• şevket rado tarafından nakledilen bozuk saz hikayesi, türk müziğinin mozartı kabul edilen cemil beyin ne kadar büyük bir sanatkar olduğunu gözler önüne sermesi bakımından önemlidir:

    "laleli'den beyazıt'a çıkarken cadde üstünde bir sazcı dükkânı varmış. merhum cemil bey bir gün geçerken bu dükkâna uğrar. duvarda asılı duran, eski saz şairlerinin çaldığı cinsten uzun saplı bir sazı görmek ister. ihtiyar sazcı onun bozuk olduğunu söyler. konuşmaya başlarlar. cemil bey yer sandalyesine oturur, iki kahve ısmarlatır. bir sigara da sazcıya verir. (merhum yüz paralık bafra maden sigarası içerdi, zıvanasız ve altın para ile yüz paralık) bu esnada, duvarda asılı duran o mahut bozuk sazı ister. hemen akort edip — merhumun bir hususiyeti de hangi saz eline geçerse onu hemen akort etmesi idi — çalmaya başlar, öyle bir çalar ki sazcı baba sandalyesini cemil beye yaklaştırıp gaşyolur. cemil bey kahve paralarını bırakıp dükkândan çıkınca sazcı baba da işini gücünü bırakır, peşine düşer. merhum bakırcılara doğru saparken bir zata selâm verir. bunu gören sazcı baba derhal o zata yaklaşıp selâm verdiği zatın kim olduğunu sorar. adam niçin soruyorsun? deyince, sazcı baba: — ben yetmiş beş yaşındayım. altmış senedir saz yapar, saz çalarım. dükkânımdaki bozuk bir sazı bu zat öyle bir çaldı ki ömrümde böylesini dinlememiştim; gaşyoldum: hızır peygamber olmasın? diyerek peşine düştüm der."

    kaynak

    debe editi: teşekkürler
  • "... bir müddet keman çaldım, bunun sodasını acı buldum. bir müddet de kanun çaldım, akordundaki müşkilat sebeb-i terk oldu. nihayet tanburda karar kıldım. bu asil ve rengin saz üzerinde işlediğim nağmatı icra ettikçe hissiyatıma küşayiş gelir, hayalim genişler, acı teessürlerim bir müddet içün olsun benden uzaklaşırdı."
  • istanbul ve ankara radyolarında uzun yıllar emek vermiş ud sanatkarı cevdet kozanoğlu, anıları arasında tanburi cemil bey'le ilgili şunları anlatıyor:

    "colombia firmasının fabrikasında bulunan kalıplardan otuz kadar cemil bey plağı yaptırmıştım. bir gün posta ile cemil bey'in plakları çıka geldi. bunlara sahip olma sevinci ile reşad erer, mesud cemil, ben ve vecihe daryal (2) numaralı stüdyoda toplandık. tıpkı radyodan yayınlanıyormuş gibi teknik servise çaldırarak dinlemeye başladık. bir-iki plak dinledik. tanbur ile nihavend taksim çalıyordu. bu harika icradan sonra kemençe ile evc ara taksim başladı. plak daha yarıya gelmeden hepimizin gözlerinden yaşlar akmaya başladı. reşad erer de ağlıyordu. bazı plaklarında reşad bey cemil bey'e refakat etmişti. kendisine:
    -reşad bey! hadi biz bu virtüözite karşısında ağlıyoruz. siz ise onu yakından tanımak fırsatını buldunuz. siz neden ağlıyorsunuz? dedim. cevaben:
    - ben, sizin cemil bey'in bu plaklardaki gibi çaldığını zannedeceğiniz için onun talihsizliğine ağlıyorum. çünkü cemil bey bu plakları geçim sıkıntısı içinde yapmıştı. ya onu dinleyebilseydiniz acaba ne hale gelirdiniz, diye müteessir oldum. o bir defa geldi, bir daha gelmeyecektir. bu plaklar cemil bey'in yarı kıymetini bile ifadeden acizdir, bunu bilin! dedi."

    cevdet kozanoğlu
    radyo hatıralarım
    s.39 trt müzik dairesi yayınları 1988
  • tanburî cemil bey’in ölümüne nazım hikmet'in yazdığı ve dönemin alemdar gazetesinde neşredilen bir mersiye şöyledir:

    elâ gözleri dalgın, geniş alnı sararmış,
    bir san'atkâr hastadır, cemil hasta yatıyor.
    odayı bir mâtemin görünmez rengi sarmış,
    başında duranların kalbi yorgun atıyor.

    ince parmaklarını ıslattı göz yaşları,
    odanın sükûnunda hıçkırıklar inledi,
    hastanın yavaş yavaş çatılarak kaşları,
    sanki derinden gelen bir sadâyı dinledi.

    mukaddes elemini andı bir kerre daha;
    uzak serviliklere çevirerek yüzünü.
    âh! ey gafil fanîler, iman edin allah'a!
    bir ilâhi ruhun da geldi işte son günü.

    çok kudretli oluyor bir dehânın gurûbu.
    ecel, o'nun yanına sen de el bağlayıp gir!..
    nefesinle titreyen fanilerden değil bu,
    ölmeyen bir san'atkâr ölüm döşeğindedir.

    gökler geri alıyor yeryüzünden sesini.
    şimdi geniş alnında ebedin gölgesi var!
    başında ağlayanlar sonuncu bestesini,
    ağır ağır kapanan gözlerinden duydular!...
  • batı notalarında türk musikisi

    deniz donat

    tanburi cemil bey türk musikisi tarihinin en büyük tanbur virtüozudur. kemençe ve lavtayı da aynı ustalıkla çalan tanburi cemil bey asıl tanbur icra tekniğine getirdiği yenilikle tanınır. 9 mayıs 1873’te doğan tanburi cemil bey üç yaşındayken babasının ölümü üzerine ticaret müdürü olan amcası refik bey’in himayesinde büyümüştür. ticaret müdürü refik bey, kişiliğiyle edindiği saygınlığa dayalı bir yönetim taraflısıdır. düşünce ve fikirlere büyük saygı göstermesiyle çevresindekilere verdiği değer, kendisine karşı saygı ve güveni daha da artırmıştır.
    tanburi cemil bey’in ailesi de müzikle iç içedir. annesi zihniyar hanım lavta, ağabeyi ahmet ile reşat saz ve tanbur çalıyordu. daha çok küçük yaşlarda olmasına rağmen kendi başına kanun ve keman çalmaya başlayan tanburi cemil bey bu enstrümanları akort edebilen ve en küçük bir ses kaymasını, en küçük bir tını farkını fark edebilen bir kulağa sahiptir. daha sonra ağabeyi ahmet’in hediye ettiği tanburla daha çok ilgilenmeye başlar. tanburi cemil bey ortaokulla birlikte kemani ağa’dan nota ve keman dersleri almaya başlar. bununla birlikte amcası refik bey’in konağında piyano ve fransızca dersleri de alır. refik bey abdülhamit’in eski arkadaşı olmasına rağmen padişahın ülkeyi yönetim şeklini beğenmez. abdülhamit, refik bey’i üstü kapalı olarak bir kaç defa tehdit etse de refik bey halk içinde padişah karşıtı gruplarla işbirliği içerisinde olur. abdülhamit, rasih paşa aracılığıyla gönderdiği bir mektupla, refik bey’i görüşmek için çağırır. rasih paşa’nın konağına gelen refik bey’i ise, kahvesine koydurduğu zehirle öldürtür. babasından sonra amcasını da kaybeden tanburi cemil bey, amcasının ölümü üzerine amcasının konağından ayrılarak taşkasap’ta oturan annesinin yanına dönmüştür.
    derslerinden çok tanburuyla ilgilenmeye başlayan tanburi cemil bey kısa süre sonra okulu bırakır ve bütün gününü tanburuna ayırır. bir süre sonra kemani ağa artık ders vermekten ziyade onu dinlemeye, onunla çalmaya gelir. tanburi cemil bey kısa süre içerisinde neredeyse tüm istanbul’daki büyük usta müzisyenler tarafından tanınır ve artık paşa konaklarına çağrılır. zamanın en usta tanburisi olarak kabul edilen tanburi ali efendi bir toplantıda cemil bey’i dinler. tanburi ali efendi henüz onüç yaşında olan tanburi cemil bey’i hayranlıkla izledikten sonra “evladım bunca senedir bu sazı çaldım, eh şöyle böyle biraz yendik sanırdım. şimdi seni dinledikten sonra bir daha tanburu elime almayacağım” der. tanburi ali efendi bu sözüyle başındaki tacı çıkartıp cemil bey’e giydiren ve tahtını ona terk eden soylu ve o denli de güçlü bir kral gibidir. bunu yaparken başı önündeki çocuğun kimsenin tacında tahtında gözü olmadığını da biliyordur. kökü aynı bilinmezde olan iki doruktu onlar. tanburi ali efendi’nin güçlü kişiliğinden doğan bu olay tanburi cemil bey’in şöhretinde parlamalara, patlamalara neden olur.
    tanburi cemil bey türk musikisi kadar batı müziğiyle de ilgilenir. uzun bir dönem aleksan efendi’den hamparsum ve batı notaları üzerine ders alır. tanburi cemil bey “piyano, arp gibi enstrümanlar musikimizin ses düzenine, makam yapısına göre düzenlenirse ancak o zaman öz sazlarımız arasına girebilir ve musikimizin geleceği için yarar sağlayabilir. batının majör ve minör yapısına uygunluk gösteren makamlarımız için bu enstrümanlar üzerinde fazla katı olmamıza gerek yoktur” kanısındaydı. bu konular üzerinde fikrini almak, kendi kanaatlerini söylemek için bilgisine güvendiği musikicilerden ali haydar bey’le tanışmayı çok ister, fakat bu isteği gerçekleşmez. daha sonra yanyalı refik mustafa paşalı on yıl başlar. paşa musikiye çok önem verir ve sever. dönemin en usta müzisyenlerini her salı günü konağında toplayarak sazlı sözlü toplantılar düzenlemektedir. tanburi cemil bey’le yine konağında düzenlediği bir toplantıda tanışır. ağır bir tempoyla çalınan tanburun bu kadar kıvrak, hızlı ve ritmik çalındığını ilk kez gören mustafa paşa çok etkilenir ve şaşırır. mustafa paşa henüz onsekiz yaşındaki bir çocuğun bu kadar iyi tanbur çalabilmesi karşında şaşkın kalmıştır. tanburi cemil bey’in çok hassas ve duygusal bir yapıya sahip olduğunu öğrenen paşa el altından ailesine ve kendisine yardım eder ve bu on yıl kadar yani paşanın ölümüne dek sürer. tanburi cemil bey ismi artık tüm istanbul’da duyulmaya başlar. duyulur ama onu dinlemek pek de mümkün değildir. çünkü bütün usta müzisyenler belli günlerde paşaların konaklarında düzenlenen toplantılarda çalarlar. belki de bundandır ki türk sanat müziği saraylı musikisi olarak adlandırılır.
    mustafa paşa’nın ölümden sonra tanburi cemil bey’in manevi ve maddi olarak sıkıntılı günleri de başlar. tanburi cemil bey ders verdiği öğrencilerin yanı sıra uzun zamandır üzerinde çalıştığı rehber-i musiki adlı nazariyat kitabına da hız verir. bu kaygıları fark eden nüfuzlu çevresi de ona yardımcı olmak için dışişleri konsolosluk kaleminde ona memur olarak iş bulurlar. ama musikiye verdiği önem ve ayırdığı zamandan dolayı iş hayatı pek de düzenli gitmemiştir. 1902 temmuz başında kitabın baskısı biter. o güne kadar nota ve tertip bakımından batı kaynaklarından da yararlanılarak makamlar, usuller ve diğer hususlar üzerine yazılan ilk musiki kitabıdır. tanburi cemil bey bunun yanı sıra, dönemin önemli gazeteleri sayılan ikdam ve sabah gazetelerinde uzun süre musiki üzerine yazılar yazmıştır.
    kovanlı fonograf günleri
    1900’lü yıllarla birlikte istanbul’da da artık kovanlı fonograflar konuşulmaktadır. bir çok üstat ve sanatçı bu yeni buluşa sıcak baksa da tanburi cemil bey pek de sıcak bakmaz. çünkü eserlerin bu kayıtlarla zorlama bir ses kaydedildiğini ve istenilen kalitenin alınamayacağını düşünüyordu. daha sonra tüm ısrarlara saygısızlık etmemek için bu teklifi istemeden de olsa kabul eder. kovanlı fonograflar her birini teker teker doldurduğu silindirler, sihirli birer kutu gibi imparatorluğun en uzak köşelerine gidiyor, bir lira çeyreğinden bir kaç altına kadar satılıyordu. her kovanın seslendirilmesi yeniden çalmayı gerektirdiği için büyük emek, uzun zaman istiyordu. elektronik mikrofonun icadından önce yapılan bu kayıtlar akustik kayıtlar olarak tanımlanmaktadır. bu ilkel kayıtta icracı önce çok geniş ağızlı bir borunun içine ya çalarak, ya da okuyarak ses titreşimlerinin bir tür balmumu silindirlere kaydedilmesini sağlar. sonra balmumundan madeni kalıplar üretilir. bütün bu süreç özellikle keman ya da soprano ses gibi tiz ses renklerini kayıtta başarılı olmuştur. bir iki firmaya deneme olarak doldurduğu birkaç plaktan sonra bütün rica ve ısrarlara rağmen bu kazançlı işi istemez ve teklifleri geri çevirir.
    1908 yılı sonuna doğru istanbul’da plak işi yapan en büyük firma, odeon plak fabrikasının türkiye acentası blumentahl kardeşlerin stüdyosunda 100 napolyon altını karşılığında plak yapmak için anlaşma yapar. ama anlaşmanın ertesi günü gidip tüm anlaşmayı iptal eder. paranın daha fazla artırılabileceği önerilse bile bunu kabul etmez. daha sonra hacı arif bey, şehzade ziyaeddin efendi, udi sami, udi şefki, kemani salih, kemani ağa, kemani kirkor, leon hancıyan efendi, edhem efendi ve aralarında bulunan birçok müzisyenle birlikte “dar-ül musiki-i osmani meşkhanesi” adını verdikleri, ragıp paşa kütüphanesinin karşısında bir yer kiralarlar. kuruluşun amacı sağda, solda darma dağınık bilgisiz ellerde ve dillerde bozulup kaybolma yolundaki musikiye ellerinden geldiğince sahip çıkmak. çalışma şekli ise eserlerin yeni baştan gözden geçirilmesi, eksiklerinin giderilmesi vb. çalışmaları pazartesi günleri şehzade ziyaeddin efendi tarafından yönetilmek suretiyle karar alırlar. 26 ekim 1914’te şehzade başında dar-ül beda-i binasında da bir konservatuar açarlar. bu binanın açılışında dâr-ül aceze musiki grubu tarafından bir konser verilir. bir de temsili tiyatro gösteri yapılır. oyunculardan işçi elbiseli olan 17 yaşındaki genç gelip tanburi cemil bey’in elini öper ve kendini takdim eder, “muhsin ertuğrul”.
    bu çalışmalar içinde musikiye gönül vermiş birçok sanatçı yetiştirirler. abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle tiyatro, oyun eğlence yerlerine de canlılık gelir. bunun üzerine dar-ül musiki-i osmani meşkhanesi de bir halk konseri düzenlemeye karar verir. fasılların tespiti, eserlerin seçimi, tertibi ve konser çalışmalarının idaresi tanburi cemil bey’e verilir. haftalarca süren hummalı ve uykusuz geceler geçirirler. gazete ve el ilanlarıyla duyurulmaya çalışılan konser haberi şimdiye kadar kendi musikisinde böyle bir olay yaşamamış olan istanbul’da büyük yankılar yapar. saraydan, paşa konaklarından, nazır köşklerinden ve zengin evlerinden başka yerde gerçek haliyle çalınıp söylenmeyen musiki nihayet halka da dinletilecekti. konser günü gelir ama son dakikalarda kalabalık ve gürültüden sıkılan tanburi cemil bey bir kadeh içmek için ayrıldığı salona yarım saat gecikerek geldiğinde, kendisinin gelmeyeceğini sanıp konserin iptal edildiğini öğrenir.
    annesi zihniyar hanım’ın tüm zorlamaları ve baskısıyla evlenmeyi kabul eder. 1901 yılında saide hanım’la evlenir. bir yıl sonra da oğlu mesud dünyaya gelir. mesud da babası tanburi cemil bey gibi iyi bir müzisyen olur. isfahan peşrevinde viyolonsel, ana melodi yanında pedal sesler vererek armonik bir derinlik sağlamaktadır. bu teknik türk müziği icralarına mesud cemil ile girmiştir.
    yaylı tanbur dönemi
    mesud’un doğumundan sonra çalışmalarını aksatmaya başlayan tanburi cemil bey kısa süre sonra tekrar hummalı bir çalışmaya başlar. ama hummalı çalışma musikiye çok şey katacaktır. tanburlarından birinin eşiğinde değişiklik yaparak “yegâh” telini yükseltip kemençenin yayıyla çalmaya uğraşır. o güne kadar hiç bir sazda duyulmayan buğulu, yumuşak, içli bir ses elde etmiştir. daha sonra eşik ve perde ayarlarını değiştirip tanburu yayla çalmaya başlamıştır. tanburu yaylı olarak ilk defa mustafa paşa’ya dinletir. yine bir paşa konağındaki toplantıda ilk kez yaylı tanburunu çalar ve yeni sazın sesi dinleyen herkesi büyüler.
    tanburi cemil bey artık sağlıklı değildir, hastalığı ilerledikçe bitirmeye çalıştığı kitapları, notlarıyla daha çok ilgilenir. bir çok paşa, eş, dost tedavi için yurtdışına göndermeyi teklif etse de hiçbirini kabul etmez. 1916 yılının 29 temmuz’unda kâtip muslıhiddin sokağından bir tabut çıkar. gönüller tahtının sultanı tanburi cemil bey milyonların kara sevdası ardında üç beş kırık plak ve çözümsüz bir muamma bırakarak yirmi gönüllüyle merkez efendi mezarlığına gömülür.
  • derya türkan ve özer özel elinden meşhur ferahfeza saz semaisi linki vererek hakkında söylemek istediklerimizi bir kez daha yutalım bakalım...

    her seferinde yazıp yazıp siliyor, bestelerine ve icralarına kulak verdikten sonra, yazmaktan yine vazgeçiyorum.

    dinlemek bazen albayım, her şey için kâfi geliyor...
  • çok da önemi olmayan popülaritesi murat bardakçı eminim daha iyi bilir ama bir müzisyen olarak müzik tarihimiz içerisinde ününü tanbur ve kemençedeki erişilmesi güç ustalığına ve türk musiki camiasını virtüözlük kavramıyla ile tanıştırmasına borçludur. saz musikisinin cemil bey'den evvel bugünkü seviyede olduğunu söylemek doğru olmaz hatta sözlü musikiye eşlik etmekten öte, ondan ayrı olarak, bağımsız özgün bir saz musikisinin gelişimi cemil bey ile başlar. cemil bey, batılı anlamda, musikimizin ilk virtüözüdür, ondan evvelki büyük sazendeler sözlü musikiden bağımsız olarak yaşayan bir saz musikisine rast gelmediklerinden bu seviyeye ulaşmamış, zaten ulaşmaya da gerek görmemiş, çaba sarfetmemiştir. bu meyanda cemil bey klasik türk musikisinde yeni bir saha açmış bir müzisyendir, tanbur ve kemençe tavrına getirdiklerini, taksim formunu bugün bildiğimiz haline getirmesini bile geçtim sadece musikimizin seyrine yaptığı katkı bile onu müzik tarihimizin kilometre taşlarından biri yapmaya yeter. onun gramafon şirketlerinin desteğine ihtiyacı olduğunu çakma tanburilerin iddia etmesine niyeyse şaşmıyorum, bir de necdet yaşar'a sorun bakalım cemil bey ününü neye borçluymuş?
  • doğru ismi tanburi cemil bey olan 1871-1916 yaşamış bir gönül adamıdır kendisi...
    (bkz: gönül adamı)
  • osmanlı imparatorluğu zamanında yapılan ilk taş plak kaydı tanburi cemil bey'e aittir.
  • plak doldurmayı sadece paraya ihtiyacı olduğu zamanlarda yapan ve plak doldurmaktan hoşlanmayan, onu "yapay" bulan bir kişiliktir. dinleyenler, canlısının plak kaydı ile karşılaştırılamayacak güzellikte olduğunu söylemişler. birde bi ara kırkpınar güreşlerini izlemeye gidip, orada zurna çalmasını öğrenmiş.
hesabın var mı? giriş yap