• bu kitabın ana karakteri olan derdâ, gidip altılı ganyan filan oynasa, hiçbir derdi tasası kalmayacaktı.

    neden?

    parayı yatıracağı jokey, onun köyde kışt dediği tavuğa hallenerek büyümüş olabilirdi.
    veyahut yarışta koşacak at, derdâ'nın okul sırasından bir arkadaşının, genetik laboratuvarında çalışan tecavüz mağduru almancı teyzesi tarafından özellikle geliştirilmiş olabilirdi.
    veyahut veznedar olan adam, dedesine tecavüz edildiği sırada derdâ'nın otobüsünde komilik yaparken kendini parmaklayan bir steam punk düşkünü olabilirdi.

    yani bir dizi tesadüf zinciri, derdâ'nın altılı ganyandan para kaldırmasıyla sonuçlanacaktı.

    (sayısal loto oynasa da olur, topları döndüren kadın zamanında tecavüze uğramış bir eşeğin parmaklanarak yetiştirilmiş üçüncü kuzeninden....)
  • bir solukta okuduğum ve yazarın, kitabın ilk bölümüyle ikinci bölümündeki karakterleri eşsiz bir mükemmellikte bağladığını düşündüğüm; kitabın son sayfasındaki "...ve daima..." ya kadar etkilendiğim kitap oldu kendisi. bir kitap düşünün, çocuk şiddetinden, hayatın zorluklarına, hayatın boktanlığına ve tabii ki âşkın gerçekliğine, oğuz atay'ın yazdıklarının ve kendisinin insanlarının hayatlarını nasıl değiştirebileceğine her sayfasında vurgulanan kitap. bana kalırsa kinyas ve kayra'dan sonra en iyi hakan günday kitabı. ayrıca kitapta geçen tüm müzikler;

    siouxsie and the banshees - peek a boo
    leonard cohen – if it be your will
    the dresten dolls - girl anachronism
    the cramps - off the bone (album)
    desmond dekker - rude boy train
    slayer - raining blood
    münir nurettin selçuk - ne doğan güne hükmüm geçer
    altre follie - 1500-1750

    --- spoiler ---

    iki insan. hem on hem bir yaşındalar. bir kız, bir erkek. derdâ ve derda. biri yatırca'dan. diğeri büyük şehrin ikinci büyük mezarlığından. birini annesi okuldan aldı. diğeri hiç okul okumadı. kaderleri, tanrı ya da başka şeyler tarafından önce bozulup, sonra birleştirilmiş iki insan dedik ya.

    derdâ, ne çok şey yaşadı. elli iki erkeğin arasında da buldu kendini, siyah çarşafın içinde, erkeklere işkence de çektirdi. ingiltere'deki ilk yıllarında, eziyetin âlasını da gördü kendi üzerinde. kendinden yaşça çok büyük, kocası tarafından. bezir, şiddete meyilli bir psikopattı. derdâ'nın hayatını karartacak kadar kötüydü. derdâ'nın, özgürlüğe bu kadar hasret olmasının sebebiydi. derdâ, ufak yaşında çok şey görmüştü. artık onbir yaşında değildi. yüzü görünmüyordu ama, ingiliz kapı komşusunun "müslüman kadınlar nükleer bir bombadır." söylemini söyleyecek kadar fantezik görünüyordu. bezir'den kaçtı. finspury park sokaklarında koşmaya başladı. kaçtı. kırmızı telefon kulübesinde de uyudu. ufak yaşta hayran da kazandı. yüzü görünmeden. ingiltere'ye girişine onay verip hayatını karartan adam steven, onun hayranıydı; siyah filmlerinden. ve onun emiri altına girmişti çoktan. derdâ, akıllıydı. ingilizce öğretmesini sağladı kendisine o adamın. ingiltere sokaklarında türkçe bilen bir rehberi öldürseydi, eline hiç bir şey geçmezdi zaten. eroine başladı. eroin için her şeyi yapmaya hazır hale geldi. kafasını kazıttı o sıralar. çünkü saçlarını açtığında, korktu. saçlarının açık olmasından. saçları rahatsız etti onu, özgürken. skinhead'lere dönmüştü. elli iki kişinin arasına girecek kadar, her şeyi yaptı; para için. parayı da eroine yatırdı. bilemezdi elli iki kişiyi. bilseydi yapar mıydı zaten? oradan da çıktı. 32 gün boyunca off the bone albümü dinledi. en sonunda cd'yi kırmaya çalıştı. olmayınca da sokağa fırlattı derdâ, elinde tuttuğu frizbiye benzeyen the cramps'ın albümünü. iş sundular. bir yerlere paket götürecek, teslimat yapacaktı. karşılığında para ve ihtiyacı olan eroini kazanacaktı. daha fazla eroin, her şeye bedeldi. notting hill ve jamaikalıların festivalleri. diğer teslimat regaip'eydi. derdâ'yı tanıyamayan babası regaip. kızı olduğunu bilmediği için kendinden yaşça küçük kızı sikmeye kalkan regaip. amına koyayım regaip! kızını odaya kitleyip eroin vurmasını isteyecek bir baba. kıza bakmaya ve sikmeye geldiğinde yerde yatan derdâ'nın "baba, istediğin kadar..." m15 ekipleri geldiğinde derdâ baygındı. baba ise tutuklandı. hücresinde öldürdü kendini. intihar. saint mary hastanesi yoğun bakımı. derdâ bildiği her şeyi anlattı onlara. başından geçen her şeyi. sadece stanley'den bahsetmedi. ondan o kadar da nefret etmediğini düşündü çünkü. ve anne ile tanıştı. anne şefkatiyle ona yaklaşan ve yazılışı türkçe'deki anne ile aynı olan, "anne." emekli bir hemşire. birlikte hayata yeniden tutundular. tutundular ve, siktiğiminin hayatı derdâ için ilk defa güzel oldu.

    derda, hem on hem bir yaşında. annesi dünya üzerinde çok az görülen siktiğimin hastalığı göz kanseriydi. hiç tedavi görmedi. babası, cezaevindeydi. adının nereden geldiğini sorduğunda arkadaşı, "babamın kan kardeşi." diyebildi sadece. babasının öldürdüğü kan kardeşi. annesi gözlerinin önünde öldü. sessiz kaldı. kimseye haber vermeden. düşünmeye başladı derda. annesi ölü olmasına rağmen hâlâ 80 kiloydu ve derda'nın onu kaldırması imkansızdı. imkansız vardı çünkü derda gibilerinin hayatında. neredeyse her şey imkansızdı çünkü. nalburdan balta yürüttü ve annesini parçalara böldü. artık anneleri vardı. 5 parça. 5 parça annesini işaretlediği yerlere gömdü. sigaraya başladı. hayattan tek beklentisi karnını doyurması ve bayram günlerinde yağmur yağmamasıydı. mezarlık çocukları için bayram günleri, nimetti. çok insanlar gelir ve kabir ziyaretleri yaparlardı. ellerindeki bidonlarla mezarlık çocukları silerdi mezar taşlarını. koparırdı yabani otları. harçlık alırlardı, ölü yakınlarından. onların mesleğiydi bu. masumiyet dolu yüzler ve biraz harçlık. yağmur yağarsa, ölü yakınları "çamurdur oralar şimdi..." der evde otururlardı çünkü. o yüzden yağmur yağmamalıydı bayram günleri. yılın 2 günü, yağmasaydı yağmur işte amına koyayım, yağmasaydı. derda hiç okula gitmedi. hem de hiç. mezar taşlarında yazan harfler ve rakamlar, derda için anlamsızdı... annesinin son parçasını gömerken bir adam görmüştü onu. görmüş müydü ki? hızlı hızlı toprağın üstünü kapatmıştı. ve arkasına baka baka koşarken adama çarpmıştı. onu görmüş müydü acaba o adam? "bir dahaki sefere daha dikkatli ol." derken ne için demişti acaba onu. toprağa gömmesinden dolayı mıydı, koskoca mezarlıkta adama çarptığı için miydi? o adam bir şeyler gömdü, bir mezara. derda gözetledi adamı. ardından gitti ve o zarfı açtı. içinde para destesi. birazını aldı ve kapattı. bir başka gün farklı bir adam geldi. başka bir şey gömdü oraya. derda koştu ve karıştırdı beyaz zarfı. belgeler vardı. ne olduğunu bilmediği belgeler. böyle oldu her şey. bir gün korktu. derda. bir şeylerden. çünkü bir düzenek kurulmuştu ona. o sakallı adam tarafından. m16 görevlisi ingiliz adamla arasında bir kuryeydi çünkü o mezar. korktu derda. aldığı tüm belgeleri yerine koydu. ama parayı ödeyemeyecekti. ödeyemezdi. çokluğundan değil ama ödeyemezdi işte amına koyım. o gece uyumadı ve diğer gün koşarak gitti o mezara. yoktu belgeler, kurtulmuştu. affetmişler miydi acaba. bilinmezdi. bir kadın geldi sonra. onu gözetledi derda. kadının yanına gidip her şeyi açıklayacaktı. infaza gider gibi yürüdü. kadın emekli hemşire anne'ydi. derdâ'nın bahsettiği. her şeyi anlattı derda ona. ama anlamadı. bilmiyordu türkçe çünkü. mezarı temizlemesini istedi. derda, her gün düzenli şekilde temizledi orayı. yıllar geçti yaptı bunu. derda artık, bir matbaaada çalışıyordu. korsan bir matbaa. ardından, hediye edilen kitaptaki isimleri görünce şok olmuştu. okumayı bilmiyordu ama bildiği tek şey, kitabın yazarıyla, nizami temizliğini yaptığı mezar taşında aynı isim yazıyordu. o, ğ, u, z, a, t, a, y. 8 harf. o kadar heyecanlanmıştı ki. okumayı öğretmesini istedi. tam okumayı öğrendiğinde de, tutunmayanlar'ı bitirdi. ardından diğerleri geldi. kitapçının iyi bir müşterisiydi. ama çok şey bilmeliydi. oğuz hatay hakkında. her şeyi. ölümüne sebep olanların amına koymalıydı. hepsini gebertmeliydi. hem de hepsini. bir gün eve geldiğinde babasını gördü evde. celal'i. celal çıkmıştı dışarı. evde yatıyordu. mezarlık kızı olan sümmeyye'yi sikmişti babası. hapishanede kadın özlemiyle tutuşmuştu belli ki bedeni. bağırdı babasına. ve ardından yumruklarını çaktı babasına. matbaada kalıyordu artık... her şey böyle ilerledi. artık 16'sından çıkıp 17'sine gelecekti. sağ yumruğuna oğuz, sol yumruğuna atay dövmesi yaptırmıştı. mezarlık boyası ile boyamıştı arkadaşı isa. ve artık bir tetikçi olacaktı patronun isteğiyle. patronu ona boğaz'ı gösterdiğinde, dinlemiyordu bile. hallederiz diyordu sadece. bir bağevine geldiğinde tayyar'ın o mezarlıkta gördüğü sakallı adam olduğunu hatırladığında iş içten geçecekti. öldürdü onu ve patronunu. sonra da... beyoğlu'na gitti. çoraklar adlı bara. yazarlar vardı orda gazeteciler. içeri girdi ve belinden silahı çekti. amına koyayım hepinizin! diye bağırdı. gün gelmişti. oğuz atay'ın intikamını almalıydı orospu çocuklarından. genç olanları tek tek siktir etti mekandan. ve sonra sıra geldi yaşlılara. cinnet miydi? yoksa bir intikam mıydı? bilinmez. ama oğuz atay'ın tümörünün o orospu çocukları yüzünden olduğunu düşünüyordu. oğuz atay'a değer vermeyen onlar yüzünden. görmezden geldiler çünkü. günlük'te öyle diyordu çünkü. hepsinin amına koymalıydı. ve ilk kurşunu sıktı adamın çenesine. duvara kadar ulaştı mermi. ardından.... üst geçidin oraya kaçtığında saatçiden sigara istedi. cebinden sigara çıkaran saatçi değil, üniversitenin oradaki sivil polis. derda tutuklanmıştı. derda yakalandı. her şeyi anlattı. oğuz atay için yaptığını. oğuz atay için vurduğunu. oğuz atay'ın öcünü aldığını. her şeyi. inanmadılar. örgüte bağlı mısın dediklerinde, oğuz türkleriyiz dedi. kim onlar dediğinde, bilmiyordu derda. çünkü derda sadece o harfinin içine bir a yapıyordu. ve şehrin her yerinde buna benzer şeyler görüyordu. anarşizmi simgelediğini nereden bilebilirlerdi ki? 24 yıl verdiler. ülkede kimse beğenmedi bu cezayı. en az üç müebbet bekleyenler vardı çünkü. ama 24 yıl sonra şartlı salınacaktı derda. hayatını kurtardığı adam, ona sürekli paket yollayacaktı. çıkana kadar. bir telefon geldi. adamdan değil, oğlundan. cep telefonu kullanmasını bilmiyordu. karıştırdı. içinde yüzlerce filmin arasında derdâ'nın 52 kişi arasındaki videosunu buldu. ben burdayım siz nerdesiniz diyordu, türkçe. ve o gün anladı. çıkınca bulacaktı, adını bilmediği derdâ'yı. 40 yaşında bir adamdı çıkacağı gün derda. yazmasını da öğrenmişti gardiyanlardan. mektup yazmıştı derdâ'sına. ve yolculuk başlayacaktı. avukat, mezarın başına götürdü derda'yı. hayatını adadığı oğuz atay'ın. derdâ, derda'ya mektup yazmıştı. ve taşa dayanıp okumaya başladı derda. her şeyi anlatıyordu orda. ve o eşsiz kelimeler dökülmüştü kağıda, derdâ tarafından;

    "hâlâ okuyorsan hâlâ yanımdasındır. ama eğer, bütün bunların sadece birer tesadüf olduğunu düşünüyorsan, hemen gidebilirsin. hayatlarımıza devam eder ve her şeyi unuturuz. hayır, yalan söylemeyeceğim! ben hayatıma devam edemem ve hiçbir şeyi unutamam! çünkü oğuz atay'ı da okudum, seni de tanıdım... diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? haklısın. belki de çok az... o zaman şöyle demeliyim: seni az tanıyorum... az... sen de fark ettin mi? az dediğin, küçücük bir kelime. sadece a ve z. sadece iki harf. ama aralarında koca bir alfabe var. o alfabeyle yazılmış binlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harf arasında. biri başlangıç, diğeri son. ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. yan yana gelip de birlikte okunmak için. aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. senin ve benim gibi... bu yüzden, belki de az çoktan fazladır. belki de az, hayat ve ölüm kadardır! belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. belki de az, her şey demektir. ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir...

    seninle buluşmak için oğuz atay'ın mezarının başından daya uygun bir yer gelmedi aklıma. çünkü okuduktan sonra, arkana bakmadan gidersen, ben de bu mektubu gömeceğim toprağına..."

    ve uyandılar. edinburg sokaklarında dolaştılar. evlerinin banyosuna o harfinin içine a yaptı derda.

    "follia adındaki sonsuz melodinin eşliğinde
    birbirlerine son kez bakıp uyudular.
    ölümüne.
    seksen yaşındaydı.
    ikisi de.
    birlikte olabilmek için kırk yıl,
    birlikte ölebilmek için de
    bir kırk yıl daha
    yaşamışlardı."

    --- spoiler ---
  • kısa sürede bitirdiğim kitaplar listeme kafadan giren kitaptır. çok geç de olsa hakan günday'ı bana tanıştıran kitaptır.
    sürükleyicilik, kurgu ve hikayeler açısından çok sağlam.

    --- spoiler ---
    o değil de, şu isa'nın hikayesi ne? garibime bi anlattırıverseydin be hakan abi.
    --- spoiler ---
  • zamanın ötesine gidebilirim, öyle olursa zeitgeist'a ulaşabilirim.

    hakan günday'ın son benimse okuduğum ilk kitabı.
    öncelikle hakan günday'ı birçok arkadaşım tavsiye etmişti abartma tozuyla beraber, hatta bu mübalağalar sonucu kendisinin türk edebiyatı'nın halihazırdaki lokomotifi olduğu kanısı yaratılmıştı üzerimde henüz okumamış olmama rağmen.
    nihayet okudum ve diyebilirim ki eğer makinist bu adamsa bu tren trabzon'a gider anca. bayağı tesadüflere bağlanan uç hayatlar. olay örgüsü derinlikten uzak. kötü bir yaftalama olacak ama sanırım para için yazmış bu kitabı zira başka bir açıklama bulamıyorum. karakterler üzerinden fikirlerini anlatmaya çalıştığı bölümler ara sıra ansiklopedi tadı veriyor. karakterlerin belli bir hayat görüşleri yok ve tamamına yakını iyi değil. insanların hayatlarında önemli yer tutan olgular ve olaylar paçavra haline getirilmiş. popülist bir romandan öteye geçememiş. bitirmemin tek nedeni başlamış olmam.
    özet geçmek gerekirse, ben hiç beğenmedim arkadaş. ne üslubunu, ne olay örgüsünü, ne yarattığı karakterleri, ne de onların uçlardaki dünyalarını. bu kitabı okuduktan sonra açıkçası biraz moralim bozuldu. kinyas ve kayra'ya 20 tl verdim lan ben tüyap'ta. yıllar sonra kitaba para verdim. evet kitaba para verenlerden, koleksiyon yapan tiplerden değilim. ariyet alır faydalanır geri veririm. neyse, eğer kinyas ve kayra da tırt çıkarsa elemana bir mail atacağım. bıraksın bu işleri, sahil kasabasında motel falan alsın, domates yetiştirsin. kendisini kandırmasın yani. ama tabi bunlar az okuyan birinin bol keseden attığı yorumlar. neyse okuyayım kinyas ve kayra'yı da sonra duruma göre sövmeye devam ederim.

    -----spoiler-----

    -----spoiler-----

    he amk her 13 yaşındaki kız orospu oluyor, her 16'sındaki ise 52 kişi tarafından sikilip, mazoşist filmler çekip babası kendisini sikmeden kokain komasına giriyor. rehabilitasyon merkezinde kendisiyle ilgilenenin velayeti altına giriyor. sonra ilkokul okumadan, 16 yaşında öğrendiği bir dilin edebiyat bölümünü bitiriyor, hemi de oxford'da. bsg derler adama.

    -----spoiler-----

    -----spoiler-----
  • yine bir hakan günday romani işte, taa ki oğuz atay'a kadar. keşke oğuz atay yerine ahmet karalı, mehmet yorulmaz, vs. gibi var olmayan,, uydurma bir yazar ismi kullansaydı. duvarlara yaptığı işaret filan çok önemli değil. yada yaptırdığı dövme. ahmt krlı yazdırırdı. ne fark eder.
    mesela;
    - 'olsun isterdim' dedi. tıpkı mehmet yorulmaz'ın zamansız romanında olduğu gibi.. diyerek okuyucuda soru işaretleri bırakır, hem zaman zaman yazarın hayatından/kitaplarından alıntılar yaparak romana bir kurgu derinliği katabilirdi. ama oğuz atay.. sonradan eklemleme yapılmış gibi. iğreti durmuş, her karşılaşıldığında rahatsız edici, zorlama gibi. romandaki gerçeklikten memnunduk halbuki, içine girip kaybolabiliyorduk. gerçek hayattan bir gerçeklik ithal edip o atmosferi bozmaya çokta gerek yoktu sanki.. ?

    neyse neyse.. 2013'te görüşürüz.
  • yetersiz, düşük miktarda anlamındaki kelime 12 nisan'dan sonra anlam değiştirip bir hakan günday kitabı olacaktır.
  • beklenen özlenen yeni hakan günday romanı olarak, bir çırpıda keyifle okundu elbette. ancak;

    --- spoiler ---
    şu kitaptaki oğuz atay mevzusu bana zorlama göründü, yani 2 hikayede gayet makul ve inandırıcıyken, yazar zorla karakterleri oğuz ataya bağlamak için gerçekçilikten ödün vermiş.
    --- spoiler ---

    az'ıcık kusur, günday'da bile olur
  • daha ilk cümlesinde "noluyoruz lan" dedirten romandır. okuduğum ilk hakan günday kitabıdır fakat son olmayacaktır.

    --- spoiler ---

    altı yaşındaydı ve altı yaşında ölecekti.

    --- spoiler ---
  • başlangıç cümlesiyle, tek bir cümleyle etkilemeyi başaran kitaplar arasında o da.

    --- spoiler ---

    kitabı bitirdikten sonra derda'yı, derdâ'yı, belki aşırıya kaçmış ama güzel yedirilmiş tesadüfleri, bazen oğuz'la bazen atay'la atılmış yumrukları, yeşim adına ''senin ağzını yüzünü sikeyim orospu çocuğu'' diye bağırmak istediğim nezih'i... her şeyi unuttum.

    hatırladığım ve üzüldüğüm tek nokta vardı: isa.

    hiç kimse mi dinlemez bu adamı? ben merak ediyorum o define hikayeni gel anlat lan isa. dinlerim sabahlara kadar. valla.

    --- spoiler ---
  • çoktur.
hesabın var mı? giriş yap