21294 entry daha
  • bazen olması gereken ama her zaman insana yaramayan.
  • https://music.youtube.com/watch?v=4a28migijfk

    yalnızlığı en güzel şekilde anlatan şarkılardan biri yukarıdaki.

    birkaç gündür ekşide yalnızlık temalı başlıkların popüler olduğunu görüyorum, belki de algıda seçicilik falandır bilmiyorum. birkaç şey de benim yazasım geldi.

    sosyal bi adam değilim. biraz çabalarsam olabiliyorum, arkadaş falan edinebiliyorum. ama evden dışarıda geçirdiğim her an yoğun olarak enerjimi tüketiyor. hani oyunlarda bazen belli bir alanın dışındaysanız her saniye canınız düşer ya, benim için de sosyalleşmek öyle bir his.

    hayatımın en sosyal dönemi lisedeykendi, onda da öyle okulun popüleri falan değildim, ufak bir grubumuz vardı kendi halimizde takılırdık.

    lisenin de son senesi herkes bir yere dağılmıştı, ben de yeniden içime kapanmaya başlamıştım. bu da 8 sene öncesine tekabül ediyor, şimdi söyleyince ben de yaşlanmışım.

    artık bu konu da zihnimde puslanmaya başladığından çok emin olamıyorum ama, sanırım lise 3'ün sonlarına doğru başlayıp üniversitenin ikinci sınıfına dek süren ilişkim sonrasında (bu da 6 yıl öncesi oluyor sanıyorum), sosyal hayat ile olan bağımı komple kopardım.

    zaten çok fazla arkadaşı olan biri olmadım hiçbir zaman, ama bu süreçte bütünüyle izole ettim kendimi.

    buluşmalara gitmeye gitmeye bir yerden sonra çağırmayı bıraktılar. sadece senede bir kez falan iletişim kurduğum ve dünya da yansa daima benim en iyi arkadaşım, kardeşim olarak kalacak olan evascale dışında liseden kimseyle de bir iletişimim kalmadı.

    üniversitedeki tek arkadaşımla da lise zamanı evascale aracılığıyla tanışmıştım, ama pek bir muhabbetimiz yoktu. her saniyesi çin işkencesi gibi geçen dört yıl onunla olan bağımızı da kuvvetlendirdi. dünya da yansa en iyi arkadaşım olarak kalacak olan, hayatta sahip olduğum toplam iki arkadaşın bir diğeri de o oldu.

    kendisi, ingilizce hakimiyetimi yükseltmek dışında malzeme mühendisliği okumanın bana yegâne katkısıdır aynı zamanda. zaten o olmasa ben o bölümü bitirmezdim, onun iteklemesiyle okudum. neyse daha fazla konudan sapmayayım.

    pandemi sırasında da 3 yıl boyunca bildiğin ormanda yaşadım. en yakın şehir bir saat uzaktaydı. iletişim kurduğum yalnızca kediler, köpekler, kargalar, tilkiler, ağaçlar vardı.

    hayatımda hiç üzerine çıkmayı başaramadığım 55 kilo sınırının üstüne de ilk kez bu zamanlar çıkabildim. insanlıktan uzaklaşmak 10 kilo olarak döndü bana, insana benzedim.

    zaman içinde çoğunlukla yalandan, bazen de içimden gelerek yalnızlıktan şikayetçi olduğum olmuştur. ama bu benim seçtiğim bir şeydi, o yüzden çok da yalnızlıktan rahatsız olduğumu söyleyemem şimdi. ama bu yalnızlığın çok iyi bir şey olduğu anlamına mı gelir? orası karışık biraz.

    ilk entrye başladığımda paylaştığım şarkının yalnızlığı güzel anlattığını düşünme sebebim; gerçekten de uzun süre yalnız kaldığında insan birçok şeyi unutmaya başlıyor. bu yaş geçtikçe anıların kaybolmasından daha farklı bir his.

    belki de unutmak tam anlamıyla doğru kelime değildir. daha çok zaman kavramını kaybetmek ve bunun sonucunda her şeyin giderek flulaşması gibi.

    çok uzun bir süre hangi ayda olduğumu bile bilmeden ve umursamadan yaşadım. belki 10 belki 15 kelime ile, bazen daha azı ile tamamladığım haftalar, belki aylar vardır.

    her şeyden ve herkesten bu kadar uzak kaldığın zaman, zaman kaybolmaya başlıyor, veya sen zamanda kaybolmaya başlıyorsun.

    sevdiğin kadının adı gitmese bile, ona dair asla unutmayacağını düşündüğün şeyleri bile unutmaya başlıyorsun. anılar iç içe geçiyor, ne ne zamandı, nasıl olmuştu hepsi karmakarışık bir düğüm oluyor. bir yerden sonra ne kadar uğraşsan da çözemiyorsun.

    insanın yaşanmışlıklarına dair bir hafızası kalmadığında, ondan geriye de pek bir şey kalmıyor ne yazık ki. giderek daha sessiz ve daha ruhsuz biri oluyorsunuz.

    ki bugüne dek ağzımda oldukça kötü bir tat bırakmış olan hayatta, böyle biri olmak beni çok rahatsız etmezdi aslında. eğer ki bir noktada sosyal hayata geri dönmek zorunda kalmasaydım, ömrümün sonuna dek her türlü duygudan uzakta doğaya yakın bir şekilde huzur içinde yaşayabilecek olsaydım, gerçekten güzel olurdu.

    çünkü gidecek bir yerin yoksa zaman o kadar da mühim bir kavram değil. iletişim kurduğun canlılar seni zaten anlamıyorsa kim olduğunu unutmuş olmak da önemli değil.

    ama ne yazık ki para diye bir gerçek var dünyada ve şanslı doğmayanlar olarak çalışmak zorundayız. bu da sosyal hayata geri dönmek zorunda olmak demek.

    nefret ettiğim bir işi yapmamak için geçen sene güz döneminde hep okumak istediğim bölüme başladım. ve sudan çıkmış balığa döndüm.

    ilk birkaç hafta sosyal anlamda kabus gibiydi. sosyal etkileşim konusunda hiç olmadığım kadar kötüydüm. ama sonra biraz toparladım, nasıl olduğundan çok emin değilim ama şu an, bütün moronluğuma ve enerjisizliğime rağmen bölümdeki hemen herkesi tanıyorum, okuldayken takıldığım bir grup insan da var. iletişimimiz geçen onca zamana karşın hala yüzeysel sayılır ama bu muhtemelen benimle alakalı bir problem.

    çünkü hala etrafımda insanlar olmasına alışmış değilim. zaten genelde de onlar konuşurken ben dinlemekle yetiniyorum. bu kadar "sürgün hayatı" yaşamaya başlamadan öncesinde de gündelik konuşmalar (ingilizcede small talk dedikleri şey, türkçede de böyle olsa gerek şu an emin olamadım ama) yapmakta iyi değildim. şu an o konuda tamamen sıfırlanmış vaziyetteyim, hala geri gelmedi.

    geçen gün yaklaşık bir saat boyunca bir kızın geçmişten günümüze saçlarını hangi renk kullandığını dinledim. ilginç olansa bundan rahatsızlık duymadım, sıkılmadım da. sadece dinledim. çünkü uzun zaman sonra biri bana bir şeyler anlatıyordu. bunu nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum ama, o hissi de unutmuşum. sıradan şeyler hakkında uzun diyaloglar kurmanın getirdiği bir ferahlık mı desem, dinginlik bi desem, bir şey var insanı rahatlatan. bir süreliğine kafanın içinden çıkarıyor seni.

    nadiren gelen beş on dakikalık enerji patlamalarım dışında sosyal becerilerim bir kar leoparı kadar*. okuduğuma göre kar leoparları emzirdiği yavrusu olan anneler hariç daima yalnız geziyorlar. ve yemek yerken dahi bir insan tarafından rahatsız edildiklerinde yemeklerini bırakıp uzaklaşıyorlarmış. evet, bu yersiz bilgilerden sonra devam ediyorum.

    muhtemelen insanlar içlerinden ne kadar mal bir adam olduğumu düşünüyorlardır. çok az konuşan, konuştuğunda da mümkün olan en kısa şekilde cümleyi bitiren bir adam. böyle düşünmelerini düşünmemin arkasında yatan da, bazen sarkazm amaçlı söylediğim şeyleri bile ciddiye almaları ve kendi aralarında, tabu oynarken ne kadar kötü olacağım hakkında ufak bir tartışma yaptıklarını itiraf etmeleri var*. ve tabi ki hala insan içinde olma konusunda ne kadar rahatsız hissettiğimi bilmemeleri.

    ne düşündükleri aslında çok da problem değil benim için ki mal biri olduğumu düşünmekte de haksız değiller. ben olsam ben de öyle düşünürdüm, hatta şu benle arkadaş da olmazdım.

    konu yine dağılmaya başladı gibi geldi, toparlayayım artık. çok da uzun oldu.

    yıllar boyunca insanlardan uzak durmamın arkasında en büyük sebeplerden biri de bağ kurmak. ki bu beni hala korkutuyor. sanırım biraz da bu yüzden insanların etrafında mal gibi davranıyorum.

    olabileceğim en sıkıcı insan olarak sosyal anlamda kendimi sabote ediyorum. böyle yaparak insanları test ediyorum, onları uzaklaştırıyorum.

    aslında rahat hissettiğim insanların yanında eğlenceli biri olabiliyorum. ama birilerinin yanında rahat hissedebilmek için onlarla ciddi etkileşimlerde bulunmuş olmam lazım, ki bu da işte çekirdek ailem dışında toplam dört kişi falan*, yirmi beş yılda.

    en son ilişkim 6 yıl önce mi demiştim? 6 yıl sonra ilk kez biri ilgimi çekti. ve benim bunu kendime itiraf edebilmem bile haftalar aldı. ve bu süreçte onunla olan iletişimimi de baltaladım. baltalamaya devam ediyorum.

    bana kalırsa zaten onun bana karşı o tarz duyguları yok. ama birileriyle bağ kurma düşüncesi ciddi ciddi beni fiziksel olarak hasta edecek kadar korkutuyor olmasaydı belki şansımı denerdim.

    bu ilgimi çekme meselesini kabullendiğimden beridir hastayım. midem bulanıyor, kusuyorum. iştahım yok. yaklaşık bir yıl aradan sonra doktora gitmek zorunda kaldım hatta. son bir yıldır domuz gibiydim, grip bile olmamıştım eskişehir ayazında.

    bir yanım onu tanımak, vakit geçirmek, hakkında her şeyi öğrenmek istiyor. diğer yanım beni hasta eden hislerden kurtulmak istiyor.

    bir yanım dürtüklüyor gidip yazıyorum, diğer yanım ağır basıyor saçma sapan şeyler söyleyip kendimi baltalıyorum.

    hoş zaten onun da pek umrunda değil gibi geliyor bana. oldukça kayıtsız bana karşı, bu beni hem rahatlatıyor hem de üzüyor.

    bana kalırsa yazdığım şeylerden ona olan ilgimi anlamamış olması imkansız. ama yüzyüze iken o kadar normal davranıyorum ve o kadar alık gibiyim ki, belki o da anlam veremiyordur ve durduk yere kafasını karıştırmışımdır. emin değilim.

    ekşi okumadığını biliyorum, zaten okuyor olsan koca sitede bu entrye de denk gelmezsin ama, sen bana bir adım gelsen ben sana bin adım gelirim. biraz dengesiz garip bir tipim ama çok da güzel severim. ve 6 yıl sonra dengemi bozduğun için sana aşırı gıcığım.

    ama bence ben güzel adımlar attım ve o hiç karşılık vermedi. o yüzden sakince durup olayları akışına bırakacağım, yaptığım en iyi şey bu.

    neyse son birkaç paragraf ağlama duvarı gibi olmuş olabilir, gerçi bütün entry öyle olmuş olabilir, ne yazdığımı dönüp okumam lazım.

    özetle, yalnızlık senden götürüyor, sosyal hayat seni dert sahibi ediyor. tuttuğun elinde kalıyor işte. bu ikisi arasında bir denge de yok, bence o dengeyi kurabilmek de bir ömür sürecek bir uğraş.

    buraya kadar sabredip okuyan varsa, bu yazı size ne kattı bilmiyorum ama en azından umut ediyorum ki eğer yalnızlık canınızı sıkıyorsa, belki tamamıyla yalnız olmadığınızı bir nebze olsun hissetmişsinizdir.

    yıllardır profesyonel bir şekilde asosyal olan, bütün köprüleri yıkmış, her türlü duygudan ve insan etkileşiminden itinayla kaçmış biri var, birileri var.

    ve hepimiz kendimizce sefil durumdayız. ama benim gibi biri bile bir şekilde kendini bir insan çemberinde, belli belirsiz bir kalp ağrısının içinde bulabiliyorsa kendini durduk yerde, demek ki su gerçekten de akıp yolunu buluyor demektir.

    ısrarla yalnızlığı seçen biri bile yalnız kalamıyorsa kim kalır bilmiyorum. o yüzden en iyisi yalnızlığı bir düşman ya da bir sorun olarak görmek yerine, onun tadını çıkarmaya bakmak.

    neden bilmiyorum, bu entryi hoşçakalın diyerek bitirmek geldi içimden, sanırım gereğinden fazla kişisel ve bir blog, belki bir günlük yazısı gibi olduğu için. belki daha sonra silerim bile rahatsız olup. yine de şimdilik kendimi kırmayacağım;

    hoşçakalın.
  • eskiden tercihimdi şimdi zorunluluğum.
    uzun zamandır kurtulmaya çalışıyorum ama bataklık gibi zorladıkça içine çekiyor.
  • madem bu kadar yalnızsınız neden bu başlık altında binlerce entry var. bu işte bir abukluk var sanki. yalnızlar olarak aslında bayağı bir kalabalığız. belki de bu başlığın altındaki diğer insanları okuyup aslında yalnız olmadığımızı anlamaya çalışıyoruzdur.
  • bazen çok sıkıcı bazen çok güzel
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap