• ah efendim, pek kısa bir yaşamı olsa da hayli uzun bir öyküsü vardır kemal beyin.. henüz 22 yaşlarını sürer iken babıâli'ye bulaşıp, serbest fırka'nın yayın organı olan "yarın"da yazmaya başlamıştır.. sonra dergi kapatılmış ve tüm çalışanlarla birlik o da tutuklanmıştır.. akşamcıdır kemal: bir elinde rakısı -şişeden içer-, bir elinde kalemi -suya yazar.. salıverildikten sonra, kederinden daha da fazla içmeye başlamıştır üstelik..

    kemal'i gündüz içiciliğinden kurtaran nazım hikmet olmuştur.. özellikle arkadaşları nizamettin nazif tepedelenlioğlu ile suat derviş'in de aracılığıyla ona yardım etmeye, bir işe koymaya çalışmıştır; sevmiştir kemal'i çokça..

    ne ise efendim, kemal, düşük bir ücretle girdiği "haber" gazetesinde "çulsuz adam" mahlasıyla halkın sorunlarına değinen, iktidarı eleştiren yazılar yazmaya başlayınca komünist olarak addedilmiştir hemen.. bu yüzden işinden olan kemal, kendini enikonu içkiye vurmuş ve verem olmuştur.. babıâli'sinin köhne basımevlerinde gecelemiş, eski gazete kağıtlarını döşek, rakıyı dost bellemiştir kendine ve genç yaşında kan kusarak hayata veda etmiştir kemal ahmet..
  • daha bitmedi efendim, okuyun hele.. kemal ahmet'in ölümünden bir yıl sonra, yine nazım beyin de yardımıyla, ahmet cevat yazarın ağlayan nar ile gülen ayva nam öyküsünü küçük bir risale olarak basmıştır.. basmıştır ya, kitap üzerine orhan selim'in de akşam gazetesinde pek övüngen bir yazı yazmasıyla ortalık yeniden karışmış, kavga kıyamet gırla gitmiştir efendim..

    "öyle ölüler vardır ki, ben onların öldüklerini düşündükçe, vakit olur, yaşadığımdan utanırım. onlar kadar değerli, onlar kadar büyük, onlar kadar iyi olmadığıma bakmaksızın yaşamaklığım kötü bir iş gibi gelir bana. sonra, yine onlar kadar iyi, değerli ve büyük olmak için yaşamak isterim.

    yazıcı kemal ahmet benim bu ölülerimden biridir. dişlerine yapışmış dudaklarından ciğerlerini parça parça, kuru yapraklar gibi dökerek öleli bir yıl oluyor.

    bence büyük bir ölünün yıldönümündeyiz." (akşam, nisan, 5, bahar, 1935)

    işbu yazıyla birlik, antikomünistler öyle bir vaveyla koparmışlardır ki, hatta hasut peyami safa beyin bir gün babıâli yokuşunda rastladığı nizamettin nazif tepedelenlioğlu'na, "bak, komünist komünisti nasıl yüceltiyor!" diye yerinmesi, nizam'ın suhulet kitabevi'nin önünde gevreye gürleye kemal ahmet'i anlatmasına, akabinde damlayan elif naci'nin de, "nizam, bırak şimdi peyami'yi, kemal ahmet için ayaküstü nefis bir yazı yazdın, gel şunu meserret'te kâğıda dökelim," demesine yol açmıştır..

    nitekim, nizam'la elif naci soluğu meserret'te almışlardır o hışımla ve tesadüf kemal ahmet ile ilgili anılarını yazan naci sadullah'la karşılamışlardır.. naci sadullah'ın yazısı, suat derviş ile hüseyin avni şanda'nın yazıları ve nazım hikmet'in de kemal ahmet üzerine bir şiiriyle birlik "yarım ay" dergisinde yayınlanacaktır akabinde.. işte bu hay huyda, kemal ahmet'i övmek solculuk, yermek ise sağcılık oluvermiştir o dönemin yazın ve siyaset hayatında.. gelgelelim, vâlâ nureddin vâ-nû'nun, "kemal ahmet içki sofralarında iki kadeh rakıya kavuk sallayan bir dalkavuktu. şimdi onu bir fikir kahramanı diye tanıtıyorlar!" demesiyle birlik solcular arasında da kemal aşağı, kemal yukarı bir tartışmadır sürüp gitmiştir efendim..
  • nazım hikmet'in "kemal ahmet" nam şiirini de yazmadan olmaz şimdi:

    "kafası
    yüzde yüz uygun muydu kafama
    bilmiyorum, ama
    o benim soyumdandı.
    etiyle, kanıyla değil,
    belki de heyecanıyla değil,
    batırıp parmaklarını kanayan yarasına
    beyninin ışığını sattığı için
    bir ekmek parasına.
    fakat ne yazık ki, o,
    namludan kopan bir kurşun gibi haykırıp,
    karanlık acıların camını kırıp
    güneşi dolu dizgin gözlerine dolduramadı!
    gün geldi, ağrıdan ayakta duramadı.
    ve işte o zaman
    çocuğunu boğan
    aç bir ana gibi,
    bir çözülmez çemberin kıvranarak içinde,
    boğdu kendi elleriyle yüreğini
    bir rakı kadehinde.
    tutunmak istedi, kaçtılar;
    çalıştı, kırbaçladılar;
    susadı, kendi kanını içti o!
    parça parça insan kafası satılan,
    kaldırımlarında aç yatılan
    bir caddeden
    mukaddes bir ıstırap şarkısı gibi gelip
    geçti o!.."

    sevgili nazım şiirini, "yarım ay" dergisinin yönetim kurulunda ilk kez okuduğunda, "fevkalade, harikulade, mükemmel, be nazım! demek sen böyle hissi şeyler de yazarsın ha!" diyen nizamettin nazif tepedelenlioğlu coşup ağlayıp, ortalığı hüzne boğmuştur.. bir deli adamdır vesselam bu nizam bey de..
  • 1) (bkz: sokakta harp var)
    2) (bkz: ağlayan nar ile gülen ayva)

    kemal ahmet'in 30 yıllık yaşamında (1904-1934) arkasında bıraktıkları, -gazetelere yazdığı imzalı imzasız yazıları falan saymazsak- bu iki kısa roman ve de hikayeden ibaret. şekline şemaline ilişkin bilgimiz ise ölümünün ardından gazetede çıkan şu küçük fotoğrafla sınırlı görsel şimdi buna bakıp kim der ki bu, 20'lerini bitirmek üzere olan gencin fotoğrafıdır! daha ziyade 40'larında olgun bir adam izlenimi veren bu fotoğraf, güvencesiz işlerde çalıştırılıp ücreti ödenmeden kovulan, sağlıklı gıdaya erişim hakkı kısıtlanan, yalnız ve stres dolu bir hayat sonucu verem olan bir insanın trajik hayat hikayesiyle birlikte düşüldüğünde daha bir anlam kazanıyor. esasında ratip tahir burak'ın çizdiği kafkavari çizim ve porte, kemal ahmet'in melankolisini daha bir net gösteriyor sanki: görsel görsel

    kemal ahmet'in trajedisi ve melankolisi demişken, bunlar birazdan aşağıya bırakacağım kendisinin ölümünü duyuran yazılardaki baskın ögeler. fakat diğer taraftan baskın bir toplumcu tarafı var kendisinin. ben toplumcu dedim ama siz isterseniz sosyalist, komünist falan diye de okuyabilirsiniz. tabi şimdi bu sıfatlar biraz abartı kaçabilir ki esasında, kendisini hiçbir zaman böyle tanımlamamış; zaten tanımlayacak vakti de olmamış garibimin. ha belki biraz daha yaşasa bir nazım hikmet olur muydu...? kimbilir! ama nazım'ın onun hakkında yazdığı şiirde de belirttiği üzere kemal ahmet onun soyundandı:
    "kafası
    yüzde yüz uygun muydu kafama
    bilmiyorum, ama
    o benim soyumdandı."

    yani şimdi 1930'ların tek parti dönemi fikir çölünde, yüksek ticaret mektebinden mezun 30'larındaki yoksul, kimsesiz bir gencin, bab-ı âli denen çöplükte eğilip bükülmeyen toplumcu bir duruş sergilemesi az buz şeyler değil. mesela bakın, istanbul sokaklarında zengin ile fakir arasında yürüyen sınıf mücadelesini anlattığı otobiyografik sokakta harp var adlı romanının yayımlandığı 1932'de bir başka roman daha yayımlanır: falih rıfkı'nın romangörsel. falih rıfkı atay, hali vakti hayli yerinde bir milletvekili olduğundan kemal ahmet gibi amelelerin, işçilerin, hamalların, küfecilerin sokakta verdiği harbi değil, zenginlerin kendi arasında verdiği iktidara kim çıkacak harbini anlatır. gel de ludwih feuerbach'a hak verme: insan sarayda başka düşünür, kulübede başka/man thinks differently in a palace and in a hut. [bu lafın feurbach'a değil ulus baker'e, marx'a, engels'e falan ait olduğunu söylemek için mesaj atacak olanların kalbini fena kırarım, haberiniz olsun! mhpliler bile öğrendi, bi siz öğrenemediniz!!]

    kemal ahmet'in bu toplumcu duyarlılığına ilişkin çok çarpıcı bir örnek daha vereyim: 1929 ekonomik krizinin ortalığı kasıp kavurdu bir dönemde bir kısım büyük meşhur doktor, eşşek yüküyüyle para kazanıp apartmanlar dikerken küçük doktorlar ise avuçlarını yalamaktadır (bu mevzunun ayrıntıları için bkz. "dikili apartımanı olan doktorlar" onuncu yılda kazanç vergisi tartışmaları adlı şu kitap)

    neyse işte gazeteciler bu büyük doktor&küçük doktor tartışması hakkında görüşlerini almak için dönemin meşhur entelektüeli abdullah cevdet'e mikrofon uzatır. kendisi de bir hekim olan içtihat mecmuasının sahibi, gevşek bir liberallikle "bu meselede yapılacak bir şey yoktur. küçük doktorlar da çalışsınlar; büyük ve şöhretli doktorlar gibi kazanmak imkânını arasınlar" der!

    görüşüne başvurulan bir başka isim olan halk mücellithanesi (ciltçi, ciltevi) sahibi maksut bey ise abdullah cevdet'le hemen hemen aynı fikirdedir: "bugünkü büyük doktorlar evvelce küçüktüler. onlar da evvelce para kazanamıyorlardı. bedava bakmak, hastahanelerde çalışmak suretile meşhur oldular ve bugünkü vaziyete geldiler. diğerleri de aynı yoldan yürüyerek muvaffak olabilir."

    `türk liberallerinin en kalitesiz liberallere olması` argümanını doğrulayan bu görüşleri okuyunca, kemal ahmet'in sağlık hizmetinin ticaretleştirilmesine karşı çıkıp bunun sosyal bir hak olduğu ve sosyalleştirilmesi gerektiğinin altını çizdiği şu kısacık cevap, çölde bir vaha adeta:

    "... sıhhat işine gelince: bu, bir ticaret meselesi değil, amme meseledir. binaenaleyh bu mesele ile belediyenin meşgul olması lâzım gelir zannederim."
    15 temmuz 1932, son posta gazetesi s.2.

    durum buyken, nazım hikmet'in kemal ahmet'in ardından yazdığı övgü dolu yazıya referansla peyami safa'nın "komünist komünisti övüyor" demesi açıkcası bana o kadar da dokunmuyor. sonuçta, nesneyi adıyla çağırıyor peyami. fakat bana asıl dokunan, nazım'ın arkadaşı ve komünist gazeteci vâlâ nureddin'in kemal ahmet'in arkasından yazdığı över gibi görünen ama basbayağı gömen yazısı.

    6 nisan 1935 tarihli haber gazetesinde (s.3) vanu müstearıyla yazdığı "zavallı kemal ahmed" adlı yazıda, sanki adamı mr'a sokmuşcasına "iskeletinden kemiklerine, derisinden saçlarına, tırnaklarından dişlerine kadar, vücudunun bütün unsurları üçüncü derece, fena malzemeden yapılmıştı." demiş. ulan köftehor! veremden öldü diye adama, tarcanlar ekspertize girmiş pert araba muamelesi yapmaya ne hakkın var senin!! nitekim gömerken abarttığı düşünülmesin diye olsa gerek maddi tarafı fenaydı ama manevi tarafı iyiydi deyip "kibar adamdı, kimseyi incitmezdi, mütevazıydı, güler yüzlüydü, kanaatkârdı, hoş konuşurdu" şeklinde övdükten sonra "ernesto! herkes kendini kurtarır olan sana olur "minvalinde saçmalamaya başlar:
    - bir şey yapacağından değil a, lâf olsun diye, beşeri haksızlıklar aleyhine, ara sıra atar tutardı...biz de karşılıklar verir, gülüşürdük.
    - onun hoşsohbetliğinden, kuru sıkı ihtilâlci sözlerini rakı masası başında dinlemekten zevk alan bazı bohem arkadaşları, zaten iradesi zayif, müvazenesi bozuk olan bu genç dostumuzu meyhanelere dadandırdılar.
    - şimdi, bu biçare çocuğu, âdeta bir fikir ve inkılâp kahramanı haline getirmek için broşürler çıkarıyorlar, yazılar yazıyorlar. onun böyle bir iddiası yoktu ki... mezarında olsun rahat etsin, bırakın yahu!..."

    yani şimdi yukarıdaki yazıyı okuyunca içimden "valâ nureddin gibi komünist dostun olacağına, peyami safa gibi faşist düşmanın olsun" demek geliyor ama kendimi tutuyorum! aman işte benim de bir şey yapacağımdan değil a, lâf olsun diye, beşeri haksızlıklar aleyhine, ara sıra atıp tutuyorum rakı masasında entrylerimi okuyan siz bohem badilerime.

    neyse, bu kadarı kâfi. yukarıda bahsettiğim kemal ahmet'in vefatını duyuran haberleri bırakıp bu entryi sonlandırayım artık:

    1) 11 aralık 1933 tarihli vakit gazetesi, 1.sayfasındaki haber:

    "bir arkadaşımız, kemal ahmet bey dün sabah öldü

    matbuat ailesi dün genç ve değerli bir uzvünü kaybetmek acısını duymuştur. gazeteci arkadaşlarımızdan kemal ahmet bey, bir zamandan beri tedavi edilmekte olduğu hastanede ölmüştür.

    kemal ahmet bey istanbul'da doğmuştu. otuz, otuz bir yaşlarındaydı. yüksek ticaret mektebinden mezundu. istanbul gazetelerinin bir çoğunda sekiz on sene istihbar işiyle meşgul olmuştu; fakir ve kimsesizdi, müteverrimdi. son günlerini cerrahpaşa hastanesinde ihtimam ve şefkat içinde geçirmiş ve dün sabah gözlerini hayata kapamıştır.
    kemal ahmet beyin "sokakta harp var!" isimli bir romanı geçen sene kitap halinde basılıp çıkmıştı.

    istanbul matbuat cemiyetinden:

    matbuat cemiyeti, arkadaşlara bir kara haber vermekle kederleniyor. cemiyetimizin âzasından kemal ahmet bey, bir zamandan beri tedavi edilmekte olduğu cerrahpaşa hastahanesinde dün sabah ölmüştür.

    cenazesi bugün (pazartesi) saat on bir buçukta cerrahpaşa hastahanesinden kaldırılarak koca mustafapaşa camisine götürülecek namazı orada kılındıktan ve merhum hakkında son rasime ifa ve eda edildikten sonra topkapı mezarlığına gömülecektir. cemiyet âzasının ve arkadaşlarının bugün saat on bir buçukta cerrahpaşa hastahanesine gelmesi rica olunur."

    ****

    2) 11 aralık 1933 tarihli cumhuriyet gazetesi, 5. sayfasındaki haber.

    "hazin bir ölüm

    - kıymetli bir arkadaşımızı kaybettik-

    gazeteci arkadaşlarımızdan kemal ahmet bey, dün sabah bir aydanberi bakılmakta olduğu cerrahpaşa hastanesinde vefat etmiştir. kemal ahmet bey, henüz otuz yaşında idi.

    yüksek tahsilini gördükten sonra atıldığı gazetecilik hayatı esnasında bazı ailevî felâketler arkadaşımızı fazlasile sarsmış, yalnız ve bakımsız bırakmıştı. esasında yorucu ve vaktinden evvel yıprandırıcı olan meslek hayatında uğradığı bazı talihsizlikler de buna inzimam edince, kemal ahmet bey büsbütün intizamsız bir yaşayışın zebunu olmuştu. bu suretle ciğerlerindeki hastalık günden güne ağırlaşmıştı.

    bu vaziyette kendisinin bir sanatoryuma veya hastaneye yatırılması lâzım geliyordu. kemal ahmet bey buna, nihayet, güçlükle muvafakat etmişse de artık iş işten geçmiş bulunuyordu. cerrahpaşa hastanesinin gerek kıymetli sertabibi rüştü beyin,* gerek diğer mütehahssıs doktorlarının şefkat ve ihtimamla tedavilerine rağmen, arkadaşımızı bu hazin akıbetten kurtarmak mümkün olamamıştır.

    matbuat cemiyeti merhumun cenazesini bugün cerrahpaşa hastanesinden kaldıracaktır.

    kemal ahmet beyin gazetelerde imzalı imzasız muhtelif yazılariyle, <<sokakta harp var!>> isminde bir romanı intişar etmiştir."
hesabın var mı? giriş yap