208 entry daha
  • iki ayetle başlamak istiyorum.

    kuran'da günümüzdeki ve geçmişteki cihadsever müslümanları tokatlayan müthiş bir ayet vardır, yunus peygamberin kavminden hareketle, yunus suresi 99: "eğer rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların tümü toplu halde mutlaka iman ederlerdi. hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın!"

    şura suresi 48'de de peygamberi bekçiliğe karşı uyarır: " yüz çevirirlerse, biz seni onlar üzerine bekçi göndermemişiz. sana düşen, tebliğden başka bir şey değildir."

    niye bu iki ayetle başladım, şu yüzden: hizbullah ve el kaide başta olmak üzere çeşitli kesimlerin islam'dan anladığı şeyin, muhammed'e bildirilenle onun uygulamalarından farklı olduğu aşikar. tanrı tarafından belirlenen sınıra göre, müslümanların müslümanlığının bekçisi dahi olamayan bir peygamberden bahsediyoruz. peki "peygamberin kılıcı" bahsi nedir o halde? şöyle xvi. yy.'da francis bacon, dinde (kilisede-mezheplerde) birliğin yollarını ararken, sermones fideles sive interiora rerum iii.'te bir yerde şöyle der: "...dinin birliğini sağlarken, sağlamlaştırırken özellikle birliğin ve tanrısal şefkatin yasalarını yaralamamaya, bozmamaya gayret etmelidir. hiristiyanlar dünyevi ve ruhani olmak üzere iki kılıçtan söz ederler. hiristiyanlıkta bu iki kılıcın, dini yaymaya ve korumaya yönelik, kendilerine özgü yerleri ve görevleri vardır." (iii. de ecclesiae unitate: "iam, quatenus ad modos per quos conciliatur unitas, cavendum est hominibus ne dum unitatem religionis procurent et muniant, leges charitatis et societatis solvant et demoliantur. inter christianos duo tantum recipiuntur gladii, spiritualis nempe et temporalis. uterque autem suum habet locum et suo perfungitur munere in religione christiana propaganda et protegenda.") buraya kadar tamam, ancak bundan sonrasında bacon, müslümanların peygamberi muhammed'e sataşarak şöyle der: "bunların yanında muhammed ve onun gibilerin kullandığı, asla elimize almamamız gereken üçüncü bir kılıç daha vardır: bu kılıcı kullanırsak, dini savaşla yayar, vicdanları baskı altına alan kanlı zorbalıklara neden oluruz. halkın eline kılıcı vermek, halka karşı açık saygısızlıkların, geleneklere aykırı davranışların, kumpas kurmaların, isyanların desteklenmesi, suikastlerin, cinayetlerin artmasını ve benzeri sonuçları doğurur. bütün bu şeyler açıkça devletin büyüklüğüne zeval vermeye ve yöneticilerin otoritesini sarsmaya yöneliktir. oysa bu yetkinlikler zaten tanrı tarafından düzenlenmişlerdir." (a.g.e.: "sed neutiquam arripiendus est gladius tertius, qui est mahumetis aut illi similis: hoc est, ut religionem bello propagemus, aut cruentis persecutionibus vim conscientiis inferamus, exceptis casibus scandali aperti et insolentis, blasphemiae, aut machinationis adversus statum civilem, ne dum ut foveantur seditiones, animentur coniurationes et rebelliones, gladius in manus populi transferatur, et similia. quae omnia manifesto tendunt ad maiestatem imperii minuendam et auctoritatem magistratuum labefactandam, cum tamen omnis legitima potestas sit a deo ordinata.")

    "muhammed'in kılıcı"nın akıttığı kana dair, papa xvi. benedictus'un 9 - 14 eylül 2006 tarihleri arasında almanya'da yapmış olduğu konuşmada da benzer bazı ifadeler vardır:

    "...inanç işlerinde zorlama yoktur - bu, konuyla ilgili bilgi sahiplerinden bildiğimize göre, muhammed'in de güçsüz ve tehdit altında bulunduğu zamanlardan kalan, ilk surelerden. tabii, imparator kuran'da yer alan -daha sonra ortaya çıkan- kutsal savaşla ilgili hükümleri de biliyor. imparator, 'kitaplılar'la 'inançsızlar' arasındaki farklı muamele konusunun ayrıntılarına girmeksizin, şaşırtıcı bir haşinlikle, bizi yadırgatacak bir sertlikle, keskin bir şekilde konuyla, dinle şiddet arasındaki ilişkiyle ilgili, konuşma arkadaşına yöneliyor. diyor ki: 'bana muhammed'in getirdiği yeni bir şey var mı, göster bakalım. o vakit sadece, yazdığı gibi, inancını kılıçla yaymak gibi kötü ve insani olmayan şeyler göreceksin.' imparator, bunu dile getirdikten sonra, inancı şiddete başvurarak yaymanın, neden ters tepici olduğunu, daha ayrıntılı olarak gerekçelendiriyor. şiddet, tanrının ve ruhun doğasıyla aykırılık içindedir." (#10043430)

    oysa en başta sunmuş olduğum her iki ayet de burada "kan akıtıcı islam" figürünün tersini emreder. hatta bakara suresi 256. ayet de bizzat kan dökücü, cihadseverlerin islam'dan hiçbir şey anlamadıklarını da ortaya koyar:

    "dinde baskı-zorlama-tiksindirme yoktur. doğru bilgiye dayalı eriş, bozuk bilgiye dayalı sapıştan açık bir biçimde ayrılmıştır. her kim tâğuta sırt dönüp allah'a inanırsa hiç kuşkusuz sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. kopup parçalanması yoktur o kulpun. allah, hakkıyla işiten, en iyi biçimde bilendir."

    muhammed'i cihadsever müslümanlardan ayıran yaşar nuri öztürk'e göre, peygamberin kullandığı kılıç, kuran'ın bildirdiği emre aykırı değildir, şöyle diyor: "...hz. peygamber'in kılıç kullanması bu kurala aykırı değildir. çünkü kılıcı nebî olarak değil, bir insan sıfatıyla kullanmıştır. o, normal görevi olan tebliği yapıyor; siz bu apaçık tebliği (belâğ-ı mübîn) engelliyorsunuz. bu andan sonra hukukun genel kuralları işlemeye başlıyor. yani hiç kimseye dokunmadan, kimseyi zorlamadan inandığı gerçekleri tebliğ eden bir insana müdahalenin vücut verdiği meşru savunma hakkı doğuyor. nebî ve ona bağlı olanlar bu hukuksal haklarını kullanıyorlar. hatta hz. peygamber ve bağlıları bu meşru savunma haklarını bile çoğu kere kullanmamışlardır. bir grup düşünün, malını mülkünü mekke'de, müşrik saldırganlara bırakarak medine'ye hicret ediyor. öteki grup, önceki yaptıkları yetmiyormuş gibi kalkıp medine'ye kadar geliyor ve hicret eden o insanları orada da zulmü altında ezmek istiyor. bunlara karşı savaşıyor hz. peygamber ve bağlıları. böyle bir savaşı 'dini savaşla yaydılar' yalanına delil olarak kullanmak akla ters düşmektir. dini kılıçla yaymak yok, fakat tebliği engelleyenlere kılıçla karşı çıkmak vardır. buradaki espriyi iyi kavramak gerekir." (y.n. öztürk, kur'an ve sünnete göre tasavvuf, sf.107, yeni boyut 7. baskı, istanbul 1997)

    küresel bağlamda islami terrör diye bahsedilen olguya dair mustafa akyol'un koymuş olduğu bir şerh var, ondan alıntılayarak hz. muhammed'in kılıcına dair kimi batılı söylemleri sürdürelim. akyol, "hâlâ islam’ın yanında ve terörizmin karşısındayım" başlıklı yazısında (http://www.derindusunce.org/…orizmin-karsisindayim/) şöyle diyor: "...bilgileri kullanırken seçici davranıyorlar; bu şekilde önyargılarına dayanan tezlerini destekleyen düşünceleri güzelce kullanıp, desteklemeyenleri hiç görmek istemiyorlar. bu şekilde islam’daki ve islam tarihindeki emsalsiz insanlık ve hoşgörü öğretisini ve örneklerini görmemezlikten geliyorlar. ayrıca, islam medeniyetinin uzun tarihi boyunca ortaya çıkan bütün kanlı sayfaları islam’a ait değerlerle ilişkilendirip müslümanların da yanlışlar yapabileceği, bunun sebebinin islam’ın yönlendirmesi değil, kişilerin kendi seçimleri olabileceği gerçeğini gözardı ediyorlar." burada, daha evvel benim #13433290 ve #13501931 nolu entirilerimde de yazmış olduğum gibi tek bir "islam"dan bahsedemiyoruz, ne geçmişte bu böyleydi ne de şimdi. islam dinine mal edilen her türlü kanlı eylem, tümüyle islam'ı bağlamaz diye düşünüyorum. bunun için de en temel dayanağım daha muhammed peygamber ölür ölmez islam'ın içinde ayrışmaların ve hzipçiliğin başlamış olmasıdır. hatta şöyle bir kurgu anlatılır hep, muhammed'in cenaze işleriyle uğraşmakta olan ali'nin, "muhammed sonrası iktidar kimin elinde olacak" tartışmasından uzakta kaldığından ali taraftarlarının tepki gösterdiği ve ali taraftarı olmayanları "muhammed düşmanı" olarak gördüğü söylenmiştir. bu kurgu sadece bu haliyle kalmamış, ayrışmalar #13501931 entirimde de belirttiğim gibi had safhaya yükselmiştir. ayrışmalardan da ayrışmalar çıkmıştır, öyle ki sonunda "hakiki müslüman" diye mutlak bir değer yargısının olmadığı anlaşılmıştır. aynı probleme alevilerin surekli katliama ugramasi hususunda da rastlarız, öyle ya "hangi 'doğru' islam anlayışı", "hangi 'doğru' islam anlayışı"nı yargılamış ve ezmiştir? düşünebiliyor musunuz "yorum kapılarının açık bırakılışı" islam'ın sunduğu her bilginin tartışılmasına, yerilmesine sebep olmuştur. (örneğin bkz. orhan hançerlioğlu, başlangıcından bugüne mutluluk düşüncesi, sf.23vd., varlık yay., 1965) islam'ın bu haliyle tartışmaya kapalı olduğunu iddia etmek yersizdir, zira daha peygamber ölür ölmez beliren, farklı görüşlerden doğan egemenlik savaşının kendisi de öyle boyutlara varmıştır ki akan kanların önü alınamamış, peygamberin soyundan gelenler bile daha ilk yüzılda katledilmiştir. yani peygamberin kılıcı hem islam dininin içinde hem de dışında ne kuran'dan ne de peygamberin kendisinden icazet almıştır! peygambere atfedilen hadislerle ilgili reşad halife, edip yüksel gibi düşünürlerin "sadece kuran'a bakalım, hadislere itibar etmeyelim, peygamber sadece tebliğ edendir. hadisler" düsturların da bu yüzden haklılığı yok değil. (şu linklerden yüksel'in "şeytani öğretiler" olarak bahsettiği peygambere atfedilen bazı hadislerin kuran'la çeliştiğine dair bir karşılaştırmalı derlemeye ulaşabilirsiniz: http://www.flickr.com/…2565@n08/2621320388/sizes/o/ - http://farm4.static.flickr.com/…81_a50b34b4d5_o.jpg)

    ancak benim asıl dikkatimi çeken husus, giovanna borradori'nin derlediği, türkçeye emre barca tarafından çevrilen yapı kredi yayınlarından da basılan terör günlerinde felsefe adlı yapıtta da rastgeldiğimiz gibi jürgen habermas ve jacques derrida gibi modern felsefecilerin hala ve hala tek bir islam fotoğrafı çekebiliyor gibi konuşmalarıdır. habermas'ın milliyetçi cuntaların yaratmış olduğu hayal kırıklığından ötürü 'bugün dinin, eski siyasi eğilimlere göre öznel anlamda daha ikna edici bir dil sunuyor olmasını' doğal karşılaması da şaşırtıcıdır. (radikal kitap, s.383, sf.12: 18 temmuz 2008 cuma : http://www.radikal.com.tr/…20.07.2008&categoryid=40) tek bir islam gibi tek bir din fotoğrafı çekilebilirmiş ve ona göre bir değerlendirme yapılabilirmiş gibi, öylesine rahat bir değerlendirmedir bu. öyle ki kant'a atfedilen "aydınlanmış bir çağda değil aydınlanma çağındayız" sözünden hareketle günümüzdeki rejimlerin bile tartışmaya açılabildiği bir ortamda "mutlak iyi"yi temsil etmediklerine dair söylem mutlak bir şekilde sunulurken, söz konusu olan 11 eylül sonrası amerika'nın yaşadığı histeri hali olunca (habermas'a göre) radikal islam ve buna bağlı olan küresel terör modernitenin panik içindeki reddi, hızı önlenemez hale gelen modernleşmeden kaynaklı bir eşitsizliğin dışavurumu tespiti de sanki bütünüyle doğruymuş gibi beraberinde geliyor. batıdan doğuya bakılınca "radikal islam" görülebiliyor da, doğudan batıya bakınca görülen başka-islam dışı radikal söylemler, oluşumlar da acaba yine modernitenin reddi olarak mı değerlendirilmeli? muhammed'in kılıcı burada farklılaştırıcı unsurmuş gibi durmasın, zira yine habermas'ın yukarıda alıntılamış olduğum gibi, "dinin ikna ediciliğine" dair tespitini sadece islamiyet değil hiristiyanlık açısından da değerlendirmek gerek. dünyada muhafazakarlaşmanın yükseldiğini görüyoruz ve burada sadece habermasçı "modernitenin reddi"ne bağlılık durumu göze çarpmıyor, ikna ediciliğin kökünde profanlaşmayı aramak gerek. kimse yoğurdum kara demez, hiçbir dindar için, içinde olduğu inanç dünyası berbat değildir. lucretius, de natura deorum'unda "tantum relligio potuit suadere malorum" yani türkçesiyle "din, insanları böylesine kötülüklere yönlendirebilir" diyordu kral agamemnon'un, kızını savaşta zafer uğruna tanrılara kurban vermesi durumu karşısında! amerika'nın ırak saldırısı altında da dinsel sebepler arayanlar yok mu, bay başkanın "haçlı seferi" gafı da hafızalarda taze!

    galiba bacon'ın öğüdünü dinleyen kimse yok, o "muhammed'in kılıcını kimse eline almamalıdır" demeye getiriyordu, ama ne hiristiyanlar ne müslümanlar felsefeci, filozof milozof dinlemiyor, daha peygamber ölür ölmez peyda olan islam içi egemenlik mücadelesinde kimsenin kuran'ın söylediklerini ciddiye almaması gibi. elden düşmeyen bir kılıç, muhammed'in kılıcı!
2621 entry daha
hesabın var mı? giriş yap