• aman diyeyim, yazı ağır spoiler içeriyor.

    filmde gördüğümüz ilk durumda çocuğun ölümünden kadına göre çok daha az etkilenen ve kadın tarafından "sen bizle hiç ilgilenmedin zaten" gibi kimi suçlamalara maruz kalan soğuk ve kadının anlattığına göre ilgisiz bir erkek var. filmin sonlarına doğru ise aslında çocuğun ölümünden kadının sorumlu olduğunu görüyoruz. yani kadının duyduğu suçluluk hissi aslında rasyonelmiş, erkek değil kadın suçluymuş. dolayısıyla kadının çektiği acıda ve kendi doğasından korkmasında irrasyonel bir taraf varsa o da; çocuğun ölümüne müdahale etmemesi (çocuğu cama çıkarken görüyor), ayakkabılarını ters giydirmesi, böylece çocğun ayağındaki deformasyonla belki onun ölümüne yol açması ve kocasına ağır fiziksel zarar vermesi gibi kötülüklerde bulunurken, buna rağmen bu kötülüklerden sonra büyük pişmanlık duyması ve cezalandırılmak istemesi üzerinde işler. yani "cezalandırılması gerektiğini düşündüğün bir şeyi yapmak." kadın bu irrasyonel tutumuyla durmadan günah işler ve yatakta, şurada, burada, erkek tarafından cezasının verilmesini ister. cezalandırılmadıkça rahat edemez.

    erkek ise kadının onu anlattığının tersi şekilde aslında filmde hep iyi. rasyonel tutumuyla kadını iyileştirmeye çalışıyor. kadınsa buna direniyor, "o rasyonel davranamaz" (akıl ile ahlak arasındaki bağı da unutmayalım). sonrasında erkeğin de yavaş yavaş bu gerçeğin farkına varışına şahit oluyoruz: kaos hükmeder. erkek kadını iyileştirebileceği düşüncesine karşın gittikçe umutsuzluğa düşüyor, çünkü bu ilişkiden kendi de zarar görmeye başlıyor. ve o da aklı bir kenara koyup doğaya uymak (kadına uymak), doğaya teslim olmak zorunda kalıyor: kadın da zaten bunu, yani cezalandırılmayı istiyor. ve erkek kadına asıl istediği şeyi veriyor, onu en ağır şekilde cezalandırıyor: gynocide (kadınların kitlesel katledilmesi midir nedir?).

    trier'in antropolojik merakı iyilik-umut-kötülük-suç-ceza-intikam gibi kavramlar çerçevesinde insan doğası üstüne. bu da trier'i direkt politik yapıyor zaten. güzel yarınlara, bir şeyleri değiştirebileceğine dair umudu olan cezalandırılır, ve bu da umudu kırılan kişinin büyük bir öfkeyle aklın/ahlakın yolundan çıkıp doğasına dönerek ("büyük akıl ve asıl ahlaka uyarak") intikam almasına, onu umudundan dolayı cezalandıranları en ağır şekilde cezalandırarak (yakarak, keserek, katlederek) ilahi adaleti sağlamasına varır.

    trier'in sinemasında bir güzellik olarak kendinde bir çakallık varsa o da iki şeyi aynı anda verebilmesinde olabilir: hala umudu olanlara epik tiyatro; umudunu yitirenlere katharsis!
  • tarkovski'ye neden adandığını anlamlandıramayanlar için şu bilgiyi vermekte fayda var. 1983'de çektiği tempo di viaggio isimli belgeselde tarkovski şöyle der:
    "çok hoşuma giden bir sahne var. belki bir gün bundan bir film çıkarabilirim...bir adamın karısını ateşe vermesi ile ilgili. sadece karısı ona gerçeği söylemediği için, çünkü yalan söylüyor. yalanlar o kadar da önemli değil, anlıyor musun? kadın adamı çok seviyor, adam da kadını. çok harika bir kadın, birbirlerini çok seviyorlar ve harika bir ilişkileri var. ama kadın bazı şeyleri uyduruyor. dışarı çıkıyor ve geri geldiğinde adam soruyor, 'neredeydin?'. kadın sebebini kendisinin de bilmediği bir şekilde yalan söylüyor. adam kadınla mücadele ediyor ama kadını yalan söylediğine ikna edemiyor. en sonunda onu ağaca bağlıyor ve ateşe veriyor, joan of arc gibi. bu fikri çok seviyorum ama bundan bir film çıkaramadım."
  • --- spoiler ---

    tezi için witchcraft edebiyatına dalan bir kadının, içlerinde varolduğuna inanılan şeytan yüzünden öldürülen binlerce cadı kadının öykülerinde, karşıt okumadan egemen okumaya geçişi.
    ilerledikçe dehşet ve üzüntüsünün yerini alan hak verişi ve kabullenişi.
    içindeki şeytanı kabul edişi ve ona boyun eğişi.
    kendinden yarattığı deccal.

    "a crying woman is a scheming woman".

    kendi samimiyetine olan inancını yitirmiş, bütün motivasyonunu şeytandan alması gerektiği saplantısında.
    şeytanın pençesinden kurtulmak istediğinde cinsel hazzın koynuna sığınan.
    olmayınca onu bedeninden kesip atarak tümüyle özgürleşmeye davranan.
    hastalıklı düşünceleri karşısında dehşete düşmüş kocasını en nihayetinde ikna eden.
    kendini zorla avlatan cadı.

    --- spoiler ---

    bir prolog bir epilog dört perde bir film. klasik trajedinin ögelerinden örülmüş, kendini gerçekleştiren kehanetten nasibini almış.
    lars'ın sağlam kafayla yaptığı filmlerden ne kadar sağlam çıktık ki depresyonun kucağındayken yaptığından sağ salim kurtulalım!

    --- spoiler ---

    william dafoe fazla holivud kalmış bu filme. charlotte gainsbourg ne kadar gerçekse vilyım o kadar film. adam o kadar karizmatik ki artistik olmayan bir bakış bile atamıyor. kurda kuşa bakarken bile son derece fbi ajanı.
    zaten bu filmik havaya uygun olarak ancak bir amerikan filmi kahramanının akıl edeceği işlere girişiyor, düştüğü durumdan nasıl kurtulacağı içine doğuyor (bacağındaki zımbırtıyı çıkaracağı aletin nereye atıldığını bile hissediyor), gebermek üzere bile olsa gücü kuvveti yerinde, dirseğiyle dağları deviriyor. bayılması gereken yerde baygın, kırıp dökmesi gereken yerde cüneyt arkın.

    --- spoiler ---

    bir de yönetmen zaten tarkovski'ye adamış filmini göstere göstere, esinlenme falan filan demek biraz komik düşüyor.
    bazı yerlerde, sırf kafasında canlanan çarpıcı bir görüntüyü realize etmek için koyulmuş gibi duran lüzumsuzluklar var. ama çok şık duruyor, laf etmek de lüzumsuz.
  • [sözlükte yazılanlara daha detaylı baktım ve yazılmadığını görünce şuradan #23540126 sonra devam ediyorum]

    evet, cennette (eden ormanı) geçer olay, ama filmdeki "she" havva değil, "lilith" tir;

    bu yüzden sadece "anne" değildir, kadındır;
    o adem'in her zaman üstte olmasına bile karşı gelmiş, sevişirken bazen de kendisinin (kadının) üstte olması gerektiğini söylemiş (misyoneri ret)
    adem ile eşit olduğunu iddia etmiş, (ki hikayeye göre tanrı lilith'i de çamurdan yaratmıştır) lilith'dir.

    yani o son sahnede, he'nin arkasından cenneten çıkan kadınlar;
    lilith'in ölmesi ile yeniden ama bu kez ademin kemiğinden yaratılan, sadece misyoner pozisyonda (sadece çocuk için) yatan,

    yani kadın değil "anne" olan "havva"lardır.

    erkek, hem kadın hem anne olan bir kadın ile başa çıkamaz; erkek, çocuk olduktan tüm sorumluluğu anneye verir çünkü.
    seksten zevk almak sadece erkek için bir bahane olabilir, kadın zevk alamaz, o hizmet eder, o "anne"dir, önceliği seks değil çocuktur, önceliği seks olan erkektir.

    bu yüzden çocuğun ölümünden sadece kadın sorumludur, erkek değildir. erkek pek üzülmez, iki damla göz yazı döker en fazla.
    ama tüm sorumluluğu kadına attığı için rahatlatması gereken bir vicdanı vardır; bu yüzden kadını kendisinin iyileştirmesi gerektiğine inanır.

    hatırlanırsa kadın çok kez adamın, kendisini ve oğlunu yalnız bıraktığından şikayet etmektedir; yani erkek "baba" olamamıştır, sorumlulukları paylaşmamıştır, o sürekli kendi ile meşguldur.

    deliren kadın; hem anne hem kadın olma yolundaki yalnız kalan kadındır.

    trier amcamın deştiği, işte bu eşitlik karşıtı hıristiyan öğretisidir. adamın bu film sorulduğunda ikide bir sırıtmasının sebebi de; hala bu öğretiye inanıp - benimseyip, hikaye içinde kaybolan kadın ve erkeklerdir.

    ve işin acı yani, bu egemen kültür, avrupa ve hıristiyan olmayan her toprakta satılabilmektedir. yüzyıllar boyunca kadınla (daha) eşit yaşamış nice köklü kültür, kendini inkar edip popüler kültür diye satılan bu algılara kucak açmaktadır. he yavrum he, kadın şeytanın kendisidir, sen böyle olduğuna inan, bak ne mutlu olacaksın bu dünyada; olmazsan ahiret var, sakın üzülme!
  • --- spoiler ---
    sevişmenin çiftleşmeye benzediği;
    terapistin terapi yaparak kendi travmasından sıyrılmaya çalıştığı;
    annenin çocuğunun ölümünden çok daha önce kafayı büyücülükle sıyırılp kadını (kendini) cadılıkla özdeşleştirdiği;
    cinselliğin kadının erkeği günaha sokmak için araç gibi kullanıldığı;
    herkesin kafayı sıyırdığı yerin adının eden adlı bir orman olduğu;
    eden'in aslında hayvanların bile bir tuhaf olduğu cennet gibi görünümüm altında adeta bir cehennem barındırdığı;
    çocuğun aslında cadının çocuğu şeytan olduğu ve zaten ayaklarının da ters göründüğü
    boğucu ama bir taraftan da puslu
    şiddeti insanın kendi ile özdeşleştirip en azından tv başında ile hızlı sarma yoluyla kendinizden uzaklaşabildiği;
    kendini cadı sananın (kadının) cadı gibi yanarak öldüğü;
    kadının erkeğin ayağına pranga bağladığı
    benim kendime niye bunu seyrettim yahu diye sorduğum;
    lars'a seslenip ahlakçılığın dibini gör e mi beddualarımın sonuç verdiğini gördüğümü bildirdiğim bir film olmuştur.
    --- spoiler ---
  • üç önemli bilgi;

    - sinemada ne kadar kesilmiş diye soranlar için: filmde gore içeren sahneler * değil sadece cinsel birleşmede penis-vajina iletişimine odaklanmış sahneler lars abinin kendi elleriyle kesilmiş durumda. dolayısı ile konu akışını etkileyecek herhangi bir kesim mevcut değil. sadece "en" pornografik olan gitmiş ki bence ciddi yazık olmuş.

    - çalan olağanüstü handel aryası lascia ch'io pianga.

    - bu temel: altyazılarda "soykırım" olarak çevrilmiş kelime genocide değil, gynocide'dır. esasen "kadın katliamı" anlamına gelmekte. çevirmen haksız ve ona laflar hazırladım.
  • bana kalırsa von trier'e karşı bir isimden bahsedilecekse bu haneke'den ziyade bunuel olmalı. buraya varmak için ilk önce şunu söylemek lazım; bu filmin etkileyici olmasının başlıca sebebi izleyiciyle etkileşim (burada etkileşim önemli, hatta (bkz: #16619510) içerisinde olmasıdır. trier'in gerçeklik kaygıları malum, kendi manifestosuyla yarattığı gerçekçi estetikle gerçeküstü (bunuel minvalinde bir sürrealizm değil elbet) hikayeler anlatmayı seviyor, bunun en net örneği riget'tir. riget tüm gerçekliğin içinde olan inanılmaz olayları rasyonelmişcesine anlatır, ki trier'in farkı burada 'herkesin saçma, inanılmaz kabul ettiklerini o bir anda var eder; seyircinin gerçekliğiyle trier'in gerçekliği arasındaki arasındaki çizgi nettir: sana göre olmayan şey ona göre vardır' şeklinde anlatmasından gelir. işte bu noktada bunuel işin içine giriyor. bunuel'in gerçeküstücülüğü tam manasıyla oyunbazdır, seyirciyi içine almaktan ziyade provoke eder ama yine de sarsıcı bir deneyime dönüşmez; seyirci filme girmeye çalıştıkça film ondan uzaklaşır; o yüzden bunuel sinemasında açıklama ya da okuma yapmaktan ziyade o anların neye yaradığı önemlidir. trier ise bunun tam tersi olarak seyirciyi ilüzyonunun içine çeker; adeta tokatlar ve sen tam anlamıyla bir deneyim yaşadığının farkındasındır. burada önemli olan gerçeklik çizgini nereye çektiğindir, neye ne kadar inanacağına sen karar verirsin.

    antichrist'ta da iki yön var yine; rasyonel düşünceye karşı paranormal olaylar. sevişen çiftle açılan film annenin yas tutmasıyla devam ediyor. aslında daha ilk sahnede annenin bebeğini kasıtlı ihmal ettiğinin farkına varıyoruz; kısa bir planda bebeğin odasındaki ses vericisinin sesinin kısıldığını görüyoruz. o sahnede 'çiftleşme' gerçekleşirken bu bir ölüme sebebiyet veriyor. filmin devamında da anlıyoruz ki kadın kendisinin cadı olduğuna 'inanmış' ve bu inancı doğrultusunda hareket etmeye başlamış bile.

    yas döneminde ise adam rasyonel düşünceyi koruyabilirken kadın koruyamıyor. daha sonra adam kadına korkuyla yüzleşmesini öğütlüyor; aynen seyircinin de bu filmle yüzleşme isteği duyması gibi. çünkü trier'i biliyoruz, filmi tahmin edebiliyoruz, ancak yine de filmle yüzleşmek istiyoruz, onu deneyimliyoruz. diğer tarafta ise kadın var; kendini cadı zannediyor, bu da aynı şekilde filmdeki olayların sinematografik anlamda gerçek olması gibi, olanlara inanmasan da (gerçek olmadığını bilsen de), bir şeylerin gerçekleştiğini görebiliyorsun. devamında çift (seyirci-film/adam-kadın) etkileşim içerisine giriyor, adam kadının cadı olduğuna git gide ikna olmaya başlıyor ve o inanmaya başladıkça mantık dışı olaylar ardı ardına patlıyor. bu noktada trier'in pornografik şiddet tercihi de oldukça önemli ve gerekli. ayrıca her inanç motivasyonu bir arınmayla sonuçlanıyor filmde; bu seyirci için sonda, kadın için başta gerçekleşiyor. filmin başında cadı olduğuna çoktan inanmış anne banyoda sevişiyor, kısa bir an çamaşır makinesinin önünde görülüyor ve dışarıda kar yağıyor; bu annenin inancı doğrultusunda bir katharsis sahnesi, ancak seyirci bunu o an bilmese de görsel sembol olarak alıyor; sonrasında seyircinin inancı doğrultusunda gerçekleşen bir katharsis var ve adamı doğayla başa çıkmış bir şekilde, ot yerken görüyoruz.

    özetle burada piç trier seyirciyi manipüle ediyor; sinemayla. sinemanın ideolojik anlamda ne kadar önemli olduğu aşikar. kadının okudukça cadı olduğuna inanması (seyircinin izledikçe kadının cadı olduğuna inanması), devamında yaptıklarıyla kocasını cadı olduğuna ikna etmesi ve boğulduktan sonra yakılarak ölmesi seyirciyi sinematografik gerçekliğe kendini kaptırarak misojeni düzleminde okuma yapmaya zorluyor. buradan solaris'e paralel çekersen ilk bahsetmen gereken bilinçaltı olmalıdır şüphesiz; tarkovski'nin solyaris'i ise aslında bir suç ve ceza hikayesidir (lem tarkovski'nin uyarlamasını hikayeyi suç ve ceza ilişkisine dönüştürerek mahvetti diyerek beğenmemiş zamanında), bu film de pekala o düzlemde (eden ormanının bilinçaltı yoluyla insana oyunlar oynayan bir 'zone' olduğunu düşün misal) okunabilir, ancak okunmuyor; seyirci o kadar ikna oluyor ki aklına başka 'gerçek'lik alternatifi gelmiyor. oysa ilk bölümlerde de gördüğümüz üzere ters giydirilen ayakkabılar, esen rüzgarların hepsinin mantıklı birer açıklaması olabilecekse de seyirci bunları hep aynı noktaya paralellemeye başlıyor, kendine inanacağına trier'e inanmayı tercih ediyor ve filmi 'sorunlu' görüyor.

    antichrist neresinden baksan muhteşem bir film, ancak şu da var; trier'in numaralarını yemeyenler ya da yapmacık sinemasından hoşlanmayanlar için gösteriş budalası berbat bir film olarak görülebilir ki dibi tutmuş filmin dibini kazıdığında da ortaya çıkan budur en nihayetinde.
  • trier'in filmi tarkovski'ye adaması basit bir onurlandırma değil. usta ile direkt bir iletişime geçmeye çalışıyor. bunun için pek çok tema ve imaj kullanıyor. buyrun, şu anda aklıma gelenleri listeleyeyim. tarko'nun andrei rublev'ini henüz izlemediğim için dışarıda bıraktım.

    . yakın plan ense çekimi (zerkalo, stalker)
    . aniden esmeye başlayan sert rüzgar ile sallanan çalılar (zerkalo)
    . önünde ova, arkasında devasa ağaçlar yükselen ahşap ev (zerkalo, offret, solyaris)
    . ahşap ev ve yanında dev ateş (offret, zerkalo)
    . cinsel birleşme için yalvaran ve reddedilen kadın (nostalghia)
    . orman içinde geçilmesi korkutucu engel (ivanovo detstvo, solyaris, stalker)
    . ağır çekim dökülen şişe (offret, zerkalo, stalker)
    . yosuna zoom (solyaris)
    . ölüp, ellerin arasında canlanan kuş (zerkalo)
    . sis içinde kaybolmak (nostalghia, stalker, solyaris, ivanovo detstvo)
    . ve en temeli; bilinçaltının dışavurumu olarak "orman" (stalker, zerkalo, solyaris, nostalghia, offret, ivanovo detstvo)
  • --- spoiler icerebilir ---

    kocasıyla sevişirkenki ihmalkarlığının oğlunun hayatına malolmasının vicdan azabı, kadını cinsellikten koparmak yerine, ölüm anının imgelerini zihninde tekrar tekrar kurguladığı cinselliğe yöneltiyor. öte yandan, bu zevkin oğlunu kaybetmesine neden olduğu düşüncesiyle mahvolduğu için cinsellikten haz almanın ona bu laneti getirdiği inanışından hareketle cinsel haz anına*, cinsel haz noktasına* ve cinsel haz nesnesine* sığınma şekliyle bu lanetin diyetini ödüyor ve ödetiyor: oğlunu kaybetmenin pişmanlığı sürekli artan şiddette cezalandırılma gereksinimine, oğlu gibi kocasının da kendini terkedecegi anksiyetesinin tetiklenmesiyse kocasını cezalandırma gereksinimine yol açıyor ve cinselligi s&m kategorisine sokuyor.

    cinsel haz noktası olan klitorisini, oğlunu kaybetme acısının sebebi olarak gördüğü icin kesiyor. klitoris vardır çünkü kadınlar sevişmeden zevk almalıdır çünkü türün devamı gereklidir. türünü devam ettiren bir canlı olma görevini yerine getirme önceliğini seksten aldığı zevke yeğleyerek türünün selahiyetini ikinci planda tutmasının bir trajediyle sonuçlanması, varoluş amacını yitirmesine ve kendisini yakılması gereken lanetli bir cadı olarak kabullendiği sapkın yola girmesine zemin hazırlıyor.

    --- spoiler icerebilir ---
hesabın var mı? giriş yap