• mahallenin okumuş çocuğu metaforuna denk düştüğü için bu kadar tolere edildiğine inanmaya başlıyorum artık. "burada bizimle beraber yazardı bir zamanlar, bakın okan bayülgen'in programında editör oldu, milliyet'te köşesi var, röportaj bile yapıyor lan!". kendi ellerinizle bir kahraman yaratmaya, yarattığınız kahramanlara kendinizi (ya da sizin gibi olanları) raptiyelemeye bayılıyorsunuz. siz, sabahın köründe fabrikaya sanayiye yol alan okumamış çocuklar değilsiniz; aziz de mahalleden çıkan müendiz değil, bi uyanın lan. ne biçim bir kendine güvensizliktir bu yahu, ne biçim bir yalan yaşamaktır?

    kendisinin yaptığı röportajları okuduğumdan beri bana da savaş ay'ı hatırlatmaktaydı evet. ama savaş ay'la ters istikamette değil de, tam da onunla aynı yönde gittiğini gördüğüm için hatırlıyordum. o da acımasızca taşak geçtiğimiz, ağzımızdan salyalar akıtarak güldüğümüz, sırf bizden farklı diye aşağılayıp eğlenebilme hakkını kendimizde gördüğümüz john merrick'ler bulur çıkarır, etini parçalayalım diye önümüze atardı. kendilerinin buna çanak tutması (tıpkı john merrick'in the elephant man senaryosundan farklı olan gerçek hayat hikayesindeki gibi) hadisenin etiğe aykırı olduğu gerçeğini değiştirmezken; bu, savaş ay benzeri "hehehe ucube la bunlar. bak hacı bak nası taşak geçicem" alt metinli röportajları aziz kedi'nin yapıyor olması neden aziz'i yüceltme sebebi olabiliyor? nooldu la isyankarlığınıza protestliğinize?

    görülmüş duyulmuş şey mi allah aşkına? savaş ay, röportajdan cımbızla laf topluyor, mankenleri şarkıcıları rezil ediyormuş. ulan karı cumhurbaşkanı'nın adını bilmiyor be, o röportaja değil cımbız, vinç soksan kaç yazar? aziz kedi de röportajı öyle bir derleyip toparlıyormuş ki, röportaj yapılan sanatçı saygı uyandıran bir birey haline geliveriyormuş. heee, aziz kedi bütün işi gücü bıraktı, nasıl nihat doğan'a, esra-ceyda kardeşler'e sınıf atlattırsam derdine düştü. hele esra-ceyda kardeşler röportajının tamamen taşak üzerine inşa edildiğini açıklamak zorunda kalmak... düne kadar zul addederdim, bugün mecburiyet haline gelmiş durumda. günaydın amına koyim.

    aziz kedi'nin savaş ay'la benzer noktalarından biri de şu: savaş ay nasıl ki "farklı", dejenere ya da gülünç medya karakterleriyle "hıshıshıs salağa bağele salağa" temalı röportajlar yaparken güçlü ve söz sahibi karakterlerin karşısında "hehehe valla alemin son kabadayısı sizsiniz hehehe" ya da "vallahi yamansınız başkanım hehehe" diyen bir adama dönüşüyorsa, aziz kedi de aynen o şekil. bu fikri destekleyecek aslanlar gibi bir okan bayülgen röportajı var kendisinin. baştan sona okan bayülgen imajını yancı gibi desteklemekten başka şey görmüyorum. gerçekten çok farklı bir iş yapmış. ya da gülben ergen röportajı. tamamen eğlence amaçlı da olsa röportajın şekli ve üslubu, okuyanın bilinçaltına "güçlü ve saygı duyulması gereken bir karakter olarak gülben ergen" imgesi zerk ediyor. hey gidi aziz kedi. [(bkz: savaş ay/@aziz kedi)] 2001'de -haklı olarak- alaya alırken, 2010'da o adama dönüşeceğin hiç aklına gelmiş miydi acaba?

    krallar, derebeyleri yaratmaya devam edin böyle. evet, bence de çok kral adam. öyle saltanatta ben de hasan sabbah'ım amına koyim.
  • ted x'teki konusmasini hayretle izledim. sinirden evde kendimi dovuyorum su an.

    oncelikle sunum boyunca hicbir gecis arasinda baglanti yok.

    gordugum tablo; kendini cok basarisiz goren bu donem mutsuz birinin aklama konusmasi icin kendini sahnede bulmasi. 'iyi de bundan bize ne?' diyesi geliyor insanin. sahsi fikrim bu degil kendisi hakkinda, yani ilgili bir fikrim de yok fakat bana anlattigi bu oldu. baska seyler anlatmasini dilerdik. zira orda konusan sen, ben degil de o olduguna gore bunun bir anlami olmali.

    oncelikle inanamiyorum ne yapsam da, turklerin sunum yavsakligina inanamiyorum. genellemenin allahi gibi gelecek olsa da kulaga amerikali gibi sunum yapma kasisi diye bir sey var, yok degil. sunuma hazirliksiz cikmakla gurur duyan bir zihniyet, arkadasim hazirlikli cik, sana benden soz hesaplanan karizmandan bir sey eksilmeyecek, sunum boyunca da bahsettigin takdir edilme derdin son bulacak kendiliginden. hazirliksiz konustugunu zannettigin o adamlar beynini patlatiyor o konu uzerine, ama ceo'nun varliginin gereksizligine kafa yoran biri elbette o insanin ne derece kafa patlattigini da onemsemeyecektir.

    34 yasinda adamin bu mudur derdi yani? bu kadar siradan bir konuyu cok bir sey diyormus gibi anlatmak midir verilen firsati degerlendirme bicimi? inanin mutsuzlugunu, ilkokula okuma yazma bilerek baslayan 80bin milyon cocuktan biri oldugu icin 1 yil boyunca kalem kutusundaki kalemlerle oynamak zorunda kalmasini, genclik ve tahminen metalciligin birlesmesinden dolayi universiteyi bitiremeyip, 'o konuda' basarisiz olmasini, her anne baba gibi onunkilerin de onun icin endiselenmesini ama ergen is ergen felsefesiyle 'ama davul caliyom ben yiaa' tepkisinin normalden 'biraz' uzun surmesini falan kucumsemiyorum, gayet yeterli mutsuzluklar, otur pasa pasa mutsuz ol yani hakkindir. -ha bir de blok flut calamiyormus, tam bir dram- ama tam olarak ne diyorsun be canim? onun derdinin siradanlik derecesine ben karar verecek degilim ama madem her esen buldugu platforma cikip konusuyor, ben de buradan konusayim oyleyse ne yapayim.

    ne kolaymis, ne guzelmis arkadas 'biliyorum burda cok ceo varmis duydum, soyle bi is yapmiyorsunuz, boyle bir is yapmiyorsunuz ne gereksiz adamlarsiniz' demek. harvard mezunu adami sirf kendisi ankara hukuk'u metalcilikten, cani sikildi bitirmedi diye cocort diye alalede bi insan gibi lanse etmek. metroda kitap okuyan insana sen kurban ol be. adam hayatta yapamadigi ne varsa cikmis ted sahnesine kufur etmis, oh ne ala. ordan hop oyle mi erdil abi demeler, kufur etmeler, hoop salim abi ordan bi cay cek diye bagirmadigi kaldi. siz de alkisliyorsunuz be canlar?

    bu adam okan bayulgen gibi birinin her hafta duzenli olarak 15 kere sizi enayi yerine koydugu programin beyni, kendi kurdugu sistem ya da parcasi oldugu sistem hazirliksiz olarak izleyici karsisina cikip zaman oldurmek uzerine kurulu. ben dev bir hakliyim ve bunun aksini bana asla ispatlayamazsiniz insallah. bu adamin ekran arkasinda durdugu programin ekran onunde bir yayin icinde 80 kere hata yapilir, okan bayulgen'in onune defalarca yanlis bilgi gider de bir kere olsun kendimize ceki duzen verelim demezler. yaraticiliktan uzak skecler yazilir, taklitler aslini falan yasatmaz, kimse kimseyi uyarmaz, seneler gecer, o program surer gider, siz her aradan zaman gecip tekrar gordugunuzde allah cezanizi versin be dersiniz.

    'basari steril ve hazirlikli olmaktir' diyor bu adam, cok uzgunum ama su an bana bir hak verseler bunu soyleme hakkini senin elinden alma hakki olarak kullanirim. yapma bunu, yapma bunu. o programda bilmemnede odul alan kisa filmin aynisini cekip gelen ekip arkadaslarin skec diye programda yayinlayip insanlari salak yerine koyarken, bir skec cekmek icin bebek'teki ofisin arka sokagindaki cikmaz sokaktan bir sokak ileri gitmezken hazirlikli olmaktan bahsetme. kendi hazirladigin programa gelen konugun bildigin dedikodusunu yapip bizi kendine guldurme.

    cv'sinde aska cok kiymet veririm yazan tabii ki gormedik aziz kedicim, e gormek de istemiyoruz acikcasi. hayat akar, mutlu olmayi kim istemez, iyi bir insan olmaya kim cabalamaz, ya da kim bir derecede hassas degildir ki? ama ne alaka yani? profesyonel yasam diye bir sey var, onun dinamikleri icinde basari kriterleri var, eyvallah var evet. sen hassassin da beyaz yakalilar okuz degil yani.

    basari, winner'larin loser'lari bla bla diyorsun da 'kral' diye kac yildir program yapip kafa utuluyorsun, televizyon tekeli degil misiniz ayol siz? bayulgen'in cok ismi gecmis olabilir ama demeye calistigim su; okan bayulgen'in guncel ve yakin gecmis programlarinin kolpalik derecesinin arkasinda maalesef bu arkadasimizin da parmagi var. e yani orda olmasa su an o sahnede olabilecek miydi, o da var, o yuzden icim rahat 'geciriyorum'.

    ben bir anafikirden bahseden bir adam goremiyorum? annesini babasi hakkinda dediklerini hic anlamadim zaten, toparlamaya falan da calismadi, sacma sapan bir uslup komik olacagim ugruna. dunyayi ceo ve o gerzek programa gelen konuklardan ibaret sanan, anladigim kadariyla ceo'nun acilimindan da habersiz bir insanla karsi karsiyayiz. zannedersem satis muduru falan zannediyor. 'basari ahlaksizdir, ahlakli bir cok yuksek basari yoktur dunyada.' derken bilimin, bilim calisanlarinin varligini unutuyor mesela atiyorum. kisisel fikirlerimden cok isin oznel yanlarini one cikarmak isterim ama hali hazirda kendi tecrube etmedigi olumlu seylerin olumsuz anlamda kritigini yapan insanlari duyunca yuzume igrenc bir ifade oturur. daha acik ornek vermek gerekirse, ilk kez sahit olmadigim bir sey bu; okumamis birinin okuyanlara okumaniz cok gereksiz demesi. bunu gercekten anlamsiz buluyorum, ornegin eroin bir hatadir desen anlarim, kendince olumsuz bir seye olumsuz yorum yapiyorsun. ama yani daha iyi egitim alan birinin nesini elestirir insanlar anlamam. kimse sana 'ben cok iyi egitim aldim yani cok iyi bir insanim' demedikce tabii. 'ben cok iyi bir egitim aldim ve simdi cok iyi bir ise girecegim' diyen insana 'evet, dogru' diyoruz.

    konusmanin kotulugunun buyuk olcude sebebi hazirliksiz cikip diyeceklerini toparlayip, bir yere baglayamamis olmasi olsa da bir yere baglanmis halinden de beklentimiz sifir.

    aziz kedi'yle bi derdim yok - bilmiyorum, su an var gerci galiba- ben de asiyim, ben de eksi sozluk yazariyim, ben de rakciyim ama ben evimde oturup cemkiriyorum, ted x reset sahnesinde degil. eminim soyleyecek baska seylerin vardir, keske cem yilmaz soslu okan bayulgen junior konusmasi yerine su an burda tatli tatli anacagimiz bir konusma yapsaydin. bunlari evinde oturan her insan 16 yasindan itibaren dusunmeye basliyor zaten, ama hayat oyle bir sey degil. herkes universiteyi birakip medya devlerinin yaninda ise girmiyor. agzimizdan cikani kulagimiz isitmeli, iki artislik yapacagiz diye gereksiz ogutler vermenin hatta herhangi bir anafikri olmayan konusma yapmanin alemi yok. sunum yapma demiyorum, hobi olarak yine yap, ama orda degil.

    http://vimeo.com/20100323
  • "günaydın ergenlikten başlayıp her sabah sauna eşofmanıyla hşı hşı diye yürüyüş yapan hırslı orta yaşlılara ulaşan dev skaladaki okurlarım. 2010’un son pazar’ında yine birlikteyiz. benim bir sözüm vardır, “hayat biz planlar yaparken başımıza gelen şeydir” derim. yani bakalım 2010’u gerçekten yaşadınız mı, yoksa gündelik koşuşturmanın hayhuyu arasında kaynayıp gitti mi güzelim yıl?"
    şeklinde başlayan yazısında geçen ve evrendeki bütün facebook status'lerinden lise tuvalet kapılarına; şarkı sözlerinden pelin batu'nun "john lennon'un sözü hayat mottomdur" açıklamasına dek her yerde yüz milyonlarca kez tekrar edilmiş ünlü aforizma hakkında yaptığı geyiği "yutturmak" olarak yorumlayan kimselerin 13 yaşından henüz gün almaya başlamış olmasından başka bir ihtimal tasavvur edemeyen insandır.
    esprili çocuk filan demiş bir de :)
  • bir buçuk aylık bir mecburiyet dışında hayatında radyo dinlememiş kişidir. tesadüfen belgeleri de var. (bkz: capital radio/@aziz kedi) (bkz: açık radyo/@aziz kedi)

    sadece sükut ikrardan gelmesin diye bir not olarak düşüyorum. zeki kayahan coşkun’un radyo programını bir kere bile dinlemedim. ayrıca bırak bir başkasını, kendimden bile iş çalmam. kaldı ki bir gün espri araklayacak olsam “matrax” programının sunucusu ve “türkleri anlama kılavuzu” kitabının yazarı sayın coşkun’dan değil; the onion’dan, jon stewart’tan ya da billy connolly’den araklarım.
    her neyse. ben zeki bey’in “bazı tolkşovlarla zaman zaman pişti oluyoruz” anlamında konuştuğuna inanmak isterim. yok eğer “ibneler benden aparta aparta program yapıyorsunuz” demek istediyse ve bu fikrinde ısrarlıysa, ne kastettiğini "elektrik süpürgesiyle liposakşın vb" ya da "kedi mi ne hı" şeklinde değil; herkesin huzurunda açıkça, madde madde ve yayın tarihleriyle netleştirmesini beklerim. çünkü edep bunu gerektirir. içinde bulunduğum tüm yapımlar gün gün, saniye saniye belgelidir, arşivlidir (elektrik süpürgesiyle liposakşını da ben hatırlayamadım, sağa sola sordum. 2005-2006 sezonunda haber makinası programında yaptığımız canlı bir skecin içinde geçiyormuş. ancak bunun zeki beyle ilgisi nedir bilmiyorum).

    bu mevzu, aslında uzun süredir yazmak istediğim başka bir şeyin vesilesi oldu. o açıdan iyi. eğence/mizah/kültür alanındaki pişti olmaklık, tesadüfilik ve arakçılıktan uzun süredir söz edesim vardı. fırsat bulunca yazmayı hedefliyorum.
  • sitem ettiğimdir.

    "perşembe gece yanındayım olm,bak mutlaka bişiler ayarla" diye mesaj attı, "ben seni arıcam" dedi. aha buyrun bu gece perşembe. saat 11 olmuş beyimizden ses yok, arıyorum bi havalar,bi efelenmeler. karşısındaki her adam cem özer sanki!

    ben sana bi öğrenci evi hazırlamışım, belki öyle rahat edersin diye. hukuk çimleri usülü şarap-sprite'ını atmışım dolaba, oturacağın minderleri pofurdatmış, son 4 yıldır temizlenmeyen küllükleri ciflemişim. ha öte yandan,belki ev ortamını özlemişsindir diye aileyi ayağa kaldırmışım. bi güzel paçanga yapmış annem, yemekten önce şööle tekel birasıyla atıştırmalık. mercimek çorbası pişirmiş,apartmanı kokutmuş, babam kaymaklısından almış yoğurdu. "zaga'daki çocuk değil mi o?" diye nitelendirdiği seni bağrına basmış bu ev, temiz çarşaf sermiş yatağına...

    dur nefret ettiğim bir kalıp kullanayım: "şaka bir yana"

    üzdün beni be aziz...
  • baktım çok yakışıklıymış. hemen sözlükten mesaj attım, bana cep telefonunu yolladı. şimdi cepten mesajlaşıyoruz. daha pahalı ama olsun.
  • tedx reset'teki konuşması da bahsettiği gibi bir illüzyondur sdlfkjsdlk. gaza gelip okulu falan bırakmayın. hayat öyle bişi diil, herkes 4 ayak üstüne düşmez. rasyonel olun.
  • arasan yüzlerce tiki içeren başlık bulursun sözlükte, şimdi de apaçi. bu iki grubun ortak bir özelliği var, eğreti duruyorlar, komik oluyorlar. sadece bu ve bu yüzden dalga geçiliyorlar.

    ha dersen biri fakir öteki zengin diye laf ediliyor, bence derinlemesine temizlik yapmaya gerek yok kardeşim, basbayağı garipler. ne yani apaçiler gariban diye bağrımıza mı basalım, e buyur tikileri savun o halde, a pardon onlar zengin bebesi. araya da orta sınıf, apaçi muhabbeti, ben de oldum mu entel
  • tam da "lan bi gidemedik şu programa da..." şeklinde iç geçirdiğim bi dönemde üniversitenin panosunda şu ilanı gördüm: "selam arkadaşlar 24 şubat günü makina'ya gidiyoruz..."

    hiç düşünmeden kayıt oldum ve izmir'den yola çıkılacak cuma gecesini beklemeye başladım. ve evet, 9 saat sonra istanbul'a geldik. o müze benim, bu saray senin derken akşam oldu ve uzun bi bekleyişten sonra stüdyonun bulunduğu binaya vardık. eveeet buraya kadar her şey iyi, hoş, güzel. daha önce gitmiş olanlar bilirler (lan ben de sanki her gün oradayım amına koyim), binanın girişinden yaklaşık 30 metre ilerdeki, güvenliğin falan beklediği girişten bizim üniversitenin kızlarını hemen içeri aldılar. zaten bizim otobüsün hemen hemen hepsi kız olduğu için biz üniversitenin erkekleri olarak yaklaşık 10 kişi kapıda kaldık. tek tesellimiz şuydu ki kapıda bekleyen sadece biz değildik, hemen sağımızda boğaziçi üniversitesi vardı. biz hepsini "ohaa bu muymuş lan boğaziçi üniversitesi dedikleri?", "bunlar da bizim gibi insanmış abi" bakışlarıyla süzerken onların kızlarının da içeri alınmadığını gördük. evet, en azından o an boğaziçi üniversitesi'nden bir adım öndeydik, bizim üniversitenin kızları stüdyodaki yerlerini çoktan almıştı. güvenlik elemanı bizi görmezden gelip kendi halinde takılırken, bizse artık son umutlarımızı da kaybetmeye başlamışken boğaziçi öğrencileriyle muhabbetin içinde bulduk kendimizi...

    - sizin kızları aldılar bizimkileri almadılar
    - beğenmediler heralde sizinkileri

    boğaziçi öğrencisi genç lafa atıldıkça bizim eleman lafı koyuyordu, iki üniversite arasında soğuk bir savaş başlamıştı adeta:

    - sizden kızları aldılar bizden de erkekleri alsınlar bari
    - bizim kızlar size fazla gelir, yetmezsiniz...

    derken kapıda, kar soğuğunda ve ayakta geçirilen birinci saat geride kaldı. evet, bir saattir ayakta binaya alınmayı bekliyorduk. bu arada stüdyoya yerleştirilmiş kızlardan bir bir haberler gelmeye başladı: "yaa içerde yer kalmadı, sizi almayacaklarmış...", "bence siz dönün ve otobüse binin, girmeniz imkansız..."
    ve bazı duyarlı kızlardan gelen mesajlarsa "ya burada yer kalmadı sana, istiyosan ben de çıkayım" tarzındaydı.

    artık iş inada binmişti. "nasıl, nasıl... nasıl girebiliriz içeriye? bi yolu olmalı..." şeklinde bir beyin fırtınası başlatmışken birden aziz kedi geldi aklıma. "lan olm ben aziz kedi'yi tanıyorum bu arada" dedim. "hasiktir" dediler. "valla bak, sözlükten mesajlaşmışlığımız var hacı, kankayız..." dedim. bu sefer az da olsa inanmışlardı sanki. tam o sırada içeriye girmek üzere 3 adet ağır abi geldi ve içlerinden biri güvenliğe "hooeyt mustafa abi içerde mi?" diye seslendiği an güvenlik görevlisi geldi, kapıyı açtı ve "bizi de al abi, bizi de, donduk ulan burda" serzenişlerimiz eşliğinde adamları içeri aldı. "lan sen de aziz kedi içerde mi lan?" diye bağır bizi de alsınlar" dedi bi arkadaş. tam "aziz kedi nerdesin ulaaan" diye bağıracaktım ki (yavaş bağırayım da saçım başım dağılmasın) içeriden gelen talimatla güvenlik görevlisi geldi ve kendinden gayet emin bi şekilde "tam 8 kişi alcaz" diyerek kapıyı açtı ve biz 10 erkek görevlinin "biiir, ikiii, üüüç, dööört..." şeklindeki sayımı eşliğinde aynı anda daracık kapıdan girmek için hücum ettik ve sonunda stüdyonun bulunduğu binaya girmiştik... (sona kalan 2 kişi dışarıda kaldı mı, şu anda nerede ne yapıyorlardır hala merak ediyorum)

    neyse biz kafeteryada beklemeye başladık, zira stüdyoda bi köşede ayakta durmaya bile izin vermiyorlardı. makina'nın başlamasına dakikalar kalmıştı ve "sizi sadece dışarıda üşümeyin diye içeri aldık, stüdyoda yer yok" dedi kimliği belirsiz biri bize. tam da "hasiktir, napcaz şimdi?" diye oturup kara kara düşünürken "amına koyim hani aziz kedi arkadaşındı, bulup konuşsana lan adamla" şeklinde baskılar gelmeye başlamıştı ki o belirdi karşıdan, aziz kedi belirdi. harbiden de aziz kedi'ydi lan, rüyada değildim. hemen koştum yanına... "ben incredible" dedim, "sözlükten"... cevabı tam olarak hatırlamıyorum ama hemen hemen şöyle bişeydi:

    - ahah incredible mı? abi ben seni 30 yaşlarında, kel ve şişman bi bankacı olarak hayal ediyodum...

    programın başlamasına dakikalar kala çok da zamanını almamak için direkt konuya girip mevzuyu anlattım. taa izmir'den sırf makina için geldiğimizi, dışarıda kaldığımızı söyledim. çok da sikleyeceğini sanmıyordum açıkçası ama adam sözlük kardeşliği olayını doğrularcasına acayip derecede ilgilendi bizimle (ilk reklam arasında stüdyodaydık). bununla da kalmadı, programın başlamasına dakikalar kala, onca telaş arasında 5-10 dakikasını ayırıp geldi yanımıza, muhabbet etti fütursuzca. o kadar samimiydi ki... sanki çocukluk arkadaşı falandık kendisiyle.

    biliyorum çok uzattım ama şunu da eklemeden geçemeyeceğim; adam program bittikten sonra, saat 5'e gelirken çıkışta tekrar yakaladı bizi ve 3 saat boyunca aynı pozisyonda, bağdaş kurmuş bir şekilde oturan ben pek kendimde olmasam da memnun kalıp kalmadığımızı, tekrar beklediğini falan söyledi (yani sanırım öyle dedi... dememiş de olabilir. dostum eğer hatalıysam mesaj at, editlerim).

    yalnız şu diyaloğu yanlış hatırlıyor olamam:

    aziz kedi: eve gidince mutlaka sözlükten mesaj at, ya da mailim şu, mail bekliyorum
    ben: ne konuda atiyim? (gayet ciddi bi şekilde)
    aziz kedi: selam, ben incredible*. dün gece senden çok etkilendim... (bu da gayet ciddi bi şekilde)

    şunu da belirtmeden geçemeyeceğim...

    sözlükte on binin üzerinde yazar var, bunların sadece küçük bi kısmıyla zirveler sağolsun yüzyüze tanışma imkanım oldu ama aziz kedi'yi gördükten sonra şunu kesin bir şekilde söyleyebilirim ki şu koca sözlükte bu adam kadar cana yakın, samimi, daha da önemlisi bu adam kadar gerçek bir başkasını bulabileceğimi sanmıyorum.

    ve evet, nick başlıklarına girdiğim entrylerde beş cümleyi aşamayan ben ancak rüyamda görebileceğim uzunlukta bir entryi sonlandırmış bulunuyorum an itibariyle, esen kalın.
  • kokteyl entelektüellerinin tabiriyle "öteki" adı verilenlerin savunmasını üstlenmiş milliyet cadde'de yayınlanan yazısında. hani adı geçen feysbuk grubuna üye çoğunluk ötekilerle kafa bulmayı tercih ederken kendisi bu üye çoğunlukla kafa bulmayı tercih etmiş.

    fakat ortada şöyle yaman bir çelişki var ki; aziz kedi bu gruba üye olanların, apaçileri helehele diye yorum ve eleştiri bombardımanına tutmalarını hatalı bir davranış olarak gördüğünü belirtirken, kendisi de gruba üye olanları aynı yüzeysellikle ve gereksiz genellemelerle eleştirmiş.

    o 56.442 kişiye, "siz, eşten dosttan geri kalmamak için hayat boyu sevmeyeceğini bildiği müzikleri biriktiren, içine darallar geldiği halde rafına kieslowski filmleri dizen, konusu gelince “okudum onu ben!” diyebilmek için çok sıkıldığı halde elindeki kitabı fırlatıp atamayan, fransa’nın bağrından kopmuş bir gastronomi uzmanı gibi “rakının yanında şu yenmez, şampanyayla kumpanya yapılmaz” diye öğretmenlik taslayanlardansınız." diye giydirirken, "siz, büyük oranda ‘ben’im." diyerek olumsuz yorumlardan bir şekilde kurtarabileceğini düşünmüş olabilir aziz kedi. ama bana kalırsa gazetede bir savunma kalkanı olarak "siz 'ben'im" yazarken aslında içten içe kendisini hiç de bu bahsettiği güruha dahil hissetmediğine, gerçek bir entelektüel (!) olarak gördüğüne eminim.

    ve bu durum hiçbir şekilde apaçileri eleştiren kesime "bu çağ, bu sistem, bu hayat böyle şeyleri zorunlu kılıyor." bahanesiyle "zavallı" diyebilme lüksünü kazandırmıyor kendisine. o gruba üye olanlara "zavallı" diyebilmek, en az aziz kedi'nin gruba üye olanların apaçilere yaptıklarını iddia ettiği derecede yargısız infaz demektir bence.

    hah bir de aklıma gelmişken; madem "apaçi" tabir edilen tipleri ve onların ait olduğu yoksul kesimi bu kadar savunmaya heves ettin aziz, hatırlatmak isterim, para kazandığın programda her hafta mutlaka flash tv'den ve başka kanalların izdivaç programlarından alınan görüntülere yer veriyorsunuz. evet direkt olarak apaçiler yok bu görüntülerde ben de farkındayım. fakat programda yer verdiğiniz bu görüntülerde izlediğimiz kesim doğrudan o apaçilerin de ait oldukları kesimin ta kendisi. özellikle flash tv görüntüleri. medya arkası'nda yalçın çakır'ın programı gözüktüğü anda höylöylöy diye alkışlamaya başlayan "sizin" seyirciniz, senin tabirinle sistemin böyle olmasını zorunlu kıldığı zavallılar. öyle ya feysbukta 56 bin küsür kişi apaçileri eleştiriyor ve eğleniyorsa bununla, senin seyircin de yalçın çakır'ın programına konu olan yoksul kesimin yaşadıklarını eleştiren ve bununla eğlenen güruhun ta kendisi. ee? pek bir fark göremedim ben.
hesabın var mı? giriş yap