• misafirperverliği tartışmalı güzel bayan.

    tuttu dedi ki premathe'yle gelin size pastalar börekler yapcam. sordum premathe'ye, olum dedim bak pasta diyo dedim, çiğ börek diyo dedim. "abi sen aton'u bilmezsin gene gelmeden bişiler ye derim ben sana" dedi. ben yine de aton'a güvenerek ama premathe'nin de tavsiyesini unutmayarak önden bi sosislimi yedim güzelce, karnı bi miktar tutsun diye. "hoca,sos koyma kepçap sık" dedim. "sen git o kepçap lafını hatunlara söyle sevimlilikle prim yapıcam diye eşşolusu. ketçap onun adı" dedi,"allah bilir evet'e de evek falan yazıyosundur sen şimdi sözlükte" dedi. "evek abi" diyince bastı sosu. yedim o boktan sosisliyi.

    neyse, vardık; merdivenlerden çıkıyoruz eve ama bi tuhaflık var. hiç öyle misafir beklenen, gün boyunca fırının gürül gürül çalıştığı, keklerin kabar kabar kabardığını işaret eden enfes kokular hakim değil apartmana. iyice genzime çekiyorum kokuyu ama nafile...hafif nemli o bilindik apartman kokusu. premathe'ye aktarıyorum tespitimi, "olum nem kokuyo lan" diyorum, "abi belki yosun yapmıştır bize" diyo. iyi bi insan premathe, kız yosun bile yapmış olsa böyle kuzey yanlarından,gene yer, bozuntuya vermez, şövalye ruhlu. tipi de benziyo zaten. sesimi çıkarmıyorum.

    eve giriyoruz ve daaaan ilk sürpriz, büfeci amca aton'un babası çıkıyo. hayır,hayır öyle bişey olmuyo. aton, "bu buluşmayı kamera marifetiyle days de izleyecek diyo" , msn ve kamera açılıyo. bi bakıyorum, aha days dediği büfeci amca çıkmasın mı? çıkmasın. bambaşka bi adam çıkıyo days. oturuyorum klavyenin başına "ehe ühe abi sen days misin, severek okuyoruz" falan diyorum; bi süre suskun kalıyoruz karşılıklı, msn şeysinden tiplerimizi inceliyoruz. gözdü,kaştı bildiğin normal insan işte. sıkılıyoruz birbirimizi izlemekten ve burunlarımızı karıştırmaya başlıyoruz. kim beyne en yakın noktaya kadar parmağını sokucak yarışması yaparken aton geliyo, elinde sigara. "içer misin" diyo, "ha yok saol ben kendiminkinden içiyim be aton" diyorum; aynı marka içtiğimize şaşırarak. "ahahah bu zaten senin paketinden olum" diyo. değişik bi ikram anlayışı olduğunu artık tam olarak kavrıyorum. days'e anlatıyorum "abi böyleyken böyle" diye, "hemen sigaralarını say olum" diyo. zamanında çok şey kaptırmış aton'a. uzun uzun anlatıyo. "kesin pasta masta yapcam dediyse yapmamıştır, iki kötü un kurabiyesi almıştır pastaneden" diyo.

    aton bu arada "hadi gelin gelin sofra hazır" diyip bölüyo days'le sohbetimizi. masaya bakıyorum iki-üç tane un kurabiyesi -utanmadan bi de "gülen gözler pasta salonu" paketinin içinde getirmiş sofraya- 5 parça (yazıyla: beş) tavuk kanadı ve 3 adet (yazıyla : üç) içli köfte'den mükellef sofraya kuruluyoruz. 1 litrelik cola'dan var azcık, onu dışarıdan destek sağladığımız kutu colalarla takviye ediyoruz. "çay?" diyorum, "ya koymuştum da suyu bitmiş" diyo..."sadece 10 dakika önce koyulan çaydan hiçkimse içmemesine rağmen bütün suyu buharlaştırma kuvvetine sahip o yüce fırın, o mukaddes ocak, bir keki bizden neden esirgedin" diye düşünüyorum; aton'un 4 kişiye sadece 1 bardaklık çay suyu koymuş olma ihtimalini aklımdan uzaklaştırmaya çalışarak. o esnada bu masada fazla düşünmemek gerektiğini idrak ediyorum zira 5 parça kanadın 3 adedinin nereye kaybolduğunu, premathe insanının yağlı dudaklarına bakarak çok rahatlıkla keşfedebiliyorum.

    yemek bitiyo -ki emin olun bu çok çabuk oluyo- bulaşıklar kalkıyo ve sıra geliyo film izlemeye. ben, ne izlesek diye düşünürken "braveheart koyuyorum, diğer dvd'ler pek yeni zarar ziyan gelmesin" diyo aton. filmi bi koyuyoruz, aaaa korsan dvd, mel gibson'ın yerine büfeci amca çıkıyo birden. azcık bileklerimi kolonyalıyorum (kendi yanımda getirdiğim kolonyalı mendille, yoksa evde bulunması mümkün değil bence) mel gibson'ı görmeye başlıyorum. aton "durun durun sinema gibin yapıcam size" diyo, ışıkları kapamaya giderken "dünyanın elektrik israfı yahu" fısıltısını duymadığımızı sanarak. ışıkları kapatıyo, premathe'nin nefesini hissediyorum ansızın. şartlı refleks var premathe'de, karanlık olunca sarılıveriyo adam. "abi yapma" diyorum, "dudakların yağlı hem", uslu duruyo. o esnada aton, filmin görüntü ayarlarını tam ekrandan böyle üstten alttan kesik ekran (16'ya 9 diyomuş bilenler) haline getiriyo, "ne bu canım koca koca mı izlicez filmi, şöyle daracık neyimize yetmiyo" diyo, televizyonda pixel tasarrufu yapıyoruz. filmde, mel gibson'ın evlenme sahnesinden sonra kızın memelerini görüp ondan sonra gitmeye karar veriyorum. bir süre memelerin performansı hakkında aton'la teatide bulunuyoruz. aton " en güzeli küçük meme, hem büyük hem sarkık bunlar,gerek yok,israf hep" diyo. kalkıyorum son dolmuşu yakalamak umuduyla. arkamdan sesleniyo "ya bi dur daha ben sana scanner'la çektiğim fotografları göstermedim diyo". evde fotograf çekecekse scanner'la çekiyomuş, ütülerini de scanner'la yapıyo, scanner onun için bir yaşam biçimi olmuş adeta. ekonomikmiş,öyle diyo.

    kaçıyorum hızla, premathe'yi de kurtarıyorum bu azaptan....

    edit: "bu ne la uzun uzun yazmışsın,israf!" diye kızdı bana...hey güzel allahım ya!

    edit 2 : gecenin farklı yorumları için (bkz: #8334197) ama emin olun benimki doğru
  • karımca yuvasında yaşayacağı mutluluk dolu günleri hasretle bekleyen, karımca kararımca dışardaki güzellikleri, mutlulukları yuvasına taşıyıp zor zamanları için saklayan, lazım olduğunda da bir türlü onları sakladığı yerlerden çıkaramayan, geceleri karımca duaları ederek uyuyan, karımcayı bile incitmek istemeyen, bir karımcayiyene rastlamaktan çok korkan, en çok istediği şey bir gün elinden tutup onu atlı karımcaya bindirecek ve hatta belini incitmeden.. neyse, geç oldu ben yatayım...
  • tesadüfen tanışılan, sessiz sakin efendi bir insan intibası bırakan grafiker insan.. rocky4.net için vaad ettiği gül bahçeleri için duyduğum sevinci, "ulan az zorlasam feci yediririm" kanaatine haiz olduğum kekleyeyim mi keklemeyeyim mi sürecine yansıtmama kararı almama yansıtmış ve bu sayın arkadaşımızı sadece absürd esprilerle daraltmakla yetinmişimdir bir akşamlık tenedos oturumunda.. kendisi sol yandan eleanor roosevelt'in gençliğine, öbür yandan bakınca gene eleanor roosevelt'in gençliğinin öbür yana dönmüş haline, yukarıdan king diamond'a, gözlerinizin önüne hürriyet gazetesi koyup bakınca da recep tayyip erdoğan'a benzemektedir.. yüztüze gelince insan önce doğal olarak "aaaa o sen misin?" diyor, sonra da "aton karımca" demeye dilinin dönmekte ne kadar zorlandığını farkediyor..

    (psikoloji alanında yazmayı planladığım doçentlik tezim için son cümleden sonra içinizden ya da dışınızdan "aton karımca" demeye çalıştıysanız, aşağıdaki ":)" butonuna basarak bu bilimsel esere katkıda bulununuz..

    edit : )

    parantezi kapamayı unutmuşum da..
  • bunu gören de batı avrupa'nın önde gelen sinema eleştirmenlerinden biri sanır ha. ne kadar ecnebi yapım varsa tenkit eder. bir gün olsun bizim kültürümüze, onu geçtim entelektüel alt kültürümüze baktığını görmedim. işte abicim muasır medeniyet dediğin bu! yerel değil evrensel olucan. tim börtın izleyecen, atıf yılmaz'ı alan görmezden gelicen.

    aslında kendisinden kurtulmanın çaresi belli. bir gün boyunca ingilizce alt yazılı çöpçüler kralı, sahte kabadayı (arnavut votkamla eriğimi çalıştır ulan), salak milyoner izletecen. ozman pırıl pırıl olur. tedavi edilir.
  • şeker katili * şeker gibi insan ama bir daha şeker ikram edeceğimi sanmam. *
  • ya yeşim diye bir tanıdığı var, ya da ben çok içiyorum
  • içtiğim içkiye, sigaraya karışır. bünyeyi hor kullanmakla suçlar beni de sorarım kendisine "hani benim karnıyarığım?" öldüm be açlıktan!
  • kilo aldığı haberi yurtta infial yaratan şahıs. resminin basılması, yayın yoluyla halkta infial yaratabilirmiş avukatımdan aldığım bilgiye göre. bu arada barselona sensiz tatsız be aton...
  • etrafinda enteresan*** bir cekim kuvveti olan varlik, kapilmamak elde degil gibi**
  • pek bi güzel yemek yapan deli şahsiyet. (bkz: karnıyarık)
hesabın var mı? giriş yap