• jim carrey'nin somebody to love adli parcayi jefferson airplane'den daha iyi yorumladigi film.
  • daha ziyade jim carrey'nin somebody to love karaokesi ile hatırlanan film...
  • entelektüel şiddet'in bütün imkanlarını üzerine boşalttığı film olmuştur kanımca. devasa büyüklükteki uydu antenin içinde geçen bir boğuşma sahnesi vardır;the cable guy (jim carrey) 'toprak hayal değil,onu gözlerimle gördüm.' gibisinden bir alıntı yapar. daha evvelinde mediaval times adlı fantastik restorantta kahramanları şovalye kıyafetiyle gördüğümüzden bu alıntının the canterbury tales ya da king arthur ( historia brittonum) gibi bir ortaçağ metninde geçtiğini düşünürüz. lakin alıntı zamanında öfkeyle eleştirilmiş waterworld filmindendir. the cable guy ekler:'i don't know what all the fuss was about, i thought that movie rocked, it ruled!'-fimi tam altı kez izlemiştir. the cable guy'ın akıbeti de benzerdir.

    jim carrey'nin oyunculuk kariyeri aslında büyük bir hatayla,jerry lewis i abartılı bir biçimde taklit etmekle başlamıştır,bu teslim edilmeli;fakat bu,onun daha sonraki süreçte rol aldığı nitelikli filmlerin motivasyonunu tetiklemiştir. şöyle ki,jim carrey beklenmedik,öngörülemeyen oyunculuğuyla bu filmlerin cazibesini arttırmıştır aslında .the cable guy'ı yakın dönemde izleyenlerin çoğunluğu onun geçirdiği evrimden hoşnut. aslında derdini anlatmaya çalıştığı şeyi gayet usturuplu bir tarzda sunuyor. the cable guy isimsiz bir karakter,daha önce hiç yaşamamış sanki.being there'in kahramanı mr.chance gibi televizyon karşısında dünyaya dahil olabilmiş yalnızca,o da elinden alınınca sokakta ezilme tehlikesi geçirebiliyor. mr.chance kaza ertesi kendisinden özür dileyen bayana şöyle der: 'zaten başıma bir şey gelmesini umuyordum.' following filminin kahramanı da ilginç hikayeler bulabilmek için tanımadığı insanları takip ediyordu. the cable guy da başlarına bir şey gelmemeleri (ve soruna sebebiyet vermemeleri) için karantinaya alınmış çocukluğun peltekleşmiş yetişkinliğini temsil ediyor. hayatın gerçeklerini bile the facts of life dizisinden öğrenmiş,söz şuraya uzanır; hayatın daha derin gerçekleri kalmadığına göre bir diziyi yaşam koçu görmek neden küçük görülsün ki! the cable guy'ın en yakın arkadaşları yaşlılar ya da yeni bir sosyal grup olarak ele alınması gereken ucubeler (freak)-o malum karaoke partisinden anlıyoruz. karnavala çağrılmayan insanlar katılmış bu partiye. önceden başkalarınca yazılmış,bestelenmiş şarkıları söyleyebiliyorlar sadece. the cable guy'ın meselesi daha kritik; bu şarkıların fon oluşturduğu hiç hikayesi yok...

    akademik araştırmaya mevzu olabilecek bir yığın malzeme barındırsa da ileride büyük sükse yaratan akraba filmler fight club,pleasantville ve the truman show gibi kalite kontroldan geçemedi ne yazık ki.
  • kesinlikle komedi filmi olmayan, yanlış anlaşıldığı için çoğunlukla beğenilmeyen jim carrey filmi. rahatsız edici ve korkutucu olduğu için de beğenilmemiş olabilir.
  • çoklukla komedyen olarak bilinen ben stiller aslen otodidakt bir yönetmen ve kanımca komple bir sinemacı. tartışmasız başyapıtı ise the cable guy. film bugüne kadar birçok incelemenin konusu oldu. akademik platformda muhtemelen üzerine en çok makale üretilen sanat yapıtlarından biri. eser gerçekten de izleyenin ufkunu genişleten ve üzerine fikri mesai yapmayı şart koşan bir yapıya sahip. evvela çok katmanlı ve aynı oranda söylem çeşitliliği barındırıyor. birçok okumaya izin veren filme getirilen başat açılım homoerotik düzlemde. malum, the cable guy isimsiz biri. onu sadece televizyon tamircisi ya da kablo sokucu olarak tanımak eserin en sıkı katmanına hakaret olur. kabloyu döşemek için geldiği evde isimsiz bir varlıktan, giderek verdiği rahatsızlıkla protagonistin ontolojik sorgulamasını tetikleyen bir motive dönüşüyor. bununla da kalmıyor beraberinde sancılı fakat gecikmiş bir epistemolojik kopuşu da getiriyor. kablocunun zorla steven kovacks'ın hayatına sızma girişimleri, bu istenmeyen penetrasyon, bir zaman sonra önce boyun eğişle sonra karşılıklı kabulle sonuçlanıyor. tüm bu hayata sızma, kablo döşeme, eve penetrasyon döngüsünün gizlediği ya da gizlemek isterken açıktan ima ettiği ise başta değindiğim o homoerotik enerji. kablocunun elemana götten kayması beklenen final. lakin ben stiller dölün su gibi içildiği o son sahneyi seyirciden gizliyor. hepi topu bir ima ile yetiniyorsunuz. stiller'in dehası tam da burada. sanatın aslında koca bir göstergeler imparatorluğu olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
  • (bkz: sene 1996)
  • jim carrey in gölgesinden bile hızlı tv kumandası kullanabildiği filmdir.
  • jim carey'in yarmış oyunculuk performansını takdire şayan bulduğum filmdir ve evet bu film sadece somebody to love u sayın carey'den dinlemek ve izlemek için bile seyredilebilir.
  • filmin pazarlaması yanlıştı, "jim carrey! eğlenin!" şeklinde şeklinde reklamı yapıldı. e insanlar sinemaya böyle gitti ve hiç beklemedikleri bir filmle karşılaştılar.
  • kimsenin begenmemsi karsisinda sesimi pek cikaramadigim, "hayir gayet de guzeldi" diye haykiramadigim filmdir. cunku bu filmin guzel olmadigi konusunda geniiiis bir konsensus vardir.
hesabın var mı? giriş yap