hesabın var mı? giriş yap

  • şu an dünya okçuluk sampiyonasinda çeyrek final maçına çıkıyor. yayın: trtspor yıldız

    edit :6-2 ile yarı finale kaldı

    yarı finalde de 1 numara almeida'yi yenip finale kaldı

    en güzel edit : dünya şampiyonu oldu mete

  • sonucu yazalım
    -akp ve mhp oyları ile kabul edildi.

    eğer cinayetlere, tacizlere, tecavüzlere dair bir şey sunulursa sonuç:
    -akp ve mhp oyları ile reddedildi

    arkadaşlar bunları artık ezbere biliyoruz.

  • ite köpeğe maskara olmak?

    din dil ırk ayırt etmeden su insanlar gibi insanları en azından saymayı ogrenemedikce sizden bi bok olmaz.

  • öncelikle (bkz: #75505701)

    küresel ısınma mevzusu son zamanlarda öyle büyük alarmlar vermeye başladı ki, karbon emisyonu konusunda ülkeler çoktan harekete geçti. fakat küresel bir hareket hala sağlanamıyor, sebebi ise 'tarihsel sorumluluk', sanırım önce bundan bahsetmemiz gerekecek.

    sanayi devrimi ile zenginleşen ingiltere'nin başı çektiği büyük ülkeler için 'küresel ısınma var, fosil yakıt kullanmayalım' demek elbette çok kolay. zira ekonomisi çoktan gelişmiş ve yatırımları farklılaşmış, sürdürülebilir enerji kaynakları yatırımı almış başını gitmiş, sürdürülebilir ekonomileri çoktan kurulmuş ülkelerden bahsediyoruz. bu ülkeler kalkıp 'gelişmekte olan'ülkelere 'tatlım siz de fosil yakıt tüketmeyin, karbon salmayalım, kardeş kardeş yaşayalım' dedikleri zaman çin gibi, türkiye gibi ülkeler de diyor ki, 'tatlım yalnız şuanki berbat durumun sorumlusu sensin, sen dünyaya karbonu bastın ve bugün bu haldeyiz. fakat geliştin. benim de gelişmem lazım' diyor.

    bence hiç bir yere varmayan, uzlaşmadan uzak, saçma sapan bir görüş olsa da haksızlar diyemeyeceğim.

    hal böyleyken 'hadi bakalım artık karbon salmıyoruz' diyemiyoruz ne yazık ki. fakat ne yapıyoruz? karbon ekonomisi geliştiriyoruz. aslında çok basit iki sistem var, bir tanesi ülkemizde uygulanmamasına karşın prensibine aşina olduğumuz 'vergi' sistemi, diğer ve daha ilginç olanı ise 'karbon borsası'. şimdi her iki sistemi de artılarıyla, eksileriyle, etik tartışmalarıyla biraz gözden geçirelim.

    karbona vergi koyan ilk ülke, 1990 yılında finlandiya oluyor. onu norveç ve isveç 1991 yılında takip ediyor ve akabinde pek çok ülke vergi politikalarıyla karbon salınımının azaltılması için kendi çaplarında önlemler alıyorlar. türkiye çevre politikalarına bakacak olursanız, devlet baba size 'akaryakıttan yüksek vergi alıyoruz ki ülkenin karbon salınımını azaltalım' diyecektir. gülüp geçiniz. neden? zira 'karbon vergisi' ile elde edilen bütçe tamamen fosil yakıt ithalatına gidiyor =) normal şartlar altında, diğer ülkelerin yaptığı gibi, bu vergi kumbarasının yenilenebilir enerji kaynaklarına ya da karbon emisyonunu azaltacak teknoloji yatırımlarına gitmesi gerekirdi. boş bir lakırdı anlayacağınız bizdeki 'akaryakıt vergisi', altı tamamen ekonomik çıkarlara dayanıyor. peki teoride yüksek vergi, az tüketimi getirir tamam, bu sistemde problem ne? problem şu, aslında tüketim, öngörüldüğü kazar azalmıyor. finlandiya'da yüksek vergi ile üretilen bir mamul yerine türkiye'de yüksek karbon salınımı ile üretilmiş bir ürün ithal edilerek yine finlandiya'da tüketiliyor. ne oldu? bu sefer bir de lojistik dolayısıyla daha fazla karbon salmış bir ürün tüketmiş oldun. çok tatlı. ülkenin bana göre en vizyonlu iş adamlarından biri olan cem boyner'in bu konuya şahane bir önerisi vardı, her ürünün karbon ayak izini hesaplamak ve satışı sırasında etiketlemek. nasıl ki çikolata aldığınızda arkasında şeker gramajı varsa, bunu da öyle düşünebilirsiniz. bu elbette küresel ısınma bilinci olan kişilerde işe yarayacaktır. özetle: vergi tek başına yeterli bir sistem olmamakla birlikte tüketim bilinci arttıkça verimliliği artacaktır.

    gelelim karbon piyasasına. bu bir hayli ilginç bir konu bana sorarsanız. karbon piyasası nedir? kısaca şöyle anlatalım. örneğin benim bir fabrikam var ve bana 100 tonluk karbon salınım izni verilmiş. ayşe'nin de bir fabrikası var ve ona 300 ton karbon salınım hakkı verilmiş. ben yıl sonunda bakıyorum ki aslında 80 ton karbon salmışım, 20 tonluk karbon hakkım kalmış. ayşe'ye ise 300 ton karbon yetmemiş bile. ayşe bana diyor ki, malmocuğum, sen bana o 20 tonluk hakkını satsana? ben de diyorum ki, tabi yahu, zaten o 20 ton benim 'üretim fazlam' (bu şekilde kabul ediliyor), bari sana satıp para kazanayım.

    ve satıyorum.

    ne oluyor? doğaya 400 tonluk karbon salınmış oluyor. yani ben kotamı doldurmayıp karbon salınımımı azaltıyorum aslında üretimimde. ancak bunu azaltamayan biri gelip benden karbon salınım hakkı alarak kendi sınırlarını aşıyor ve günün sonunda atmosfere salınan karbonda bir değişiklik olmuyor. üstelik, daha da saçması, günümüzde o kadar çok 'üretim fazlası' karbon salınım hakkı çıkıyor ki ton fiyatları anormal derecede düşük oluyor. örneğin, atmosfere bir metrik ton karbon salmanın maliyeti 20 dolarken (doğaya verdiği zarar baz alındığında ücret bu çıkıyor), piyasadaki karbon salınım fazlası nedeniyle bu ücret karbon borsasında 5 dolarlara kadar düşüyor. saçmalığın farkında mısınız?

    çözüm nedir?

    kotaların kısılması elbette. bunu kime sorsanız söyler, fakat koskoca borsalar nasıl oluyor da bunu düşünemiyor diyebilirsiniz. düşünüyorlar. fakat ne yazık ki radikal kararlar alamıyorlar. karbon metrik tonunun ücretine alt limit koymaktan öteye gidemiyorlar.

    türkiye'de karbon borsası da yok. ismini tahmin edebileceğiniz birkaç büyük holding gönüllü olarak bunu şuan kendi aralarında deniyorlarmış, öte yandan dünya bankasının da türkiye'de karbon borası başlatılabilir mi hedefinde yaptığı bir inceleme varmış. fakat benim ülkeye dair inancım sıfır. nedenini türkiye'nin karbon politikaları nezdinde daha sonraki bir entryimde açıklayacağım.

    kahvenizi, kırmızı etinizi, avokadonuzu filan azaltın, şu kaloriferlerinizi de az kısın arkadaşlar be. valla bak.

  • avrupa'nin gulfstream ve acik denizlerde balikcilik yapmasi sebebiyle türkiye'yi balik tüketiminde katlayip kivirip, sagdan geride biraktigi bir tablo olusturmustur. akdeniz'de o kadar balik yoktur ki zaten, hele hele karadeniz'de. ic denizde az nüfusla yasiyor, cok daha az kirletiyor olsak hadi neyseydi, ama tuna nehri'nden de bütün avrupa'nin pisligi karadeniz'e akiyor, yapacak bir sey yok.

    esas konusmamiz gereken diger et tüketimi: ya biz göcebe halk degil miydik? nerede bizim koyun/keci et tüketimimiz? aa sahi ya, onlari cok yagli diye yemekten vazgectik, domuz haram (halbuki hayvanciligin belki de en ucuz formudur ve avrupa'nin farki koyup ilerlemesinde önemli bir yere sahiptir), yabani av hayvani yeme kültürümüz yok (cünkü yabani topraklarda ekosistem birakmadik), dana ve kanatli hayvan icin ciftlik kurmayi marmara bölgesi ve erzurum platosunda denedik, talebe yetisemedik ve artik yerel hayvan türü kalmadi. o yüzden cok pahali ve halkin alim gücü zaten yoktu, iyice eriselemez hale geldi.

    obezite fazla et tüketimi sonunda gut hastaligiyla da gelebilir, hatta kalp damar rahatsizliklariyla paralel de gelisebilir, ama sorun o degil zaten. sorun, et yerine yedigimiz hamur ve seker kültürüyle sehre göcüp orada yattigi yerden para kazanmak istememiz. köydeki arazileri satip gelen ufak aristoratlariz aslinda hepimiz, kötü beslenip, insanlara kötü davranip, ayricalikli muammele bekliyoruz. sonra da dönüp "ay yasadigim il merkezi de cok bozdu" oyununu oynuyoruz. ülkecek psikoanaliz icin bitmeyen bir malzemeyiz yeminle.

  • senin o dediğine "bir şeyin simgesi olmak" denir. ve bu çok değerli bir durumdur. halkın gözünde simgeleşen kişinin-şeyin değerini gösterir.

    ama siz namussuzlar bunu anlayamazsınız. o yüzden daha fazla açıklama yapamayacağım.

    madem editledin ben de editleyeyim editi : bak ben ne yazmışım gafil, bu tepkiye karşısın demiş miyim? dememişim. gereksiz bir ayaklanma olduğunu belirttiğini söylemiş miyim? onu da söylememişim. maktülün konumuyla ilgili olarak "özgecan aslan bu olay için sadece bir kukladır" demiş misin? demişsin. ben de sana ona kukla olmak denmez simge olmak denir, demişim. namus diye bir kavrama inanmam demişsin, ben de sana namussuz demişim. bunun karakterinle ne alakası olduğunu sormuşsun. literatürde bile yeri olan "simgeleşmek" kavramını bok atarak kirletmeye çalışman karakterinle olan alakasının en güçlü delilidir.

    çift haneli iqumla dalga geçeceğine üç haneli iqunla hayatı, insanlığı nasıl anladığına bak.

    not: 3 haneli demişsin ama hatırlatayım biz onluk sayı sistemi kullanıyoruz. yanlış olmasın.