hesabın var mı? giriş yap

  • bir takım müslümanın kendini kandırmasından başka bir şey değil.

    birisi konut kredisi adı altında bankadan para alıp bunu faiziyle ödeyince bu günah oluyor.

    aynı evi islami bankacılık yapan kuruluş sizin adınıza alırsa ve garip bir rastlantı eseri konut kredisinde ödenen aynı miktarda taksitlerle, konut kredisindeki vade süresi içinde söz konusu kuruluşa ödediğinizde bunun adı faiz olmuyor. ayıptır be kardeşim çocuk mu kandırıyorsunuz.

    kendini kandırıp buna ciddi ciddi inanan adam var lan. valla bak...

  • 27 kasım 2021 tarihli resmi gazete'de yayımlanmasıyla kesinleşmiştir. esnaf ve marketler fiyatları artırıyor diye suçlanırken hükümet gelirlerine %36.2 zam yapıyor. bu reel enflasyon bir tek çalışanların maaşına uğramıyor. haliyle fakirleşmeye tam gaz devam ediyoruz. geçmiş olsun.

  • facebook'ta bir videoya denk geldim ve sinirlerim tepeme çıktı. konu özetle şu;

    bir abimiz işyerinde hırsızlık yapan 2 çalışanı işten çıkartıyor ve bu hırsızlar da yüksek yerlerdeki irtibatlarını devreye sokarak bu abimizi kaçak elektrik kullanıyor diye şikayet ediyor. e tabi arkalar sağlam olunca sorgusuz sualsiz bu abimizin firması kaçak elektrikten dolayı ceza alıyor ve elektriği kesiliyor. ve 22 aydır hiç bir şekilde hakkını alamıyor. kaçak elektrik kullanmadığına dair raporları olmasına rağmen işlerini yapması gerekenler korkularından dolayı işlerini yapmıyorlar.

    youtube linki

    videodaki abinin facebook profili

    (bkz: akedaş) yanlış aktarım var sanırım icanus uyardı. akedaş adıyaman kahramanmaraş ve elazığ bölgesinde görevliymiş.
    (bkz: akdeniz elektrik dağıtım a.ş.)

    daha önce paylaşıldı mı bilmiyorum aradım bulamadım neyse bir daha paylaşılmasında zarar yok. video yeterince ilgi görmüş ama ekşisözlük'ün gündem yaratma potansiyelinden dolayı konunun bir ucundan da biz tutarsak belki bir yardımımız dokunur.

    daha önceden şöyle bir başlık açılmış
    (bkz: türkiye'de hak ve adalet arıyorum)
    (bkz: vatandaşın kaçak elektrik isyanı)

  • ozellikle son donem filmlerine baktiginizda derin depresif bir hava gorebilirsiniz. hatta kemal sunal denilince akla gelen ilk sey (bkz: gülmek) tabusunu yikmak icin ozellikle yapildigini bile dusunebilirsiniz. cunku gec donem kemal sunal filmleri az komik, cok toplumsal, bolca trajik, zaman zaman ise saskinlik verecek derecede karamsardir.

    turgut özal'la birlikte bir anda farklilasan, batiyla kucaklasacagiz derken suudi araplara kundeye gelen, yogun arap turizmi ve yerlesimiyle yerli insanlarin ozellikle buyuk sehirlerde kendini ikinci sinif vatandas olarak buldugu, arap yerlesimiyle ucan kiralar ve ozellestirmeler sebebiyle siradan vatandasin elinde patlayan "buyuyen ekonomi" yalani yuzunden cinnet sinirina geldigi bir donemde (yasayanlar hatirliyor zaten) kemal sunal cogu sozde sanatçı gibi bir kenara cekilip felsefi denemelere girismemis, siradan insanin cinnet halini filmlerinde yasamis ve yasatmistir.

    son donem filmlerinde cogu yerin araplara peskes cekilmesinden, bu sebeple turklerin oz yurtlarinda kendini ikinci sinif vatandas olarak bulmasindan, yukselen yalanci "haci-hocalik" akiminin nasil siradan insanlarin manevi duygularini kullanarak maddi cikar elde ettiginden bahseder.

    ama bunu oyle umutsuz sekilde yapar ki, "ne olursa olsun kaybedecek olan biziz. bu kadar kotulukle bas edemeyiz biz" mesaji verir adeta. kemal sunal'in son donem filmleri ile ilgili spoiler vererek ne anlattigimi ornekleyecegim icin eger kemal sunal filminde spoiler'a düşmek gibi istisnai bir durumdan muzdaripseniz devamini okumayiniz (bir insan kemal sunal filminde spoiler'dan yakiniyorsa ya uzaydan gelmistir ya da amneziden muzdariptir).

    1986 yilinda davacı filminde abuk burokrasinin carklari arasinda ezilen siradan insanlarin dramiyla acilis yapar bu doneme sunal, filmin sonu umutsuz bir sekilde biter ama bu daha baslangictir.

    1987 yilinda yakışıklı filminde ailelerine bakmak zorunda olduklari icin evlenemeyen iki asigi anlatir, ama altta ana tema gecim derdi, araplarin istanbul'da ev kiralamaya baslamasi yuzunden ucan kiralar nedeniyle ev bulamamaktir. evli olduklari halde evlenemeyen kari koca sonunda başını sokacak bir dam bulmak icin yegane secenegin hapse girmek oldugunu anlar ve kelepçeler esliginde hapse girer, film boyle biter.

    1987 yilinda kiracı filminde ailecek yine kiradan, hayat pahalılığından, geçim derdinden muzdariptirler. yine her ev araplar tarafindan fahis fiyatlara kiralandigi icin kiralar ucmus, ahır gibi evlere bir maastan fazla kira istenir olmus, "büyüyen ekonomi yalanı" yuzunden hayat pahalilanmis, gecim imkansiz hale gelmistir. kiralik ev bulmak ugraslarinda iki kelimesinden biri allah olan sahtekar hacı ev sahibi gercegiyle karsilasmislardir. kendi kizi italyanla evli oldugu halde millete namus ve iman bekciligi yapan, bir oglu icip ortaligi dagitan bu haciyla gercek hayatta karsilasmamis hicbir kiraci yoktur malum. filmin sonunda hicbirsey cozulmeden, ayni umutsuzluk ve karamsarlik icinde biter. kucuk ask kacamagini kaybeder. sevmedigi bir hayati sevmedigi sekilde yasamak zorunda kalir sunal'in karakteri.

    1987 yilinda japon işi filminde artik kucuk insanlara ve onlarin kucuk hayallerine yer kalmadigini anlatir, ya devasa basarilar elde edilmeli ya da yok olunmalidir, bu yeni donemde orta direke yer yoktur. devir firsatlari degerlendirip buyume devridir, buyuk balik olup kucuk baligi yutma devridir. bir ask temasi uzerinden bu yalnizligi ve kucuk insanin yok olusunu anlatir sunal. mutlu son gibi gozukse de sonu bir bitisi anlatiyordur aslinda.

    1988 yilinda uyanık gazeteci filminde terör ve uluslararasi savaşin her yani sardigi donemde aslinda insanlarin anlasmakla, konusmakla herseyi cozebilecegini, yapay kavgalarin ve catismalarin sadece zenginler ve siyasetciler icin bir kazanim oldugunu, geri kalan insanlari kin ve nefret dalgasina surukleyerek ziyan ettigini anlatmaya calisir. simgesel bir sekilde kaybolan hasari cocuk barışi aradigi sirada "barış" diye bagirirken uluslar arasi silah tacirleri tarafindan basindan vurularak oldurulen bir gazeteci rolunde cok sey anlatir sunal. "barisi isteyen olur" der acik acik.

    1988 yilinda öğretmen filminde yeni donemin en net resmini ceker kemal sunal. "inançla büyüyen türkiye" masallarinin aslinda nasilda bir yandan maneviyati somururken obur taraftan icini bosalttigini, acgozluluk ve hirsin alkislanacak birsey haline geldigini anlatir. ayni zamanda yine bir maastan fazla tutan evler, yine yasam pahaliligi, yine gecim derdi yuzunden, gecinememek yuzunden yavas yavas ulasilan cinnet hali vardir. bir ogretmenin buyuksehirde tutunma cabasi bir trajediye donusur. basarili bir ogretmenin bu "buyuyen" donemde nasil hayatta kalmaya cabaladigini, beceremeyerek aklini kaybettigini gosterir filmin sonunda.

    1988 yilinda düttürü dünya filminde yine kucuk adamin kucuk dramina, yokolusuna, hayallerinin batisina tanik ettirir izleyeni sunal. yoksulluk, gecim derdi, umutsuzluk ve kaybolan hayatlar filmin ana temasidir.

    1989 yilinda gülen adam filminde yine burokrasi, yine siradan insani onemsemeyen "buyuyen ulke"ye odaklanir. yine durust bir maasla yetirilemeyecek ev kiralari ve hayat pahaliligi yuzunden mutlulugundan olan bir adam vardir. film boyunca ne olursa olsun gulen adam cocugu olunca onun yasayacagi hayatin umutsuzlugu yuzunden aglar, aglamasi o cocugun yasamak zorunda olacaklarindandir.

    1990 yilinda koltuk belası filminde yozlasan, yukselen degerleri para ve ekonomik guc olan, maneviyati bile bu ugurda kullanmaktan cekinmeyen donemin yasantisina isik tutar. en durust insanin bile cark icinde kendini kaybedecegini, butun kavramlarin lüks, itibar gibi seylere odaklandigini, aradaki butun baglarin bu cikarlara dayali oldugunu, gordugu butun sayginin cikarlar sebebiyle oldugunu gosterir sunal. iyi niyetli bir insanin bile nasil ayartilabildigini nasil bastan cikarilabildigini anlatir. donemin ozetidir bu: çıkar=herşey. filmin sonunda delirir sunal'in karakteri, gelecege yonelik bir kehanettir bu.

    1990 yilinda boynu bükük küheylan filminde artik kalan komedi kirintilarini da bir kenara birakmis, tamamen drama odaklanmistir. gecim sikintisi, sehirleri domine eden köy kültürü ve adetleri, cikar, yozlasma, maneviyattan beslenen sahtekarliklar hepsi corba olmus ve lezzetsiz bir haline gelmistir. bastan sona dram filmidir.

    1991 yilinda varyemez filminde cimri bir karakterin yalnizligini anlatmaya calisirken aslinda paranin, gucun, yozlasmanin, herseyin sahtelesmesinin belgesini sunar sunal. para mutsuzluk getirmekte ama parasizlik herseyi goturmektedir. bu ahlaki ve gundelik acmazda tamamen havada biter film.

    malum bundan sonra rahmetli kemal sunal uzun yillar sinemaya ara vermis ve son bir film cektikten sonra vefat etmistir.

    eger gercekten yukaridaki yaziyi zaman ayirip okuyan olduysa farkedecektir ki sunal'in filmleriyle taniklik ettigi o donem 2 perdeliktir, ilk perdesi o zamanlar yasanmis ikinci perdesi ise yillar sonra sahneye konmustur.

    ve ne tesaduftur ki -ister inanin ister inanmayin-, artik kemal sunal'in bir filmini internette (mesela youtube'da) seyretmek isterseniz altinda sonu gelmez kufur ve hakaretlere tanik olarak iciniz parcalanir. kemal sunal'a dahi bir dunya hakaretler ve cok agir ithamlar edildigini gorursunuz. olusturulan kin ve nefret kulturunde, yalanci tarihcilik, sahtekar maneviyatcilik gibi zehirli ve oldurucu silahlar kullanilarak yeni nesiller kemal sunal'a bile nefretle bakar hale gelebilmistir.

    inanmasi zor ama kemal sunal gibi bir degerden nefret edip hakaret edenlerin sayisi sevenlerinin sayisina denk gelmeye baslamistir (cok uzulerek soyluyorum bunu). maneviyatla vahşiligi, milletiyle gurur duymakla zalimligi, gecmisiyle ovunmekle dangalakligi karistiran ve sayisi cig gibi buyuyen mahluklar turedikce kemal sunal bile bir hedef olarak gorulecektir.

    ikinci perdenin urunudur bu.

    eger ki bu topraklarda kemal sunal bile hedef haline getirilip asagilanabiliyorsa, kufurler ve ithamlarla kara calinabiliyorsa; artik ne o toprakta lezzetli yemis yetisir, ne o yetisen zehirli yemisten yiyenden hayir gelir.

    tanim; kemal sunal, baska tanima gerek yok.

  • "hayat; dolmuşa senden hemen sonra binen kişinin, sen para verirken, tek boş koltuğa oturması, sonra sana 'bir bostancı uzatır mısın?' demesidir"

  • gençliğinde ankaralı bir devrimci olarak istanbul da kurumun genel merkezinde aktif rol almak için gittim
    istanbul daki devrimci çeşitliliği ilk başta beni şoka uğrattı aslında
    herkes devrimciliği kendi dünyasına göre yorumluyor ve ona göre davranıyordu
    evrensel literatürmüş
    devrimciliğin etik anlayışı ve hoşgörüsüymüş
    nerdeeeee
    ev tutmamız gerekiyodu
    bende beşiktaşta bi teras katı buldum
    şahane bi manzara
    binanın sahibi ve sülaleside o binada oturduğu için biraz sorun yaşıyacağımızı düşünerek işe giriştim
    ne devrimciliğimizden nede solculuğumuzdan bahsettim
    eğer devrimciyiz veya solcuyuz deseydim o manzara, o teras yalan olucaktı
    3 kuzeniz hikayesiyle girdim, kurumdan bir arkadaşın anneside geldi kefil oldu
    devrimciyiz deseydik evi vermiceklerdi , çünkü hacı amca devrimcileri sevmezdi diye değil
    devrimcilerin kira borcu takmadığı tek bir yer yok
    hesap ödediği nadir yerler var
    devrimcilik bu değildir çok konuştum kurumda ama anlatamadık açgözlü pinti materyalistlere

    daha da rezaletini yaşadım,
    bi sabah evden çıktık
    beni güç bela uyandırdılar ve yarı uykulu yola düştük kuruma gitmek için
    yolumuzun üstünde bir süpermarket var ve ordan kahvaltılık bişeyler alıncak
    girdik içeri bi ton gezdik aldık falan kasaya geldik ben cebimdeki 20 liği arkadaşa uzattım
    gerek yok ya aslı ödüyo dediler neyse ben hala uyuklama modundayım
    kuruma geldik ve kızlar kahvaltı hazırlarlarken, süpermarketin sahibinin bizim kuruma ne kadar çok yardım yaptığını falan da öğrenmiş oldum
    eski devrimcilerdenmiş o da, zamanın hızlılarından...
    kızlar kahvaltıya çağırdığında gözlerime inanamadım
    masada ne arasan var, yuuuhhh naptınız dedim
    pis pis gülüşleriyle aslında sadece ekmek ve peynir parası verdiklerini öğrendim
    vay amk dedim ya
    adam o kadar yardım etsin siz gidin onun marketini soyun
    şakamısınız lan
    bendenizde yüksek tansiyon olması nedeniyle sinirlendiğimden başıma giren ağrıyla balgamlı bi tükrük salladım masaya
    bi kaç gün sonrada 18 saatle doğu ekspresle geldiğim ankaradan
    uçakla 50 dakikada döndüm

    devrimcilik hikayesine de o günlerden beridir girmiyorum

    çünkü bu ülkede gerçekten sosyalizmin ne olduğunu bilmeyen devrimciler
    hayatında nutuk adlı eseri okumamış kemalistler
    kuran açmamış müslümanlar var