• nurdan gürbilek in, 2001 yılında ilk baskısını metis yayınlarından yapmış olan, daha önce çeşitli yerlerde yayımlanan denemelerini topladığı kitabı.

    birlik olmaktan birey olmaya, toplum için istenenlerin birey için istenmeye başlamasına, bir arzu toplumuna dönüşmemize dair önemli anları not düşen kitap, sadece verdiği örneklerle değil, dipnotları için bile okunmaya değer.

    kitaptaki başlıklar ve * değinilen konular ise şöyle:

    a. ben de isterem

    orhan gencebay'ın tevekkülü tavsiye eden, bu dünyada asla kavuşulamayacak bir sevgiliye yazılmış, "istemem namertten bir yudum çare" anabaşlıklı şarkılarından hareketle 70 li yıllardaki toplumsal ruh halinden sonra, 80 lere gelindiğinde nasıl da ibrahim tatlıses gibi "ben de isterem"ci olunduğu ve tevekkülden ya da bu dünyada giderilemeyeceğine inanılan arzulardan, nasıl da dünyevi ve acilen doyurulması gereken zevklere geçtiğimiz...

    b. yabancının ölümü

    70 lerde çıplaklığıyla göz önünde olan feri cansel in, sevgilisi tarafından kurşunlanarak öldürülmesinin ardından gazetelerde çıkan morg resimleri ile açılan yazıda, toplum olarak ölüme nasıl yabancılaştırıldığımız ya da dönemsel olarak ölüm haberlerinin hangi politik ortamlarda, gazetelerin baş sayfalarında yer aldığından bahsediliyor. türk ve yabancı toplumların ölüm karşısındaki tepkilerinde, yıllar içinde nasıl bir değişim olduğundan bahseden yazı, yahya kemal in, tanpınar ın ve hatta oğuz atay ın da söylediği gibi, hayatımızın bu kadar içindeyken, her köşebaşında bir mezarlık varken, en güzel köşeleri ölüler mesken edinmişken; ölümün artık evden uzak, hayatla ilgisiz bir hale getirildiğine değiniyor.

    c. acıların çocuğu

    kartpostalcılarda sık sık gördüğümüz ağlayan çocuk resmini başlık edinen yazı, bir dönem ayşecik, sezerciklerin filmlerinde hayat bulan "zor duruma düşmüş, hayat karşısında aciz kalmış ama yine de bir çıkış yolu bulan" şehirli çocuk hikayelerinin geçirdiği değişimi anlatırken; bu filmlerin ardından gelen küçük emrah koş serisinde artık şehrin bu hayatları yutmaya başlaması, ancak sağ kalanların da bu çarktan çıkamayarak, dünün ayşesi, sezeri olan iyi aile çocuğu yetimlerin beyaz tenlerinin koyulaşarak, bugün insana korku veren tinercilere dönüşmesine değiniyor. tek başına kalmışlığının yarattığı acıma duygusu tüm bu filmlerde iç sızlatırken, artık birlik halinde hareket eden bu çocukların acımadan ziyade dehşet yarattığı ve ailesini zor durumlardan bacak kadar boyuyla kurtaran yeşilçam yetimlerinin yerini, kurtuluş yerine bela vaad eden sokak çocuklarının almış olduğundan bahsediyor. bir dönemin popüler kahramanı bu yetimlerin yerini şimdilerde alan ise, sokak çocukları değil, onlara savaş açanlar...

    d. azgelişmiş babalar

    jale parla nın babalar ve oğullar kitabında incelediği tanzimat dönemi yazarları, babasız kalmış bir evin kahramanlarının sergüzeştlerini anlatır, yazdıklarıyla ders -daha doğrusu ibret- vermeyi amaçlarlardı. günümüz edebiyatı da babalara ve babalarından muzdarip erkek çocuklara değinmeden geçmiyor. oğuz atay ın her iki romanında da babalar az gelişmişlikleri, ilkellikleri yüzünden oğulları [selim ışık, turgut özben, hikmet benol] için bir örnek oluşturmaktan çok, onların hayat karşısındaki pısırıklıklarının müsebbibidirler. çocuklar ise hor görülmeye mahkum... bu yazı da özellikle oğuz atay ın kendisinin ve karakterlerinin çelişkileri üzerine. babalarını seçemeyen, seçme şansı ellerine verilseydi de değiştirmek için artık çok geç kalmış olan erkek çocuklar...

    e. kötü çocuk türk

    kitaba adını veren bu yazıda, huzur un dört bölümünden biri olan ve mümtaz-nuran-ihsan üçgeninin dışında kalıp (!) kötü olarak kurgulanmak istenen suad ın neden bir türlü gerektiği gibi kötü olamadığına dair ipuçları verilmiş.
    düşünceleri, yaptıkları ve intiharı ile tüm yaşamına geç kalmış olan ve çeviri roman kötüsü olmaktan öteye gidemeyen suad dan bahsedilirken, intiharında nerelerden *alıntı yapıldığına dair isimler, kitaplar, karakterler veriliyor. dostoyevski den ve diderot un raemanu nun yeğeni nden büyük ölçüde esinlenme ile yaratılan suad ın, orijinallerinden tek farkı, kendi yapaylığının farkında olmaması. bu yapaylığı sezen tanpınar ın da, romanda ihsan a bunu zaten söyletmesi, yazarı ele veriyor.
    buna karşılık, oğuz atay ın vüsat o bener in ya da bilge karasu nun kahramanlarının, zebercet in kendilerinin farkında olmalarının, onları daha da gerçek kıldığı aşikar... ve kötü karakter yaratmak için çevirilere başvurulduğu iddialarına birer cevap...

    f. kötü çocuk türk -iki-

    bu yazıdaysa gazetelerde, dizilerde ya da karikatürlerde iyinin yerini, kötülüğü apaçık belli olan ve (belki de) yüceltilen karakterlere yer verilmiş.

    g. orijinal türk ruhu

    "biz" ve "onlar" ayırımı yaparak, baştan bir kabullenişle ezik durumda hissettiğimiz bir tür olan eleştiri geleneğinden söz edilen yazıda, bizde var, onlarda yok ya da orijinali onlarda, bizdeki sahte bile para etmez serzenişlerine değiniliyor ve edebiyatta çok sık yer bulan doğu-batı karşıtlığı üzerinden geleneklerimizi inceliyor.
    yazının ikinci bölümündeyse, arzu nesneleri uğruna hayatlarını harcayan iki kahraman, * emma bovary ve araba sevdası nın bihruz beyi, yazarları * da göz önünde tutularak karşılaştırılıyor ve züppelik tartışılıyor.
    bizde özgün eser olamayacağına dair iddiaları bir bakıma cevaplayan bu bölümde, yine günümüz yazarlarından da örnekler verilmiş.

    h. yakın taşra

    kitabın bu son bölümünde, medyanın bir dönem parlatıp aynı hızla söndürdüğü yıldızların, büyükşehrin gölgesinde kalan taşrada, nasıl da hala izlenir ya da istenir olduğundan bahsediliyor. şehrin çöplüğüne gönderilenler, bundan mahrum kalan taşralılar için hala bir arzu nesnesi... ve çöplüğe atılanlar, bir zaman imrenme duygusuyla bakılanların düştüklerini görerek kendine bir rahatlama payı çıkarmak ya da hor görmek için fırsat kollayanların, parıltıdan mahrum kalabalığın, aşağılama ve kendini rahatlatma ihtiyaçlarını gidermek adına sadece birer [kullan-at] araç artık.
  • gencebay'ın şarkılarında mutlak karşıtlığa doğru giden bir dünya vardır: dost- düşman, hakikat- yalan günah- sevap birbirinden kesin sınırlarla ayrılmıştır. burada arzu gücünü arzulananın mutlak anlamda erişilmez, arzulayanınsa mutlak anlamda onurlu olmasından alır. diyen kitap
  • kitapta freud'un düşüncesinden yola çıkılarak güzel bir adalet tanımı yapılmış: "adalet, bir kez kurulmuş olan hukuk düzeninin tek bir birey yararına bozulamayacağının garantisidir."
  • itiraf ediyorum, bundan evvel deneme türüyle olan rabıtam, lisede okuduğum montaigne ile, nurullah ataç (ataş mıydı yoksa? :p ) dan ibaretti.

    eğer tanpınar ve oğuz atay hakkında, ölüm ve cinsellik hakkında, gencebay ve tatlıses hakkında, türkiyenin ruhunun dönüşümü hakkında, bunca ufuk açan ve beyin gıdıklayan şey anlatmıyor olsaydı bile sırf deneme denen nesir türünün ne kadar harika olabileceğini görmek için okunması elzem bir kitap olurdu. (gerçi bu dediklerimi anlatmıyor olsaydı nasıl olacaktı onu tam bilemiyorum ama)
  • kötülüğünün arkasında "geç kalmışlık" ve "gecikmişlik"olan bu kötü çoçuğu seviyoruz.
  • orhan gencebay'dan ibrahim tatlıses'e, ağlayan çocuk'tan feri cansel'in morg fotoğrafına, ahmet hamdi tanpınar'ın suad'ından fyodor mihayloviç dostoyevski'nin raskolnikov'una uzanan; türkiye'de yetişmenin ne demek olduğunu daha iyi anlamanızı sağlayan nurdan gürbilek kitabı. özellikle taşra ve kapitalizm ile ilgili satırlar ziyadesiyle kafa açıyor.
  • "fransız'ların 68'li yıllarda "herşeyi istiyoruz, hemen şimdi." politik sloganının ülkemizdeki karşılığı 80'li yıllarda "bende isterem." dir. "bende isterem." in türkçesi ise dünya nimetlerinden hemen şimdi pay almaya/haz almaya çağıran tüketim toplumu sloganına işaret eder. "
  • okuyalı uzun zaman oldu ama sosyolojiyle psikoloji arasında kurduğu bağdan ve kültürel ögelerdeki seçiciliğinden dolayı çok beğendiğimi hatırlıyorum.
hesabın var mı? giriş yap