ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
vedat milor'un cv'si
-
ne ara yemek yemiş bu adam diye sordum kendi kendime!
(bkz: yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini anlat)
tanım: hayallerimdeki cv'dir.
nasa'nın güneş'e astronot göndermesi
-
astronot'un yaklaşık 8,5 dakikada dünya'ya güneş ışını olarak dönmesiyle sonuçlanır.
sigarayı yeni bırakmış kişilere tavsiyeler
-
birkaç ay kahve içmeyin, alkol almayın falan tamam ama en önemlisi büyük markete alışverişe gitmeyin derim ben. sigara içseydim şu kadar para harcamış olcaktım diye diye saçma sapan şeylere acımadan para veriyor insan.
-güney dakota mantarı... hmm.. şekli de ne değişikmiş. köftenin yanına koysam... oha kilosu 60 lira yuh!
(iç ses: 200 gr alsan iki paket sigara parası eder. sigaraya olunca acımadan veriyodun ama?)
-bu neymiş pekin inciri.. hmm. hiç yemedim. tadı nası acaba... tanesi 7 lira aherey delimiskiyo be!
(iç ses: bi paket sigara parası hepi topu. sigarayı bıraktığıma göre...)
uzatmayayım sonuçta karfurun normalde yanından geçmeyeceğin yok avrupa mutfağı, yok uzak doğu bişeysi raflarında ne kadar pahalı değişik abur cubur varsa, sebze meyve reyonunda ne kadar abidik gubidik ekvator meyvesi varsa, sigara paketi açısından ederini hesaplayıp "e sigarayı bıraktım nasolsa" diyerek alıp dolduruyorsun, bilincin yerine geldiğinde de için yanıyor o verdiğin paralara. bu yüzden ilk birkaç ay şekilli büyük markete sakın girmeyin, mümkün mertebe bakkala, mini markete gidin derim ben, domates, kabak, tat salçadan başka bir şey görmeyin rafta.
bana ne lan çıkmam saraydan
-
ahmet'e verdim gazı,
selo'nun elinde sazı,
zehir ettiniz bana bu yazı,
bana ne lan çıkmam saraydan.
cemil taşçıoğlu
-
bir yandan bu şekilde ölümünü kabullenemezken bir yandan da "ona böyle işinin başındayken veda etmek yakışırdı" diyorum kendi kendime. yıllarını verdiği, çok sevdiği fakültesinde...
her şeyden önce harika bir insandı. birçok öğrencisinin onun derslerine koşarak gitme sebebi anlatacaklarından ziyade cemil hocanın kendisiydi. her dersinde tıbbi anlamda öğrencilerine kattıklarını anlatmaya zaten hiç gerek yok. tıklım tıklım derslerinde amfide ayakta kalmamak için erken gitmeye çalışırdı herkes. ayakta kalanlar, merdivenlerde oturanlar olurdu. ne güzel günlermiş.
vizitlerinde türkiye'nin her yerinden tanı alamadan gelmiş, komplike hastalara en hızlı şekilde tanı koyar ve tedavisine başlardı. her girdiği odada hastalara tek tek hal hatır sorardı. fiziksel temastan kaçınmazdı, elini omzuna koyardı, yanağından makas alırdı, sarılırdı. pozitif enerjisi o ortamda dalga dalga yayılır, önce hastalarına, ordan asistanlarına ve öğrencilerine geçerdi. bir odadan diğerine geçerken koridorda birden durup haftasonu izlediği bir filmden bahsederdi. bazen bir anısını anlatırdı. bunların hiçbiri ölümden sonra kurulan abartılı cümleler değil. o ortamda bulunurken de onu aynı hayranlıkla izlerdik. bütün çapalılar anlar ne demek istediğimi.
kabullenmekte en çok zorlandığım şey, normalde binlerce insanın uğurlayacağı bu büyük adamın sessiz sedasız gidecek olması. böyle olmamalı. salgından sonra bile olsa topluca veda etmeliyiz ona.
nur içinde yatsın değerli hocamız.
aynı şehrin futbol takımları
-
eski guzel gunlerinde olmasalar da ada derbisini buraya yazmadan olmaz
sehir: rangers
takimlar: glasgow rangers, queens park rangers, power rangers
russell crowe'un tayyip erdoğan ile dalga geçmesi
-
yav adamın biri geçen gün çıkmış sözümona mecaz yaparak müslümanlarla dalga geçiyor. sen kimsin be? gladyatör filminde türlü entrikalarla ayak iken nasıl baş olduğunu biz iyi biliriz. sevgili kardeşlerim, bakın çok enteresan, dönemin imparatoru commodus, milli iradeye dayalı gücünü halktan alan bir imparator iken bu russell, halkın arasına saklanıp, halkı galeyana getirip, insanları sokaklara dökme düşüncesiyle darbeye teşebbüs edip, imparatoru koltuğundan edip, ülkenin istikrarlı yapısını bozmayı hedeflemiştir.
(yuhhlamalar, ıslıklar)
eyyyy russell, bu millet bu oyunu yemeeğğğz yemez. sevgili kardeşlerimm, russell'a buradan sesleniyorum. eğer yüreğin varsa sandıkta görüşelim. sana dersi bu millet sandıkta verecek. russell'a sandıkta ders verecek miyiğğğzzz?
(alkışlar, evetler, hüloğğlar)
yurt dışında yaşanan dumur olaylar
-
bütün italya'nın birbiriyle flört etmesi..
ya da ben çok gerikafalı acayip bağnaz filan olduğum için bana öyle geldi..
yaya geçidinden karşıya geçen kadına, otobüs şöförü yol verdi diye, teyze adama öpücük attı..
bildiğin teyze, bildiğin otobüs şöförü ve bildiğin öpücük..
süpermarket kasasında, kasiyer çocukla bi kadın 15 dakika gülüşe oynaşa fingirdeşe konuşurlarken, biz de arkasında 20 kişi ip gibi dizilip sıranın bize gelmesini bekledik.. kimse de sesini çıkarmadı.. ben de misafirim diye sesimi çıkarmadım..
neden kimse sesini çıkartmadı peki?!
çünkü sıra kime geldiyse o da kasiyer çocukla gülüştü.. fingirdeşti..
makarna yemek için girdiğim self-servis bi lokantada, makarna tezgahının arkasındaki çocuğa "hangisini önerirsin?" dedim..
"hiç biri senin kadar güzel değil :)" dedi..
makarnamı aldım, okşanmış gururumla arkamı döndüm masaya gidicem, benden sonra gelen 110 kiloluk, 50 yaşlarında adama da aynısını söyledi..
yani; otobüs şöförü teyzeye, teyze kasiyer çocuğa, kasiyer çocuk adama sonra hepsi uşağa..
böyle bi ortam..
aklım gitti bi haftada..
bütün ülke ihtiraslı bi aşk yaşıyo valla..
bu aileden kaldı mı ya
-
kenan sofuoğlu'nun zoruna bizim kadar gitmemiştir yüksek ihtimal.
norveç ordusu
-
bu norveçlilere baktıkça neşem yerine geliyor, adamlar çok acayip bir dünyada yaşıyor. hala aynı dünyada aynı türe ait olduğumuzu aklım almıyor.
önce bir önbilgi verelim. bu norveç'te zorunlu askerlik var. şaka gibi ama ciddi ciddi bir yıl askere alıyorlar gençleri.
sistem şu şekilde işliyor. devlet herkesi askere almıyor. her genç erkek norveç devletine bir mektup yazıyor ve askerliği isteyip istemediğini, askerlik yapmasına engel bir durumu olup olmadığını, hobilerini, eğitimini, güçlü-zayıf yanlarını falan belirtiyor, buna göre ordu bir tür seçim yaparak istediklerini askere çağırıyor ve bir yıllık bir eğitim veriyor.
burada genç bir norveçli çocuk var. tam bir viking torunu. 1.90 boyunda, yağsız, kaslı, futbolcu, sigara yok, 20 yaşında 5 dili ana dili konuşuyor. disiplinli, zeki, çevik, ahlaklı. sağcı partinin gençlik kollarında lider konumunda ama bizim özgürlük kuşlarımız, en entel geçinenimiz bu çocuk yanında tayyip kalır. koyu norveç milliyetçisi, her fırsatta viking boynuzları falan giyiyor, eğlenceli bir eleman.
"vsop, dünyanın sonu gelecek . seni donduracağız ve insan ırkı ileride senden türeyecek, bu göreve hazır mısın?" deseler "mal mısınız? bu adam dururken beni mi göndereceksiniz?" derim öyle bir tip.
bu adam askere gitmeyi çok istiyor, zaten böyle askeri eğitim, güç-engel parkuru, pentatlon falan deyince gözleri parlıyor elemanın. mektuba da döşüyor, döşeniyor bekliyor.
sonuç: bu kardeşimiz ve bunun takımdan benzer arkadaşlarının hepsine cevap aynı: "teşekkür ederiz. norveç ordusunun şu anda size ihtiyacı yok"
kim gidiyor? alkoliği, keşi, obezi, askerden kaçmak için rapor ayarlayanı falan alayını alıyorlar askere. alıyorlar, bir yıl koşturup, süründürüp, ayakta dikip adam ediyorlar.
adamlar o kadar dertsiz ki, orduyu sadece bir adam etme mekanizması olarak kullanıyorlar. bunun için de uğraşıp aradan ne kadar kıl-tüy adam varsa seçiyorlar. bunun için okul kayıtları, detaylı sağlık taraması, sicili, otu boku herşeyini araştırıyorlar.
ilk duyduğumda "vay anasını" dediydim, hala da hatırladıkça derim.
bir adam sevilmeye neresinden başlanır
-
dostlugundan başlanır.
önce ben demediği cumlelerinden. sizi sıkıştırdığı zaman dilimlerinde değil, size ayırdığı zamanlardan başlanır.
ne olduğunuzu bildiği için seven adamı, ne olduğunu bildiğiniz için kolayca seversiniz.
kendinizi onda bulmanızı, onu kendinizde bulmanizdan.
sevmeyi lutfetmeyisinden. paylaşmak için cirpinmasindan.
çabasından başlanır.
14 nisan 2020 terhislerin ertelenmesi
-
yarım günün hesabını yapan askerlerin dünyasını başına yıkan haber. plakalar yeniden dağıtılıyor.