• oradaki bir hastayla röportajdan :
    - teyze yeni yıldan neler bekliyorsunuz?
    - teşekkür ederim. (gülüyor)
    - yeni yıldan beklentileriniz neler?
    - teşekkür ederim, bir beklentim yok, neden olsun ki?

    yeni yıl için duyduğum en mantıklı yaklaşımdı. yaşıyoruz işte ne bekliyoruz ki? beklesek ne olur?
  • bahçesinde şöyle bir olay geldi başıma; parmaklıkların arkasında cigara tellendiriyorum. bir tane hasta geldi ve olaylar başladı.

    - abi bana bi sigara versene
    - al yavrum!
    - (öteki elini parmaklıkların başka bir yerinden çıkartarak) bana da bana daaa
    - al sana da vereyim.

    güler misin ağlar mısın arkadaş? adam sigaraların ikisini de yaktı ve hızlı hızlı uzaklaştı.
  • bir huzur ve yalnızlık mekanı..
    şimdi neden böyle niteledin diye sorulabilir.. benim için brshh bir kaçış noktasıydı.. yolumu uzattığımı bile bile ataköy`e okula giderken hep oradan geçtim. sessizliği, dinginliği ve nedense yalnızlığı hep orada buldum.. istanbul içinde en huzur bulduğum nokta orasıdır.. kar yaağdığında bir büyü çöker ki inanılmazdır
    ağaçların içinde sessiz, sakin ve kendi içinde dönen bir hastanedir brshh..
    bir çok söylenti vardı hep.. şehir dışına taşıyacaklar bulunduğu bölge değerli diye...
    daha ortaokul yıllarında sinir hastaları insanlar bana abi diye yaklaşınca neden diye sorardım kendime.. belki formaların içinde çok boylu olduğumdan gösterişliydim ama yine de olmamalıydı.. oradakiler belki deli diye dışlanmışlardı toplum tarafından ama hiç kimseye zararları yoktu...
    bir çok insanın girmeye bile cesaret edemeyeceği yerlere gittim ve bir çok insan gördüm hepsi insanlık dışı şartlarda kalıyorlardı ama o şartları kendileri istiyorlar gibiydi.. camları kırarlar, yerleri pislerler, yatakları parçalarlar hepsi içiçe ve başa çıkılamaz boyutlarda..
    hiç unutamayacağım diyaloglar yaşamıştım..
    - abi..
    - efendim (artık kabullenme söz konusu)
    - çok üşüyorum..
    - ısıtmıyorlar mı hastaneyi..
    - yoo ısınıyo
    - ne güzel işte..
    - üşüyorum ama yüreğim üşüyor..
    edit: dünya her geçen gün daha çok kabus`a benziyor, titreyen yüreklere, ince zihinlere.. düşünen ve anlamsız çatışmaların arasında tutunacak yer arayanlara yetişen bir dünya orası.. bırakın tımarhanelik olalım..
  • bir dönem müzikli terapi saatinde hastalara theremin çaldığım hastane. ironiktir ki theremin sesinin insanların psikolojisini bozduğu gerekçesiyle dışarılarda performans düzenleyemezken orada kendimi sevdirebilmiştim.

    performansların birinde theremini ilk defa gören bir hasta bana yaklaşarak hızır aleyhisselam diye bağırıp hayret etmişti. bir diğeri hakkında hayalet sesi, korku filmi müziği gibi alıştığım ve artık çok sıkıldığım benzetmelerin dışında theremin sesini cennetin sesine benzetmişti.

    ve bunlar anlaşmalı olarak yaptığım metro müzisyenliği uğraşımdan yolcuların psikolojisi bozuluyor gerekçesiyle kovuluşum ile aynı ay vuku bulmuştu. velhasıl kelam bu hastane algısı açık insanların toplanma yeridir çoğu zaman.
  • burada özellikle sürekli kalan hastalar kışı ipince kıyafetler ile geçiriyorlar. bir şekilde işiniz olur da giderseniz, kışın en çok duyacağınız söz yanınıza yaklaşan hastaların üşüyorum sözü olur. 3-4 sene önce muhtarlığın yardımıyla toplayabildiğimiz kadar kışlık kıyafeti buraya götürmüştük. kıyafetleri teslim ederken yetkiliye neden böyle diye sorduğumuzda, bazı hastaların hiç ziyaretçisi yok bağışçılar ne getirirse onu veriyoruz, çoğunun da yakınları ilgisiz 2-3 kıyafetle 1 yıl geçirenler var demişti.

    bir de akıl hastanesi deyince, sadece doğduğundan ya da küçük yaştan beri hasta kişiler yatıyor sanılıyor genelde. 30-40-50 yaşlarına kadar normal bir hayat yaşayıp da, daha sonra rahatsızlanan ve yalnız bırakılan bir sürü insan da var içeride. öyle işte.
  • yaz ayında, can sıkıntısını gidermek ve bir şeyler öğrenmek adına, bir ay boyunca kadın psikiyatri servisi h blok'ta gönüllü staj yaptığım yerdir. bulunduğum h blok 2.kat kısmı, açık ve kapalı servis diye 2'ye ayrılıyor. kapalı serviste kalan hastalar, açık servis'te kalanlara nazaran daha ağır hastalar.

    bu hastanede staj yaptığım dönem boyunca, birbirinden ilginç hastalar tanıdım. birbirinden farklı ilginç hikayeler gördüm. bu hikayeler öyle hikayeler ki, insanı hem üzüyor, hem şaşırtıyor. hani filmlerde yok böyle hikayeler derler ya; işte oranın adresi bakırköy ruh hastalıkları hastanesi olsa gerek. bir köşede oturup, saatlerce bahçeye bakan insanlar, servis içinde bir anda soyunup, oraya buraya koşanlar, bir gün biri beni ziyarete gelecekler düşüncesiyle servis kapısında umutla bekleyen insanlar, çantasının içinde fransa cumhurbaşkanı'nın ruhu olduğuna inananlar, durduk yere göbek atıp, beni güldüren teyzeler,"ilaç almayacağım, siz beni öldürmek istiyorsunuz." diyen abla, sürekli ağlayanlar, hayali arkadaşlarıyla konuşanlar, en çok ilgimi çeken: klinik psikoloji dalında uzmanlaşmış, bir üniversite'de yardımcı doçent ünvanı olan, yaşadığı ağır hezeyanları yüzünden hastane'de yatan üniversite hocası ve daha niceleri. ilginç deneyimlere sahip oldum bu hastane sayesinde.
  • 2 haftada tanıdım burayı. bir arkadaşım ekolü değil kesinlikle, arkadaşımın oğlu yatıyor bu süredir sınırları dahilinde, o bahisle.

    "abiiiii, bi sigara ver abiiii. nollur be abiii, bi sigara." bu kimin için ne ifade eder bilemem, ama iki haftadır sürekli kulaklarımda çınladığı çok net. hiçbir yakını olmayan, akıl sağlığını yeniden kaybetmişler, müptezeller, kendini kaybetmiş olanlar... ve niceleri.

    beyindeki kimyasal hasar ve bozulmaları bir kenara bırakırsak, delilik; cidden çok izafî bir kavram. şahsen, kim kimin deli olduğunu nasıl anlar hep merak etmişimdir. bunun sınırı, limiti, kanıtı, detayı nedir ki? normal dediğimizin, dışında kalanların tümü? normalin bir istihap haddi olmalı sanki...

    ilginçtir, çıkmak isteyenlerin çoğunlukta olduğu bir yer olmasına rağmen, çıkmak istemeyenler de var. ailesi, annesi, babası terketmiş olanlar, kimsesiz doğanlar, çalacak bir kapısı olmayanlar...

    çalacak tek bir kapının bile olmaması, yeni bir yalnızlık tanımı doğurur mu içinden? peki ya çalacağı kapıların açılması, yalnızlığını giderir mi insanın kökten?

    yalnız doğuyoruz ve yalnız ölüyoruz, bu net. arada yalnız olmadığın yanılsamasına kapılmak güzel bir lüks olmalı insan için. kıymetini bilmiyorsa, yazık!

    hem de çok.
  • dünyadaki en geniş kapsamlı üçüncü akıl hastanesi imiş.
    birincisinin 1 milyarı aşkın nüfusa sahip hindistan'da olduğu düşünülürse, akıl sağlığı yönünden milletçek çok iyi bir rasyoya sahip olmadığımız sonucuna varılabilir.
  • birbirinin gözünü oyan hastalara dakikalarca müdahale edilemeyen hastane olmasının yanında, birbirinin gözünü oyabilecek potansiyelde hastaların beraber aynı odada yattığı hastaneymiş de; hele ki bu ikisi bir araya gelince, yani birbirinin gözünü oyacak potansiyelde iki hasta aynı odaya konup dakikalarla ifade edilen bir kayıp zaman yaratılınca artık insanın aklına "ortada bir bahis mi dönüyordu acaba, hangisi kazanacak diye" türünden absürd sorular gelmesi bile acayip değil.

    diğerinin marifetinin ne bok olduğuna dair bir veri yok da, ajanslara düşen haberde gözü oyulan hasta için "bir bıçaklanma olayına karışan h.ş." denmiş sadece; adamın karıştığı bıçaklanma olayı, daha buradaki hadiseden 20 gün kadar evvel annesini öldürüp babasını ağır yaralaması. sebep de olay çıkardığı bir restorandan kendisini almaya çağrılmış olmaları.

    hastanın biri bu, öbürü kim bilir ne; sen gel bu ikisini aynı odaya koy ve biri diğerine saldırdığında 10 dakika müdahale edeme!
  • sigara isteyen ve deli olmayan insanların mekanı.

    küçüktüm; ilk okul çağları. çocukluk zaten yaş olarak değil de hep ilk okul dönemi diye hatırlanıyor hafızamda. küçük teyzem, en sevdiğim teyzem bir akşam apar topar götürüldü ve bırakıldı bakırköy'e.

    teyzem hiçbir zaman çok aklı başında olmamıştı aslında, galiba benim de onu sevmemin nedeni buydu. beni istediğim yere götürür, istediğim oyuncağı alır, istediğim oyunları oynardı. onu yapma, buna dokunma demezdi. öyle konuşma, şöyle oturma demezdi. sınır yoktu yani onunla geçen zamanlarda. ben çok severdim onu, biliyordum ki o da beni severdi. kardeşleri arasında en güzel evliliği yaptığı düşünülürdü. emel sayın'a benzetilirdi, çok güzeldi. annemlerin kendileri dikip giyebildikleri, yeni modelleri ancak burda dergilerinden takip edebildikleri, hazır giyimin pahalı olduğu dönemde teyzem hep hazır giyerdi. avrupai bir havası olurdu hep. kısa, sarı saçları ve modern giyimiyle imrenilen biriydi çevresince. eşinin hazır giyim üzerine dükkanı vardı, iyi kazanırdı ama eve pek katkısı olmazdı. teyzem de çalışır, faturaları, kirayı o öderdi. eşi gezmeyi, yemeyi, giymeyi severdi. teyzem de ona ayak uydurur hep gezer, hep en güzeli giyer, hep hazır yerdi. zamanla bu düzen aynı güzellikte gitmemeye başladı normal olarak. çocukları olmuyordu ve teyzem eşinin bu durumunu bize fazla sevgi göstererek, devamlı bizi yatılı misafir ederek, bize istedigimiz her şeyi alarak gözüne sokuyordu. giymek, gezmek, yemek, içmek de bir zaman sonra sıkmaya, yetmemeye başladı. teyzem bizi eşinden daha çok, eşi de yanında çalışan tezgahtari teyzemden daha çok görmeye ve düşünmeye başladı. akabinde boşandılar. bosaninca teyzeme yeni ev tutuldu, yalnız yaşamaya ve çalışmaya devam etti ama aslında boşandıktan sonra hayatı devam etmedi. teyzem iradeli olamayan, kontrol mekanizması biraz zayıf bir insandı hep. boşandıktan sonra yeni bir düzen kuramadı kendine. yaşadığı başka kötü ailevi şeylerin de etkisiyle iyice sinirlerine hakim olamayan biri oldu. bir gün çok şiddetli bir sinir krizi geçirdi. kimse onu tanıyamıyordu. annemi aradılar, gittik biz de. önce erenköy'e götürüldü yakın olduğu için. oradan bakırköy'e sevk edildi. kuzenlerim ve annem onu oraya bırakıp geldiler. yatış yapıldı. o gece o kadar korkmuş ve ağlamıştım ki hep teyzemi düşünüyordum. orada delilerin arasında nasıl kalacak diyordum. korkar benim çocuk kalpli teyzem. ona bir şey yaparlarsa, ağlarsa kim teselli eder ki onu. yapayalniz nasıl kalır ki orada. hayatımın en büyük travmalarindan biriydi ve diğerlerinin başlangıcı. teyzem bir müddet yattı ama ne kadardı onu hatırlayamıyorum. bir kaç ay falan herhalde. onu ziyarete giderdik ve annem beni yanında götürürdü cogu zaman. abim gitmezdi ama niye annem hep beni alırdı yanına bilmiyorum, teyzem beni çok sevdiği için herhalde. yıllarca kızdım anneme oraya her gidişimde ne kadar korktuğumu hiç anlayamadığı için. teyzemi görünce mutlu oluyordum ama çok korkuyordum orada bulunmaktan. teyzemden de korkuyordum eskisinden farklı hiçbir şey olmamasına rağmen. orada yatırılması ona yapılan en yanlış hareketti bence hayatında. bu ayrı konu; derin mevzu.

    hastaneye gittiğimde kocaman bahçesi bana olduğundan daha da devasa, sanki başka bir dünya gibi gelirdi. bahçenin sağında solunda kendi halinde gezen adamlar, kadınlar olurdu. farklı bloklarda, farklı hastalar yattığı için teyzemin olduğu binaya giderken kendimizce rota belirlemiştik. bazı camlardan korkunç sesler gelirdi çünkü ve biz ordan geçmek istemezdik. bazı camlarda kadınlar hep konuşurdu, hiç durmadan bişey anlatırlardi. düşünen adam heykelini her görüşümde ben de derin düşüncelere dalardim. düşüncemde en azından, orada olmadığımı hayal ederdim. bahçeden en çok aklımda kalan da sigara içen insanlar. bizi gördüklerinde hep sigara isterlerdi. bir adam vardı, her gittiğimizde sipariş verirdi; bir sigara bir gazete isterdi. hastanenin orada bir bakkal mı ne vardı, duvarın arkasından seslenir, gizlice oradan bişey isterlerdi. zamanla alışmıştım ben de. sigara isteyen insanlar zararsızdır önermesi işlenmişti bilinçaltıma.

    teyzem de oradan çıkınca sigara tiryakisi oldu. hastane ve sigara bağlantısı için bir araştırma var mıdır bilemiyorum ama psikolojik/psikiyatrik sorunu olan kişilerin bir şeylere bağlanma isteği olduğu aşikar. sonraki yıllarda sigarayla beraber, kola bağımlısı da oldu teyzem. aynı zamanda yeme bağımlısı da oldu. etrafındaki kimse bu olan biteni doğru okuyamadigi için bir anlamda kendi kaderine terkedilmis oldu. hastaneden çıktığından beri, yani neredeyse 20 senedir bütün gün yatan bir kadın oldu teyzem. sadece yemek ve ihtiyaç gidermek için kalkan; bunun dışında tüm vakitlerini yatarak geçiren, kendi öz bakımını dahi yapamayan biri oldu. bunu biz, hepimiz yaptık. sorumluluk etrafındaki herkeste aslında ama işte kimse bu bilinçte değil.

    bakırköy ruh ve sinir'in diğer etkisi de arkadaş ortamında oldu benim için. biz küçükken türk filmlerinde çok yaygındı deli gömleği giydirmek, deli benzetmeleri vs. benim de arkadaşlarım deli diyordu teyzeme. teyzesi deliler hastanesine yatmış diyorlardı. çocuktuk. onlar beni kırdıklarının farkında değillerdi, ben de bunun kırılacak bir şey olmadığının. uzun yıllar teyzemden utandım. kimseye anlatmadım o dönem yaşananları. çok yıllar sonra bu durumun benim dışımda gelişen ve insana dair bir sey olduğunu, utanılacak bir şey olmadığını anladım. teyzemi daha çok, daha da şiddetli sevdim. 3-4 yıl önce kangren olduğunda 1 ay geceli gündüzlü hastanede ben baktım, iki kız kardeşiyle beraber. diğer kuzenlerim, abim, dayım kimse geçmiş olsun demekten öteye gitmiyordu, ama ben teyzemin hayatına öylesine şahitlik etmiştim ki bakırköy'e ziyarete gittiğimde ondan korktuğum her anın acısını cikarircasina bir ay onun her bakımına dahil oldum. bir nevi günah çıkarmaktı belki.

    bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi sadece bir hastane değil yani anlayacağınız, orada bir yakını bulunan herkes için koca bir hayat. eğer orada bulunan bir yakınınız ya da onun yakını varsa bilin ki o kişi deli değil. gidip de o insanların yanında deli göndermeli, kinayeli laflar etmeyin; unutulmuyor. bir de hastaneye giderken bir paket sigara alın da gidin ne olur ne olmaz.

    teyzem hala bütün gün yatıyor, artık şeker hastası, sigara icmiyor. eski eşi çoktan evlendi, hala kendi giyim dükkanı duruyor. erkek hayatına devam etti, kadın erkeğin onu bıraktığı yerde kaldı, devam edemedi.

    kim iyi, kim kötüydü kimse bilmedi.
hesabın var mı? giriş yap