79 entry daha
  • "...karşındakini yalnız varlığınla kurtarabilirsin, başka hiçbir şeyin yararı yoktur." (bkz: milena/@ibisile)

    milena, kafka'nın kendisine gönderdiği mektupları felice bauer gibi bir yayıncıya satmayı düşünmemiş, onları yıllarca saklamıştır. nazilerin çekoslovakya işgali sırasında mektupların güvende olması için sonra geri almak kaydıyla, bazı bölümlerini mürekkeple karalayarak kafka'nın dostu willy haas'a teslim etmiş, ancak milena 1944'te ölünce mektuplar willy haas'ta kalmıştır. yaşasalardı yayınlanmasına kafka ve milena'nın karşı çıkmayacaklarına inanan haas mektupları ayırıp derleyerek kitap olarak 1952'de bastırmış. zarar görebilecek kişi adları yayınlarda karalanarak çıkarılmış, sonraki basımlarda bir kısmı geri eklenmiş. bu aldığım mektuplaşma tarihçesi ve aşağıdaki alıntılar panama yayınları'nın murat ibrahim çelebi çevirisinden..

    "diğer yandan, "ateşçi" ile ilgili benden istediğiniz bazı notlarla küçük de olsa katkı sağlamam beni sevindirir. "ateşçi", kişinin içten gelen bilgeliğiyle, en kötüsünün gerçek başarısızlıklarla karşılaşmak değil, bir zamanlar başarı olduğunu algıladığı başarısızlıklarla yüz yüze gelmesini sağlayan, bir nevi cehennem azabıyla tanışmasıdır." franz kafka - briefe an milena

    "orada uzanırken, bir adım ötemde ters dönmüş bir böcek çaresizce yüzüstü dönmeye uğraşıyordu. seve seve yardım edebilirdim, tek yapmam gereken bir adım atıp küçük bir dokunuşla onu çevirmekti, çok kolaydı, ama mektubunuz yüzünden ihmal ettim, ayağa kalkacak halim de yoktu ki bir anda bir kertenkele beni hayata döndürdü." agy

    "(...) ben almanların arasında hiç yaşamadım fakat almanca ana dilim, bana doğal geliyor, buna rağmen çek dilini* daha içten buluyorum ve bu nedenle de yazdığınız mektuplar belirsizlikleri ortadan kaldırıyor." agy

    [alman bohemyalı yazar olan meissner - yahudi değil- hatıralarında anlatmıştı. mathilde almanlara karşı tavırlarıyla meissner'i sürekli kızıdırıyormuş: ona göre almanlar kötü niyetli, ukala, kendini beğenmiş, dar görüşlü, saldırgan, kısacası dayanılmaz bir halkmış. meissner bir gün dayanamamış ve şöyle cevap vermiş: "ama siz almanları hiç tanımıyorsunuz ki, sonuçta henry'nin burada görüştüğü almanlar sadece gazeteciler, onların hepsi de yahudi".] agy

    "çevirinizin aslına bağlılığından bahsediyordum, evet, aslına o kadar sadık ki sanki elinizden tutarak sizi hikayenin karanlık, basık, pis, bitmek tükenmek bilmeyen dehlizlerinde (bu yüzden cümlelerim bu kadar uzun, bunu anlamadınız mı?) dolaştırıyormuşum gibi hissettiriyor." agy

    "benden samimiyet beklemeyin milena. kimse benden, benim kendimden istediğimin daha fazlasını bekleyemez, beklese bile birçok şey kaçıp kurtuluyor elimden, belki her şeyi yitiriyorum." agy

    "iki saatlik yaşam iki sayfalık yazıdan daha iyidir diye emin olmayın, yazı yoksuldur, ama daha temizdir." agy

    "bir soru: hangi suçlarla itham ediliyorsunuz? evet, ben insanları mutsuz ettim ama sürekli olarak beni suçlamadılar, sadece sessiz kaldılar, sanırım kendi içlerinde bile beni suçlamadılar. bu insanlar arasında sahip olduğum ayrıcalıklı bir özellik." agy

    "(...) bazı zamanlar tüm yahudileri (kendimi de) toplayıp çamaşır dolabının çekmecesine* tıkmak istiyorum. biraz bekledikten sonra çekmeceyi hafifçe aralayıp boğulup boğulmadıklarına bakmak, eğer boğulmadılarsa çekmeceyi tekrar kapatıp onlar boğulana kadar bu işi sürdürmek istiyorum." agy [1920 yılına ait şu imgelerin isabetine ve geleceği görme, kehanet değerine bir bakın hele.]

    "ama görüldüğü üzere ev mutluluğumun bir parçası, her şey sessiz: banyo, mutfak, salon, diğer üç oda; toplu yaşanan evlerdeki gibi gürültü, cinsel şehvet, bedenlerin ahlaksız talepleri, daha fazla bastırılamayan arzu ve istekler, her kuytu köşede, her mobilya arkasında uygunsuz, gelişi güzel şeylerin, yasak ilişkilerin yaşandığı, gayrimeşru çocukların dünyaya getirildiği, bütün bunların sürekli, vahşice, sabaha kadar, insanı nefessiz bırakan bir izdihamla her cumartesi yaşandığı gibi bir ev değil, senin mahallendeki sessiz, sakin pazar günlerinin yaşandığı yer gibi bir ev burası." agy

    "devlerin de zayıf noktaları vardır, sanırım herkül de bir keresinde bayılmıştı. buna rağmen ben dişlerimi sıkarak ve gözlerini gözlerimde görerek her şeye katlanabilirim: uzaklık, korku, üzüntü, mektupsuzluk." agy

    "ah, evet, bu mektup. bu cehennemin içine bakmak gibi, cehennemdeki biri yukarıdan başka birini çağırır ve hayatının nasıl olduğunu, nasıl yerleştiğini anlatır. önce bir kazanın içerisinde başlanır, sonra bir diğerinde, en sonunda bir köşede soğumak için oturur." agy

    "benim mektuplarımın seni üzdüğünü söylemekte haksız mıyım? ama haklı olmak neye yarar? eğer senden mektup alırsam haklıyım ve her şeyim var, eğer almıyorsam ne hakkım var ne hiçbir şeyim, hayatım bile yok demektir." agy

    "pul koleksiyoncusuyla çok sık görüşüyor musun? öyle görünmese de sorunun altında yatan başka anlam yok, uykuyu iyi alamayınca ne dediğini bilmeden konuşabiliyor insan. durmadan sormak istiyor, esasen uyumamak sormak anlamına geliyor, cevabı bir alabilse zaten uyuyabilecek." agy

    "kazanova'nın "kurşunlu zindan"dan kaçışını biliyor musun? eminim biliyorsundur. kitapta hapis hayatının en korkunç yönleri kısa ve öz olarak anlatılmaktadır: aşağıda mahzende karanlıkta, her tarafın nemle kaplandığı su birikintisinin içinde, dar bir tahta parçasının üzerinde iki büklüm haldeyken suyun seviyesi tahtaya ulaşır, hatta gelgitle daha da taşar, ama en kötüsü vahşi lağım fareleridir, geceleri kulak tırmalayan çığlıkları, çekmeleri, ısırmaları ve kemirmeleri (mahkum ekmeğini kaptırmamak için de onlarla savaşmak zorundadır herhalde) ve belki de en kötüsü mahkumun güçsüzleşerek tahtadan düşmesini sabırsızlıkla beklemeleridir." agy

    "yaklaşık olarak üç yıl önce ciğerlerimde hiçbir hastalık belirtisi yoktu, yorulmak nedir bilmezdim, bitmek tükenmeksizin yürürdüm ve hala gücüm olurdu (buna rağmen düşünmek beni daima yorgun düşürürdü), birdenbire takriben ağustos civarında -hava sıcak ve güzeldi, kafam dışında her şey iyiydi- halka açık yüzme havuzunda kırmızımsı bir şey tükürdüm. kabul edeceğin üzere bu durum sıra dışıydı. şöyle bir baktım ve sonra hemen unuttum. daha sonra sık sık tekrar etmeye başladı, ne zaman denesem genellikle kırmızı tükürüyordum." agy

    "franz hayır değil, f hayır değil, sevgiler hayır değil
    sessiz, büyük ormandan başka bir şey değil." agy

    "werfel'in şiiri herkese dik dik bakan bir portre gibi, bana da, hatta kendisini yazan şeytana da bakıyor." agy

    "yoksa hiç bahsim geçmedi mi? ama doktor en ufacık bile benimle ilgili bir konuya değinmediyse nasıl tatmin olayım. yoksa akciğerinde tespit ettiği problem ben miyim?" agy

    "milena kurtarıcılar arasında! (eğer onlardan biri de ben olsaydım, milena hala benimle olur muydu? hayır, kesinlikle olmazdı.) milena kurtarıcılar arasında, bir insanın sadece orada bulunmakla kurtarılacağını kendi hayatında sürekli olarak gören milena." agy

    "müzikten anlamıyorum, ama bu müziği, müzikten anlayan insanların tümünden iyi biliyorum." agy

    "savsaklayabilirim, herkesten daha az çalışabilirim (yapıyorum da), işi batırabilirim ama hala kendimi önemli biri gibi gösterebilirim (yapıyorum da), en ayrıcalıklı muameleyi doğal hakkımmış gibi isterim ama sadece bir çalışan olduğum için özgür bir insan gibi canımın istediği başka bir yere gitmek için yalan söyleyemem, hayır, bu şekilde yalan söyleyemem." agy

    [geçen gün tribuna okurlarından biri benimle ilgili akıl hastanesinde çok araştırma yaptığım yorumunu yaptı. "sadece kendiminkinde" dedim, o da "kendi akıl hastanemle" ilgili iltifatta bulunmaya çalıştı (çeviride iki-üç tane yanlış anlama var).] agy

    "boşanma sonuçlanmış bile. ama bugünlerde yaşanan konut sıkıntısı nedeniyle kendisi için oturacak bir ev bulamamış, işte sadece bu nedenle evli çiftler gibi beraber yaşamaya devam ediyorlar." agy (1920)

    ["belki de milena'dır". adamı hemen bir şekilde öldürdüm, eve geldim, her şey hallolmuştu. evde annem peşimde dolaşıyordu, benzer bir konuşma oldu, sonunda deli gibi bağırdım "eğer herhangi birisi milena ile ilgili kötü bir şey söylerse, mesela babam (benim babam), onu da öldürürüm ya da kendimi öldürürüm." sonra uyandım, daha sonra uyuyamadım ama bilincim yerinde değildi.] agy

    "ama bu gündüz işiyle, daha önce bir keresinde aşağılayarak sadece erkelere özgüymüş gibi yazdığın "yarım saatlik yatak" işi arasında aşamadığım okyanuslar var, belki de aşmak istemediğim için aşmıyorum. o taraftaki bir gece macerası, tam anlamıyla bütün her şeyiyle macera, öte yandan burada ise hükmettiğim dünya var, şimdi geceye de hükmetmek için o tarafa geçmem gerekiyor. (...) hükmettiğim dünya işte burada ve ben kara bir büyü, bir hokus pokus, bir simya, bir felsefe taşı, bir dilek yüzüğü uğruna karşı tarafa geçmeliyim. hepsi bir yana bu beni öylesine korkutuyor ki." agy

    "eğlenceli mektuplara inanmıyorum artık, hatta şöyle düşünüyorum: artık hiçbir mektuba inanmıyorum, en iyilerinin bile içinde solucan bulunuyor." agy

    "şimdi artık samson delilah'a sırrını söyledi, delilah sürekli dağıttığı saçlarını kesebilir artık, bırakalım kessin, onun da benzer bir sırrı olduğu için bir şey fark etmez." agy

    "ehrenstein* ile de benzer şekildeydi, herhangi bir güç alışverişi hissetmedim. çok güzel açıklıyor, güzel konuşuyor ve çok gayretli ama onun gibi bir konuşmacı her köşe başında mevcut olsaydı, kıyamet gününün gelişini çabuklaştırmadığı gibi bugünü de çekilmez hale getirirdi." agy

    "açık ve kesin bir tanımlama yapmak gerekirse evlenmek kararlı olmak demektir." agy

    "tabii ki benim için berlin'de benim için tek başıma yaşamak (her açıdan) imkansız, sadece berlin'de değil, bu anlamda herhangi bir yerde yalnız yaşamam mümkün değil. ama muritz'de de yine beklenmedik bir şekilde bir yardım* geldi. daha sonra ağustosun ortasında prag'a gittim ve schlesen'de küçük kız kardeşimin yanında bir aydan fazla kaldım." agy

    [bir çinlinin kitabını okuyorum, adı "hayaletler kitabı", bunu söylüyorum çünkü kitap yalnızca ölümden bahsediyor. ölüm döşeğinde yatan bir adam, ölüme yakın olmanın verdiği rahatlıkla şöyle diyor: "hayatımı zevke karşı mücadele ederek, onu bitirmek için harcadım." sonra öğrencilerinden biri ağzından ölümden başka bir şey çıkmayan öğretmene hınzırlıkla "sürekli ölümden bahsediyorsunuz ama henüz ölmediniz," diyor. "öleceğim elbette, sadece son şarkımı söylüyorum, bazılarının şarkısı uzundur, bazılarınınki ise kısadır, ama sonuçta her ikisinin arasında sadece birkaç kelimelik fark vardır."] agy

    ["büyük yolda"yı* bilmiyorum. ama çehov'u çok severim, bazen tamamıyla şuursuzca. "willl'in yeri"ni* ya da stevenson'ın herhangi başka bir eserini bilmiyorum, sadece sizin sevdiğiniz bir yazar olduğunu biliyorum.] agy

    [ilk geceyi hatırlıyorum. o zaman zeltergasse'de, bir elbise mağazasının karşısında oturuyorduk, mağazanın kapısında sürekli bir tezgahtar kız olurdu. (...) berbat roma hukuku'nu ağzımda gevelerken pencerenin önüne gelince dururdum, nihayet işaret dilini kullanarak iletişim kurduk. akşam saat 8'de onu alacaktım ama akşam yanına gittiğimde orada başka biri daha vardı. ama hiçbir şey fark etmedi, zaten her şeyden korkuyordum, adamdan da korktum, orada olmasaydı yine korkacaktım ondan. kız adamın koluna girmesine rağmen bana onları takip etmem için işaret etti. bu şekilde scützeninsel'e kadar geldik, orada bira içtik, ben yan masada oturuyordum. sonra kızın evine doğru yürüdüler, ben yavaşça arkalarından takip ettim, ev et pazarının oralardaydı. orada adam ayrıldı, kız koşarak eve girdi, çıkması için biraz bekledim, sonra kleinseite'de bir otele gittik.

    otele gelmeden önce çok cazip, heyecan verici aynı zamanda da tiksindiriciydi, otelin içinde de farklı değildi. sabaha doğru karlsbrücke üzerinden eve yürürken hava hala sıcak ve güzeldi, mutluydum çünkü sürekli keder içinde olan vücudum en sonunda biraz huzur bulmuştu, ayrıca bütün bu olan biten göründüğü kadar tiksindirici de değildi. sanırım iki gece sonra kızla tekrar buluştum, ilk seferki gibi her şey aynen tekrarlandı, ama hemen akabinde yaz tatili için ayrılmak durumunda kaldım. kasabada bir kızla arkadaşlık edip zaman geçirince prag'daki tezgahtar kızın yüzüne bir daha bakamadım, onunla bir daha hiç konuşmadım, benim can düşmanım olmuştu (sadece benim açımdan), aslında sevecen ve iyi huylu bir kızdı. neler olduğunu anlamayarak gözleriyle beni takip ediyordu. kızın otelde belli belirsiz çirkin bir hareket yapmasına (sözünü etmeye değecek bir şey değil) rağmen düşmanlığımın tek nedeninin bu olduğunu söylemek istemiyorum (aslında tek nedenin bu olmadığına eminim) ama bunlar hafızama kazındı. o an bunların hiç aklımdan çıkmayacağının farkındaydım ve aynı zamanda kalbimin derinliklerinde bu çirkinlik ve müstehcenliğin dünyanın vazgeçilmez bir parçası olduğunu, (kızın belli belirsiz bir hareketine ve önemsiz bir sözüyle) beni bu kadar büyük bir güçle otele sürükleyen şeyin tamamıyla bu çirkinlik ve müstehcenlik olduğunu anladım ya da anladığımı sandım, aksi takdirde kalan tüm gücümle buna karşı koyardım.

    o günden beri bu anlayışım değişmedi. yıllardır böyle bir hazla karşılaşmamış olan bedenim, en iyi durumda bile belirsiz bir koku, biraz kükürt ve bir parça cehennem ifade eden bu çok özel, önemsiz, iğrenç duyguya olan özleme savruldu. bu dürtü, sebepsiz bir şekilde müstehcen olan bu dünyada, lüzumsuzca sürüklenen, amaçsızca gezinen ölümsüz yahudi'den bir şeyler taşıyor gibi.] agy

    "onunla beraber olan kadınlar normal kadınlardı, sadece başka türlü bir yaşam olabileceğinin farkında değillerdi. hepimizin, dünyadaki herkesin gerçekten hasta olduğunu ve bir tek onun sağlıklı olduğunu, her şeyi doğru şekilde anladığını, hissettiğini, tek saf insanın o olduğunu düşünüyorum. yaşamaya karşı değil, sadece yaşamın bu türüne karşı olduğunu düşünüyorum. (...) korkmakta haklıydı. zaten bu adamın haklı olmadığı bir şey var mı? dünya hakkındaki bilgisi herkesten on bin kat daha fazla. korkusu yerindeydi. yanılıyorsunuz, bundan sonra frank bana kendi isteğiyle yazmayacaktır." milena jesenska (max brod'a, milena'ya mektuplar'da)

    "ama onun sığınacağı, tutunacağı hiçbir şeyi yoktur, bir tane bile yoktur. hiçbir şekilde kesinlikle yalan söyleyemez, tıpkı sarhoş olamadığı gibi. sığınacağı en küçük bir şey, onu koruyacak bir barınağı yoktur. bu nedenle bizim kendimizi koruyabildiğimiz birçok şeye karşı o savunmasızdır. giyinik insanların arasında çıplak birisi gibidir." milena jesenska - briefe an milena (max brod'a)

    "ama frank yaşamaktan aciz. yaşama gücü yok. frank asla iyileşmeyecek. frank yakında ölecek." milena jesenska - briefe an milena (max brod'a, ağustos 1920 )

    [parayla ilgili duyduğu bu sıkıntı ile kadınlar karşısında duyduğu sıkıntı hemen hemen aynıdır. büroyla ilgili sıkıntısı da aynı şekildedir. (...) neden? çünkü izin isteyemedi. müdürüne soramadı, çok hızlı daktilo kullandığı için içten içe hayranlık duyduğu (ciddiyim) müdürüne beni görmeye gideceğini söyleyemedi. başka bir şey söylemek mi, mümkün mü bu? yalan mı yani? müdüre yalan söyleyecek, öyle mi? mümkün değil. ona ilk nişanlısına* neden aşık olduğunu sorarsanız "işinde çok iyiydi," şeklinde cevap verecek ve yüzü beğeniyle dolacaktır.] milena jesenska - briefe an milena (max brod'a, ağustos 1920 )

    "hiçbir sanatoryumun onu iyi edeceğine kesinlikle inanmıyorum. bu korkusu olduğu sürece hiçbir zaman sağlıklı olmayacak max. hiçbir ruhsal yardım da bu korkunun üstesinden gelemez çünkü korku yardım alınmasına da engel oluyor. bu korku sadece bana yönelik değil, arsızca yaşayan her şeye karşı var, mesela ete de. et o kadar çıplak ki onu görmeye bile tahammül edemiyor. o zaman ete karşı olan bu tiksintisini gidermeyi başarmıştım. ne zaman bu korkuyu hissetse, gözlerimin içine bakar, birimizin ayağı incinmiş ya da nefesimizi tutuyormuş gibi bir süre beklerdik ve o sürenin sonunda korkusu geçerdi." milena jesenska - briefe an milena (max brod'a, 1921)

    (bkz: milenka)
    (bkz: franz kafka/@ibisile)
    (bkz: milena jesenska/@ibisile)
    (bkz: briefe an felice/@ibisile)
    (bkz: felice bauer/@ibisile)
    (bkz: meran)
    (bkz: yahudiler/@ibisile)
    (bkz: hilsner vakası)
    (bkz: brief an den vater/@ibisile)
    (bkz: otto gross/@ibisile)
    (bkz: gustav jonouch/@ibisile)
    (bkz: jizchak löwy), küme baş ağrısı
    (bkz: tanya/@ibisile)
    (bkz: albert ehrenstein)
    (bkz: hayaletler/@ibisile)
32 entry daha
hesabın var mı? giriş yap