• bu güzel kitabı henüz okumayanlar yahut terimleri öğrenerek yeniden okumak isteyenler için gayet yeterli bir sözlük hazırlanmış. yararlı olması dileğiyle...

    a

    aborda : bir teknenin diğerine veya bir iskeleye yanaşması
    açevela : serenlerin aşırılabildiği kadar prasya edilmesi. bir yere asılan veya çekilen veya su üzerinde yüzdürülerek getirilen herhangi bir cismin bir yere çarpmaması veya kendine yakın bir cisimle çarpışmaması için yapılan bir donanım (açevele tutmak)
    açevele gönderi : açevele işlemini yapmakta kullanılan gönder
    âhâr : eskiden üretilmiş olan kağıtların hem gözenekleri aşırı büyüktü (dolayısıyla mürekkep dağılırdı) hem de dayanıklı değillerdi. bu nedenle kağıdın yüzeyine ahar denilen ve pirinç unu, kitre, tutkal, ayva çekirdeği, nişasta, yumurta akı gibi maddelerin karışımı olan bir bulamaç sürülürdü (ama bazen karıştırılmadan sıra ile sürüldüğü de olurdu). dolayısıyla da bu işe aharlama denilirdi.
    alabanda: bordanın iç kısmı veya dümenin 35° ye kadar basılması
    alarga : sahilde bulunmayan açıkta bekleyen. [alargada bekle]
    alesta: hazır olmak
    alesta tramola: yelkenle seyirde rüzgarın bir kontradan diğer kontraya önce pruvanın geçmesi ile yapılan dönüş
    almanak : ay ve güneş tutulması, gece gündüz uzunluğu, hava tahminleri gibi bilgilerin yanı sıra yıldız falı, yemek tarifleri, sağlık bilgileri vb. gibi pratik bilgileri topluca veren, genellikle kitap halinde basılmış takvim.
    apazlama : kemere istikametinden gelen bordaya dik olarak esen rüzgar. bu rüzgarı kullanarak seyretmeye apazlama seyir denir.
    ariva-arya: yelkenin, sancağın veya çubukların aşağıya indirilmesi [arya sancak, arya kürek]
    arkebüz : tüfeğe benzer çakmaklı silah
    armadora : selviçeleri bağlamak üzere alabandalara konulan ağaç veya demirden yapılmış yerler.
    armadura: gemide direklere takılı halatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha
    avara : gemi, bot veya teknenin yanaşmış olduğu yerden ayrılması
    avurt : yanakların iç tarafındaki boşluk

    b

    babafingo: direklerin güverteden itibaren üçüncü çubuğudur
    baçak : kılıçların tutağındaki demir siperlik.
    badhani : yelkenci
    barata : kırmızı çuhadan yapılmış, ucu kıvrık, uzunca başlık.
    barbut : bardak vasıtasıyla atılan zar oyunu
    baston : ana cıvadranın üzerinde ileriye doğu uzatılmış çubuk
    baş bodoslama : omurganın baş tarafından teknenin başını meydana getirmek için yukarı yöne doğru konulan ağaç parçası.
    başporsun : gemilerde görevli en kıdemli porsun astsubayı.
    baştarde : osmanlı donanmasında filo komutanlarının gemisidir. çektiriden farkı, filo komutanlarının filoyu denetlediği yüksekçe bir yerin varlığıdır.
    baş - üstü / altı : baş tarafta güverte üstü / altı
    bezirgan : tüccar
    borda : geminin su kesiminden yukarıda kalan dış kısmı.
    börk : yeniçeri başlığı
    brago : yelkenli gemilerde, pruva direğinin tirinket yelkeni ile grandi direğinin mayistra yelkeninin serenlerine bağlı prasya tornosuna verilen ad.
    branda : eskiden yelken yapılan bir cins kumaş yada kumaştan yapılan ve gemicilerin hamak olarak kullandıkları yatak.
    brik : iki direkli iki palangalı tam serenli ve arması kabasorta donanımlı yelkenli tekne.
    bucurgat : ağır cisimleri çeken manivela ile döndürülerek çekilen urgan veya zincirin üzerine sarıldığı dolaptır. balıkçılıkta yardımcı işçilere de denir.
    burgata : halat ve zincir ebadını ölçmek için kullanılan bir ölçü 2,54 cm bitkisel halatlarda çevre, çelik tel halatlarda çap ölçüsü.

    c

    camadan : camadan vurmak. yelken alanının küçültülmesi. klasik (direğe çekilen) ana yelken, bocurum, vb.lerde yelkenin indirilerek birinci (ikinci, üçüncü..) camadan matafyonlarından bumbaya camadan bağı ile bağlanması. sarmalı yelkenlerde yelkeni kısmen açarak alan küçültmek.
    canfes : üzerinde desen bulunmayan, ince dokunmuş, parlak, ipekli kumaş
    cırgına : kırılan bir direk veya serenin yanlarına ağaçlar koyarak birbirine irtibatladıktan sonra birkaç yerinden halatla sarıp kuvvetlendirmek
    civarda : teknenin baş tarafında dışarıya doğru eğik olarak uzanan sabit seren.genellikle yelkenli teknelerde flokları açmak için kullanılır.
    cunda: yatay serenlerin her iki başları, uç kısımları

    ç

    çakşır : erkeklerin giydiği, beli uçkurlarla büzülerek bağlanan, ön ve arkası çok bol, paçaları topuklardan yukarda ve dar olan şalvar.
    çanaklık : gemi direklerinin üstünde, çanak biçiminde, etrafı delikli gözetleme yeri.
    çarmık: denizcilikte direklerin her iki bordasına bağlanabilmesi için gerilmiş tel halatlar.
    çekeleve : iki kısa direkli, yelkenli ve hızlı giden nakliye gemileri
    çektiri: kürekle hareket eden gemilere verilen isim.
    çiroz : yumurtalarını atarak zayıflamış uskumru balığı; bu balığın temizlendikten sonra tuzlanıp kurutulmasıyla yapılan yiyecek.

    d

    dehliz : üstü kapalı, dar ve uzun geçit, koridor.
    destar : sarık.
    destemora : bir direğin üzerindeki çubuğu yerinde sabit tutmak için direğin zıvanasına geçirilen, ağaç veya demirden yapılmış iki delikli çember.
    dikme : düşey taşıyıcı direk
    dirisa etmek : bir taraftan bir tarafa dönme, rüzgarın yön değiştirmesi
    disculpe : (isp.) afedersiniz, pardon!

    e

    eftamintokofti : kuyruklu yalan.
    emyâl : miller
    esedî : üzerinde arslan resmi bulunan madeni para
    eskiv yapmak : tekmeden veya yumruktan bir an için başı geriye veya aşağıya yatırarak kaçmak.

    f

    faça etmek : seren yelkenlerin bir taraftan prasya olduğu halde kapatılması
    falya tavası: topları ateşlemek için ağızotunun konulduğu yer
    fırkateyn : güvertesinde top ambarı bulunan üç direkli ahşap harp gemisi. boyları 30-36 m. civarında olup, oldukça hızlıdırlar.
    filador : çarmıhların gerilmesi için kullanılan sistem
    flandra : flandralar, türk bahriyesinde gemilerin komutanı subay olduğu zaman tek direkli gemilerde pruva direğine, çift direkli gemilerde grandi direğine çekilen kırmızı şaliden yapılmış ve uçkurluk tarafında ay yıldız bulunan bayraktır. savaş gemilerini, ticaret gemilerinden ayırır ve uçkurluk bölümü dar, şerit biçimindedir.
    flok : baş tarafa çekilen üç köşe yelken
    foga maytabı : barut tipi bir maddeyle kaplı demir ateş çubuğu
    foravele : sarılı bulunan ve yağmurdan ıslanmış bulunan yelkenleri kurutmak maksadıyla açmak için verilen komut
    fundo (funda) : demirlemek için verilen komut

    g

    gabya: ana direk ile babafingo çubuğu arasındaki çubuk veya yelken
    gabyar: gabyadan sorumlu denizci
    gaga : demirin iki ucundaki tırnakların en uç kısmı
    garot : idam yerine, yavaş yavaş boğarak gerçekleştirilen ölüm cezası
    gomina: 185 metreye tekabül eden uzunluk
    grandi direği : gemilerin baştan ikinci direği
    griva : demirin kullanımından önce, demiri griva babasına çekmek ve bağlamak için kullanılan palanga
    güherçile : barutun hammaddesi.

    h

    hârâ : at üretilen çiftlik
    hassa : kendine has
    hisa etmek: bir şeyi yukarı kaldırmak. [hisa sancak, hisa kürek]
    hûb : farsçada güzel
    humbara : demirden veya tunçtan dökülmüş, içi boş ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı madde konularak düşmana el ile ya da toplarla ve havanlarla atılan bomba.
    hurc : meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık.

    ı

    ıskanca : nöbet, vardiya veya küreği değiştirmek.
    ıskarmoz : kürekli teknelerde küreğin bağlanması veya oturması için ay veya çubuk şeklindeki metal veya ahşap malzeme.
    ıskarpela : tahta, metal ya da taşı işlemeye yarayan çelik araç.
    ıskota : yelkenleri rüzgar ile doldurmak ve/veya yön değiştirmek açı vermek için kullanılan halat palanga donanımı.

    i

    iğdiş etmek : hadım etmek
    in vino veritas : gerçek şaraptadır (latin atasözü)
    iskandil : denizin derinliğini ölçmeye yarayan cihaz.
    iskandil kurşunu : iskandil savlolarının bağlandığı ağırlık.
    iskota: yelkenlerin iskota yakalarını kullanmak, yelkeni rüzgar ile doldurmak için halat - palanga donanımı
    istimna : el ile tatmin olma
    istinga: yelkenleri toplamak için kullanılan hareketli donanım.
    istinga etmek : yelkenleri toplamak
    istralya: direk ve çubukların cundalarında baş ve kıça doğru inen sabit arma, veya teknelerin postalarını baştan kıça kadar birbirlerine bağlayan kuşak

    k

    kalafat : kaplama ve güverte döşeme tahtalarının armozlarına (tahta aralarındaki çizgiler) üstüpü sıkıştırdıktan sonra üzerlerini ziftle doldurma işlemi
    kampana : zil, çan
    karabina : kırılmalı piyade tüfeği
    karaka : iki sıra topu olan gemiler. (carrack)
    karakullukçu : kıdemsiz kapıkulu askeri
    karina : bir teknenin su altında kalan ıslak dış kısmı.
    kasara: teknelerin baş, orta ve kıç kısımlarında güverteden daha yüksek olan güverteleri veya kısımları
    kasavele : gemi yelken ve tenteleri ile personele ait çamaşırların kurutulması için pruva gönderi ile geri tarafındaki bir yere gerilen halat.
    kastanyola : demir zinciri akarken, suga ederek durdurabilmek için ırgat etrafına konan demir veya çelik şerit çember (bir çeşit fren balatası).
    kav : kav mantarlarından kurutularak elde edilen, çabuk tutuşan, süngerimsi madde.
    kavanço : herhangi bir şeyi bir taraftan diğer tarafa geçirmek veya aşırmak veya bir yerden diğer bir yere aktarmak.
    kavela: ağaç gemilerin omurgasında kullanılan kesik koni biçimli ağaç çivi.
    kaygusuz : (sırr-ı fenafillah) tütün veya duman.
    kemere : güvertenin döşenebilmesi için posta uçlarını birleştiren enine (omurgaya dik) konan kısımlar.
    kerte : bir dairenin 32'de biridir. (11,25 derece)
    kıranta : oturaklı, gösterişli, bakımlı
    kolomborne: bir tür uzun namlulu kaval top
    konç : ayakkabı veya botlarda ayak bileğinden dize doğru yükselen uzantıya verilen isim.
    kuburluk : eyere ya da binicinin bacaklarının gerisine asılan, kumanya, silah ve barut taşımaya yarayan deri çantalardan her biri.
    kuzine : gemilerde mutfak
    künder : gönder
    küpeşte : rüzgarlı ve denizli havalarda denizlerin güverteye girmemesi için bordaların ana güverteden yukarı doğru uzatılmasıyla meydana gelen ve geminin etrafını kısmen kuşatan güverte üstündeki borda kaplaması.

    l

    lakerda : palamut, torik, sivri vb. balıklardan dilim dilim kesilerek yapılan salamura
    laşka : gevşek
    lava etmek : herhangi bir yere yanaşmış filikanın kürek çekmeksizin halatlar vasıtasıyla ilerletilebilmesi için verilen komut.
    lenger : yayvan ve kenarları geniş büyük bakır kap
    loça : demir zincirinin akması ve demir bedeninin yerleşmesi için baş tarafta açılmış madeni oluk.
    lombar : gemi toplarının atış yaptıkları dışarıya açılan kapaklı kısımları
    lostromo : ticaret gemilerinde baş tayfa

    m

    mahmuz : binilen hayvanın hızını artırmak için çizmenin ökçesine takılan demirden yapılmış alet.
    mantilya : serenleri direk ve çubuklara asmak ve serenleri güverteye paralel tutmak için seren cundalarından direğe alınan halatlar. bulundukları direk ve çubukların isimleri ile anılırlar.
    mapa : sabit halka
    marinel: usta denizci
    marsipet : serenlerin cundalarından alınarak hamaylısına donatılan ve yelkenlerin sarılmaları sırasında gabyerlerin ayaklarını bastıkları halatlar. basadora da denilir.
    matafora : teknelerde veya sahilde filika veya botların asılabilmesi için uçlarında palanga bulunan aygıt, vinç.
    mayıstra : tek olarak kullanıldığında grandi ana direği üzerine açılan kare yelkeni ifade eder. bu yelkenin açıldığı serene de mayıstra sereni denir.
    mayıstra yelkeni : mayıstra sereni üzerine açılan büyük kare yelken.
    mayna etmek: ağır ağır indirmek
    mazgal : kale, hisar veya sur duvarlarında açılan iç yanı geniş, dış yanı dar gözleme siperi
    meç : namlusu düz, ensiz ve sivri koruyucu bir kabzası olan bir çeşit kılıç.
    meşin : ham koyun derilerinin çeşitli yollarla sepilemek sonucu elde edilen, doğal renkte ya da boyanmış ince yumuşak elastik deri.
    minkale : harita üzerinde açı ölçmeye yarayan şeffaf alet, iletki.
    miço: gemide tayfadan sonra gelen, ayak işlerine bakan kişi.
    miklep : ciltli kitapların sol cilt kapağında bulunan ve okunmakta olan yeri belli eden, ucu üçgenimsi, katlanabilir parça.
    miyâma : kare yelkenlerin serenine bağlanan miyama yakalarını sağlamlaştırmak için yelken bezi üzerine dikilen ensiz bez.
    mizana direği: 3 direkli bir yelkenli gemide en kıçtaki direk
    morile etmek : babaya birkaç kere volta edilmiş halatın boşaltılması için voltalarının teker teker işletilerek gevşetilmesi.
    mücef : içi boş
    mürdesenk : doğal kurşun oksit.
    müsademe : bir geminin diğer bir gemiye çarpması
    mütebahhir : tütsülenen, dumanlanan

    n

    nalın : ıslak yerlerde giyilen takunya çeşidi.
    neta : muntazam, düzgün, tertipli, emniyetli anlamlarında

    o

    omuzluk : borda kaplamalarının baş ve kıç bodoslamalara doğru eğimlenmeye başladığı yer ile bodoslamalar arasında kalan kısım.
    omuzluk (baş, kıç) : teknenin baş ve kıç tarafında sancak ve iskele tarafında 45 derecelik nisbi açı içindeki bölüm veya yön.
    orsa : yelkenleri mümkün olduğunca rüzgar yönüne yaklaştırarak seyretmek. (orsasına seyir) (dar/sıkı orsa)

    p

    paçavra : eskimiş kumaş ya da bez.
    palamar : gemilerin rıhtıma veya iskeleye bağlanmasında kullanılan 8 burgatadan daha kalın halatlar.
    palanga : bir halat ve en az iki makaradan oluşan kaldırma mekanizması
    palankete : birbirine zincirle bağlı iki gülleden oluşan, eski deniz savaşlarında yelken direğini ve bizzat yelkeni ortadan kaldırmak için tasarlanmış top güllesi. ikisi bir top namlusuna yerleştirerek ateşlenir.
    palaserte : ana direklerle çarmıklar arasındaki açıyı büyültmek ve küpeşteleri serbest bırakmak için direkler hizasında bordalardan dışarıya doğru uzatılmış ve bordalara sağlamca bağlanmış ağaç kütükler.
    palavra güvertesi: eskiden harp gemilerinde topların bulunduğu güverte
    parakete : gemi hızını ve aldığı yolun miktarını gösteren cihaz. gemi teknesinden elle veya sabit bir delikten sarkıtılan parakete, tekne altında akan suyun hızına bağlı olarak çalışır.
    pasa etmek : denizcilikte zor hava şartlarındaki ya da tehlikedeki bir tekneden, tekneyi hafifletmek için yük atılması anlamına gelir.
    pasaparola : bir emrin gemi içinde veya filo dahilinde ihtiyaç duyulan gemilere çeşitli vasıtalar ile tebliğ edilmesi. bu husus silistre çalmak ve sonrasında yüksekce seslenmek, megafonla bağırmak, simafor ile işaret vermek yolu ile yapılır.
    payzen : hapsedilmiş
    perdah : yüzey düzgünleştirme eylemi, pürüzsüzlük, cilalama
    piştov : tabancanın atası sayılabilecek ilk ateşli ,kısa namlulu tek atışlık silah. namludan özel bir araçla önce barut doldurulurdu ve bu barutun üzerine bir paçavra konularak sıkıştırılırdı. barut bildiğimiz baruta benzemezdi, son derece yoğun duman çıkaran ve itme kuvveti şimdikilere oranla çok düşük olan kara baruttu sıkıştırılmış barutun üzerine mermi çekirdeği görevi görecek olan küre şeklinde kurşun bilye konulur ve bu bilye üzerine de paçavra konularak sıkıştırılırdı. ateşleme düzeneği ise horozunda çakmak taşı bulunan bir mekanizmadan ibaretti. tetik çekilince horozdaki çakmak taşı barutun bulunduğu çelik yuvaya hızla çarpar ve kıvılcım çıkarırdı. bu kıvılcım barutu ateşler, meydana gelen itme gücü ise kurşun bilyeyi fırlatırdı. tabi bu silahlarda yiv ve setler olmadığı için doğru
    nişan almak hemen hemen imkansızdı.
    planya : uzun marangoz rendesi.
    porsun: bir gemide güverte işlerini idare eden ve filikalar ile demir ve güverte donanımından sorumlu kişi
    portolon : bir limanın veya herhangi bir koyun büyük ölçekte yapılmış haritaları.
    posta : üzerine kaplama tahtalarının [veya saçların] bağlandığı ağaç veya maden eğriler [kaburga]
    prasya : yelkenleri rüzgarın estiği tarafa çevirebilmek için yelkenlerin açıldığı serenlerin cundalarından (uçlarından) donatılan hareketli halatlar. donatıldıkları serenleri isimleri ile anılırlar.
    pruva : bir teknenin ön tarafı ileri istikameti.
    pruva direği : birden çok direkli teknede baştan birinci direk
    pulatka : tayfalara sezon başında verilen bir tür avans.
    pupa : bir teknenin kıç tarafından geri istikameti.
    puta : yerine koymak, donatmak (puta kürek).

    r

    rahne : gemilerin bordalarında veya su kesimlerinin altında mermi ve top isabetiyle açılan delikler
    rampa etmek : iki geminin birbirine veya bir geminin iskeleye yanaşıp bitişmesi.
    randa yelkeni : bir yelkenli geminin en geride bulunan yan yelkeni.
    raspa : kabaran boyaları veya paslı yerleri kazıyıp temizlemek için bir uçları kıvrık l şeklindeki çekiç gibi çelik aletler.
    raspa etmek : bir geminin paslanmış aksamının pasının çıkarılarak ve üzerinde pas bırakmamak üzere temizlenmesi
    revnak : parlaklık, göz alıcılık
    roda : kullanılmamış, açılmamış halat sargıları.

    s

    safra : geminin denize elverişli bir durumda bulunması için zorunlu koşullardan biri olan su çekimi ve dengeyi sağlamak amacıyla gemiye alınan ve gerektiğinde yüksüz olarak da yolculuk edebilmesine olanak sağlayan su, kum veya taş gibi fazla ağırlıklar.
    salta : volta edilmiş bir halata boş verilmesi için verilen komut.
    salta etmek : gergin bir vaziyette bulunan bir halatı biraz kaçırmak
    salvo : yaylım ateşi
    salya : kullanılacak veya kullanıldıktan sonra artan halatların güverte üzerine sıra sıra uzunlamasına yatırılması
    salya etmek : bir şeyi bir taraftan bir tarafa aşırarak çekmek. (zincir veya halatı uzunluğu yönünde çekmek)
    sancak : teknenin pruva-pupa hattının sağ yarısı, sağ tarafı.
    savatlamak : gümüş üstüne siyah nakış işlemek
    savlo : sancak çekmek için kullanılan 1,5 burgatalık ince halat
    seğirdim : bir cihazın veya topun herhangi bir kuvvet tesiri sonrasında eski haline alması sırasındaki hareketi
    selviçe : yelkenli bir gemi armasındaki hareketli halatlar.
    serbaz : yürekli, cesur
    serdümen : dümen tutan personel
    pata: yelkenlerin yakalarına dikilen halatların, yelkenin köşelerinde kuruz kırılması ile meydana gelen halat anele
    seren: direkler üzerinde yelken açmak için ve işaret çekmek için yatay olarak bağlanmış gönder.
    serpuş : başlık. baş (ser) örten (puş) demektir.
    sintine : gemi makine ve kazanlarının bulunduğu kısmın zeminin altında, genellikle ambar güvertesinin altında kalan ve gemi içinden sızan sularla makine ve kazan dairelerinden akan yağ yakıtların toplandığı en alt kısım.
    suga etmek : vira edip sıkıştırmak. (suga kastanyola, suga cıvata vb)

    ş

    şahî top : eski topların bir çeşidi.
    şalopa : 18 m. boyunda, iki direkli, armasız küçük sübye yelkenli, daha çok savaş amaçlı kullanılan ve 12 top taşıyabilen küçük bir gemi tipi.
    şamandıra : kullanılış şekline göre değişik biçimlerde yapılmış ve su geçirmezliği temin edilerek yüzme kabiliyeti arttırılmış saç veya ağaçtan yapılmış sarnıçlar. kullanıldıkları yerlere göre demir, sis, palamar, fener şamandırası gibi isimler alırlar.

    t

    talimar : baş bodoslamadan omurgaya kadar uzanan, civarda donanımına destek etmesi amacıyla konulan ekleme.
    tapa : tıpa
    tavlon güvertesi: çok güverteli gemilerin üsten itibaren aşağıya doğru beşinci güvertesi.
    tayın : yiyecek, erzak
    teres : uyanıklık yapanlara, zıt gidenlere söylenir.
    tıraka : yükü saptırmak için selviçe.
    tramola : yelken seyrinde rüzgar üstüne çıkarak kontra değiştirmek.
    trinket: pruva direğinde en altta bulunan ana seren.
    salya etmek : bir şeyi bir taraftan bir tarafa aşırarak çekmek.
    trinketa yelkeni : tirinket sereni üzerine çekilen yelken.

    u

    uskuna : pruva direği kabasorta armalı, grandi direği sübye armalı iki direkli yelkenli tekne.
    uskunca : topun namlu içini temizlemek için birbirine viralı olarak geçen ve bir ucunda tel veya kıl fırçası bulunan gönder.
    usturlab : gemicilerin, yıldızların dünyamıza göre yüksekliklerini ölçmekte kullandıkları alet.
    usturmaç: birbirinin üzerine veya rıhtıma yanaşan teknelerin bordalarının göçmemesi veya boyalarının bozulmaması için araya koydukları ağaç, lastik, plastik veya halatlardan yapılmış olan, balon, silindir biçimindeki yastık
    üstüpü : katranlı halat eskilerinin didiklenmiş hali.paspas,temizlik veya kalafat yapmakta kullanılır

    v

    varda: dikkat
    velena : direkler arasında istrelyalar üzerine açılan üçgen yelken(ler).
    viya: gemiyi veya tekneyi istenilen rotaya döndükten sonra, istenilen yöne seyredilmesi için verilen komut
    volta : bir halatın babaya veya biteye bir kez dolaştırmak
    volta almak: halatın veya demir zincirinin birbirine dolaşması

    y

    yeke : dümen başına takılıp dümenin istenilen tarafa basılması için kullanılan demir veya ağaçtan yapılmış kol.
    yalpa : dalgaların bordadan alınması ile teknenin sancaktan iskeleye, iskeleden sancağa sallanması yemenî : osmanlı döneminde avam ve asker sınıfının giydiği kırmızı, sarı; ya da siyah ince sahtiyandan (boyanmış cilalı deri) yapılan, burnu hafif sivri ince ayakkabı.
    yisa: birçok kişinin yaptığı işlerde gayret vermek için söylenen söz
    yüğrük : hızlı

    z

    zadegan : soylular
    zangoç : kiliselerde çamları çalmakla görevli kimse
    zemberek : hayvan sırtında taşınabilen küçük top.
    zerduva : kadife
    zifos : direk şapkası ile kontra babafingo çubuğu arasındaki genellikle beyaza boyanan kısım
    zincifre : eskiden deri hastalıklarında kullanılan doğal, kırmızı civa sülfürü.

    kaynak: http://amat.blogcu.com/amat-icin-sozluk-a-l/587644
  • " amat; türk edebiyatında yazılmış ve yazılacak olan, türk sinemasında çekilmiş ve çekilecek olan bütün kitapların ve filmlerin anlaşılmasını sağlayacak olan anahtar mıdır? "

    kesinlikle evet!

    peki neden?

    ilber ortaylı ve celal şengör'ün öve öve bitiremedikleri yazar ihsan oktay anar'ın 2005 yılında yayımlanan romanıdır amat.
    hikâye 17. yüzyıl'da geçer.
    amat, istanbul'dan navarin'e doğru hareket edecek geminin adıdır. bu gemi aslında tüm doğu mitolojisini, dinlerini, edebiyatını içinde barındıran yegane olgunun ta kendisidir.

    türk sinemasında yahut edebiyatımızda neden felsefî - bilimsel eserlerin sayısı bir hayli az? diye sorarsak karşılığında okuyucu - izleyici kitlesinin bu konuları anlayamayacağı ve ticarî olarak zarar edileceği cevabını alırız çoğunlukla.
    hakları vardır.
    yakın zamanda çekilen atiye dizisi örneğin!
    çoğunlukla beğenilmemiştir. çünkü dizinin senaryosu " türk izleyicilerin kafasını pek karıştırmamak " üzere yazılmış ve son derece basit kalmıştır.
    lâkin benzer konuda dünyanın en iyilerine giren dark adlı dizide böyle bir endişenin hiç olmadığını görürüz. çünkü;

    ülkemizde şu anda 1950'de hazırlanmış müfredata göre lise öğrencilerine verilen felsefe dersi ispanya'da 7 - 12 yaş arasındaki öğrencilere seçmeli, 12 yaşından sonra zorunlu,
    ab'deki neredeyse bütün ülkelerde ilkokul 4. sınıftan itibaren seçmeli olacak şekilde okutulmaktadır.

    " hatırlama ile kehanet aynı şey mi acaba? "

    şu anda ülkece uzak durduğumuz felsefenin beşiği bir zamanlar doğu dünyası idi.
    ibn hâldun'un döngüsel tarih anlayışı teorisinde " âlemü'l havadis " diye bir varlıktan bahsedilir. buna göre insan değil toplum ön plandadır.
    yani şöyle düşünelim;

    türkler, fatih sultan mehmet olmasaydı da alacaklardı istanbul'u çünkü bu onların toplumsal bir gayesiydi ve bundan kaçamazlardı.

    işte amat da bu topluluğun ta kendisidir.

    kitabı okuyanlar döngüsel zaman anlayışı, zamanın göreceliği, yeni tarihselcilik gibi kavramları anlamak zorunda bulacaklarlardır kendilerini.

    peki burada bahsettiğim yeni tarihselcilik mevzusuna hakimiyet bize yani okuyucuya diğer kitapları okurken ne gibi bir katkıda bulunacaktır?

    yeni tarihselcilik der ki;

    tarih yazılırken kişi ve kişilere göre şekillenir. dolayısıyla biz bu tarihî kaynakları okurken hiçbir zaman en gerçek olanı öğrenemeyeceğiz! ve orada yazanı daha iyi idrak edebilmek için okuduklarımızı günümüz bilinciyle şekillendireceğiz.

    evet!

    aşk-ı memnu, yaprak dökümü, hanımın çiftliği ve daha nicesi.

    televizyonlarda dizileştirilip yayınlandığında yapılan da tam olarak budur.
    kurgu olduğu bilinen bir eseri günümüze uygun şekilde tekrar kurgulamak. bunlar en basit örneklerdi.

    yine amat adlı romanda kırbaç süleyman, marangoz nuh usta, israfil, habil gibi isimlerle islâm dinî metinleri de göndermede bulunulmaktadır.
    roman içerisinde kuran-ı kerim'den incil'e, tevrat'a değin birçok kolaj ve alıntı da bulunmaktadır.

    gelelim gemideki asıl unsura:

    burada ihsan oktay anar, insan ve şeytan arasındaki mücadeleyi işlemekte, hatta tanrı'nın olmadığı ama şeytan'ın olduğu bir dünyada insanoğlunun neler yapabileceğini göstermektedir.

    bu unsur sinema sektörünün vazgeçilmez unsurudur.
    senaristler muhakkak bir kötü var etmek zorundadırlar. lâkin hollywood'dan yeşilçam'a değin baktığımızda bu şeytanî derecede kötü ve güçlü olan yaratıkların yahut varlıkların karşısında savaşan kimlerdir?
    tanrı mı?
    hayır!
    şeytanla savaşan yine insanlardır.

    işte amat'taki durum da bunun türk - doğu dünyası inanışlarıyla harmanlanmış hâlidir.

    bugün nuri bilge ceylan'dan zeki demirkubuz'a, onur ünlü'den yavuz turgul'a değin bütün yönetmenler filmlerinde " seyirciye güven " düsturunca hareket ederler. seyircinin, anlatılan hikâyede gösterilmeyen ama hikâyenin kılcal damarları olan yüzlerce yan hikâyeyi bildiklerini farz ederler.
    işte amat, bu kılcal damarlardan inşa edilmiş geminin ta kendisidir.

    bu kitabı okuyup okuduğuyla kalmadan bir de cümle cümle anlayan herkes bugün türk edebiyatındaki ve türk sinemasındaki bütün edebî eserleri rahatlıkla anlayacaktır.

    bu bir döngüdür.

    21. yüzyılda bu görevi üstlenen kitap amat, yazar ise ihsan oktay anar'dır.

    20. yüzyılda bu görevi üstlenen kitap âmâk-ı hâyâl, yazar ise filibeli ahmet hilmi'dir.

    18. 19. yüzyıllarda bu görevi hüsn-ü aşk adlı eseriyle şeyh galip üstlenmiştir.

    17. yüzyılda katip çelebi,
    16. yüzyılda fuzulî şeklinde sürer gider.

    keyifli okumalar.
  • savaşta insan psikolojisini nefis bir tiradla tarif etmiş kitap; elbette bundan ibaret değil, ama taze taze yazası var insanın.
    "ilk kez öldürdüğünde bir değil sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da zavallı bir kadının kocasını da, savaş giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da... bütün bu kişileri öldürmüş olursun. ikinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür. üçüncü kez ise kimseyi öldürmüş sayılmazsın."
  • elif mim elif ve te

    nihayet dedirten kitap..
    hemen hikayenin içine çekiyor insanı, bir anda kendinizi denizlere açılmış bir kalyonun içinde hissetmeye başlıyorsunuz... artık zabit mi, gabyar mı orası size kalmış...
    yer yer denizcilik terimlerini bilmemek sıkıntı yarattığından kelli aşağıdaki tanımlamaları kitabı okumaya düşünenlere iyilik babında vermeyi uygun gördüm;

    yisa: birçok kişinin yaptığı işlerde gayret vermek için söylenen söz
    varda: dikkat
    seren: direkler üzerinde yelken açmak için ve isaret çekmek için yatay olarak bağlanmış gönder.
    cunda: yatay serenlerin her iki başları, uç kısımları
    usturmaç: birbirinin üzerine veya rıhtıma yanaşan teknelerin bordalarının göçmemesi veya boyalarının bozulmaması için araya koydukları agaç, lastik, plastik veya halatlardan yapılmış olan, balon, silindir biçimindeki yastık
    hisa etmek: bir şeyi yukarı kaldırmak. [hisa sancak, hisa kürek]
    mayna etmek: ağır ağır indirmek
    mizana direği: 3 direkli bir yelkenli gemide en kıçtaki direk
    kolomborne: bir tür uzun namlulu kaval top
    marinel: usta denizci
    kasara: teknelerin baş, orta ve kıç kısımlarında güverteden daha yüksek olan güverteleri veya kısımları
    gabya: ana direk ile babafingo çubugu arasındaki çubuk veya yelken
    babafingo: direklerin güverteden itibaren üçüncü çubuğudur
    gabyar: gabyadan sorumlu denizci
    palavra güvertesi: eskiden harp gemilerinde topların bulundugu güverte
    falya tavası: topları ateşlemek için ağız otunun konulduğu yer
    armadura: gemide direklere takılı halatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha
    volta almak: halatin veya demir zincirinin biribirine dolaşması
    alesta: hazır olmak
    alesta tramola: yelkenle seyirde rüzgarin bir kontradan diger kontraya önce pruvanın geçmesi ile yapılan dönüş
    çarmık: denizcilikte direklerin her iki bordasına bağlanabilmesi için gerilmiş tel halatlar.
    alabanda: bordanin iç kısmı veya dümenin 35° ye kadar basılması
    porsun: bir gemide güverte işlerini idare eden ve filikalar ile demir ve güverte donanımından sorumlu kişi
    iskota: yelkenlerin iskota yakalarını kullanmak, yelkeni rüzgar ile doldurmak için halat - palanga donanımı
    prasya: yelkenleri rüzgarın estiği tarafa çevirebilmek için yelkenlerin açıldığı serenlerin cundalarından donatılan hareketli halatlar.
    tavlon güvertesi: çok güverteli gemilerin üsten itibaren aşağıya dogru beşinci güvertesi.
    eski harp gemilerine ait bir güverte katı
    istinga: yelkenleri toplamak için kullanilan hareketli donanım.
    viya: gemiyi veya tekneyi istenilen rotaya döndükten sonra, istenilen yöne seyredilmesi için verilen komut
    gomina: 185 metreye tekabül eden uzunluk

    denizcilik terimlerinin daha fazlasını merak edenleri de http://www.sgk.tsk.mil.tr/dd/denizcidili_alt.htm sitesine buyur ediyorum...

    uzun ihsan efendi'nin anlatımı müthiş zenginleştiren hayali kaynakları da muhteşem;
    el müsvette fi usûlû'l livâta, silsiletü'l havadis, kavasifü'l melanet ve'l habaset...
  • insana bilmediği denizcilik terimlerini biliyormuş gibi hissettiren şahane kitap. benim gibi takıntılılara sözlük karıştırtması ve yeni yeni kelimeler ve kavramlar öğretmesiyle de ayrı faydalıdır.

    uzun ihsan efendi'nin adı kitapta geçmiyor olsa da spoiler ibaresi altında şöyle bir tespitim olacak konuyla ilgili:

    --- spoiler ---

    hikayede vebalı gemiden amat'a kaçıp saklanan hırsız maymun var. bu arkadaştan kitabın sonlarında galata'da bir sarrafın yanına sığındı diye bahsediliyor. işte o sarraf bence uzun ihsan efendi'nin ta kendisi, sözü geçen maymun da parlak şeyleri çalmaya pek hevesli olan puslu kıtalar atlasındaki maymundur.

    --- spoiler ---
  • zamanın döngüselliğini içine çok iyi oturtmuş bir romandır bu kitap. amat isimli geminin iki fırkateyni batıran kara sancaklı gemiyi yok etmek için yola çıktığını, fakat amat'ın kendisinin aynı işi yaptığını görürüz. “fırkateynler bu gemi tarafından haftalar önce batırılmıştı. oysa biz aynı şeyi daha birkaç gün önce yaptık. yahu aynı olay hiç iki kez vaki olur mu? batan iki fırkateyn için bizimkine benzer bir kalyon daha gönderilirse hiç şaşmam.” der kul rıza baba. buna ek olarak kitapta "fisagorculara göre zamanın sonsuz olmasının yegane yolunun onun döngüsel olmasıydı" denmiştir.

    yani amat o meşe ağaçlarından deli marangoz tarafından yapılıp sefere çıktığı günden, gemideki çoğu mürettabatın vebadan ölmesine kadar geçen zamanı bir döngü halinde yaşamakta ve kırbaç süleyman bu yolla istediği ölümsüzlüğü elde etmiş olmaktadır. tabii kendisinin bunun bilincinde olup olmadığından emin olamayız. arap imam'ın kahvehanesindekilerden biri onun bunu bildiğini ve ölümsüzlük değil tam tersine ölmeyi istediğini söyler.

    bilincinde veya değil bu zamanın döngüselliği kırbaç süleyman'ın vebadan ölenlerin cesetlerinin atıldığı ambara atıldığında herkesin alnında 'amat' yazılı olduğunu gördüğü ve eşek israfil'in uyanarak borusunu öttürmesi bölümüyle mükemmel derecede örtüşür. böylece kitap bazılarının iddia ettiği gibi uçurumdan yuvarlanırcasına bir anda pat diye bitmez. tam tersine her şeyi yerli yerine oturtarak mükemmel bir biçimde biter.

    herkesin alnında amat yazması, bu gemideki herkesin alınyazısının 'amat' olduğunu ve bunu sonsuza kadar yaşayacaklarını anlatır. 'amat' onlar için cehennemdir ve bu cehennem her döngünün sonunda israfil'in borusunu öttürmesiyle yani kıyametle başa dönecektir. ha unutmadan 'amat' ne kadar gerçekse benim burada yazdıklarım da o kadar gerçektir.

    ek not: şimdi aklıma geldi. lost teorisyenleri için de inanılmaz bir kaynaktır amat bu yönüyle.
  • uzun ihsan efendinin bu kitapta yer almamasının sebebi, şüphesiz ki onun herhangi bir can almamış olmasıdır.
  • okunmayan, seyredilen kitap. hakikaten kitabı sanki film seyreder gibi seyrettim. hatta o kara bayrağın direğe çivilendiğini, eşek israfil'in borusunu, diyavol'un kemanını duydum; vebalıları gördüm; afyonlu şarabın, kavurmanın tadına baktım; malta'da amat'ı onarırken alnımdan terler aktı.
  • cok sevgili bir badimin benim ne kadar fazla bu kitabi bekledigimi bildigi icin supriz yapip kargoyla is yerime gonderdigi bir eser i sahane... o anda kargo kolisi degilde, bil cumle frenk illerinin gumusleri ve trablus ve habes altinlarinin uzerine, hint billurlari, kafkas abanozlari, nemce topazlari, urus kehribarlari, sam akikleri, babil sedefleri kakilmis ici hindikustan gelme has kadife ve dahi cin ve macinden gelme mavi ve yesil ve kirmizi ve haki atlas kumas ile kapli sirmalarla ve incilerle suslu bir hazine sandigi acar gibi hissettim. icinde amat i gorunce frenk illerinden bir usta elinde iyice yontulmus ve billurlasmis, en bir latif nur u dunyeviye sacan yuzlerce yakut ve dahi yaninda herbiri bir kostantiniyye katibinin 3 aylik nafakasina bedel olacak cil cil duka altinlari almis gibi oldum. uzun ihsan a her turlu dunyevi muhabbeti sunmak ve pek muhterem badime ise gunahkar dilimin donmesiylen agzimdan dokulen her turlu hayir duayi sarfetmek boynumun borcudur.
  • --- spoiler ---
    ali reis'in kaptan'ın huzurundan kovulurken sarf ettiği;
    ...bu konuda seninle bahse bile tutuşabilirim!çıktığımız şu seferin sonuna kadar süre ver bana!işte o zaman göreceksin, kendine vekil seçtiğin bu yaratığın ne mal olduğunu!
    sözü ile ademoğlunu yoldan çıkarmak için tanrı ile pazarlığa girişen şeytan'a atıfta bulunan kitap

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap