hesabın var mı? giriş yap

  • arkadaşımın sigarayı bırakmak istemesi ve sigarayı bırakma hattını aramasıyla olaylar gelişir:

    arkadaş:merhaba ben sigarayı bırakmak istiyorum
    adam:tamam ablacım
    arkadaş: (ablacım mı?)
    adam: günde kaç paket içiyorsun?
    arkadaş: 3 günde 1 paket
    adam: aman sen de, fazla bir şey içmiyormuşsun ki bırakmasan da olur
    arkadaş: (nasıl ya?!) ama ben bırakmak istiyorum, kendi çabalarımla olmuyor
    adam: e tamam ablacım, o zaman yapacağım şey günde 3 tane içmeye başla, sonra 2'ye düşür, sonra günde 1 tane iç, zaten kendiliğinden bırakırsın. hangi marka içiyorsun?
    arkadaş: monte carlo
    adam: eh be ablacım, sen de en kötü markayı içiyormuşsun
    arkadaş: e peki hekim ile falan görüşmeyecek miyim?
    adam: valla benim sana yapabileceğim bu kadar. istersen bir de 171 sigarayı bırakma hattını ara
    arkadaş: ? ben nereyi aradım?
    adam: orman yangınları 177

  • birçok kişi gibi benim de kuzey amerika kıtası'ndaki ilk durağım new york oldu.

    new york, belki de şehir plancısı olduğum için, bugüne kadar en çok merak ettiğim şehirlerden biriydi. bu nedenle, normalde yoğun programlar yapmayı sevmeme rağmen, new york'a ayrıcalık tanıyıp geziye ayırdığımız 8 günün tamamını bu şehirde geçirdik.

    new york grid iron planın bana göre en iyi uygulandığı örnektir ve bu sistemi gerçekten anlamak için new york'ta bulunmak gerekir diye düşünüyorum. bu sebeple bu şehri yaşamak yandan çok farklıyken, diğer bir yandan ise oldukça tanıdık. bunun sebebi ise popüler kültürün en önemli parçalarından olan birçok film ve diziye ev sahipliği yapmış ve yapıyor olmasıdır.

    new york'a ulaşım, thy'nin istanbul'dan kalkan doğrudan seferleriyle oldukça kolay. biletlerinizi önceden ayarlamanız durumunda 1000 ila 1500tl arasında değişen fiyatlara uçabilirsiniz. geçen kurban bayramı'nda gitmiş olmamıza rağmen kişi başı 1.500tl gibi oldukça uygun kabul edilebilecek bir fiyata biletlerimizi 3 ay öncesinden aldığımızı da belirteyim. new york-istanbul arası yolculuk, giderken yaklaşık 9,5 saat kadar sürerken bu süre dönüşte 8.5 saate düşüyor. tabi bu süreye yaşanması oldukça muhtemel rötarlar ve ülkeye giriş sırasındaki kontroller dahil değil. örnek vermek gerekirse new york john f. kennedy havalimanı'nda pasaport kontrolünden geçmemiz yaklaşık 1.5 saatlik bir sıra bekleme sonucunda gerçekleşmişti. planınızı yaparken bu süreleri de dikkate almanızda yarar var.

    seyehatinizi planlama aşamasında ikinci önemli nokta ise tabi ki konaklama. konaklama için benim tavsiyem, ev kiralamanız olacaktır. otel fiyatları ile kıyaslandığında ev kiralamak neredeyse size yarı yarıya tasarruf sağlayacaktır. evde kalmanın kendine has artıları olduğu gibi otele göre de bazı eksileri tabi ki var. ancak aradaki fiyat farkı düşünüldüğünde, niyetiniz de otelde keyif yapmak değil şehri gezmek ise kesinlikle ev kiralamanızı tavsiye ederim. kiralık ev bulmak için ise, dünya'da en çok kullanılan sitelerden biri olan airbnb.com'u kullanmanızda yarar var. kiralamayı düşündüğünüz ev ve sahibi hakkında yorumları dikkatlice okuduğunuz ve kendiniz hakkında bilgileri doğru bir şekilde verdiğiniz sürece herhangi bir problemle karşılaşacağınızı sanmıyorum. ayrıca bu site üzerinden yaptığımız rezervasyonla vize alırken de bir sorun yaşamadığımızı belirtmekte yarar var.

    eğer daha önceden aldığınız bir abd vizeniz yok ise (bkz: abd vizesi) sizin için en son aşama vize alma kısmı oluyor. bugüne kadar çeşitli ülkelerden 10'a yakın vize almış olmama rağmen aldığım en kolay vize olduğunu söyleyebilirim. hazırladığım evrakların hiçbirine ihtiyaç duymadan, sadece birkaç temel soru sonrasında "vizeniz onaylanmıştır" cevabı ile aldığımız bu vizeye başvuru için ihtiyaç duyacağınız bilgilerin neredeyse tamamı abd vizesi başlığı altında incelenmiş. abd'nin diğer schengen ülkeleri gibi kısıtlı değil, 10 yıllık turistik vize verdiğini de unutmayın.

    biletlerimizi aldık, kalacağımız yeri ayarladık ve son olarak vizemizi de cebimize attıktan sonra artık geriye yapacak tek şey gezinin keyfini çıkarmak kalıyor. böyle bir seyehat için aylarca sabah 9:00 akşam 18:00 çalıştığınız, para biriktirdiğiniz düşünülürse gezinizin her dakikasını verimli geçirmek için önceden bazı planlar yapmanızda yarar var. yazının devamında size yardımcı olacak bazı fikirler vermeye çalışacağım.

    gitmeden önce kesinlikle hava durumunu kontrol edin ve havanın kapalı veya yağmurlu olduğu zamanlarda müzeleri gezecek şekilde planınızı yapmaya çalışın. özellikle havanın en güzel olduğu günü central park'a ve -gitmeyi planlıyorsanız eğer- six flags'e ayırmaya çalışın. yine woodbury common'a gitmeyi planlıyorsunuz yağmursuz bir güne denk getirmekte yarar var.

    new york'ta yapmadan dönmemeniz gereken şeylerin başında broadway'in meşhur müzikallerinden birini izlemek geliyor. bu müzikaller için biletleri internetten almak yerine times square'de adı şimdi aklıma gelmeyen, o meşhur merdivenlerin altında bulunan şubeden almanız daha ekonomik olacaktır.

    onlarca müzenin bulunduğu bu şehirde metropolitan museum of art'a ayrı bir parantez açmak gerekir. müze gezmeyi sevmiyor olsanız bile bu müze için bir istisna yapıp en azından yarım gününüzü ayırmalısınız diye düşünüyorum. bunun haricinde frick collection, moma ve bunun gibi bir çok müze de görülmeyi hak ediyor.

    gelelim central park'a, bu park zihninizdeki yeşil alan konseptini yerle bir edecek seviyede. büyüklüğü, kullanımı, konumu her şeyiyle akıl almaz bir proje olduğunu söylemek lazım. eğer benim gibi alışveriş merakınız yoksa grubun kalanı outletlerde kendinden geçerken, siz de bu zamanı central park'ta koşuya veya yürüyüşe çıkarak geçirebilirsiniz. unutmadan, central park'ı gezmek için tam bir güne ihtiyacınız olduğunu da belirtmeliyim.

    daha anlatılacak o kadar çok şey var ki hepsini yazmak neredeyse mümkün değil. bu şehri tanımak için çin mahallesi, italyan mahallesi , brookyln, soho, wallstreet ve daha aklıma gelmeyen birçok bölgesi tek tek gezilmeli görülmeli diye düşünüyorum. bu nedenle değil 8 gün, 1 ay gezseniz bile hala aklınızda kalan şeyler olacaktır. defalarca gelmek isteyeceğiniz, tekrar tekrar aynı yerleri dolaşmaktan sıkılmayacağınız bir şehir new york. eğer bizim gibi kısıtlı zamanda maksimum verim almayı planlıyorsanız bu yazıdan çok daha fazlasını okumalı ve ciddi bir hazırlık yapmanızı tavsiye ederim.

    edit: aklıma gelmeyen yerin adı theatre development fund'muş, epistemofili'ye teşekkürler.

  • adamın biri trafik kazası geçirmiş, kazada pipisi kopmuş. kopan pipisini gömlek cebine koyduğu gibi koşa koşa doktora gitmiş.

    "doktor bey, doktor bey! pipim koptu!" diye bağırarak doktorun odasına girmiş. doktor, "durun, endişelenmeyin! organ yanınızda ise yerine dikebiliriz" demiş. adam "ahanda buradadır doktor bey" demiş ve elini gömlek cebine atarak, çıkanı doktora uzatmış.

    doktor adamın kendisine uzattığına bakmış: "iyi ama bunu nasıl dikeriz bu tadelle" demiş. adam şaşkınlık içinde kalakalmış: "desene doktor bey, yarraaa yedik..."

  • tribünler tıklım tıklım. beşiktaş tribünü herkesçe bilinir. kimse oturarak maç izlemez. kuzey kale arkası tribündeyim. maç sıkıntılı. heyecandan kıpırdayamıyorum. yanımda bi kadın, küçük bi çocuk. anne-oğul maça gelmişler belli ki. kadın kısa boylu, çocuk kucağında ama sahayı göremiyor. ağlamaya başladı. o küçücük dudaklarının arasından şu sözler döküldü:

    -anne ben beşiktaş'ı göremiyorum hiç.

    aklıma kendi çocukluğum geldi. inönü tribünlerinin merdivenlerinde oturduğum, beşiktaşlı abilerin omuzlarında tezahürat yaptığım günler. o abilerin 'beyler yavaş olun, yavru kartallar var, önden geçsinler.' dedikleri günler...

    döndüm hemen kadına; 'abla sizin için de sorun değilse ben alabilirim çocuğu kucağıma. burdan saha daha net görünüyor.' dedim. kadın güldü, zahmet olmasın filan derken çocuk çoktan kucağıma gelmişti. bi görsen sözlük, ne kadar tatlıydı. boncuk gibi gözlerinde yaş var, beşiktaş için döktüğü gözyaşları.

    sahayı görüyordu artık. inanılmaz mutlu olmuştu. gözlerinde hala yaş vardı ama kahkaha atıyordu. gözyaşlarını sildim gözlerinden, 'adın ne yavru kartal?' diye sordum. bana da öyle sorarlardı. gözlerime dikti gözlerini, kocaman gülümsedi. 'kartal benim adım.' dedi. o kadar güçlü bi tonla söyledi ki adını, gerçek bi beşiktaşlıydı o, daha şimdiden aşkını hissediyordu siyahın ve beyazın. çok geçmeden almeida gol attı. sarıldık yavru kartalla. almeidaa! diye bağırdık. maç boyunca indirmedim kucağımdan. maç bittikten sonra ayrıldık güzel kartal'la.

    bizimkilerin gelmesini beklerken düşündüm neden beşiktaş diye. aslında çok basit. bu renklere gönül verdiğin zaman, öyle bi aşkla bağlanıyorsun ki, nedenler anlamını yitiyor. 5 yaşındaki çocuk bile gözyaşı döküyor uğruna, beşiktaş'ı göremiyorum diyerek ağlıyor. beşiktaşlı olmak tam olarak bu. en saf duygularınla, siyah ve beyaza bağlanmak...

    ve teşekkürler beşiktaş'ım. sen dün 5 yaşındaki bi çocuğun gözyaşlarını sildin. onun sevgisine, aşkına karşılık verdin. benim de yalnızlığımı sildin. iyi ki varsın beşiktaş!