ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
çocukken yapılan abukluklar
-
''güven testi'' denen zımbırtının yeni moda olduğu ya da bizim yeni duyduğumuz, benimse ''hadi şimdi güven testi yapıcaz seninle, kollarını açıp kendini bırakıcaksın, ben de seni tutucam'' diyen arkadaş sayesinde ilk kez duyduğum zamanlarda, olayı yanlış anlayıp, kollarımı açıp arkaya değil de kendimi öne doğru bırakmak suretiyle kafayı gözü dağıtmak. güven testinde yüz üstü yere yapışan başka biri var mıdır merak etmiyor değilim.
ailenin komik kısa mesajları
-
dedem bana kontör yollamaya çalışırken mesajı turkcell yerine benim numarama atar:
"0537**** kontur 50"
bir şeylerin yanlış olduğunu farkeder ve 5 dakika sonra ikinci mesajı atar:
"0537*** kontur yollama 50"
karşı cinsten sanılmak
-
- pardon hanfendi memalik sokak neresi aca..
- hı?
- pardon beyfendi.. saçlarınız.. yani.. nebileyim
- ne beyfendisi? neler saçmalıyorsunuz?
- hass.. pardon hanfendi.. yani, gögüsleriniz.. yok gib..
- ne diyorsun hayvann!
- memalik
kurucu etkisi
-
populasyon genetiğinde, kurucu etkisi,daha geniş bir populasyon bireylerinin çok küçük bir kısmı ile yeni bir populasyon kurulduğunda meydana gelen, genetik çeşitlilikte bir kayıptır. ilk defa ernst mayr tarafından, 1952 yılında bütün yönleriyle özetlenmiştir.
genetik çeşitlilikte bir kaybın etkisi olarak, yeni populasyon, ata populasyondan hem genetik hem de fenotip olarak ayırt edici bir biçimde farklı olabilir. olağanüstü durumlarda kurucu etkisinin türleşmeye ve yeni türlerin sonraki evrimine sebep olacağı düşünülür.
kurucu etkisi
resimde de görüldüğü üzere, orjinal populasyon neredeyse eşit sayıda mavi ve kırmızı bireylere sahip. üç daha küçük kurucu populasyon, bir rengin baskın (kurucu etkisi) olduğunu gösteriyor.
ramil guliyev
-
bırakın ülkem adına, tüm beyaz tenliler adına bi garip onu orada kavruk abilerin önünde altını alırken görmek. japonun bile zencisinin yarıştığı dalda kazanmak için doğuştan gelen fiziksel sınırlarını baya zorlamak gerekiyor, tebrik ederim.
neo realizm
-
uluslararası ilişkilerde kaotik bir düzensizlik değil anarşist bir düzen öngörür bu akım. egemen devletlerin üstünde bir erk bulunmayan anarşist yapıdaki düzeni yaratan şey güç dengesidir ve kimi zaman aşırı güçlenen tarafın; zayıflatılmasıyla, diğer bir zayıf devletin güçlendirilmesiyle, diğerlerinin birlik olup dengelemesiyle veya ufak devletlerin büyüklere eklemlenmesiyle (bandwagon) oluşabilir.
neşet ertaş
-
kazıdayız. yaz vakti. 20 tane öğrenci, kazı evinde kalıyoruz. gündüz ne kadar yoğun çalışıyorsak, geceleri de aynı oranda içiyoruz. bozkırın ortasındaki kazı evinde, içki içmek için alternatifler belli... bazıları eski bir ilkokuldan bozma kazı evinin merdivenlerinde içiyor, bazıları bahçe duvarında, bazıları laboratuvarda, bazıları mutfakta.
hepimiz rock dinliyoruz. kazıya iron maiden külliyatını getiren de var, teoman dinlerken kafa sallayıp kendisini metalci sayan da var. o sene, kazı uzadıkça uzadı. hoca "haftaya bitiriyoruz!" diyor, bir sonraki hafta, tekrar bir hafta uzatıyor kazıyı. yorgunluk artıyor. akşamları içerken neşelenenler, yavaştan hasrete düşüyor.
çarşamba günleri izinliyiz. kazı evindeki müzik seti bozulmuş. sadece kasetçaları çalışıyor. birkaç kaset bakalım diye bir müzik markete giriyoruz arkadaşımla. raflarda, neşet ertaş'ın ondan fazla kasetinden oluşan best of serisi var.
"neşet baba alsak iyi olur ama hangi birini alacağız!" diyorum.
"para dayanmaz o kadar kasete." diyor arkadaşım.
tezgahtar gençten bir eleman...
"abi" diyor, "siz istediğiniz şarkıları seçin, ben size karışık bir kaset çekeyim."
karışık kaset lafını duyunca yaşadığım nostaljiyi anlatamam. karışık kaset çekenlerin nesli tükendi sanıyordum ben. tarih öncesinden çıkagelen bir dinozora bakar gibi hayranlıkla bakıyorum kasetçiye. alıyoruz kağıdı kalemi...
"çek baba bize bunları!" diyoruz.
3 saat sonra uğrayıp alıyoruz kaseti.
doksanlık, önlü arkalı neşet ertaş külliyatı.
akşam kazı evindeyiz. diğerlerinden mutfağı bize bırakmalarını rica ediyoruz arkadaşla.
"niye?" diyorlar.
"biz neşet baba dinleyeceğiz." diyoruz.
gülüyorlar bize.
"sizin olsun mutfak.” diyorlar.
ışıkları söndürüp kuruluyoruz mutfak masasına. biralarımızı açıp basıyoruz play tuşuna. uzatmayayım... iki saat içinde, kazı evindeki tüm öğrenciler yavaş yavaş toplanıyorlar mutfağa. kaseti birkaç defa dinledikten sonra, bir tarafın ilk şarkısı olan ah şu yalancı dünya'yı sürekli başa sararak tekrar tekrar dinlemeye başlıyoruz.
iki kişi içmeye başladığımız mutfakta yirmi kişi oluyoruz.
masaların üzerindeki boş bira şişelerinin üzerine mumlar dikiliyor.
herkes teslim olmuş müziğe, kimse konuşmuyor.
bazıları başını masaya dayamış, ağladığını göstermeden usulca ağlıyor.
bozkırın çocuğu vuruyor sazın teline... o sazın teli, bozkırdaki çocukların yüreğine dokunuyor.
3 polisin bıçaklı saldırgana arabayı kaptırması
-
amerikada yaşansa bir şarjör kurşun yemişti ve şu an valhalada at sürüyor olurdu.
sen ne zaman evleniyorsun
-
en sevdiğim soru. şöyle iki gün filan sorulmayınca ellerime titreme geliyor.
denize apo malum insan ve fg düşse kimi çıkarırsın
-
doğru yanıtı ferhat göçer olan soru.
regl olmadan önce göğüslerin büyümesi
-
erkeğe bir haftalık mola öncesi doğanın son kıyağı.
milletim isteyince gazze'ye gitmezsem namerdim
-
siyaset müthiş bir şey değil mi lan. istediğini söylüyorsun ama yapmak zorunda değilsin. bol keseden salla gitsin aq, sanki git mi diyecekler. bende yarın amerika'ya girecem devlet baba. bakalım yani allah büyük *
özel hastanelerin dolup taştığı kriz ülkesi
-
neden acaba? çünkü yeterli doktor yok. devlet hastanelerinden randevu alınamıyor. ne yapsın insanlar ölsün mü?
artık insanların afrika'daki gibi sefil yaşamaması krizin olmadığına kanıt olarak sunuluyorsa vay halimize.
malazgirt meydan muharebesi
-
okullarda çok yanlış öğretilen savaştır.
arkadaş ortaokulda lisede öyle bi anlattılar ki savaşı, sanki daha önce bizanslılarla hiçbir ilişkimiz olmamış, 1071'de anadolunun dışında orduyu toplamışız sonra hurra diye dalmışız bitchlere.
halbuki çok farklı bir durum var ortada.
bir kere zannediliyor ki bizansla ilk savaş bu. gerçekte daha önce savaşmış olmayı geçtim, bir barış antlaşması var ortada. hatta diyojen kaşarı bu antlaşmayı bozup da mevzuya giriyor.
ikincisi sanki tek düşmanımız bizans. halbuki mevzubahis antlaşmaya güvenen alp arslanın fatımilerle olan savaşı derinleştirmesi gibi bir durum var ortada.
üçüncüsü saldıran taraf bizmişiz sanrısı. la diyojen ipnesi evi arabayı satmış, paralı askere yatırmış, öküz gibi ordu toplamış, kalkmış istanbuldan muşa gelmiş. az kalsın içimizde gezdirecekmiş de reyizin casusları haberdar etmiş milleti. stratejik manevralarla bizi sayıca ikiye katlayan orduyu devirmişiz.
dördüncüsü hilal taktiğiylen bizans ordusunu komple erittiğimiz düşüncesi. halbuki yüzde onunu falan doğramışız, bir o kadarını esir almışız, yarısı firar etmiş kaçmış, bizim tarafımıza geçenler var. ağır bir bozgun ama ortaya sıkıştırıp hepisini kılıçtan geçirdik gibi bir durum yok. (burda yanlış anlaşılmayayım. zafer büyük ama zayiat kısmında kafa karışıklıkları var)
biz zannediyoruz ki yalnızca askeri bir zafer kazandık da bizans öyle dağıldı. halbuki malazgirtin siyasi önemi çok daha büyük. devlet siyasi kaosa sürüklenmiş, son derece zalim bir iktidar savaşı-iç savaş yaşanmış, darbe olmuş, imparator değişmiş. bu karışıklıktan faydalanmışız da arazileri kapatmışız.
kendince çakallık yapan diyojen de öyle bir duruma düşmüş ki savaştan sonra, hafif bir acımadım değil.