tahtaboş
-
osmanli doneminde , istanbul'da evlerin cati katinda bulunan tabani ahsap , üzeri cinko kapli , camasir asilan , saksi konan , yazin oturulabilen bir cesit teras. tahtapus : tahta ortülü demektir
-
bülent ortaçgil'in şarkısı değirmenler'de geçen bir kelime.
-
-
isim farsça ta¬te-p°ş
damın, en fazla çamaşır sermeye yarayan ve çinko ile döşeli bulunan düz bölümü, taraça:
"gençler ve çocuklar, birbirinin peşi sıra, konağın dördüncü katındaki tahtaboşa çıktılar."- r. n. güntekin.
(kaynak: tdk) -
temmuz 2003'ten rollarsak, tabut diyen çuvallıyor:
"değirmenlerdeki tahtaboş kelimesi çok ilginç gelmişti o yıllar:"zaman düşer ellerimden yere/ oradan tahtaboşa."
ortaçgil: ankara'da doğduğum evde, merdiven altı bölgeye tahtaboş denirdi. son turnede, yanımızda kamera götürerekten bayağı döküman çektik. doğduğum eve de gittik. ulus'un korunan bir bölümünde hala duruyor. karyağdı türbesi'nin yakınında, doğanbey sokak'ta. kagir bir yapıydı. ikinci katında oturuyorduk, çinko kaplı çıkmaları vardı, arkada bir taşlık... tahta boş lafını anneannemdem duymuşumdur en çok.
o şarkıya nasıl girdi bu kelima?
ortaçgil: bazen geçmişim karanlığından bir kelimeyi bulup çıkarıyorsun; rastgele kullansan da psikolojik dünyanda çok önemli bir yer kaplıyor olabilir. tahtaboşun gizemli bir bölme olduğu belli. ayrıca kendine bir özgü müziği var. bana çekici gelen, hem gizli-kapaklı bir yer olması, hem de kelimenin sesiydi. bazı masallarda duyduğumu da hatırlıyorum bu kelimeyi." -
ortaçgil şarkısında "tabut"u ifade etmektedir..
-
yıllardır merak ettiğim anlamını yeni öğrendiğim kelime. artık değirmenler'i daha rahat dinleyebilirim.
-
yörelere göre kullanımı çokça değişmiş. tdk'ya göre tahtabaş, tahtaboş, tahtapoş, tahtapuş ve hatta tahtambeç benzer anlamlara gelmekte. ama tabii değirmenler olmasa böyle bir kelimeden büyük ihtimalle haberimiz dahi olmayacaktı.
-
bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar
denize bırakılmış çöpler gibi
yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi
geri veriyor ve çekip gidiyor usulca.
bulanık bir havuzun yanında buluyorum kendimi
bakımsız, taşları kırık bir havuzun yanında
içinden koyu yeşil bir çocuğun baktığı
çürümeye yüz tutmuş yaprak renginde
ağlaması yağmurlu bir sundurmaya benzeyen
kırık iskemleleri, çatlamış mermer masasıyla
yağmurlu bir sundurmaya
ve pencerelerde belli belirsiz bir kadın
pencerelerde ve her yanda.
bir çocukta bir kadın hayaleti mi
bir kadında bir çocuk hayaleti mi
yalnızca bir hayalet mi yoksa.
(nerdeyim
kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
para bozduranların az çok bildiği
adres soranların gene bildiği
bir sokakta bir aşağı bir yukarı
saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
amansız bir güceniğim.)
geri getiriyor bunları rüzgar
geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da
iniltili, hasta bir konağı da
çatısında baykuşların tünediği
birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboslarda
ve bütün konuşmaların tek bir cümlede toplanıp
suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği
bir konağı ve konağın olanca görkemini
geri getiriyor rüzgar.
(konaksa yandı çoktan
tertemiz bir asfalt ezip geçti onu
iyi biliyorum tertemiz bir asfalt
ezip geçti onu
kırmızı bir konak mezarı gölgesi bırakarak.)
ve yıllar ve günler ve saatler ayarlandı
caddeler, işhanları kahveler ayarlandı
meyhaneler, genelevler
pasajlar, dar sokaklar, geçitler
soğuk biralar ayarlandı, soğuk her şey
ve bütün ilişkiler
birden yerini aldı.
ve her şey yetişti gene
sarı bir çarşambadan
kahverengi bir cumartesiye. -
"kurbağalara bakmaktan geliyorum
dedi yakup, bunu kendine üç kere söyledi
telaşlı, açgözlü kurbağalara
bakmaktan geliyorum. ben sanki yusuf
ve yusuf değil
her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
ve durmuyorum. ben işte yakup
yok artık karıştırmıyorum." edip cansever/çağrılmayan yakup
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap