• "madde ve zihin arasındaki ilişkiyi ve yapısını daha kapsamlı olarak david bohm'un hologram teorisinde bulabiliriz. hologram, kısaca tanımlarsak, tek bir lazer ışınının iki ayrı ışına ayrılmasıyla oluşur. ilk ışın, fotoğrafı çekilecek nesneden sektirilir. sonra ikinci ışın, ilkinin yansıyan ışınıyla çarptırılır. bu durumda ortaya çıkan girişim deseni, daha sonra bir film plakasına kaydedilir.

    başka bir lazer ışını, filmin içinden geçip onu aydınlatacak olursa (ya da parlak bir ışık) orijinal nesnenin üç boyutlu bir imgesi yeniden ortaya çıkar. bu görüntüye elinizi uzatıp ona dokunmak isterseniz eliniz, görüntünün içinden geçip gider; ancak o zaman gerçekte bir şey olmadığını anlarsınız. yani, duyumlarınız size ne derse desin, yeryüzündeki hiçbir alet hologramın havada salınır gibi durduğu yerde, herhangi bir anormal enerji ya da varlığın yer aldığını saptayamaz. uzayda kapladığı yer, ancak bir aynada gördüğünüz kendi üç boyutlu görüntünüz kadardır. aynadaki imgenin aynanın arkasındaki gümüşsü yüzeyin üzerinde yer alması gibi.

    bununla beraber plakayı ne kadar parçalarsanız parçalayın, yine lazerle aydınlatıldığında aynı nesneyi oluşturacaktır. çünkü holografi, filmin her parçasında bütünün bilgisine sahip olması demektir. böylece hem mekânsızlık hem de bütünselliğe sahip olma özelliği, kuantum düzeyindeki, madde-antimadde arasındaki mesafe ne olursa olsun birindeki etkinin aynı anda diğerinde ortaya çıkışını, plazma içindeki elektronların her birinin, tümün bilgisine sahip olarak hareket etmesini, çift yarıklı deneyde yüz farazi parçacığın aralıktan teker teker geçmelerine izin verildiğinde parçacıkların % 10'unun a bölgesine çarptıktan sonra yarıktan geçen öteki parçacıkların sanki ihtimal hesabını biliyormuşçasına bölgeden kaçmalarını açıklamış olmaktadır.

    nörofizyolog karl pribram da yaptığı araştırmalar sonucunda beynin holografik olarak çalıştığını bularak eğer beyinlerimizdeki gerçeklik görüntüsü aslında bir görüntü değil de bir hologramsa bu neyin hologramıydı? hakiki gerçeklik nedir? gözlemci tarafından gözlenen ve görünüşe göre olan nesnel dünya mı,yoksa plaka / beyin tarafından kayıtlanan girişim desenleri mi? sorusuna nesnel gerçekliğin (kahve fincanları,dağ manzaraları,sandalye masa…vb) belki de gerçekte var olmayan tınlayan engin dalga boyları senfonisinin ancak bizim duyularımıza ulaştıktan sonra bildiğimiz dünyaya dönüşen bir frekanslar ülkesi şeklinde var olduğu biçiminde cevaplandırdı.

    başka bir deyişle, beyinlerimiz,temelde başka boyutlardan, uzay-zamanın ötesindeki daha derin bir varoluş düzeninden yansıyan frekansları yorumlamak suretiyle nesnel gerçekliği matematiksel olarak oluşturmaktadır. yani beyin, holografik bir evrenin içerdiği bir hologramdır. david bohm bu noktada her şeyin altında yatan bir düzenin ikinci kademede ortaya çıkış görüntüsünden başka bir şey değildir. bu düzeni kuran, düzenin aynı zamanda hem de kendisi. bir ve tek... şeklinde ifade etti.

    tıpkı mistisizmin temelinde yatan, evrende her şeyin tek, bölünmez tümel bir yapı olan kozmik bilinci kendi kapasitesince ortaya çıkaran ve algılayan bilinç titreşimlerinin kendilerine has bir varlıkları olmaksızın bir hayalden ibaret olduğu düşüncesi gibi..."
    (alıntı-kenan keskin)

    yukardaki alıntı, vahdet-i vücud anlayışını günümüz insanının anlayacağı dilden ifade eden bulabildiğim en sârih izahtır.

    en özde bulunan varoluş okyanusu(hu-hüve) bir derece bilinir hale gelmek için bir frekans denizi halinde yansıyor(isimler mertebesi-allah)

    frekans denizi bir nevi çokluk halinde belirdiği için, çokluğun yerel unsurları denizin diğer vechelerini şuur seviyesine göre kısmi algılama ve değerlendirme durumuna giriyor.

    "doğu da batı da allah'ındır. nereye yönelirseniz allah'ın vechi/yüzü oradadır. allah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir."(bakara 115)

    lâkin her nokta, "tüm"ü kendinde barındırıyor çünkü varlık devâsa bir hologramdan ibaret. eskiler buna "zerre küllün aynasıdır" demişler.

    muhyiddin-i arabi ve taraftarlarına göre durum aynen böyle. sadece onlar görüşlerini tasavvuf terminolojisi ile anlatmışlar ki günümüz insanı o sözlerden pek bir şey anlamaz.

    imam-ı rabbani'ye göre ise o bahsettiğimiz tümel/külli hologram allah'ın zatı değil onun gölgesidir. allah'ın zatı insan için ulaşılamaz ve değerlendirilemezdir.

    kısacası biri,

    heme ost=her şey o'dur,

    derken, diğeri

    heme ez ost= her şey o'ndandır, aslın aynı değil gölgesidir,

    demektedir.

    imam-ı rabbani'nin görüşü, vahdet-i vücud anlayışına göre marifet alanında büyük bir sıçramaya tekabül eder.

    not: dikkat! panteizm farklı bir kavramdır. tasavvuf ıstılahına göre, panteizm vahdet-i vücud değil, vahdet-i mevcud'tur.
  • 19 sene body building sporu yapmış ünlü fars şahı 16. vahdet'in saray alemlerindeki niki.
  • akla ilk önce kabalistleri, "enel hakk" dediği için idam edilen hallac ı mansuru, nesimiyi (bkz: hurufilik), mevlana ve yunus'u akla getiren kelime. monizm esasına dayanır. yani bizim dışımızda master of puppets misali bizim iplerimizi elinde bulunduran, cezalandıran bi tanrı modeli yoktur. herşey birdir, bir herşeydir. enerji maddeye madde enerjiye nasıl dönüşür ve kaybolmazsa, insanoğlunun tanrı dediği şey de işte bu enerji=maddedir. etrafınızda görebileceğiniz ve göremeyeceğiniz herşey insanın tanrı dediği şeyin bir tecellisidir. yani ben onun bir parçasıyım. tüm kainattır aslında o. yaradanı severiz yaratılandan ötürü. karşımdakine kötü davranmam çünkü kendime zarar vermiş olurum. çünkü o da bütünün parçasıdır benim gibi. enel hakk ifadesi de buradan kaynaklanır. ben tanrının kendisiyim değil, onun parçasıyım yani yansımasının bir parçası.
    aynı doğrultuda (bkz: an it harm none do what thou willst) (bkz: threefold law)
  • boyumuzu aşıyor ancak bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için belirtme gereği duydum, benim yanlışım varsa düzeltilmeye açık. haşa 'allah yoktur'un değil, 'allah'tan başka birşey yoktur'un bilgisidir. bu bilgi de öyle bilişsel anlamda bir bilgi olmayıp birinin tamam sen oldun diyip kulağımıza fısıldamasıyla öğrenilmez, allah'ın nasib etmesiyle meydana gelen bir farkındalık, bir ruh halidir adamı ya uçurur ya yerin dibine sokar. işte madem herşey ondan ibaret ibadetin ne anlamı var diyenler de esasında yeni bir imtihan sorusuyla karşı karşıyadırlar, yol tuzaklarla doludur.
  • esasen tasavvufta baska bir yol diye nitelemek bazi yanlis anlasilmalara yol acabilir cunku vahdet-i vucud tassuvvufu, tasavvuf ise vahdet-i vucud'u birbiri icinde barindirir ozunde. birbirini kapsayan iki kume olarak dusunulebilir. bunun yaninda insan tanrinin yansimasidir, kotu insanlar vardir, iyi insanlar vardir(bence her ikiside yoktur bir insan duruma gore iyi duruma gore kotu olabilir ama hep ya kotuluk yada iyilik aslinda dominanttir fakat iyi ya da kotu diye ayirmak zorundaydim) fakat kotu olmak tanriya yakistirilmadigindan insan tum hayati boyunca kotu vasiflarindan,dunyevi zevk ve hirslarindan arinarak vucut-u mutlak olmaya calisir. fakat burdaki vucut-u mutlak olma cabasi kendini tanrinin yerine koymaktan farklidir. bu yuzden hayatini bu yola adamis insanlar bu mertebeye ulastiklarini dusunduklerinde ve halk icinde "ben tanriyim,ben tanriyim" dediklerinde halk tarafindan "ne diyor bu terbiyesiz" dusuncesiyle tanriya saygisizlik ettigi gerekcesiyle linc edilmislerdir.
  • ibn arabi,vahded-i vücudu şöyle açıklamıştır:

    "merkezde ilahi zat vardır.o aynı zamanda sırların sırrı, bilinmezlerin bilinmezidir.sonra ehadiyyet gelir, bu birliğin ilkesidir; ardından vahidiyyet gelir, bu da çokluk içindeki birliktir.sonra allah'ın adları ve nitelikleri gelir. "ol" der ve murat ettiğinin modeli yaratılır.sonraki daire bizim gibi varlıklardır.varlık, insanın çıkması gereken açık arınma alanıdır,yani insanın kendisini aşması.bu gizli olmamadır.bilmek, gerçeğin içinde durabilmedir.hakikat burada varlığın açılmasıdır.varlığın içi vehim, dışı hayaldir.varlık, kendinden olursa varlıktır.bir başkasına muhtaç olan varlık hayalden başka ne olabilir? yani biz sanırız ki, bu alem kendi başına buyruk, kendi kendine oluşmuş bir gerçektir, mutlak gerçekten hariç bir varlıktır.oysa hiç de böyle değildir.bilelim ki biz de bir hayaliz, algıladığımız her bir şey ve ben "bu değilim " dediğimiz her bir nesne de bir hayaldir.allah, ancak karşıtlıklar bir araya getirilince bilinir. o,hem öncesizdir hem de sonrasız.o dış olarak beliren içtir,iç olarak beliren dıştır,öncesizliğiyle sonrasızdır.o'nu o'ndan başka kimse göremez ve o'nun kendisine perdeli olduğu kimse de yoktur.o, kendi kendine izhar eden zahir'dir.o, kendi kendine perde kılan batıl'dır.dış,"ben" dediğinde,iç bunu yalanlar.iç, "ben" dediğinde,dış bunu yalanlar ve bu her karşı çift için aynıdır.her durumda konuşan, bir'dir ve o'nu dinleyenin de aynıdır.bu,elçi'nin ve benliklerinin onlara anlattıkları sözüne dayanmaktadır. apaçık olarak, burada benlik, hem konuşan ve hem de konuştuğunu işiten ve söylediğini bilendir.bunda, farklı yönlere bürünmesine rağmen, hak birdir. hiç kimsenin bunu bilmemesine imkan yoktur çünkü herkes, hakk'ın bir sureti olması bakımından bundan haberdardır."

    kaynak:gezgin/sadık yalsızuçanlar
  • muhyiddin-i arabi ve mevlana gibi zatlar vahdet-i vücud ehlidirler. ortaçağ boyunca tüm tasavvuf ehlinin ortak görüşü budur.

    ancak miladi 1600'lü yıllarda zuhur eden tasavvuf ehlinin güneşi imam-ı rabbani, tasavvuf ilminde çıtayı yükseltmiş ve çok ötelere taşımıştır. o kadar ki, onun ilmini anlayabilen pek çıkmamıştır.

    işin sırrı şudur: allah'a giden makamların sonu olmadığı gibi, ona olan marifetin de sonu yoktur. evet muhyiddin-i arabi hazretleri ve taraftarlarının allah hakkında belirli bir marifetleri/bilgileri vardır. lakin o nokta aşılmaz değildir.

    mesela, bohr'un veya rutherford'un atom teorilerine yanlış diyebilir miyiz? bence diyemeyiz çünkü modern atom teorisi o modeller üzerine bina edilmiştir. o teorilerin hepsi bilimin gelişim çizgisini ve aşamalarını temsil ederler.

    eski tasavvuf büyüklerini ve imam-ı rabbani'yi böyle görmek gerekir kanaatimce.. ve son hüküm:

    "vahdet-i vücut ve zati tecelli davasının belirttiği nisbetlerle allah arasında hiçbir münasebet olmadığı, bizce, yakinin yakini halinde sabittir. hak ehlince çoktan beri bilindiği gibi, ihata* ve yakınlık ancak ilimdir; ve allah hiçbir şeyle ittihad* halinde değildir.

    vücudu vacib olanın, vücudu mümkün* olanla ittihadı imkansızdır. gariptir ki; muhyiddin-i arabi ve bağlıları, allah'a "mutlak meçhul" derler, onu hiçbir hükümle mahkum bilmezler de, böyleyken zati ihata, yakınlık ve maiyet* ispatına kalkarlar. bu, büyük bir yanlıştır ve allah'ın zatını teşhis yolunda yersiz bir cesarettir."

    nihayet:

    "bu dava, bu fakire pek giran gelmekteydi. bana en büyük ıstırabı veren bu türlü tevhid ifadesinin verasındaki son hakikati ve o hakikatin ulviliğini henüz kavrayabilmiş değildim. allaha bütün kalbimle yönelerek yalvardım ki, bendeki ilmi ve şer'i inanış kaybolmasın; ve ben, en ileri keşif noktasından bu inanışı gerçekleştireyim... duam kabul edildi. önümde hiçbir hicab kalmadı, hakikat bana olduğu gibi göründü. gördüm ki, alem, sıfati kemallerin aynalarından ibarettir ve ilahi isimlerin zuhuruna yerdir. yoksa, "vahdet-i vücut" cuların vehmettiği gibi, "zahir" ile "mazhar", "gölge" ile "vücut" birbirinin aynı değildir.

    deryadan daha ne göstereyim? ha birkaç damla, ha dünyanın taşıyamayacağı kadar su…"
  • vahdet-i şuhud, görülenlerin birliği demektir ve gerçekte imam-ı rabbani hazretlerince vahdet-i vücud'un aslını, esasını tanımlama bâbında kullanılmıştır.

    buna göre güneş doğduğunda yıldızlar sadece görünmez olurlar, yok olmazlar. tasavvufi tabirle ifade edersek, yalnızca şuhudun zevali vardır, vücudun zevali söz konusu değildir. "vücudun zevaline cevaz vermek şirktir" der hazret. ancak bu yönde görüş belirten klasik tasavvuf ehli mazurdurlar çünkü onlara sekr/sarhoşluk hali galebe çalmış ve çaresiz o tür bir algılama içine girmişlerdir.

    topyekün varlık ilahi isimlerin açığa çıkabilmeleri için yoktan var edilmişlerdir. dikkat! bütün varlığın mahiyeti haşa hak değil, yokluktur, hakikati ise ilahi isimlerdir. çömleğin aslının çamur olması gibi, varlığın aslı da yokluktan ibarettir. tıpkı sıfır gibi. sıfır rakamının ismi vardır ama cismi yoktur. bu durumda gerçek vücud yalnızca hakka aittir. hem biz hem de alem aslı yokluk olan varlıklarız. sahip olduğumuz her kemalat haktan yansıma yoluyla gelmiştir. "allah insanı kendi suretinde yarattı" sözünün izahı budur. yokluk aynasında beliren hakkın suretidir. suret/gölge aslın aynısı değildir, gayrısı da değildir.

    ekseriyetle sanıldığının aksine, imam-ı rabbani hazretlerinin kemalatı vahdet-i şuhuda inhisar etmemektedir. marifette çok daha ötelere gitmeyi başarmıştır.(seyr-i akrebiyyet ve nübüvvet kemalatı)

    klasik tasavvuf irfanı ortaçağ islam medeniyetinin ruhunu ve arka planını oluşturur. bu irfan billurlaşıp bir hayat tarzına dönüşmüş ve belirli bir seviyeden islamın yaşanması ve tatbikine vesile olmuştur. ancak artık o dönem geride kaldı. ölmüş bir medeniyet ve onun irfanına düşkünlüğün sebebi ne ola ki? artık yeni şeyler söylemek lazım.

    işte imam-ı rabbani hazretleri müceddidiyye(yenilikçilik) ekolü ile bize yepyeni bir islam medeniyetinin ruhunu ve irfanını sunuyor. o irfanı yeryüzüne indirmek ve bir hayat tarzına dönüştürmek ise bizim vazifemizdir.

    bu ekol çok yüksek bir marifeti temsil ederken, islamın temel esaslarını teşkil eden kuran ve sünnete zerre kadar bir karşıtlık içermez. zira temel esaslara az bir muhalefet tepki olarak zıttını doğurmakta ve fitneye sebep olmaktadır.

    bu nedenle, vahhabilerin, selefilerin, ışıdçıların ve benzerlerinin zuhurunda maalesef klasik tasavvuf ehlinin sorumluluğu vardır.
  • yaratılanla yaratanın bir oluşunu, tek kaynaktan geldiğini savunan tasavvuf görüşü.
  • kenan rifai bu mefhuma matematiksel bir tanim getirmis:

    "mesela adetleri alalim: 1, 2, 3 diyoruz. fakat aslinda iki var midir? iki, birin tekerrürüdür. anlasiliyor ki kasretin ifadesi olan bütün adetlerin vücudu birin tekerrüründen husûle geliyor, yani birden baska adet yoktur. hep vahdet-i vücud.. unitè absolue. bu vahdet ilmi hasil olunca faili, mevcudu yalniz allah bilirsin. hazret-i ebubekir bunun icin hicbir sey görmedim ki onda allah'i görmeyeyim dedi. iste bunu bildin mi ne kediyi, ne köpegi, ne sogani, ne sarmisagi fena görmez, tahkir edemezsin."
hesabın var mı? giriş yap