hesabın var mı? giriş yap

  • komutana maeve binchynin yalnız kadınlar sokağı* kitabını okurken yakalanan askerin yaşadıkları:

    - asker!
    - emredin komutanım!
    - napiyosun oğlum?
    - kitap okuyodum komutanım.
    - ne kitabı lan?
    - roman komutanım.
    - adı yok mu bu romanın?
    - yalnız kadınlar sokağı komutanım.
    burada komutan biraz durup düşünüyor ve sonra daha sakin bir ses tonuyla:
    - nerdeymiş bu sokak lan?
    - onu bulmak için okuyorum komutanım.

  • yurtdışında böyle bir zorlama olmadığından girişe menü ve fiyatlar yazılır, herkes hesabını yapar ona göre oturur. özgüven denilen şark kurnazlığına mahkum olmamak.

  • debe'de ki yazıyı okuyunca benim de aklıma geldi.

    daha 1 yıl olmamıştır. vakıfbank atm'den para çekicez arkadaşla. bir tane abi var 40'lı yaşlarda, o seslendi. "gençler oğlum askerde para göndericem ama olmuyor, bir yardım edin" dedi. "tabi abi" dedik, geçtik yanına.

    kart numarası var sadece bir türlü biz de yapamadık. o sırada oğlu aradı, "oğlum gönderiyoruz, abilerin var burada onlar yardım ediyorlar. merak etme sen parasız koymam ben seni." aldım telefonu elinden, "kardeşim iban varsa iban at yapamadık bunu biz bir türlü dedim." oysa akıllı telefon yokmuş ondan vermemiş iban. kartın üzerindeki numaraları söylemiş. "iban yok mu?" dedim, "abi cüzdana yazmıştım, 5 dakika beklerseniz söylerim." dedi. "bekleriz kardeşim, biz buradayız acele etme sen." dedim kapadık.

    +abi buralı mısın?
    -yok kardeşim afyon'luyum. çalışıyorum burada şantiyede.
    +iyi abi iyi, allah kolaylık versin. hah arıyor oğlan, söyler şimdi iban'ı göndeririz.

    söyledi çocuk ibanı.

    +abi kaç para göndericez?
    -100 lira.
    +100 lira mı?
    -evet evet 100 lira.

    kaynar sular başımdan döküldü.
    arkadaşım kızardı yanımda.
    gurbette inşaat işçisi, oğlu askerde.
    içi içini yiyiyor para göndermek için, acele ediyor.
    göndereceği para sadece 100 lira.
    içimden diyorum ya bu çocuk sigara içse başka bir şeye para kalmaz.

    bir yandan da lanet ediyorum devlete. çocuğu ailesinin yanından al, belli bir süre tut ama ihtiyaçlarını bile karşılayama. babası buralarda pervane olsun. allah belanızı versin diyorum.

    neyse gönderdim parayı. abi diyor illa gelin çay ısmarlayayım size. biz diyoruz abi biz ısmarlardık ama valla işimiz var. kaç kere hakkınızı helal edin dedi. bir de çay ısmarlayacak bize. allahım yaa! arkadaşla biz de attık arkadan bir miktar para. en azından biraz yetmiştir çocuğa.

    hayat garibana zor abi.
    hele bizim memlekette hayat garibana çok zor.

  • su baskınları ve deniz seviyesinin yükselmesi haricinde dünya üzerindeki yaşamı etkileyecek bazı sonuçlar doğuracaktır.

    öncelikle oluşacak downforce bütüm dünyadaki bitki örtüsünün zarar görmesine neden olacaktır. bunun sonucunda gıda temininden, havadaki oksijen seviyesine kadar etkilenecektir.

    bitkiler fotosentez sayesinde havadaki karbondioksiti oksijene çevirir ve oksijenin canlı yaşamı için önemli olduğu kadar, güneş ışınları da fotosentez için öneme sahiptir. durmaksızın yağacak bir yağmuru sağlayacak yoğunlukta bulutlar güneş ışınlarını engelleyecek ve zaten bir kısmı zarar gören bitki örtüsünün yeterli oksijeni üretmesine engel olacaktır. ayrıca fotosentez yapamayan bitkiler de ölecektir. bu sayede soluduğumuz oksijenin %30'unu üreten bitkiler yok olacaktır.

    güneş ışınlarının engellenmesi soluduğumuz oksijenin %50'sini sağlayan planktonların da ölmesine neden olacaktır. bu sayese oksijen kaynağımızın %80'i yok olmuş olacaktır.

    bitkilerin yoksunluğu, beslenmek için hayvan yetiştirmemizi de önleyecektir. belki bir ihtimal bol bol suya ihtiyaç duyan pirinç yetiştirmek mümkün olabilir.

    "balık tutar onunla besleniriz" diyeceksiniz ancak onlardan da uzak durmak gerekecektir zira bu kadar yağışın oluşturduğu kuvvet kanlizasyon atıklarından, ağır metallere kadar tüm kirliliği göllere, içme su kaynaklarına ve denizlere taşıyacaktır.

    içme suyuna karışan kirleticiler hepatit, kolera ve tifo salgınlarına neden olacak, taşkınlar nedeniyle oluşan su birikintileri sivrisinek popülasyonunun aşırı artmasına, sıtma, deng humması ve sarı humma gibi hastalıkların yaygınlaşmasına neden olacaktır.

    ayrıca aşırı nem ile gelen küf de barınma sorununu neden olacaktır. yediğimiz rokforun içerisindekinin aksine oldukça zararlı ve ölümcül olabilen küf türleri bulunmaktadır.

    yine yağışın oluşturduğu muazzam baskı ve toprağın suya doyması nedeniyle dünya genelinde ölümcül toprak kaymaları meydana gelecek, sonucunda yollar kapanacak, enerji nakil hatları ile iletişim ağları devredışı kalacaktır. oluşacak yeraltı erozyonları sayesinde yeraltındaki kayalar yerlerinden oynayacak ve depremler meydana gelecektir.

    özetlemek gerekirse; yeryüzünde 300 günü aşkın süre ile yağmur yağabilen bölgeler olsa da tüm dünyada durmaksızın yağmur yağması pek mümkün değildir. ancak bir şekilde böyle bir şey gerçekleşirse hayat tamamen yok olur diyebilmek mümkündür.

    kaynak: youtube/life noggin

  • herhangi bir aşağılama olmayan twittir. gündelik yaşamında fakirlik çekenlerin, zenginlik içinde yaşayanlara oy verdiğini söylemektedir, o kadar. yalan da değildir.

  • insanın hayatının büyük bir bölümüdür. minik bir hesap yapalım.

    her gün duş aldığını varsaysan. hadi diyelim kış falan var 2 günde bir duş.

    yılda 180 kez. 70 yıl yaşasan. 12600 kez duş alsan.

    şimdi bu duşta suyun sıcaklığını ayarlarken, ben mi malım bilmiyorum ama 4 5 dakika harcıyorum. çarp 12600 ile. 63 bin dakika.

    kaç saat eder? 1050. peki kaç gün? 45 civarı.

    yani toplam 45 günümüz duşta suyun sıcaklığını ayarlarken geçiyor. vay anasını, çokmuş lan.

  • gerçekten çok merak ediyorum. abi ne yazıyorlar lan o kağıda? kendi takımının rakibi belli olduğunda o önündeki kağıda hep bir şeyler yazarlar. nedir o allah aşkına?

    örneğin bugün galatasaray chelsea ile eşleşti. lütfi arıboğan direkt kalemi eline aldı, önündeki kağıda bir şeyler yazdı. yine "bir schalke değil fakat chelsea de iyi" gülümsemesi yaptı. ne yazdı şimdi oraya "chelsea" mi? yani yazmasa unutacak mı adam? "yahu şuraya bi chelsea yazayım da maçlar teee mart'ta unuturuz falan aklımızda kalsın" mı amaç?

    ne kadar gereksiz, formaliteden bir hareket gerçekten. belki çok çok eskiden imkanlar şimdi kadar olmadığı için insanlar yazıyordur fakat şimdi gerçekten çok gereksiz. bu saçma olayın bir an önce bitmesi gerekiyor.

  • bunun sadece kapitalizmle, liberal ekonomi politikalariyla ilişkilendirilmesini anlamıyorum. ekonomik sömürüyü bunların ortaya çıkardığı sanılıyor nerdeyse.

    4500 sene önce piramitleri yapan işçiler de sömürülüyorlardı.
    roma lejyonlarını beslemek zorunda olan mısırlı çiftçiler de.
    toprak sahibi olamadan, derebeyine sürekli kira ödeyerek yaşayan köylüler de.

    marx bile buna dikkat çekiyor. onun derdi şu ki, kapitalist toplumlardaki sömürü, ekstra emeğin zorla bir başkasının cebine aktarılmasından ziyade, serbestçe, karşılıklı anlaşmayla yapılıyor.

    fakat bu açıdan herhangi bir ticareti sömürü olarak görmek mümkün: hindistan'da çay üreten işçilere 10 para verirken, bu çayı ingilterede 100 paraya satıyorum. bu bir sömürü. işçiler normalde 1 para kazanacakken, dışardan getirdiğim kapital ve aldığım risk sayesinde 10 para kazanıyor olsalar dahi, o işçilere "ihtiyaçlarından fazlasını" vermiş olsak bile bu sömürü oluyor.

    ben ingiltereye sattıktan sonra, oradaki adam abd'ye 200 paraya satarsa ben de sömürülmüş oluyorum (benim de aldığım riskin ve yönetim emeğimin bir fiyatlandırması olmalı).

    borsadaki her işlem de bir sömürü denemesi. zira birisi sahip olduğu bir hisseyi (o hisseyi biriktirilmiş emek olarak görebiliriz) x fiyattan satınca, bunun kar getireceğini düşünerek satıyor. alan da tam tersine bunu o fiyattan almanın kar getireceğini düşünerek alıyor. bu asimetri birinin sömürülmesi demek. iki taraf eskisine nazaran daha iyi duruma gelse bile (win-win), birinin eline geçen şeyin içine gömülmüş emek, o şeyi almakta kullandığı emekten fazla olduğu için, diğerini sömürmüş oluyor.

    ***

    ben bu konunun kuramının detaylarını pek bilmiyorum, ama günlük hayatta düşünmeden sıkça tekrarlanması ilgimi çekiyor. mesela türkçe'de sömürge dendiği zaman hemen kafamızda bir resim canlanıyorken, ingilizcede koloni ile exploitation arasında böyle direkt bir bağ yok. bizim kafamızda canlanan şey hep negatif ve aynı derecede negatif. oysa bir avrupalının güney amerikaya gidip ellerindeki gümüşü yok pahasına almasıyla, aynı avrupalının ortadoğudaki petrolü ucuza çıkarması farklı durumlar. (ikisinde de silah zoru olmadığını farzedelim, yoksa örnek tüm ilginçliğini kaybediyor, marx öncesi bilindik sömürü teorisine geliyoruz)

    ilkinde gümüş, iki toplumda da kullanılan ve dolaşımda olan bir madde. avrupalı bunu ucuza alıyor, karşılığında az sayıda at, avrat, ve silah vererek. durum win-win ama avrupalının "kar marjı" daha yüksek, çünkü o gümüşle gidip çin'den dünya kadar ipek alabilir, saraylar yaptırabilir. kızılderili aldıklarıyla o kadar avantaj sağlayamaz kendine.

    petrol ise sadece endüstriyel toplumlar için değerli ve çıkarmak için bilgi birikimi artı sermaye gerekiyor. toprak sahibi arapta bu gerekenler olmadığı için o petrolün değeri sıfır, hatta negatif. şunu diyebilir: "ben 50 sene sonra bunu çıkarıp kullanabiliecek duruma geleceğim, sense şimdiden benim geleceğimden çalıyorsun". buna karşılık da avrupalı bir pay verir. bu durumda arabın "kar marjı" daha yüksek olabilir. sonuçta avrupalı çok düşük marja da evet demek zorunda çünkü kendi kaynağı yok zaten. arap ise hiç bir şey yapmadan para kazanıyor, hele ki rezervler çoksa ve ve zamanla o payı (royalty) yükseltme şansına sahipse. (tarihsel olarak olaylar farklı gelişti, burada farazi konuşuyorum)

    farazi örnekleri bırakalım: bugün afrika'ya yatırım yapan kapitalistlerin sermayesiyle kendi kendine yeter hale gelebilen köylüler, klasik emek teorisine göre sömürülüyorlar ama liberal ekonomi politikalarının (kapitalin serbest dolaşımı, emeğin piyasada fiyatlandırılması, mal sahibi olabilmek) olmadığı bir dünyada durumları nasıl olacaktı?

    "beyaz adam" tarafından 10 birim sömürülmek mi daha iyi (ürettiğin emek fazlasının 10 farkla başka yere satılması mı), birbirini 1 birim söğüşlemek mi? ikincisinde sömürü az ama gelişme yok. bıraksan 1000 sene daha öyle devam edebilir. son 100 senede üretim katlanarak arttığı için ve büyüyen pastanın çoğu ufak bir azınlığa gittiği için midemiz bulanıyor ama liberal politikalardan önce sadece krallar ve din adamları pasta yiyebiliyorlar, kalanı ekmek bulamıyordu.

    not: bunları, konunun ilginç olduğunu ve klasik teorinin yetersizliğini [burada hatalı olduğum altta açıklamış arkadaş] göstermek için yazıyorum. yoksa mevcut politikaların savunusu olsaydı, mesela son örnekte "either-or fallacy" (gerçekte varolmayan bir ikilem) yapmakla eleştirilebilirdim.

  • zamanının en ötesinde olan komedi filmimiz. daha açılış sahnesinde kayseri-galatasaray ne olur diye soruyor ofisteki adam mülayim'e. mülayim kayseri alır diyor. kayseri o yıl küme düştü.

  • ege (4,5 yaş) öğle uykusu zamanını geciktirmek için her şeyi yapmaya hazır.

    ege: anne çişim var.
    romica: tamam git yap.
    ege: anne süt verir misin?
    romica: tamam.
    ege: anne madagaskar'ı açar mısın?
    romica: açtım.
    ege: yok ben nemo izleyecektim.
    romica: peki.
    (istekler karşılandıkça taleplerin ardı arkası kesilmez...)
    ege: anne kalkıp oynayabilir miyim?
    romica: olmaz.
    ege: lütfen anne, azıcık, minicik oynayacağım.
    romica: ı-ıh!
    ege: karınca kadar oynayacağım.
    romica: hayır.
    ege: karınca yavrusu kadar?
    romica: olmaz dedim.
    ege: karınca yarusunun ayağının izi kadar?
    romica: ege!!!
    ege: ya! karınca yavrusunun ayağının izinden daha küçük nasıl oynayabilirim!
    romica: yat çabuk!
    ege: karınca yavrusunun ayak izinin gölgesi kadar?
    romica: la havle!