• özdemir asaf'ın bu şiirini ayrı kıymetli buluyorum:

    sana gitme demeyeceğim.
    üşüyorsun ceketimi al.
    günün en güzel saatleri bunlar.
    yanımda kal.

    sana gitme demeyeceğim.
    gene de sen bilirsin.
    yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
    incinirsin.

    sana gitme demeyeceğim,
    ama gitme, lavinia.
    adını gizleyeceğim
    sen de bilme, lavinia.

    (lavinia/özdemir asaf)
  • (bkz: ölüm risalesi) - erdem beyazıt

    damla damla oluşuyor hayat
    ölüm kımıl kımıl
    duymak kolay
    anlatmak değilher an
    farkındayım
    az az öldüğümünbilincindeyim doğan ayın
    eriyen karın akan suyun
    ve usul usul tükenen zamanın
    tekrarlayıp duruyor saat
    vakit te mahluktur
    vakit te mahlukturişliyor kalbim
    eskiyor saçlarım
    ve gözlerimin en ince hücreleriokuyorum hayatı
    toprağın üstünden çok
    altındakilerle var olduğunutoprak
    ölüme aç
    ölüme muhtaç
    hayatölüm muhakkak
    ve ölüm mutlak
    tek kapısıdır ölümsüzlüğünölümle tanıştıktan sonra anladım
    sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanınkesitlermahlukta devinen
    gürül gürül bir ırmaktır ölümbabalar ölür
    dolaşır eli ölümün
    saçlarında anaların oğullarınanalar ölür
    kök salar hasret yüreklere
    'bir evlat pir olsa da'
    o zaman anlar ancak neymiş öksüzlükoğullar ölür
    bir kafes olur ölüm
    ana kalbi bir kuştur
    azad kabul etmezsevgililer ölür
    bir hicret olur ölüm
    bir sılamesela arkadaşlar
    arkadaşlıklar vardır okullarda
    bakarsın biri gelmez bir gün
    ve artık hiç gelmeyecektir
    simsiyah bir gölge düşmüştür adeta
    bahçeye koridorlara sınıflara
    bir fısıltı dolaşır dudaklarda
    kimi kirpikleri ıslak
    çökmüş bahçenin tenha bir yerine
    elinde bir çöp resmini çizer toprağa
    anıların
    kimileri öbek öbek toplanıp
    çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle
    -nasıl olur daha dün beraberdik
    -salıncakta iki kişi'yi izlemiştik daha dün nasıl olur
    -geçen pazar kırlarda dolaşmıştık
    ''göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar
    hayatı dolu dolu yaşıyorlar'' demişti unutamıyorumsonra bir mezarlıkta bir çukurun başında
    bir kapının ağzında
    herkez susar
    konuşur ölümve sürer hayat.bazan bir tekerlek altında
    ansızın gelir ölüm
    apansız biter sınav
    bir elektrik kesilmesi gibi
    kesilir tulu emelbazan ölüm vardır
    ölümden önce gelir
    mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
    sorular hep yanıtsız kalır orada
    sadece konuşan rüyalardır
    yahut hayaller suskun duvarlarda
    gözler kabul eder parmaklar kabul eder
    ama beyin hep umuttan yanadırbazan akan bir film şeridinin
    tek kare donan bir fotoğrafı gibidir
    ölüm
    karşıda bir manga asker
    gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de
    takılıp kalır masmavi gökyüzünde
    asılıp kalmış bembeyaz bir bulutaölümden uzak ölümler vardır
    gazete ilanlarında rastlanılan
    dünyaya bağlılığın zavallı
    ve muannit
    bir belgesidir
    daha çok kalanlara ait.bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş
    bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümüölümler vardır:
    can kuş gibi uçar gider
    bir martının süzülüp
    kaybolması gibi maviliklerdebir portreengin sakin berrak bir denize
    uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
    nasıl yürürse insan
    sokrates öyle yürüdü ölümetilmizleri ağlaşırken
    o vasiyet ediyordu:
    -asklepyos'a bir horoz borçluyuz
    unutmayınız.ne tuhafsınız dostlar
    güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye
    yükselmek varken ölümsüzlüğeinancına sahip olmak
    insan olmanın şartı
    kölelikler içinde en onulmaz kölelik
    hayatın ölümcül yanına
    takılıp kalmak değil mi? ilkin ayaklarında duydu sokrates
    zehirin soğukluğunu
    ve yavaş yavaş ölüm
    yükseldi göğsüne çenesinedudaklarında donan son bir tebessümle
    bir işaret taşı da böylece
    sokrates dikmiş oldu ölümeölümün sesiölümden bir işaret var her şeyde
    ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:
    -kışlanın önünde redif sesi var
    namluların ucunda ölümün sesi! -bir ay doğdu geceden oy oy
    karanlığın ağzında ölümün sesi! -erzurum dağları kan ile boran
    vadilerin koynunda ölümün sesi-ezo gelin durmuş bakar yollara
    umudun ardında ölümün sesi! -bir ihtimal daha var
    umuddan da öte ölümün sesi! kendi ölümüme ait bir denemebir gün öleceğim biliyorum
    bunu her an ölür gibi biliyorumanamın yüreğinde bir kor
    ölene dek sönmeyecek bir ateş
    kımıldanıp duracak hepkarım bomboş bulacak dünyayı
    -n'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
    oysa insan yalnız ölür
    ama o olmayacak dualarla teselli arayacakkızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
    bir süre kaçacaklar insanlardan
    boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
    sonunda onlar da kabullenecekler öylesineölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
    -yaşayıp gidiyorduk yahu
    ne vardı acele edecek!
    diyeceklerbiliyorum yaklaşıyoruz her an
    biliyorum oruçlu doğar insan
    ölümün iftar sofrasınason sözve zaman döne döne
    gelmişti başlangıç noktasına
    ilk yaratılış düğümünemahlukatın var olduğu
    yüzüsuyu hürmetine
    evrenin efendisinin
    kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.hayatın menbaı
    merhametin son durağı
    madeni, muhabbet ocağının
    ateşler içindeydi
    yatağında.
    iltica etmişti sanki kainat
    kutsal tenine
    hayata şafak olan alnında
    ter taneleri
    her biri insanlık çilesinden
    bir haberdi sanki
    bir an oldu
    aralandı gözleri
    sonsuzu kuşatan bakışları
    süzdü ciğerparesi fatıma'yı
    süzdü tek tek çevresindeki
    can dostlarını
    kıpırdadı dudakları, dedi:
    -ebu bekir kıldırsın namazı
    sonra daldı daldı uyandı
    son defa aralandı
    bakışları
    yöneldi bir noktaya
    karar kıldı bir noktada
    ve dedi:
    -merhaba ey refik-i ala! olacak oldu
    akıllar kamaştı
    kalpler tutuştu
    feryat ve figan gökleri tuttu
    çekti kılıcını faruk olan
    sıçradı orta yere:
    -kim derse ''o öldü'', öldürürüm! ayrılık ateşinden
    ateşin şiddetinden
    sanki bendler çözülmüş
    felekler çökmüştü
    şuur tutuşmuş
    akıl iflas etmişti.sonra sıddıyk olan
    yetişti geldi
    baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye
    mağarada arkadaşına hicrette yoldaşına
    sonra baktı çevresine
    mahşerden önce mahşer hali yaşayan
    ashabına
    aline
    ebu bekir dedi:
    -ey nas, susun!
    kim ki resulullaha tapmaktadır
    bilsin ki resul ölmüştür
    kim ki allaha tapmaktadır
    bilsin ki allah ölmez
    hayy ve layemutturey nas, susun!
    ''inna lillah ve inna ileyhi raciun''sonra eğildi sevgilinin yüzüne
    sürdü bulutlanmış gözlerini
    o güzellikler ülkesine
    baktı baktı ve dedi:
    -hayatında güzeldin
    ölümünde güzelsin
    öldün
    bir daha ölmeyeceksin
    .
    .
    .
    .
  • ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
    dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
    sevmek için güzele mi bakmalı?
    çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
    hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
    özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

    hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?
    saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
    solması için gülü dalından mı koparmalı?
    pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
    öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
    saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

    victor hugo
  • "eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya, ikincisinde, daha çok hata yapardım. kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar, çok az şeyi ciddiyetle yapardım. temizlik sorun bile olmazdı asla. daha çok riske girerdim. seyahat ederdim daha fazla. daha çok güneş doğuşu izler, daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim. görmediğim bir çok yere giderdim. dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye. gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine. yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben. yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu. farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten. anlar, sadece anlar. siz de anı yaşayın. hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan, gitmeyen insanlardandım ben. yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım. eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer. ama işte 85'indeyim ve biliyorum... ölüyorum... "

    jorge luis borges
  • (bkz: feride)
  • "ben senin sevgilin,
    eşin, baban, ağabeyin,
    arkadaşınım.
    biri bitse biri kalır.
    seni hiç bırakmayacağım."
    cemal süreya
  • saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
    saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
    tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
    gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir
    sen kaç köşeli yıldızsın
  • okuduğum ilk andan itibaren vazgeçilmezimdir.

    ahmet erhan
    hayır hayır hayır hayır

    hayır hayır hayır hayır
    gökyüzünde bir çapak gibi duruyorken güneş
    evlerde oturmak bana göre değil
    elimde pergeller, gönyeler, iletkiler
    bir gülün hacmini ölçmeye kalktım
    yanıldığım kesin
    yenildiğim belli değil
    hayır hayır hayır hayır
    bütün şiirlerimi odanın duvarına astım
    ağzım kurudu tükürmekten
    ömrümü cm2'lere böldüm de bir türlü anılarımı yazamadım
    sarı peruka takmış bir acı
    sokaklarda sürtüyor boyuna, barlarda benim adıma beş tek bir duble konuşuyor
    ancak ölümle diyor, ancak ölümle sağalır yara
    cebimde jeton var, uluslararası
    sylvia plath'ı arıyorum, mezarında buluyorum konyağını yudumlarken
    bana daha bir incelmiş, ne bileyim daha bir güzelleşmiş gibi geliyor
    thank you very much! diyorum ve jetonumun soluğu tükeniyor
    cüzdanımda mor bir biletten başka bir şey yok
    gecenin son otobüsü çoktan gitti
    durdum ardından baktım
    güneşi sabah sabah burnunu karıştırırken yakaladım
    ay ağlıyordu ve bilmem kaç milyonuncu kez öldüğünü sanıyordu
    parkta çükünden su fışkıran o tuhaf melek heykelinin önünde yüzümü yıkadım
    kar yağıyordu usul usul
    hayır hayır hayır hayır
    paltomun yakasını bir daha kaldırdım, atgözlüğü gibi
    yalnızca önümü görmek istiyorum artık
    kızılay'dan ulus'a doğru yürürken yolda pink floyd için üç şarkı sözü yazdım
    küllerini suyla yoğurup bir hamur yapmak istedimse de boşuna
    doymadı karnım
    radikal takılıyorum son günlerde
    ultra-yalnızlık sokağından geçtiğimden beri
    dün annemin aynasına bir boyunbağı astım
    ve üstüne yapıştırdım on yıl önceki resmimi
    bu kadar bendeki nostalji
    hayır hayır hayır hayır
    ipsizin biriyim, doğru
    kendime on iki formalık kara bir defter aldım
    oturdum sarı şiirler yazdım
    artık bana kim inanır
    güneş ve ay yerli yerinde duruyorken
    ve ben sonsuza dek kova burcunun çocuğu
    sanki bir yağmur yağsa oluklardan gök boşanır
    yüzüme öyle dönüp dönüp bakma
    bana artık her şey yakışır
    terzim dünya çünkü, o ki kimlere neleri yakıştırdı
    günlerini ölüme teğelledi
    ölümlerini unutuşa kopçaladı
    hayır hayır hayır hayır
    duymak istemiyorum artık tek sözcük bile
    niye ben, neden, böyle mi olmalıydı
    aklımı her hafta temizleyiciye vermek
    aç karnına yuvarlamak binlerce birayı
    niye ellerim ceplerimde hala
    niye bir yumruk durumunda değil
    dünyada bir tek insanın bile
    kuracağı bir şeyler vardır
    hayır yaşam hayır ölüm hayır su hayır toprak
    hayır hayır hayır hayır
    çok mürekkep yaladım
    ama tükürüyorum burada hepsini
    bütün sözcüklerini
    okuduğum kitapların
    yazdıklarımınsa arasından bilmem ne kalır
    aynalarda her sabah her sabah
    o cam kırıklarından oluşmuş yüzü görmekten bıktım
    hiç değilse elişi kağıtlarım olsaydı
    ipsiz uçurtmalarım
    göğe fırlatılan bir naylon tabak gibiyim
    ve kendi kollarıma atılıyorum her keresinde
    hayır yalnızlık hayır kimsesizlik hayır sıla hayır gurbet
    hayır hayır hayır hayır
    gezinip dururum yıllardır
    koltuğumun altında
    radarlardan kurtulmuş üç beş kitap
    iyi demlenmemiş bir çay gibi kaldım
    kırdım dolduğum tüm fincanları
    bana iyilik edenlerin yüzüne tükürdüm
    ve sevdim düşmanlarımı
    (atılan güller solar, geride hep taşlar kalır)
    hayır hayır hayır hayır
    ne saptan yanayım şimdi ne de baltadan
    kırdığım ceviz sayısı kırkı geçmedi daha
    ama hiç değilse az kaldı
    hele bir geçsin
    olurum iyi bir aile babası
    hayır akşam hayır yol hayır otobüs hayır ev
    hayır hayır hayır hayır
    ölüm ki ancak bir başka ölümle yıkanır
    tebeşirler bu yüzden hep beyaz kalır
    kandan, pıhtılaşmış kandan bir anıt yükseliyor önümde
    gece artık bütün günü içeriyor
    ve ben umutsuzluk hakkımı elimde tutmak için
    bir sürü saçmalık yapıyorum
    bay garson, sizden özür diliyorum
    demek saat 0.2, demek ki servis çoktan kapandı
    bahşişin güneş olsun iyi mi
    hayır hayır hayır hayır
    toprakta yaralar açıyor her damla yağmur
    kovulacak bir kapı daha bulmak için
    yangın merdivenlerine tırmanıyorum ben
    annem niye böyle uzakta oturuyor
    ve otobüsler niye bu kadar erken
    geçip gidiyorlar ufkumdan
    şöförleri ölü, yolcuları uykusuz
    her gece oniki kilometre yürüyorum
    köstekli saatimi rehin bıraktığım için
    hayır hayır hayır hayır
    kardeşler, bu dünya bana göre değil
    kötü basılmış bir kitap gibiyim
    çamur duygusu veriyorum okuyana
    elimde bir gümüş zincir
    alnımda bir derin leke
    kar mı yağmur mu ne yağdığını bilmediğim bir gecede
    ey hayat, seni sevdiğim için özür diliyorum
    duruyorum önünde, düğmelerim ilikli, aklımın ipleri çözük
    hayır hayır hayır hayır
    yazmak umurumda bile değil
    okumak da bir rastlantıdır artık
    annem üzümlü kek yapıyor mutfağında
    karım akvaryumdaki balıklarla oynuyor
    okul-aile birliğinden gelen bir yazıyı okuyorum bense
    çiçekler bile sulanmaktan bıktılar
    ellerim titriyor, neden bilmem
    belanı mı arıyorsun be adam!
    böyle diyor kimi görsem
    ne yapsam yağmurdan kaçırılmış bir şemsiye kadar saçma kalıyorum şu dünyada
    bütün insanlar tutuklanır sanıyorum
    ellerimi göğsümde kavştursam
    güneşi masturbasyon yaparken yakalıyorum o an
    hayır hayır hayır hayır
    ey hayat
    başımda lacivert berem
    önümde konyak durur
    beni oğlum, beni oğlum diye
    saracaksın ne zaman
    radikal bir çiçeğim ancak kendi saksısında açan
    annesini seven
    oğlunun okul taksitlerini ödemeye hazırlanan
    karısını ancak barışırken görebilen
    böyleyim, sulak toprakta gövermeyen tek ekin
    bilmem bir yerde durur muyum, durulur muyum
    alnıma dövülürse kara bir yalnızlık gibi ölüm
    arkamdan üç kulfallahi bir enam okunsun
    sonra naaşım tekel kibritiyle yakılsın
    nasılsa gözyaşları söndürür
    hayır hayır hayır hayır
    bırakmayın, beni ölüm götürür.

    edit: imla
  • yaşamak güzel şey doğrusu
    üstelik hava da güzelse
    hele gücün kuvvetin yerindeyse
    elin ekmek tutmuşsa bir de
    hele tertemizse gönlün
    hele kar gibiyse alnın
    yani kendinden korkmuyorsan
    kimseden korkmuyorsan dünyada
    dostuna güveniyorsan
    iyi günler bekliyorsan hele
    iyi günlere inanıyorsan
    üstelik hava da güzelse
    yaşamak güzel şey
    çok güzel şey doğrusu.

    melih cevdet anday
  • ne içindeyim zamanın,
    ne de büsbütün dışında;
    yekpare, geniş bir anın
    parçalanmaz akışında.

    bir garip rüya rengiyle
    uyuşmuş gibi her şekil,
    rüzgarda uçan tüy bile
    benim kadar hafif değil.

    başım sükutu öğüten
    uçsuz bucaksız değirmen;
    içim muradına ermiş
    abasız, postsuz bir derviş.

    kökü bende bir sarmaşık
    olmuş dünya sezmekteyim,
    mavi, masmavi bir ışık
    ortasında yüzmekteyim.

    ahmet hamdi tanpınar
hesabın var mı? giriş yap