• yusuf üçlemesi box setinde yer alan semih kaplanoğlu söyleşisi. filmlerin alt metnini okumak için başvurulabilecek bi kaynak olması yanı sıra semih kaplanoğlu'na dair pek çok trivia da bulunuyor. yusuf üçlemesi (yumurta-süt-bal) için yardımcı kitap olsa da meleğin düşüşü de unutulmamış. söyleşisi uygar şirin'den, baskısı timaş yayınları'ndan.
  • semih kaplanoğlu'nun bu söyleşi kitabında dokuz eylül üniversitesi, güzel sanatlar fakültesi, sinema- tv bölümünün en tatlı hocalarından oktay kutluğ ile ilgili olarak anlattığı hikaye muhteşemdir:

    "...sonra oktay hoca bize bir takım kameralar verdi. "içine 3-3.5 dakikalık film koydum" dedi, "1 dakikalık film çekmek için yeter". biz aldık kameraları, çıktık, şehre dağıldık. kimi hayvanat bahçesinde bir şey çekiyor, kimi tren yolunda... ben de deniz kenarında balık tutan birini çekmeye koyuldum. taner'le birlikteyiz. (bkz: taner akvardar) taner'in kamerasına bakıyorum, kamera çalışıyor, takır takır bir şeyler çekiyor. 3 dakika ne ki, 5 dakikadır dönüyor makarası. kendi kendime "içinde film olsa durması laım, nasıl bir şey taktılar ki acaba?" diyorum. ama açamıyoruz kameraları. sıkı sıkı tembihlediler bize, "bu rus kameraları bilmemnedir, açarsanız şurası yanar, burası patlar, pili biter" falan gibi şeyler dediler, korkumuzdan kamerayı açamıyoruz. döndük okula. oktay hoca "aferin çocuklar, ilk filminizi çektiniz, hayırlı olsun, açın kutuları" dedi. kutuyu açtık, içinde film milm yok, hiçbir şey yok. hoca kamerayı gösterdi, "film sadece bununla çekilmez, akılla çekilir. kaydedilir ama görünmeyebilir" dedi. o kadar güzel bir şey yaptı ve yaptığı şeyin mantığını o kadar güzel anlattı ki... ve biz ilk çektiğimiz filmi çekmemiş olduk..."

    ps: gurur duyduğum için sözünü etmeden geçemeyeceğim, naçizane bir karakedy olarak ben de oktay hocamın öğrencisi olma şansına erişebilenlerdenim.
  • sinema aşıklarının kaçırmaması gereken, zihin açan bir kitap. uygar şirin'e bu fırsat için ne kadar teşekkür etsek az.

    ardından andrei rublev ve zerkalo tekrar izlendiğinde farklı hisler uyanabiliyor. sesler, kamera hareketleri, nesneler daha farklı algılanıyor.

    semih kaplanoğlu sinemasının temeli sadelik ve derinlik. filmleri, maneviyatının bir dışa vurumu.

    yönetmenin bora altaş ile ilgili anlattıkları dikkat çekici:

    bir gün bakkala gidiyorlar, babası "bora, ne istersin?" diyor. bora saymaya başlıyor:"sakız, çikolata, top..." babası diyor ki:"demek ki sen ne istediğine karar verememişsin daha. o kadar çok istenmez, bütün dükkanı alamam sana, en çok ne istersin? düşün, yarın verirsin kararını". ertesi gün bora babasına "karar verdim, çikolata istiyorum" diyor... bu müthiş bir şey. babanın onunla ilişkisinde ne kadar doğru adımlar attığının göstergesi... biz ona "ne istersin?" diyoruz, "sana trabzonspor'un ayakkabısını, formasını, eşofmanını alalım" diyoruz. bora "düşünmem lazım" diyor. "nasıl yani?" diyoruz. "en çok hangisini istediğime karar vermem lazım" diyor. bunu yaşayınca ben çok şaşırdım, çok da hoşuma gitti, babasına bahsettim. o zaman anlattı bu hikayeyi. bu tür disiplinle yetişen, eşyayla ilişkisi bu şekilde kurulan bir çocuk ileride son derece duyarlı ve sağlam iradeli bir bireye dönüşür bence.
  • " [ece ayhan] sokak dilini lirik ve üst düzey bir şiirin diline dönüştürebiliyordu. elitist bir şiir değil asla, (...) orta ikide bir problem var. herkes orta ikiden terk*. (...) 'orta ikide ayıklamak için halk çocuklarına bir baraj konmuş.'" semih kaplanoğlu - yusuf'un rüyası
hesabın var mı? giriş yap