• dunyanın en klas ismi.bu isme sahip insanlarda pek klas oluyor gercekten.
  • güzelliğini alıp yakınımda tutmak ister gibi bakıyorum fotoğrafa. sahip olmak kudreti insana bahşedilmemiş. eline alsan kucağında sıksan göğsünden içeri bastırsan en fazla canından kanırtmış oluyorsun. bunu öğrenmek ömrümden hatrı sayılır bir bölüme maloldu. lisanımı azalttı, ölüme karşı yüzsüzlüğü ele aldım. varlık utandığın bir hakikat olarak boylu boyunca yanına uzanıyor. ne yüzüne bakabiliyorsun ne sırtını dönebiliyorsun. soğuk, dolgun, en acı bir kar havası gibi kıpırtısız yanında. yapılacak bir şey yok. yadsıyamazsın onu artık.

    aynı nefesi tekrar tekrar içime çekiyor gibiyim. senin melek yüzün mü kalacak bu dünyaya. son doğum gününde ona kağıt ağırlığı almıştım. dün öyle bir farkedişle sarsıldım ki bir on dakika bu düşüncenin içinden sıyrılmaya çabaladım. hediyeyi alırken ömür boyu saklar diye geçirmiştim içimden. atılacak, yerine yenisi alınacak bir şey değil. üstelik kullanmayacaktı da muhtemelen. ama sadece sahip olunarak hazzı alınan bir güzellik olarak eski çalışma masasının küt çekmecesinde kıymetli eşyalarının yanında duracaktı. ölünce ağırlık geride kaldı. bu kadar erken beklemiyorduk. kimsenin bu kadar erken ölmesi beklenmiyor. şaşırıyorsun algılayamıyorsun. ölümün büyük perçemli suratına alışmak zaman alsa da mümkün. fakat rutinin içine sızması, lisanını gündeliğe indirmesi öyle değil. hemen o hikaye geldi aklıma, kitaptaki. "karınca köççüük, dene böyyük." karınca yuvasına götürmek için alır bir koca ekmek tanesini, zorla şerle taşır, zırnık gücü kalmaz geriye. ama evinin kapısından geçiremez bir türlü. mecbur taneyi geride bırakır. yuvasına ıssız girer. "işte insan da beyledir" diyordu pir. dünyayı sırtında taşırsın ama hiç değmez. bütün fazlalıklarını bırakırsın, geçersin kapıdan ıssız.

    o küt çekmecede -açsan açılmaz, kapatsan aynı- ıssız duran kağıt ağırlığı da kapıya takılıp, geriye düştü öyle işte. bana kaldı. et kaldı can gitti. tabutta gökyüzüne doğru bakan bir çift göz kaldı. ardından gözleri açık gitti diyen mahalleli karıların yolmaktan güç bela geri durduğum tel tel saçları kaldı. cam gibiydi gözleri. ellerimle kapadım.
  • zaman mı geçirecek ne bok olacak bilmiyorum. ilk kez bu kadar yakınımdan birinin ölümünü yaşıyorum, çok ağırmış be arkadaş. hergün haberlerde duyuyoruz, hastanede görüyoruz ya ne yapıyormuş o kadar insanın yakınları. hepsi benim gibiyse nasıl devam ediyor bu hayat. sağda solda neşeli şarkılar çalan, kahkaha atan insanlar kimler? istediğin kadar birileriyle paylaş, değişen pek de birşey olmuyor ama yine de her gördüğüme durmadan onu anlatasım var. kimsenin de canını sıkmak, cevap vermek zorunda bırakmak istemiyorum o yüzden eğer bir yerlere birşeyler yazmazsam çıldıracağım.

    böyle durumlarda diğer insanların senin ne hissettiğini anlamaları mümkün değilmiş zaten ama bazen en yakınlarından birinin lafları bile canını acıtıyor. melek oldu diyorlar, genç öldü kesin cennete gider diyorlar, allah suçlarını affetsin diyorlar. tamam inançsızım, diğer insanları anlamaya, bazı şeyleri normal karşılamaya çalışıyorum ama ne suçu lan ne suçu? sen kimsin de onu suçlu kabul ediyorsun. susuyorum mecburen. hayır gerçeklik algımı kaybetmiş değilim o kusursuzdu demiyorum ama olabilecek en iyi insanlardan biriydi o. benim tertemiz bembeyaz sevgilim...
    geldiği her yere enerji getirirdi, tam böyle anlatılamaz ama bi iş yaparken baktığımda o kadar canlı görünürdü ki evet işte derdim kalbi atan bir insan. hayata renk katmak diye bi laf varsa onun gibiler sayesindedir. şimdi geriye kalan onsuz yaşam o kadar durgun ve tatsız ki diğer insanlar nasıl gülebiliyor anlayamıyorum. çarşıda mesela yürüyen onlarca insan vardı, keyifliler mi gerçekten? mümkün değil.

    o hayat oldu kendi gibi kıpır kıpır dalgalı sarı saçları, her daim gülümsemeye hazır yüzü, siyah ışıl ışıl gözlerini toprağın altında düşünmek insanı nasıl olur da sancılara sokmaz. yüzlerce kez onunla yürüdüğüm sokaklarda bir daha onu görmeyeceğimi bilirken nasıl başım dik yürürüm. 3 yıldır hep en yakınında ben vardım. daha da yıllarca kalmaya hazırdım. yaşayacak o kadar çok şey vardı ki...

    canımın içi yarim, çok özlüyorum seni.
  • kendisi aslên yaz belirteci olarak çalışan asi bir güzeldir. yalnız bu sene biraz gecikti ve yılın ilk iş günü olarak dün geceyi seçti.

    yasemin kokusunu aldıysan, bil ki yaz gelmiş.
  • yaz akşamlarında, özellikle haziran'da, kokusunu duyunca sanki bir masaldaymışsınız hissini veren çiçek. yıllar önce yolda yürürken bir koku duydum, gül falan halt etmiş. köpek gibi koklaya koklaya bulmaya çalıştım nerden geldiğini kokunun. buldum. oha bu kokuyu bu minicik çiçek mi veriyor diye şaşırmıştım hatta. o kadar yoğundu ve sarhoş ediciydi ki, bütün sokağı kaplamıştı artık. minicik, beyaz, narin bir çiçek. o günden beri benim için en güzel çiçektir. parfümlerin çoğunda o da var, çayı, pirinci, yağı var. var oğlu var.

    çiçeği elinizde tutunca, hatta artık elinizde minicik olduktan sonra, attığınızda, elinizde kokusu uzun bir süre kalıyor, hemen geçmiyor. geçmesin zaten. toplamak istiyorum, tüm yaseminleri koklamak istiyorum, ama hem zor bulunuyor ve bazıları da kokmuyor. bir kere bütün yol boyunca yaseminleri görmüştüm, delirecektim heyecandan. gittim hemen, ama kahretsin, kokmuyordu.

    koparmak istiyorum görünce, ama kıyamıyorum. bi iki tane belki. yok olmaz böyle, yasemin stoğu yapmam lazım. böyle huzurlu, dingin, şeker şurup gibi bi insan oluyorum koklayınca.

    bana yaseminlerle gelin.
  • mayram cebinden bir maşmuum çıkardı, açılmamış yaseminlerden bir demet.
    "ah" dedi madam lilla,
    "pek zarifsiniz!"
    durdu, otuzlarından kalma bir cilve ile gülümsedi.
    - "peki biliyor musunuz maşmuum demetlerine koydukları yaseminleri neden sabah erken, daha kapalıyken toplarlar?"
    - "çünkü yaseminler rüyalarını unutmazlar böylece. eve getirip gümüş tabağa koyarsanız yavaşça açılır, geceyi hatırlar ve size beyaz rüyalarını fısıldarlar."
    (bkz: düğümlere üfleyen kadınlar)
  • hayatımda ismi yasemin olan birini sevmeyi bırak, hiç yasemin adında birini tanımamış olmama rağmen; her duyduğumda büyülenmiş gibi uzaklara dalıp gitmeme, aptal aptal sırıtmama neden olan isim. 3 heceli bir şarkı...
  • yılın ilk kokusunu, akşamüstü akşamüstü burnuma doğru üfleyen, aşkın güzellik.

    bu çiçek hiç normâl değil.
  • kışı soğuk biryerde geçirenlere, sınavlara çalışmaktan bunalanlara, yaz aşklarını hatırlayan ya da özleyenlere ve daha birçok nedenle sıkılan ya da yazı özleyen insanlara yazı hatırlatan, güzellikleri akla getiren yüzlerine görülmemiş bir gülümseme getiren mükemmel kokulu bir çiçektir. tuhaftır ki bu adı taşıyan kızlarda genellikle güzel ve çekici olurlar
  • bu kördüğümün büyük günahlarla bana geldiğini ve yüzümdeki “ben” in gözlerimdeki güzelliği örttüğünü bir senin bakışlarından anlıyorum, belki de sadece sendeki etkisini önemsediğim içindir bu. ne yaparsam yapayım en sevdiğim film müziklerindeki hüznü hissedemeyeceksin. her defasında zıplayarak kaçan üç ayaklı sokak kedisi gibi bir parçam eksik kalarak uzaklaşacağım. dönüşümün ardındaki huzurlu beni bulamayacaksın. çirkin kızın hırçın kıza dönüşünü belgeleyeceksin yine, düşmanlığımız lütüflarımıza karışsın diye..
    gel al; hediyem, her zamanki gibi durmadan çektiğim fotoğrafların ve onları sana herbiri küçük bir hikaye gibi anlatışım olacak. ölüm haline gelene kadar çektiğim tüm bu fotoğrafların arkasına bastıra bastıra yazdığım yazıların hesabını sor bana. gel küçük beyaz ellerinle bi sigara yak, uzat, çakmak için azarla, kültablasını bulamayınca bağıra çağıra aran ortalıkta. açıyorum sevdiğin trip müziğini, gel. bu hikayeyi anlatayım sana sen de kitap oku bana.. bu fotoğrafta yüzünün yarısı görünüyor, çekerken çekinmeden dil çıkarmıştın, sana istediğin grafik programını anlatmayan, güzel gözlü yüzden bahsetmiştin bana. tam cicili bicileri geçtik ki senin uykun geldi. uyku kitabını açtın. okuyacaktın, uyuyacaktık. ama hep önce ben..
hesabın var mı? giriş yap