• daha önce merak edip soranlara (artık herkes akıllandı, kimse sormuyor) anlatmışımdır, şu kısacık hayatıma sığdırabildiğim 150'ye yakın konser arasında (bunların arasında efsane denebilecek çok tecrübeli gruplar olduğu gibi çok yetenekli olup gelecek vaadeden yeni nesil gruplar da var) ilk 2 sıraya koyduğum konserler -twisted sister* ve velvet revolver*- benim için kutsaldır ve diğer konserlere göre yerleri ayrıdır. kendi aralarında sıralamaya da sokamadığım bu event'ları tam olarak konser olarak bile saymam. hayatımı etkileyen vak'a-yi hayriyeler mahiyetinde kabul ederim. işte bu yüzden "hayatında gittiğin en iyi konserler hangileriydi space?" dediklerinde direk 3. sıradan başlarım, metallica 2008 (istanbul), mars volta 2005 (almanya), iron maiden 2004 (almanya), sebastian bach 2005(istanbul), obituary 2004(almanya), manowar 2005 (rock the nations istanbul), slayer 2005 (rock republic istanbul) diye sıralarım kafadan (oh bebek (slow)).

    işte şu andan itibaren rahatlıkla söyleyebilirim ki, o kutsal konserler artık 2 değil 3 olmuştur. (bu noktadan sonra başka da birşey yazmama gerek yok herhalde?)
  • ayrıca kurban alt grup olarak " abi keşke gelmeseydik boşuna akbil bastık yeeaaaa" tadında bir performan sergilemiştir.
  • demeden geçmek olmaz; muhteşemdi. ve mike patton hayatımda izlediğim, muhtemelen de izleyeceğim en iyi frontman.

    mike patton'ın türk bayraklı tişört giymesi jestti diyenler pek dikkatli izlememiş konseri. sahneye türk bayraklı tişört atıldı. mike patton da aldı bir güzel terini sildi tişörde. iyice kurulandı. sora tişördü burup fular yaptı, boynuna taktı. benim görmediğimse şunlardı; sahne önünü terkedenler olmuş bu hareket karşısında. kendilerine geldiğiniz kabahatmış diyorum bu vesileyle. badigardlardan biri uyarmış mika patton'ı, bayrak o yüzünü siliyorsun diye.. gördüğüm kısma dönelim; o da 'haya'larını bir güzel avuçlayıp, shut fuck up'ı yapıştırdı. ben bunu kime yaptığını anlamamıştım. sonra mike patton tişördü giydi, giydikten sonra da what'lı shit'li bir cümle kurdu tişörtle ilgili. en nihayetinde de abartmayalım demiş olacak ki, tabi bu bayrak, saygı duymak lazım diye bitirdi olayı ve konserin kalanına o tişörtle devam etti.
    yani ortada jest mest yok, sapına kadar mike patton bir durum var. ha diyorsanız ki, skrrm ben öyle mike patton'ı.. siz dün yanlış yere gelmişsiniz.
  • bu grup dağıldığında neden oturup ağladığımı bana hatırlatan konserdir. onları dünya gözüyle göremeyecek olmanın verdiği düş kırıklığıydı beni ağlatan. işte bu konserde bir hayalim gerçek oldu. mike patton bütün karizması ile karşımıza çıktı coştu coşturdu. kafese kapatılmış bir kaplan gibi döndü durdu. bu adam insansa ben karınca bile değilim bu dünyada.

    (bkz: mike patton for president)
  • sağ salim izleyip geride bırakabilirsem, ardından müzik vs işlerinden kendimi emekli edip, güney bölgelerimizde bir sayfiye beldesine yerleşip hayatımın geri kalanını domates ve bilimum sebzeyi yetiştirerek geçirmeyi düşündüğüm konser.
  • şöyle rıdvan dilmenvari bir özlü sözü de eklemek isterim,

    "ben 2 çeşit vokalist tanırım güntekin. mike patton ve diğerleri."
  • gerçek ötesi bir deneyimin, kendi saliselerinden şüpheye düşüp cinsiyet değiştirmesi kadar sivri bir ses fırtınasıydı. ancak “evidence” den sonra vitesi boşa alıp yokuş aşağı akan patton, seyirciyle iletişime de bu dakikadan sonra girdi. önce ağaçta ki “yaratıkları” ashes to ashes’la haşladı (ışıkların bize dönerken beton bedenlere vurduğu açıklık olan “ı see you” anlarından birinden, ormanlık alana dönüp “ı see you muthe’ fuckers” çekip, hınzırca ağaçta ki gençlere gülümsedi.) ardından seyirciye övgüler yağdırdı. bu derece büyük bir gurup için az seyirci olmasına rağmen birçok parça hep bir ağızdan söylendi. konserin tuhaf anlarından biri ise bu düzlemde gerçekleşti. mike patton; türk bayraklı tişörtüne terini silmesinin ardından oluşan ciddi kararsızlık anının berisinde (en az on saniye üzerini değiştirip, değiştirmemeyi düşündü) milliyetçi bir sahne görevlisiyle sert bir tartışmaya girdi - görevli; “deplasmanda bayrağa o şekil davranamazsın” çekince, patton önce alt takımlarını sıkıp; sen bunu ye dedi ardından o yöne hamle yapıp vazgeçti. neyse ki “just a man” çalarken sırtını okşayıp elamanın gönlünü almaktan o sihirli bünyesini esirgemedi. bu arada “just a man” turunun sonlarında sahnenin en sağında ki çifte mikrofon uzattığı anda, çiften dişi olan fotoğraf makinesine davrandı, bunun üzerine erkek arkadaşı patton’ın boynuna sarıldı, o anda patton yüzünü ekşitip, kıza fotoğraf çekme şansı bırakmadan kareden sıvıştı. adamın tüm hareketleri bir tür deliliğe övgü kıvamındaydı. hatta gökyüzü ve yıldızlar hakkında yaptığı konuşma esnasında roddy bottum’un patton’ı süzen gözlerinde “bu herif tam bir kaçık. birleşmese miydik?” tadında bir bakış oluştu. keza bottum, patton sürtüşmesi rock tarihinin en taktiksel sürtüşmelerinden biridir. king for a day albümün de ki tuşlu tınıların eksikliğini de biraz bu yüzdendir. yine de gurup içi iletişim her zamankinden daha iyiydi sanki. 1993’te ayrılıp; kendini “dünyanın en büyük balkabağı”nı yetiştirmeye adayan jim martin bile bu elektrikte yüzünü asmazdı kanımca. bu arada “album of the year” dan jon hudson tüm külliyatı içselleştirmiş bir havada çaldı, gene de sanki trey spruance olsa gece daha eklektik olurdu gibi geldi. gece demişken, “kindergarten” ve “falling to pieces” ın çalınmaması ciddi bir şoktu. ben çıktıktan sonra bir bis daha yapmışlarsa bilemem fakat tüm zamanların en hastalıklı aşk şarkılarından “edge of the world” ve bayrak olayını seyircinin gözünden anlamaya çalışan bir gurubun sübjektif yağmurluğunu temsil eden “rv” çalmadı. yinede gurup, jim'in "agents of misfortune" günlerinde cliff burton ile birlikte temellendirdiği "suprise! you're dead!" ten “dıggıng the grave"e kadar tüm hitleri sıralamaktan sakınmadı, bizlere surat asmadı, enerjisi ve şıklığıyla utandırdı. sanki mike patton bir tür heavy metal morissey’di. bill gould kafasına göre takılırken, mike bordin kendini seyirciden sakındı. akıllara ziyan, doğaüstü bir olaydı.
  • zaman aşımı alevinden korkup, gecesinde duyularımı kazımıştım fakat nasıl -birşeysebu- atamadı işte bünye. unutulmadı, tüm açılımlara rağmen unutturulamadı. bir dağ ördü zaman geçmişe, bir çin seddi çekti geleceğe; dinsiz bir dinin miladı oldu işte/

    neyse;

    bu fantastik olaydan dört gün sonra kaş'ın henüz çıkmamış gözü mavi'de içerken zamanın kült guruplarından cultus'tan burak'ı gördüm. daha doğrusu o beni gördü. 14 sene önce sadece iki kez karşılaşmış olmamıza rağmen tanıdı, şaşırttı, sevindirdi. "naber abi?" faslından sonra ağzından çıkan ilk cümle "faith no more'u izledin mi?" oldu. önce kanımdaki müzik oranını gözleriyle ölçtüğünü sandım, sonra freni patlamış belediye kamyonu gibi kendimi saldım. geceyle ilgili hisleri, duruşları, deneyimi paylaştım. o da çektiği fotoğrafları gösterdi. patton'un nekropsi'yi izlerken arkada takılışından, gölgesinin kitleyi tokatladığı ağrılı bacağa kadar ulaşan bir sergi. sonra gurubun nekropsi'yi çok beğendiğini ve organizatörün arkadaşı olduğundan söz etti ve iş bu entry'nin yazılma nedenine gelip çattı. söylediğine göre (ben rakamlarda az da olsa yanılabilirim fakat zaten mesele bir durum, bir duruş hakkında bilgi vermek aslında) gurubun istediği fiyatı karşılayan bilet sayısı 4300 adetmiş, ama son günlere girerken satılan bilet sayısı ise sadece 1400'de kalmış; bunun üzerine organizatörler durumu guruba bildirmiş ve gurup hiç dert etmeden yola devam etmiş, duyduğunae göre bir kapris, bir burun kıvırma durumu olmamış. şimdi; gurubu az tanıyan dostlar "bu kadar sene sonra gelirlerse olacağı budur!" şeklinde düşünebilirler, fakat gel gör ki, gurubun 3 dakika gibi bir sürenin altında "sold out" olan dublin konserinin ebay vitrini 300 euro “tarzı” fiyatlardan başlamakta ve insanlar internette bilet dilenmeye veya edinburgh’a günü birlik gitmeye kadar işi götürmektedir. bunu belki konser alanın küçüklüğüne filan bağlayabiliriz fakat kabul etmeliyiz ki faith no more yılların "şarap etkisi" yaptığı ender guruplardan. ne yazık ki çoğu 90'lı yıllar gurubunun sadece "forması" konseri vasatın üstüne taşıyor… bunun dışında, sohbet esnasında bu konserin tc'de verilmiş en iyi üç, beş konserden biri olduğu fikri; bir tür 'the'sı olmayan "second coming" olarak zihnimize yeniden işlendi. kanımca 2001 nick cave [ 3, 5, 6 kişinin tek bir kişiymiş gibi göründüğü - müziğin bir mesaj, en önemli iletişim kalıplarından biri olduğunun ceset vari kanıtı, zihin kanatan bir gece] ve 97' therapy [ 96 pearl jam'le ile birlikte bir dönemin sonunu, oldukça coşkulu bir şekilde sonuca vardıran ve ülke -rock sever- spektrumunun iz düşümünü katlayıp terli yüzlere vuran bir; "çağa veda" gecesi] konseri ile birlikte bu ülke sınırları içinde verilmiş, herhangi bir müzik türünde ki en iyi konserdi. sohbet esnasında nin'in bu yılki performansına da bolca vurgu yaptık nedense ve dönüp baktığımda bu üç konser hakkında da hiç bir şey yazmamış olmam beni şaşırtıyor. sanırım gündüz düşümde kaldığı gibi kalsın demenin, kalbimizle çektiğimiz bir fotoğraf gibi - zihnimize arşivlemek için yanıp tutuştuğumuz bir zaman biriminin dertsiz, tasasız cehennemi tüm bu yaşananlar. ve bir daha tekrarlanana kadar ses kesmenin veya tam tersi, isyan etmenin tam da vakti şimdi.
  • aslanım benim bileti bile bi garip, böle 9 metreye 4 metre ölçülerinde, faith no more yazısı böle fontu montu bi acaip, maliye bakanlığı damgasına bilem bakmaya doyum olmuyor, barkod numaralarını topladım çıkardım çarptım sona ebcet filanı hesabı şifresini çözdüm take this bottle çıktı mesela, bissde onu çalcaklar galiba, aslanım benim, sona biletin seri numaralarına aynı işlemleri uyguladım fuck off çıktı, mayk seyirciye küfür etçek gene, çok ayıp a.q.
hesabın var mı? giriş yap