsir-i kebir / te’vilât)
  • (bkz: belde), politia
hesabın var mı? giriş yap