hesabın var mı? giriş yap

  • islamla taşşak geçen siyasal islamcıların bir başka iddiasıdır...

    he amk he aynen
    başkasının hakkını yemek hoş değilmiş

    hoş değil dediği şey, kuran'da affı olmayan tek günah
    bak dinlerini bile büküyorlar sırf akepe'ye laf gitmesin diye

    ekleme: altta gene gelmiş biri affedilmeyen tek günah hak yemek değil diyor.
    kuran oku olm kuran oku, allahın diyor ki bana kul hakkı ile gelme, hak yediğinden isteyeceksin yani affetmiyor kendisi.
    olm inandığınız dini bile bilmiyorsunuz ya gerçekten komedi bir de aklamaya çalışmış bu hak yemeyi, olm siz müslüman mısınız gerçekten?
    adam diyanete değil bana laf ediyor uydurulmuş diye. komedi yemin ediyorum komedi, akepe allah'dan büyük bunlar için yeter ki laf gelmesin padişahlarına

  • sınıfta anıl var. anıl'ın cyborg olduğunu düşünüyoruz. anıl bir anadolu lisesinden bizim okula bizim bilmediğimiz bir puanı yükseltmek için gelmiş. anıl odasının duvarına güneş saati çizmiş.

    sınıfta gülcan var. matematik hocası gülcan'ı seviyor. bu dünyada belki de bir tek gülcan'ı seviyor. hatta gülcan'ın karnesine "unutma unutulanlar unutanları asla unutmaz" yazmış. (bkz: ibrahim erkal)

    hocanın sorduğu bütün sorulara ya anıl parmak kaldırıyor ya gülcan. biz de not tutmak zorunlu olduğu için deftere çizdiğimiz şekillere not süsü vermeye çalışıyoruz. figüranız biz.

    bir gün hoca tahtaya bir soru yazdı. yabancı bir ses "30 derece" dedi.

    hoca sınıfı bakışlarıyla taradıktan sonra sordu "kim dedi onu?"

    alper, anıl ve gülcan'ın sultasını kırmanın verdiği sevinçle "ben" dedi.

    hoca alper'in sırasına doğru ilerledi. hoca yaklaştıkça alper'in suratındaki zafer ifadesi yerini endişeye bıraktı. gelen bir aferinse şimdiye kadar gelmiş olmalıydı...

    hoca kendisinden beklenmedik bir çeviklikle alper'e dalıverdi. hem de ne dalmak... sağlı sollu. duvar tarafında oturan alper'in kafa lambrilerden sekip tekrar tekrar hocanın yumruklarıyla buluştu.

    alper büyük bir şok ve küçük bir beyin sarsıntısı yaşarken hocanın soluk soluğa sesini duyduk:

    "parmak kaldırmadan konuşma!"

  • türk sinemasında çok az film kibar feyzo'nun yapabildiklerini yapabilir. sapına kadar sistem eleştirip bu kadar populer olmak, prime timelerde süre almak, ablere girmek kolay iş değildir. kibar feyzo 1978 yılında vizyon yüzü görür. fazla komedi filmi yönetmeyen atıf yılmaz yönetir filmi. senaryo ise sinemanın başarılı yan oyuncularından biri olan ihsan yüce'ye aittir. yapımcı koltuğunda azru film vardır, doğal olarak da ertem eğilmez... arzu film olunca kalabalık bir kadro da kaçınılmaz olur. arzu filmin müdavin oyuncuları şener şen, adile naşit, kemal sunal gibi oyunculara ihlas salman, erdal özyağılar ve dönemin komedi oyuncusu olan müjda ar'da katılır..film iki köylü arkadaşın askerlik dönüşü ile başlar. feyzo ve bilo askerliklerini jandarma olarak ülkenin iki ayrı hududunda yapar. feyzo'nun gözleri bilo'nun kolunda ki onbaşı pırpırına takılır.. arkadaşına onbaşı olmuşun diye söylenir. bilo ise köyün itibari yükseltim diye cevap verir. askeri bir ortamda -ki devlet kapısıdır- onbaşı olmak itibar gören bir şeydir.. bu diyalog bize, bilo ve feyzo arasında ki farkı ortaya koymak için yeterlidir. film ilerlediçe bilo'nun bu itibara nasıl sahip olduğu anlarız.. bilo sevdiği -tek taraflıdır bu sevgi- için sürekli olarak otoritenin yanında yer alır.. o'na böyle kavuşacağını düşünür.. otorite olan köyün ağasına yalakalık diz boyudur. feyzo ise, sevdiğine kendi imkanları ile sahip olmaya çalışır. onun için otoritenin pek bir önemi yoktur. bu isim anasıda olabilir, köyün ağası da..

    köyü bütün dünyaya kapalı bir ülke gibi düşünebilirsiniz.. sonuçta bütün imkanlar ağanın kontrolu altındadır. köyde bir televizyon, radyo ya da gazete yoktur.. zaten ihtiyaç da yoktur.. feyzo jandarma olup, tekrar köyüne geldiğinde lengeli fötr şapka giymekte bir sakınca görmez. çünkü şehirde bunu herkes giymektedir ve bu ağalara has bir durum değildir. keza aynı şeyden askerlik için köyden çıkmış olan bilo'da haberdardır...

    feyzo, ne zaman köyden koyulup şehire gidince köyde ki düzen bozulur.. feyzo aslında işin hiçte köyde ki gibi olmadığını anlar.. aslında toprak da, mahsul de köylünündür. başlık parası diye bir şey yoktur ve ağalar" faşo"dur... dışarıdan öğrelinen ve köye getirilen herşey baskıcı maho ağa için sorun olmaya başlar.. artık insanları doğduğu topraklardan sürmek bir çözüm değildir. çünkü sürülen bu insanlar, düzeni bozacak ve zarar verecek fikirlerle geri dönmektedirler.

    köye gelen bir hükümet memuru çifte koşan adamı görünce şaşırır. hemem ağaya çıkışır peki bunu bilmiyor mudur.. bilmiyordur da acaba ağayı neden karşısına alıp konuşmaktadır.. köyün "seçilmiş" bir muhtarı dururken, su işini neden tanımadığı, hürüyeti belli bile olmayan bir ağa ile konuşmaktadır.. acaba o köylünün neden çifte koştuğu bilmiyor mudur. yoksa bilmiyorum ayakları mıdır bunlar. hem otoriteye bal, hem de marabaya.. bunun üzerine ağa bütün köylüyü toplar meydanda feyzo'ya gereken ceza verilir... köylü ise tehdit eder yarım ağaz... şuradan topu 141-142 baş insansınız, ayağımın altına almıyım sizi.. zaten ne derdi eskiden tecekamız otorite karşı gelenin cezası ölümdür, bilemedin ağır hapis.. devletini sevecen, öyle ya da böyle... nerde derdi bunu 141 ve 142 de... ahhh maho ağa, sen var ya sen...

    feyzo hak aramayı öğrenir.. hakın aranması gereken bir şey olduğu bilir.. hakın aranmadan olmayacağı bilir ve öğretir köyüne... ama yinede yararlanır kurulu düzenden.. daha aylık çocuğu satışa çıkarır köy kahvesinde... eee zaten büyünce satmıyacak mıdır kızını en çok parayı verene.. eğer düzeni değiştiremiyorsan, ondan sende yararlan o zaman.. onun emrettiği şeylerden kendice nasiplen... taşı kendine yont birazda.. feyzo'nun bu "ulu davası" biraz da gülo için, onu bu davaya sürükleyen de bu olgu.. allah aşkına hengimizin bir nedeni yok ki bu davalar için.. belki kişisel ama sonuçta kitlesel bir neden.. işte feyzo'da gülo derdi üzerinden maho'yu devirmeye çalışıyor.. dışarıdan aldığı fikirler ile.. empoze olmuş bir kere, duramaz ki, hele ki o "hedef" hala dururken..yoksa feyzo'da bilo gibi bir yol izliyebilirdi. bu amaçına yalakalık, soytarılık ile ulaşabilirdi. ama o zor olanı seçti, hayat ona bunu öğretti. feyzo sorgulamadı ama sonuç çıkarması hep bildi.. sendikalı ile harranlı arasında ki farkı kendi aklınca açıkladı... feyzo biliyordu ki birileri birilerini bir şekilde ayrı tutuyordu... belki onlar hemşeri değillerdi ama bağlı bulundukları kurumdan saf feyzo'yu haberdar etmeyecek kadar da gafil insanlardı. evet onlar ayrı tutuluyordu.. bilmedikleri, sahiplenemedikleri bir birliğin üyesi olmuşlardı.. o zaman hemşeri olup da kayılmakla, sendikalı olup kayılmak arasında ne fark vardı.. onlar üçyüz alırken, emek kardeşlerin yüz alması o birliğin övütlediği bir şeymiydi...

    feyzo o duvara yazılan sloganları silerken, slogan yazmasını öğrenecekti... o slogonlar köyün duvalarında hayat buldukça o zalim ağanın ayakları kıçına vuracaktı.. feyzo birlik olmayı öğrenmişti.. zaten atalarmız dememiş miydi.. bir elin nesi var iki elin sesi var diye.. o zaman seslerin yükselme zamanı gelmişti.. kadınlar mal olarak satılamazdı.. başlık parası kalkmalıydı, o para ile öküz alınmalıydı... ama öküz iyi bir yatırım aracı mıydı.. şimdi o parayla öküz alınınca o öküzle ağanın tarlası sürülecekti.. yani öküzde ağanın olacaktı, ya peki avrat.. onun bütün mülkiyeti feyzo'nun olacaktı.. yok yok avrat kesin iyi bir yatırım aracı olarak duruyordu...

    kibar feyzo ne kadar politik bir taşlama olarak dursa da, komikliğinden hiç taviz vermiyor.. ağanın ölümü bile bir komedi unsuru olarak lanse ediliyor... film, zamanın köylü diline tamamen hakim duruyor ve bundan hiç gocunmuyor.. köylüleri istanbul paşası gibi konuşturmuyor... derdini insanın canını sıkmadan anlatıyor ve ortaya türk sinemasının en başarılı komedilerinden biri çıkıyor.. ve hala türk insan bundan daha iyisini görmedi...

  • tutuklu ve hükümlülerin geçici ikametgahı.

    tutuklu veya hükümlüye aileleri tarafından yatırılan paradan haftada belirli bir limite kadar kullanma hakları vardır. tutuklu veya hükümlünün kıyafetleri ve iç çamaşırları aileleri tarafından cezaevinin ilgili birimine teslim edilir. fakat bu kıyafetlerin jandarma yeşili veya gardiyan mavisi olması durumunda cezaevi tarafından kabul edilmez. aynı zamanda kıyafet sayısı da cezaevinin belirlediği limitler dahilinde kabul edilir. örneğin tutuklu veya hükümlünün 5 pantolon, 3 kazak hakkı var olabilir, aile kıyafetleri teslim ederken bir form doldurulur (2 pantalon 1 kazak getirdi) ve buna göre kimin ne kadar ve hangi cins kıyafet hakkı olduğu anlaşılır (3 pantalon 2 kazak hakkı kaldı). iç çamaşırında sayı limiti yoktur. bunun dışında şampuan, traş köpüğü gibi market ihtiyaçlarını tutuklu veya hükümlüler cezaevi kantininden ailelerinin yatırdığı parayla, gardiyanlara ihtiyaç listesi vermek suretiyle karşılarlar.
    tutuklu veya hükümlünün ayda 1 açık görüş, ayın diğer haftalarında haftada bir olmak üzere kapalı görüşleri vardır. açık görüşte kantinden aldırdıkları yiyecekleri ailelerine ikram etme gibi durumları olabilir. kapalı görüşlerde ailelerle bir cam arkasından telefonla görüşürler. belli dereceye kadar akrabalar yine sayı sınırlaması aşılmaması şartıyla açık ve kapalı görüşlere (akrabalık durumlarını belgeleyen evrakları sundukları takdirde) girebilirler. bunun yanında tutuklu veya hükümlü, ailesi dışında 3 kişinin ismini cezaevine bildirir. bu şahıslar da gerekli evrakları getirdikleri takdirde görüşlere girebilirler. ayrıca akraba veya bu 3 kişi kategorisinde olmayan şahıslar da adliyede cezaevi savcısından aldıkları izinle tutuklu veya hükümlüyle kapalı görüş yapabilir.
    tutuklu veya hükümlünün haftada bir telefon hakkı da vardır. bu telefonun süresi de bellidir ve bu süre kesinlikle aşılmaz. bu hakkın kullanılması için yine cezaevine birçok evrak ibraz edilmesi gerekir.

    bunların dışında her cezaevinin kendine has yazılı olmayan işleyiş kuralları vardır ve bu kuralları görmezden gelenler hoş karşılanmaz ve sıkıntılı bir cezaevi sürecine davetiye çıkarmış olurlar.

  • haber

    video

    düzce ziraat odası başkanıdır. israil'den gelen tohum ve fideleri yerlere saçarak tepki göstererek: "bundan sonra satmayacağız" demiş. peki israil'den tohumların getirten kim süper zekalı arkadaşım? reisin olmasın? yerli tohumu yasaklayan kim?

    bizim insanımız balık hafızalı hakikaten.

  • beni bir yaşıma daha sokan sorundur. oha! tez savunması yapacaksın, üniversiteye giderken elindeki saklama kaplarında kısır ve elmalı kurabiye taşıyorsun... jürinin önüne çıkmışsın; koca koca profesörler oturmuş senin getirdiğin mercimekli köfteyle yaprak sarmasını gömüyor... şaka mı lan bu? bu nasıl bir gelenektir? utanmıyor mu o koca profesörler sahi?

    çok ilginç... en az cenaze yemeği kadar ilginç hatta.

    edit: entryim çok beğenilmiş, duruma şaşıran çok insan var demek ki. ben hiç tez savunması yapmadım ama durum hakikaten garip değil mi arkadaşlar ya; yani tez yazmışım, heyetin karşısına çıkıcam ama adamlara masa kuruyorum... ayıp ya şu, vallahi ayıp.