• melih gulgen'in yonettigi, basrollerde cuneyt arkin, sevda karaca ve huseyin peyda'nin oynadigi 1979 yapimi film.
    muhtemelen
    -peki ne yapmaliyim?
    -insanlari seveceksin...
    benzeri bir diyalog barindirmaktadir.
  • türk-italyan ortak yapımı bir cüneyt arkın filmi. italya'da kriminal porno adıyla gösterime girmiş bir melih gülgen yapımı. süppperrrr !

    (bkz: cüneyt arkın/@wunsch vertrauen)
  • barış dolu, sevgi dolu olsa bile kadir abi'nin emirlerinden biri gibi duran hümanizan laf.

    - bundan sonra fenalık, zulüm etmeyeceksin,insanları seveceksin. açları doyuracaksın, yetim hakkı gözeteceksin. çiçekler üzerinde narince süzülen kelebeğe, petek petek dolaşıp bal yapan arıya saygı göstereceksin.
    + bu sonuncusu hiç olmamış abi.
    - ne dedin?
    + hiç.
  • erich maria remarque'nin romanı. miras kitaplardan biri. elimdeki 1968 yankı yayınları basımı. arka kapakta "bu romanda duygulu ve yalnız kişilerin dramı var" yazıyor. savaşı ve insanlık acılarını doğrudan anlatan, çarpıcı metinler var içinde. örneğin; "benim pek bir şeyim yoktu. fazla ağrı vermeyen bir kurşun yarası almıştım. ama yanımda yatakta arkadaşım yatıyordu. öyle herhangi bir arkadaş değil, gerçek bir arkadaşım, dostumdu benim. karnı şarapnelle parçalanmıştı. yanı başımda öylece yatıyor ve durmadan bağırıyordu. morfin falan yok ortada, anlıyor musun? varsa bile ancak subaylara yetecek kadar. ikinci gün sesi öylesine kısıldı ki, sadece inleyebiliyordu. işini bitirmem için bana yalvarıyordu. bunun nasıl yapılacağını bilseydim, hiç çekinmeden yapardım. üçüncü gün öğle yemeğinde bezelye çorbası vardı. domuz yağıyla pişirilmiş koyu bir barış çorbasıydı. daha önceleri içtiklerimiz ise bulaşık suyuna benzerdi. çorbayı içmeye koyulduk. ben açlıktan gözü kararmış bir davar gibi, kendimden geçmiş bir durumda çorbayı tıkınırken birden tabağın kenarında arkadaşımın yüzünü gördüm. dudakları patlamış, yer yer yarılmıştı. acılar içinde can çekişmekteydi. iki saat sonra da öldü. bense tıkınıp durmuştum, ömrümde içtiğim en lezzetli çorbaydı."
  • yazarla ilk tanışıklığımız 2012 yılında okuduğum, batı cephesinde yeni bir şey yok isimli kitapla tanışmıştım, eser hakikaten 10 numaraydı. ardından ahbablığımızı fazla devam ettiremedim, benden mi kaynaklandı yoksa fırsat bulup yeni bir eseriyle karşılaşamadım mı tam hatırlayamıyorum ama sonuçta 2 yıla yakın uzak kaldık.
    ben eric maria remarque yazıtlarını o zaman da sevmiştim, bugün bir kez daha sevdim, güçlü kalemmiş doğrusu ve insanlığa ortak hislerden seslenmesi bilmiş...

    kitap almanya'dan kovulan yahudilerin vatansız iken avrupa'da verdikleri yaşam mücadelesinin bir yazıtı.
    öyle kötü alman rolünün ve baş günah keçisi rollerin olduğu bir eser değil, sadece almanya'dan olsun diğer doğu avrupa'dan gelen yahudilerin batı avrupa'da vatansız ve pasaportsuz kalmalarının hikayesini olabilecek en realize ve dramatize biçimde aktarmış.

    bir "insanları seveceksin" değerlendirme yazısı
  • 412 sayfalık bir maceranın sonuna gelmenin hüznüyle buradayım. remarque’dan okuduğum ilk kitaptı.

    2.dünya savaşı döneminde almanya’dan kaçmak zorunda kalan insanların dramını okudum, okurken yaşadım.
    kern, ruth ve steiner. kitabın baş kahramanı üç mülteci, birbirinden güzel 3 insan.
    sınırları gezdik beraber, mültecilerin odalarında kaldık, kandırıldık, ihbar edildik, sevdiklerimizi geride bıraktık.
    ve tüm bu kötülükler olurken, aynı zamanda tüm dünyada da bu kötülükler paralel şekilde ilerlerken; bu 3 güzel insan, yine kendileri gibi başka iyi insanlara da rastladılar, kasabadaki doktor gibi.
    ve aşk; bütün bu hengamenin içinde steiner’in eşine olan aşkı, uğruna yaptıkları. ruth ve kern’in birbirleri uğruna yaptıkları, atıldıkları sınırlarda beklemeleri.
    kitabı okudukça mültecilere olan bakışım değişti (özellikle kadın, çocuk ve ailesi ile gelenlere).

    kitapları okumanın en zor yanı, insanda farkındalıklar oluşturması. “cehalet, mutluluktur.” denmişti matrix’te, okudukça anladım.
    etrafımızda olup biteni farklı gözlerle görmek; zorlukları yaşayan insanların gözünden bakmak insana daha zor geliyor.
    ismail saymaz, tüyap’ta fıtrat kitabı üzerine söyleşisinde; bir avm’nin inşaatında ölen işçilerden bahsetmişti. hakları verilmeyen, hiçbir iş güvenliği alınmadan çalıştırılan işçilerin ölümlerini anlatmıştı.
    bu avm’nin temelinde yitmiş canlar var, demişti. mezarlıkta alışveriş yapmamak için gitmeyin, demişti.
    öğrenmenin zorluk olduğunu daha iyi anlamıştım.

    insanları seveceksin, her şeye rağmen mültecilere farklı gözle bakabilmek için güzel bir kitap. okuyun, okutun.
hesabın var mı? giriş yap