• (bkz: kör bıçak)
  • en can alıcı satırlarından biri "tanrıyı ve insanları deneme" dediği yerdir...her deneme ile yanı başımızdaki insanları nasıl kaybettiğimizi anlatan kısmı...
    "...
    "tanrıyı ve insanları deneme" diyen nietzsche'ye aldanmayıp herşeyi ve herkesi bu kadar çok deneyden geçirdigimiz için mi tanrı'yı ve insanları kaybediyoruz? insanları bu kadar çok denediğimiz, kendimizi kalkanlarımizın arkasına böylesine iyi gizledigimiz, hiçbir acıya ve sıkıntıya razı olamadığımız için mi en çok istediklerimiz en uzağımıza düşüyor, mutluluk ele geçmez bir masal kuşuna dünüyor.
    ..."
  • (bkz: anna karenina)
  • "ten ve hüzün terde bileşir". atalanta sourtimes.
  • ahmet altan'ın bu denemesini ilk defa okuduğumda yıllardan 1997 idi ve henüz 16 yaşındaydım. o tarihten beri aşk anayasası gibi içimden eksik etmem bu satırları. her birine de ayrı ayrı canı gönülden katılırım.

    bilirim ki, pek çok edebiyat sever bu denemeye pek itibar etmez.

    ama benim bununla ilgili bin gün aralıksız konuşasım var.

    buyrunuz, okumak isterseniz.

    --- spoiler ---

    acaba kendimizi en çok savunduğumuz sırada mı alıyoruz en büyük yaralarımızı?
    en büyük budalalıklarımızı en akıllıca davrandığımızda mı yapıyoruz acaba?
    rahatı ve güvenceyi en çok istediğimizde mi kaybediyoruz en büyük mutluluklarımızı? en çok korktuğumuzda mı acaba korktuğumuz başımıza geliyor?
    kendimizi bu kadar savunmasak,
    bu kadar akıllı olmasak,
    rahatın peşinde bu kadar koşmasak
    ve bu kadar çok korkmasak,

    yaralarımız, pişmanlıklarımız ve acılarımız daha mı az olurdu acaba?

    "tanrıyı ve insanları deneme," diyen nietzche'ye aldanmayıp herşeyi ve herkesi bu kadar çok deneyden geçirdiğimiz için mi tanrıyı ve insanları kaybediyoruz???????

    insanları bu kadar çok denediğimiz,
    kendimizi kalkanlarımızın arkasına böylesine iyi gizlediğimiz,
    hiçbir acıya ve sıkıntıya razı olamadığımız için mi en çok istediklerimiz en uzağımıza düşüyor, mutluluk ele geçmez bir masal kuşuna dönüyor?

    schiller'in o muhteşem "eldiven" şiirinde anlattığı hikâyeyi belki daha iyi okumalıydık, oradaki şövalyenin adım seslerini belki daha çok duymalıydık.

    hep erken öleceğini düşünen, hayatı bu düşünce nedeniyle telaşla geçen ve düşündüğü gibi erken ölen schiller'in söylediklerine biraz daha dikkat etmeliydik, kendi ölümünü bilen birçok şeyi bilebilir çünkü!!!!!

    ......arenada, bütün şövalyelerin aşık olduğu ve evlenmek istediği harikulade güzel prenses kral babasıyla birlikte oturuyor, çevreleri genç ve yakışıklı şövalyelerle dolu, hepsi bir küçük tebessüm için bekliyorlar.

    borazanlar çalıyor ve aslanlar çıkıyor arenaya, kocaman yeleleri, gergin belleri, iri pençeleriyle kükreyerek dolaşıyorlar. prenses zarif ellerini saklayan uzun eldivenlerden birini çıkartıp aslanların arasına atıyor.

    - kim eldivenimi alıp bana getirirse onunla evleneceğim.

    müthiş bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor.

    bir şövalye diğerinden ayrılıyor, taş merdivenlerden ağır ağır inmeye başlıyor, parlak çizmelerinin çıkardığı adım sesleri tek tek duyuluyor. arenaya giriyor, aslanlar hareketsiz ve şaşkın, bu cesur şövalyeye bakıyorlar, o hiçbirine aldırmadan eldiveni alıyor, gene adım sesleriyle taş merdivenleri çınlatarak çıkıyor.

    eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra, kendisine hayranlıkla dönen prensese bir kez bile bakmadan yürüyüp gidiyor.

    nietzsche "tanrı ve insanları deneme" diyor. schiller, eldiven şiirini yazıyor.

    biz, herkesi her zaman deniyoruz......

    emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini ve bağlılığını her an kanıtlasın, hayatını ve her şeyini tehlikeye atsın ve bunu binlerce kez yapsın istiyoruz....

    kendimizle ve korkularımızla o kadar doluyuz ki, hiçbir duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle göremiyoruz, her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz prizmalardan kırılarak ulaşıyor bize, her şeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan başka bir yerde görüyoruz, belki de bu yüzden aradığımız şeyleri aramamız gereken yerlerden başka yerlerde arıyoruz. mutlulukla aramıza korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz.

    aragon'un dediği gibi eğer "mutlu aşk yoksa," bu aşkın suçu değil!!!

    aşkı, acısından, kederinden, tedirginliğinden, ayrılığından, üzüntüsünden, yarasından ayıklamaya çalışanların aşkı, mutlu olmayan aşklar.

    "ben acıya, aldatılmaya, kedere razıyım," diyenlere verilebilecek bir armağan mutlu aşk...

    aşk iki eli dolu bir eski ilahe,birinde mutluluğu birinde acıyı veriyor.acıyı almadan öbürünü almak mümkün değil

    çok mu korkuyoruz acıdan ve yaradan ve kederden? korku bizi acılardan koruyor mu peki?

    aşk, o eski ilahe, acıdan korkana inadına acıyı verip öbür elini kapatıyor. acısız mutluluk olmuyor.

    lermontov, çocukluğumun müthiş yazarı, "zamanımızın bir kahramanı" isimli kitabını yazdığında rusya'yı birbirine katmıştı...

    hiçbir kadını sevmeyen, ama bütün kadınları kendine aşık etmekten hoşlanan birini anlatıyordu... şu hiç unutmadığım peçorin'i, lermontov'un ve hepimizin zamanının kahramanı olan yalnız ve sevgisiz adamı.

    ne kadar şanslıydı peçorin, bütün kadınlar onu seviyor, ona aşık oluyor, ama o kimseyi sevmiyordu, duyguları çelik gibi zırhlarının içine hapisti, dokunulmazlık ve yaralanmazdı, insafsızdı,kadınları kendine aşık edipkaçıyordu, kendi duygularına yaklaşılmasına bile izin vermiyordu.

    çocukluğumun kahramanı bir korkaktı. ve mutsuzdu.

    ve lermontov, yalnızca tek bir roman yazabilmiş, ikincisinin yarısındayken, yirmi yedi yaşında bir düelloda öldürülmüş o uzun saçlı şair, sanırım o da mutlu değildi.

    peçorin, edebiyatın unutulmaz kahramanları arasına girdi, korkulardan örülmüş bir kahramana ilgiyle baktı insanlar. sevmeden sevilmek, dokunulmadan dokunmak, yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek, zırhlarımızı, akıllarımızı,hesaplarımızı bunları elde etmek için mi kuşanıyoruz? onun için mi deneyip duruyoruz insanları? her sınamada onlar biraz daha fedakâr, biz biraz daha mı güçlü oluyoruz.

    güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana. ama korkulardan kurtulmak da ne kadar zor. her seferinde hep acıyan yerimiz aklımıza gelir. aşkı her gördüğümüzde, hemen kendi üstümüze kapanmamız, hep o acıyanyerimizi korumak istememizden.

    kendimizi bu kadar sakınarak nasıl yaşayabiliriz hayatı?
    bu kadar güçlü, bu kadar akıllı, bu kadar zırhlı olarak nasıl değebiliriz hayata?
    bir peçorin mi olmalıyız?

    yoksa kendi aşkında yanan bir anna karenina mı? peçorin kimseyi sevmedi. anna karenina istediği kadar sevilmedi.

    peçorin, anna karenina'ya aşık olsun isterdim, sevmeyi bilen ve sevmekten korkmayan o kadına tutulsun isterdim... peçorin, eminim o zaman "ya o beni sevmezse" diye soracaktı... ben de ona, "anna karenine, anna karenina'ysa eğer, seni sever," derdim.

    aşık bir peçorin... mutlu olurdu herhalde, ama büyük bir ihtimalle onu edebiyat kahramanları arasından silerdi o zaman.

    hangisini tercih ederdi acaba, unutulmaz bir roman kahramanı olmayı mı, yoksa korkusuzca seven ve sevilen mutlu bir aşık olmayı mı?

    siz hangisini seçerdiniz?

    hayat seçimlerle dolu ve pascal'ın dediği gibi "her seçim bir kaybediştir," bir şeyi seçer, bir başka şeyi kaybedersiniz. ya da hiçbir şeyi seçemez ve her şeyi kaybedersiniz. bu da bir seçim...

    bir şeyi seçip bir başka şeyi kaybetmek mi, hiçbir şeyi seçmeyip her şeyi kaybetmek mi?

    zırhlarımız, korkularımız, savunmalarımız, hesaplarımız bizi hep bir şeyi seçmemeye götürüyor, aklımız "öbürünü kaybetmemeliyiz" diyor...

    ve en akıllı, en güç, en zırhlı, en hesaplı olduğumuz zamanda, her şeyi kaybediyoruz, en çok istediğimiz bizden en uzağa düşüyor.

    kendi seçimimizi yapamadığımız için de insanları sınayıp duruyoruz. eldivenlerimizi aslanların arasına atıp "beni seviyorsan onu getir," diyoruz.
    bir eldivene bir aşk gidiyor.

    nietzsche, "tanrıyı ve insanları denemeyin," diyor.

    schiller, eldiven şiirini yazıyor.

    peçorin, anna karenina'yı sevmiyor.

    anna karenina, aşık olmayı hayatıyla ödüyor.

    peçorin mi olmalı anna karenina mı?

    her seçim bir kaybediş.

    hele, hem peçorin'i hem de anna karenina'yı seviyorsanız.

    bütün kitapları okuyorsunuz, hayatın karmaşık yollarından dolanıyorsunuz ve çıka çıka hep aynı mısraya çıkıyorsunuz.

    "ten hüzünlü heyhat... ve okudum bütün kitapları."

    heyhat ten hüzünlü, bütün kitapları okusanız da...

    en büyük yaraları kendinizi en çok savunduğunuzda alıyorsunuz, en büyük budalalıkları en akıllıca davrandığınızda yapıyorsunuz, en güçlü olmayı en çok korktuğunuzda istiyorsunuz ve mutluluk hep uzaklarda kalıyor. savunmasız, güçsüz ve hesapsız olmak belki de mutluluğun kapısını açacak. ama bunun için peçorin'in anna karenina'ya aşık olacağı bir kitap bulmak gerek.

    anna karenina, peçorin'e sevmeyi öğretmeli.

    ve, ten bu hüzünden kurtulmalı.

    --- spoiler ---
  • tanrıyı ve insanları deneme
hesabın var mı? giriş yap