• gecenin ikisinde tv karşısındaki kanepede yamuk yumuk hale gelmiş bedenimi bulunca artık bazı şeylere el atmam gerektiğini anlamıştım. üşümüş ve açık televizyonun bangırdaması neticesinde kafası skilmiş vücudumu bir kahve yapıp uyandırdım. kahve kokusuyla uyanmayınca sinir yaptığı bilecek kadar uzun yıllardır, içindeydim.

    o kahvesini içerken, montunu ve anahtarları getirdim. ''hadi gidiyoruz!'' dedim. bana güvendiğinden değil de, ne de olsa dediğimi yapacağını bildiğinden, hiç itiraz etmeden sessizce giyindi. ben olmasam bu kadar çaresiz olacağı hissinden biraz ürpersem de gizliden hoşnut olduğumu belli etmemeye çalıştım.
    arabaya bindik, en yakın tekelden 2 bira alır geliriz yanılgısına düşen bedenime, yok, dedim. düzene giriyoruz. sessizce onaylayıp açık 3. tekelin önünden de geçip çarşının ortasına kadar geldik. tek ve kısa bir yoldan ibaret çarşının başında arabayı park edip sessiz sokakta yürümeye başladık. daha dar bir paralel sokağa geçişi sağlayan ilk aradan sola dönüp dükkanı bulduk. içerden gelen ışık olmasa kapıyı açıp girmeye cesaret edemeyeceğimiz kapıyı açtık. her tuhafiye gibi, kapıya takılan zilli mekanizma sayesinde dükkana girdiğimizi sadece dükkan sahibi değil tüm kasaba anlamıştı.

    içeri girdik, ikimizi ayrı ayrı görebilen tek fani olmasına rağmen seçimini benden yana yapıp, asıl görüneni görmezden gelerek bana baktı. gözlerime baktı diyemememin nedeni, gözlerimi taşıyan bedenimi kaale almaması ve sadece varlığıma bakmasıydı.

    ''beş tane uyku düzeni istiyoruz'' dedim.

    arkasını dönüp yüksek raflardan çıkardığı üç kutuyu elime tutuşturarak, ''üç tane kaldı.'' dedi. ''bu sizi üç gün idare eder. perşembe zaten toptancı gelecek, elinde kaldıysa alırım, kalmadıysa sararız yedi yüz elli gram huzur aynı işi görür ağabey.'' dedi.

    olayı ''tuhaf şeyler satan yer'' çiğliğine bağlayıp bağlamayacağımı merak eden bedenim, bir yandan rafları inceleyip bir yandan yapacağım gereksiz tanımlardan korkuyordu.
    korkmasına gerek olmadığı yönündeki sessiz talimatımı alıp ipe dizili halde duran iradeleri incelemeye devam etti.
    ''ister misin alalım mı?'' dedim. o böyle sessiz, uysal davrandıkça canım acıyor, onu mutlu etmek için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. geceden beri ilk kez açılan ağzı;
    ''süt dökmüş kedi varsa alsana bana'' dedi. ''besleriz.''
  • hediyelik esya.armagan anlamindaki arapça tuhfe sozcugunden turemistir.
  • küçükken dayımın sahip olduğu, pek iş olmamasına rağmen benim gerek dayıma olan sevgimden * gerekse işin çekicilğinden bırakmak istemediğim bir dükkandı.

    renk renk giysiler de vardı, her ne kadar sermayesi az bir dükkan olsa da... numara numara tığlar sonra... dayımın daha dükkanı açarken, kendi iddiasına göre bir servet yatırdığı ama kimsenin değerini bilip almadığı ipekten iplikler **... sonra ören bayandan daha pahalı olan drima makara... metreyle ölçüp sattığımız don lastikleri*... kilotlu ve kilotsuz çoraplar... ucuzu ve pahalısı... parizien,italian... sonra dayımın bir bakışta "size 90 olur" diyerek sattığı sütyenler... üç renk sadece... beyaz, siyah ve krem... benim dayımdan gizli baktığım iç çamaşırı katologları*...

    sütyen almaya gelen kadınların tacizi...
    -güzel bişey kokuyo bu dükkanda
    - baksana güzel delikanlılar var (ben tekim o sıra dükkanda) o kokuyodur...

    işlerin kesatlığından vitrin camlarında lastikle kara sinekler avlayıp, her vurduğumu sayıp günden güne rekorlara koştuğum, "boş kalan esnaf..." diye başlayan deyimdeki gibi sıkıntıdan ne yapacağımı şaşırdığım, mecazi anlamda "sinek avlamak" deyimini gerçeğe dönüştürdüğüm yerdi.

    sonra ve en son olarak kiracı olduğu dükkandan refah partisi döneminde, "cami yapılacak buraya çıkın" diyerek çıkarılan dayım ve hala cami yapılamayan o yıkık arsa ve biraz direnen dayımın şaibeli bir şekilde soyulan cadde üzerindeki dükkanıdır tuhafiye.
  • malesef tuhaf şeyler satmayan yerler.

    halbüsem ne hoş olurdu, canımız ne zaman abuk subuk bir şey çekse, gidip tuhafiyeciden alsak...
  • kibariye'nin, dogar dogar aglamak yerine konusmakla gülmek arasi garip sesler çikaran kizkardesine ailesinin vermek istedigi isim. sulukule nufüs memurlugu bu ismi gelenek, görenek ve özellikle yasalarimiza uygun görmeyerek reddetmistir.
  • cocuklari cezbetmedigi sanilan ve fakat sanildiginin aksine inanilmaz cazibesiyle cocuklari mest eden ebruli diyaridir. 46 yildan sonra beni dunyaya getirmeye karar vermis bir annenin son cocugu olarak, kendisinden 23 yas buyuk abisi ve 18 yas buyuk ablasinin alt sayisindaki cocuklarin en kucugu olmam nedeniyle, ben de suruklenirdim bu tuhaf ve minik dukkana ara sira.... (ve vaad edilen dondurma yerine hep te sakiz leblebisi tutusturulurdu elime. )

    kucuk bir zilin ilistirildigi cam kapidan kucucuk dukkana girer girmez, tarifi mumkunsuz bir koku vururdu nsanin yuzune, kimbilir belki de kosede duran devasa cam bir balonu andiran tulumbali, cam tuplu, lastik pompali limon kolonyasi sisesinden etrafa sinip yerlesen kolonyanin veya kolali iplik yumaklarinin, seritlerin birbirine hemdem olan kokulariydi.

    soldaki duvar tavandan, tabana kadar boydan boya, minicik ayakkabi kutularina benzer kutularla kaplanmis ve her kutunun tam orta yerine bir dugme yerlestirilmisti. akla hayale gelmedik renkler ve sekillerde saticiya sunulan bu dugmeler sanirim tuhafiyenin en cazibeli kosesiydi. renkli inciler, cicek seklinde elmasi andiran ucuz zirkonia tasindan yapilma olanlar, renkli plastikten irili ufakli sade gorunumluler, mekik sekilli coban dugmeleri, siyah abonitten palto dugmeleri, kemik dugmeler, metal dugmeler cocuk dimaginda, inanilmaz guzelikle bir celestial sphere olusturur ve zorla suruklenildigi o mekandan, cocuk hic cikmak istemezdi. (bkz: hayat mecmuasi) ve (bkz: mad world) esliginde yazilmistir bu yazi....
  • birlikte bulunması tuhaf olarak algılanan maddeleri satan, genelde minik, kıyı döşede kalmış dükkanlar.
  • tuhaf seyler satan dükkan. tuhaftan kasit tamamen kisinin hayalgücüyle, satinalma gücüyle veya sativerme gücüyle sinirlidir. esnafliklar icinde en sabir sinayanidir. cesit sayisi yükseldikce satan kisinin cildirma ihtimali yükselir. cünkü müsteri cesidi de dogru orantida artmaktadir. sosyete güzelleri gelir bazen, fiyati ucuz bulduklari icin burun kivirirlar ürüne; bir sonraki müsteri yalvar yakar veresiye yaptirir ki alsin o hirkayi.
    tuhafiye esnaf olarak garip bir koldur; cünkü sattigi kücük tuhaf seylerden sagladi kar ile hayatina devam etmesi cok zordur ve mutlaka kendini bir sekilde butik haline getirmelidir ya da havlucu ya da nevresimci.. cünkü bi kazaktan gelen kar bi igneden gelen karin 1000 katidir.
    bunun yanisira sadece corap satan ya da sadece yün satan dükkanlar gözüme carpmakta; onlarin islerinin ne kadar rahat oldugunu hayal eder ve kiskanirim bir full-time tuhafiyeci olaraktan...
  • corap, mendil, eldiven gibi ufak giyim esyalari ve dugme, kurdele gibi seyler satan ufak yerler..
  • tuhfe (nadir ya da emsalsiz hediye) > tuhaf (tuhfeler) > tuhafiye (ender hediyelik eşya satan yer).
hesabın var mı? giriş yap