hesabın var mı? giriş yap

  • daha önce felsefeye ilişkin bir okuma yapmamış iseniz, tamamen yabancı olup ilk tanışmanız ise platon, aristoteles, kant, nietzche veya hegel, satre hatta wittgenstein ile başlamayın. öncelikle mitolojiler hakkında, özellikle de yunan mitolojisi hakkında yüzeysel de olsa bilgi edinin. zaten mantık, giriş-gelişme ve sonuç evreleri olarak dünya mitolojileri birbirine çok benziyor. buna ilişkin genel (yüzeysel) bilgi veren kitaplar okunabilir. mitoloji hakkında edinilen genel bilgilerden sonra ismini sıkça duyduğunuz ve bundan sonra da duyacağınız hesiodos'un theogonia ve homeros'un ilyada ile odysseia okunmalı. kitap kalınlıkları gözünüzü korkutmasın. zaten felsefeye başlıyorsunuz, kalın kitap ince kitap kaygısından ziyade nitelik kaygısına düşmeniz daha önemli. zira bazı kitaplar ince olmasına rağmen beyin zonklatan cinsten. felsefenin doğum yerinin milet (aydın ) ve ilk filozofun thales olduğunu düşünenlere katılıyorsanız ki dünyanın büyük bir çoğunluğu böyle düşünüyor. felsefe okumalarına yunan ilkçağ felsefesi ile başlamanız, ilk filozofları ve görüşlerini tanıyıp öğrenmeniz oldukça önemli. ilkçağ felsefesini öğrenmeden ortaçağ felsefesini anlamak zor. ortaçağ felsefesini bilmeden, modern felsefeye giriş yapmak çok da doğru olmaz. platon ve aristoteles çekişmesi, sıradan bir öğretmen öğrenci çekişmesi olmayıp neredeyse kendilerinden sonraki felsefenin temelini atmıştır. platon-aristoteles öncesinde de parmenides-heraklitos karşıtlığını, pythagoras'ı, sofistleri, demokritos ve epiküros'u ve diğerlerini bilmek atılan temeli sağlamlaştıracaktır. sonuçta ilkçağ felsefesini öncesi ve sonrası diye ayıran sokratesi tanımadan felsefe okuyorum diyemezsiniz.

    işte bu noktada yani ilkçağ felsefesi hakkında size çiğdem dürüşken hocanın 'antikçağ felsefesi' kitabını şiddetle tavsiye ederim.
    müthiş zeka, matematikçi düşünür bertrand russell'in üç ciltlik 'batı felsefesi tarihi' muhakkak okunması gereken kitapların başında geliyor,
    yine ahmet arslan hocanın 5 ciltlik 'ilkçağ felsefe tarihi',
    arda denkel hoca'nın diğerlerine nispeten biraz daha ağır olan 'ilkçağ 'da doğa felsefeleri' kitapları tavsiye edebileceğim kitaplar.

    ilkçağ felsefesini içinize sindirdikten sonra isterseniz felsefe alanlarına epistemoloji, estetik, ahlak felsefesi, ontoloji, bilim felsefesi vs. ilişkin genel bilgi edinmenizi sağlayacak kitaplar okuyabilir ya da okumanıza kronolojik olarak çağlar ve filozoflar üzerinden devam edebilirsiniz. okumalar sırasında yanınızda bir felsefe sözlüğünü bulundurmanız oldukça fayda sağlayacaktır. felsefe okumalarına başladığınız, bu alana girdiğiniz andan itibaren, kapkaranlık bir uzay boşluğunun içinde yüzüyor hissine sık sık kapılacak, gördüğünüz ışık noktalarının yıldız olabileceği ümidiyle sevinecek ama onların başka bir yıldızın ışığını yansıtan kaya parçaları olduğunu anlayınca yorulduğunuzu hissedecek lakin bu işten keyif alacaksınız. daha önce gerçekten düşünmediğinizi keşfederseniz şaşırmayın. ya da şaşırın zira şaşırmak felsefe yapmanın önemli bir aşaması. iyi okumalar dilerim.

    bonus kitaplar:
    1- alain de botton - felsefenin tesellisi
    2- marcus aurelius - düşünceler ( kendime düşünceler - iş bankası kültür yayınları)
    3- nıgel warburton - felsefenin kısa tarihi - klasiklerle felsefe

    son söz 1: felsefe tarihi okumakla filozof olmak ayrı şeylerdir.
    son söz 2: felsefe okumalarının zirvesi, filozofları veya yapıtlarını anlatan eserleri değil de filozofların kendi yapıtlarını -mümkünse yazıldığı dilde- okumaktır.

  • içeriği okumadım ama çok da iyi olan olay. bu konudan çok çektim.

    türkiyenin en güzel tatil beldelerinden birinde büyüdüm. biz yaz kış ordayız. ama annemin babamin akrabalarının ve arkadaşlarının aklına gelmemiz ve ziyaretimize gelmek istemeleri nedense hep haziran ağustos arası oluyor.

    bi kere evde belki 17 kişi filandik. herkes bedava tatil yapmaya gelmis. senelerdir görmediğimiz babamın kuzeni ve is ortağı, ve adamın kızları filan bile bizde. balkonda yatıyoruz biz kendi evimizde filan. hadi o zaman çocuğum da. simdi olsa ne yaparım bilmiyorum. aslında biliyorum, kovalarım hepsini. zavallı annemin yaz tatilleri millete hizmetle gecti ya.

    dahası var, babam kaza geçirmiş hastanede yatarken "telâşlanıp " gelen kardeşleri gelirken mayo ve havlularını unutmamışlardı. ben de össye hazırlanıyorum, eve uğramıyorum doğru düzgün. bi de giderlerken laf yemiştim yeterince hizmet etmediğim için.

    geçen senelerden birinde biseyleri bahane edip yine bedava tatil yapmaya çalışan baska bir kuzenimi, çok yorgun oldugumuzu ve ailecek olmak istedigimizi söyleyerek reddettim. en son orası benim dayımın evi diye bagriniyordu. (dayısı babam oluyor).

    büyüdükçe hepsinin ayağını kestim böyle böyle. babam da beni bahane edip önlerini kesmeye başladı sağ olsun.

    kahrolsun misafirlik. daha doğrusu gelenekler adı altına beles tatilcilik.

  • türkçe literatürde kendine pek yer edinememiş bu kavram; koşuşturma kültürü, acele kültürü, tükenmişlik kültürü ya da toksik verimlilik olarak bilinmektedir. en kaba tabirle, kişide sürekli çalışma isteği bulunması, kişinin çalışmadığı veya bir şeyler üretmediği zamanlarda suçluluk duygusuna kapılması, dolayısıyla kendisini mutsuz ve neredeyse işe yaramaz hissetmesi olarak tanımlanmaktadır.

    sosyal medya ise bu kültürün oluşumunda ve gelişiminde doğrudan veya dolaylı olarak ciddi etkileri olan korkunç bir bataklık. çünkü çok çalışmanın en çok yüceltildiği, iş-yaşam dengesinin bozulduğu bir yaşam stilinin en çok güzellendiği yer burası. özellikle influencerlar aracılığıyla yapılan;
    -uyku güçsüzler içindir*
    -acı yoksa kazanç da yok*
    -sıkı çalışma karşılığını verir*
    -tanrıya şükür, bugün pazartesi*
    -başarılı olduğunda eğlenebilirsin*
    -yorulduğunda değil, bitirdiğinde dur* temalı süslü paylaşımlar, halihazırda insanların başkalarıyla kıyastan doğan çalışkanlık halini iyice körükleyip onların başkalaşmasına sebep olmakta, bu kişilere kendini tüketene kadar çalışmasını, elinden gelenin katbekat fazlasına zorlanmasını dayatmaktadır. son zamanlarda sosyal medya hesaplarında ne kadar meşgul oldukları, aynı anda kaç milyon şeyle uğraştıkları ile ilgili sürekli kendini gösterme çabası altında paylaşım yapan insanlar görmemizin sebebi bu. kültür, bu insanlar arasında çalışkanlık, üretkenlik ve performans gibi şeyleri ölçmek için bir standart haline gelmiş.

    koşuşturma kültürü, adından da anlaşılacağı üzere, kişinin kısa zamanda sosyal itibar görmesine, kariyer basamaklarını hızla tırmanmasına veya beklenilen terfinin yakın zamanda alacağına inanmasına sebep olan bir motivasyon kaynağı gibi gözükse de fedakarlık olduğu kadar yanılgı, motive edici olduğu kadar da sağlıksızdır. kişinin başarıya gidilen yolda yapılan hatalardan ders çıkarıp sebat etmesi yerine hedefe ulaşmak için acele edip durmaksızın ve sıkı çalışıp sürekli yeni projeler ve çözüm önerileri üretmekten yaratıcılığı tükenen ve sonucunda tükenmişlik sendromuna kapılan bir bireye dönüşmesi ise kaçınılmazdır. şöyle ki, insan belirli bir zamanda, belirli bir kalitede yapılması gereken iş miktarı ve işi üzerinde sahip olduğu seçim yapma, karar verme, sorun çözme ve sorumluluklarını yerine getirme olanağı üzerindeki kontrolünü yitirdikçe devamında stres, sonucunda da psikolojik, duygusal ve fiziksel tükenmişliğe kapılmak gelecektir.

    peki nedir bu psikolojik, duygusal ve fiziksel tükenmişlik?

    duygusal isteklerin fazlaca kendini gösterdiği ortamlarda çok fazla çalışmaktan kaynaklanan, bedensel yıpranma, çalışma arkadaşları ve hayata karşı negatif davranışlar oluşturulması gibi göstergelerin eşlik ettiği bir durumdur. bu durumu psikanalist josh cohen çalış(ma)mak: daha ciddi bir mesai kitabında; "insan bunu tüm iç kaynaklarını tükettiğinde ve buna rağmen kendisini devam etmeye zorlayan kompulsif dürtüden kurtulamadığında hisseder" şeklinde açıklar. kendini çok yorgun hissetme, fiziksel enerji düşüklüğü, yorgun uyanma, uyku bozuklukları, sık hasta olma, geçmeyen bedensel ağrılar, solunum güçlüğü, kalp çarpıntısında artış, sindirim sistemi ile ilgili sıkıntılar, yalnızlık, duygusal açıdan çöküntü, çabuk öfke ve abartılı şekilde tepki, karar vermede güçlük, sık sık kararsızlık yaşama, emin olmama, daha önce keyif alınan etkinliklerden çabuk sıkılma, konsantrasyon problemleri, kendini geri çekme, unutkanlık, dalgınlık, değişime direnme, çaresiz hissetme, keyifsizlik, tartışmalardan kaçınma, hayal kırıklığı, çökkünlük, özgüvenin düşmesi, kendini değerli görmeme, eleştirilere kapalı olma, yabancılaşma, ümitsizlik gibi belirtiler gösteren tükenmişlik sendromu günümüzde modern insanın en büyük sorunlarından biri haline gelmiştir. hatta dünya sağlık örgütü (who), 1974 yılında herbert freudenberger tarafından ilk defa tanımlanan bu sendromu 2019 yılında uluslararası hastalıklar sınıflandırmasının 11. gözden geçirmesinde listeye alarak mesleki deformasyon olarak kayıtlara geçirmiştir.

    sonuç olarak, bu kapitalist kültür, insanların sürekli üretkenliğini arayan, fakat boş zamanlarını da ele geçiren; onların iliğini, kemiğini kurutarak şahısların, şirketlerin ya da kurumların kâr kaynağı haline getirmiştir. kendi işi için 7/24 koşturanı anlarım da sabit maaşla çalışıp başkaları için insanın kendisini tüketmesi çok acı. sadece "çalıştığı, bir şeyler ürettiği" takdirde insanların kendisine saygı duyma hali de bu kültürün psikolojik açıdan ne kadar tahrip edici olduğunun korkunç bir gerçeği.

  • "yaşayandan çok yaşamayan vardır burada.."

    esenler otogarını betimlemek isterken ülkenin özetini geçmiş.

  • neden bizden gelişmiş uzaylılar bulamıyoruz, uzayı bunca zamandır dinlememize rağmen neden evren ölü görünüyor, neden evrene yayılan bir sinyal, bir işaret yok sorusunun olası yanıtlarından birisi.
    "the great filter" (büyük filtre) olarak tanımlanan bu olgu, uygarlıkların belli bir gelişmişlik düzeyinin ötesine ulaşmasını engelleyen bir engel tanımlamaktadır.
    bu filtre unsuru, evrimsel bir limit olabileceği gibi uygarlığın dış etkilerle yok olması veya kendi kendini yok etmesi nedeniyle de olabilir.

    bu nedenle, birçok araştırmacı uzayda hayat bulamamış olmamıza iyi bir şey olarak bakmakta. çünkü uzayda bizimkinden gelişmiş bir uygarlık bulamamış olmamıza rağmen kendimize yakın veya daha geri ama yaygın bir hayat bulursak bu demektir ki, uzayda gelişmiş uygarlıkların oluşmasına bir engel var. aynı engel bizim önümüzde de olabilir ve her an toplu bir yok oluşla karşılaşabiliriz. bu nedenle, "uzaydan mesaj alamadığımız her gün güzel bir gündür" diyenler mevcut.

    belki uygarlıklar uzayın vahşi doğası nedeniyle yok olmakta; belki de gelişirken çevrelerini, kaynaklarını tüketerek veya savaşarak kendilerini ve gezegenlerini tüketmektedir.
    bu nedenle, dünya hayat konusunda uzayda ne kadar istisnaysa insanlığın hayatta kalma şansı da o kadar yüksek. aksine istisna olmaktan ne kadar uzaksa yok olmamız da bir o kadar an meselesidir.

    diğer bir olasılık, uzayımızın zaten bir ırk tarafından kolonileştirilmiş olması ve bizden gizlenmeleri; bu uzaylıların da diğer ırkların belli bir gelişmişlik düzeyinin üstüne çıkmasını engellemeleri (yok etmeleri) yönünde.

    ancak bir olasılık daha var. o da büyük filtreyi atlatmış olmamız ihtimali.
    bu olasılığıa göre, geçmişte dünyada meydana gelen çok sayıdaki felaketten ve hayatın her seferinde neredeyse en ilkel formuna dönüp dünyaya tekrar tekrar yayılmasından sonra büyük filtreden sağ kurtulmuş olmamız ve gelişmemizde önümüzdeki bütün engellerin ortadan kalkmış olması.

  • bi de böyle bir klişe var.
    en son dün gece alper kırşan, avanak kuzenler için söyledi bunu.
    '' biz çekerken çok eğlendik, izleyicilerin de eğleniceğini düşünüyoruz''

    yani her yeni filmde çekenler çok eğleniyor anasını satim. o değil, çekenler eğlendiği için, izleyicinin de eğlenmesi şart oluyor.

    arkadaşım 31 çekerken de eğleniyorsun oysa. senin 31'inin beni eğlendirmesi mi lazım şimdi.

    ayrıca başlık karakter sınırından böyle. ayrıca böyle daha fesat olduğundan hoşuma gitti.
    yazarken çok eğlendim, şukela verin o zaman, ne duruyosuuz.

  • japonlar herkese saygılıdır.
    bir afgan'a da bir mozambikli'ye de aynı hayranlık ve hürmet ile yaklaşırlar.

    zamanında bize de aynı insani duygular ile yaklaşmışlar ve bizim abartılı mehmet scholl milliyetçiliğimizin kurbanı olmuş söylemdir.