hesabın var mı? giriş yap

  • gençliğinde ankaralı bir devrimci olarak istanbul da kurumun genel merkezinde aktif rol almak için gittim
    istanbul daki devrimci çeşitliliği ilk başta beni şoka uğrattı aslında
    herkes devrimciliği kendi dünyasına göre yorumluyor ve ona göre davranıyordu
    evrensel literatürmüş
    devrimciliğin etik anlayışı ve hoşgörüsüymüş
    nerdeeeee
    ev tutmamız gerekiyodu
    bende beşiktaşta bi teras katı buldum
    şahane bi manzara
    binanın sahibi ve sülaleside o binada oturduğu için biraz sorun yaşıyacağımızı düşünerek işe giriştim
    ne devrimciliğimizden nede solculuğumuzdan bahsettim
    eğer devrimciyiz veya solcuyuz deseydim o manzara, o teras yalan olucaktı
    3 kuzeniz hikayesiyle girdim, kurumdan bir arkadaşın anneside geldi kefil oldu
    devrimciyiz deseydik evi vermiceklerdi , çünkü hacı amca devrimcileri sevmezdi diye değil
    devrimcilerin kira borcu takmadığı tek bir yer yok
    hesap ödediği nadir yerler var
    devrimcilik bu değildir çok konuştum kurumda ama anlatamadık açgözlü pinti materyalistlere

    daha da rezaletini yaşadım,
    bi sabah evden çıktık
    beni güç bela uyandırdılar ve yarı uykulu yola düştük kuruma gitmek için
    yolumuzun üstünde bir süpermarket var ve ordan kahvaltılık bişeyler alıncak
    girdik içeri bi ton gezdik aldık falan kasaya geldik ben cebimdeki 20 liği arkadaşa uzattım
    gerek yok ya aslı ödüyo dediler neyse ben hala uyuklama modundayım
    kuruma geldik ve kızlar kahvaltı hazırlarlarken, süpermarketin sahibinin bizim kuruma ne kadar çok yardım yaptığını falan da öğrenmiş oldum
    eski devrimcilerdenmiş o da, zamanın hızlılarından...
    kızlar kahvaltıya çağırdığında gözlerime inanamadım
    masada ne arasan var, yuuuhhh naptınız dedim
    pis pis gülüşleriyle aslında sadece ekmek ve peynir parası verdiklerini öğrendim
    vay amk dedim ya
    adam o kadar yardım etsin siz gidin onun marketini soyun
    şakamısınız lan
    bendenizde yüksek tansiyon olması nedeniyle sinirlendiğimden başıma giren ağrıyla balgamlı bi tükrük salladım masaya
    bi kaç gün sonrada 18 saatle doğu ekspresle geldiğim ankaradan
    uçakla 50 dakikada döndüm

    devrimcilik hikayesine de o günlerden beridir girmiyorum

    çünkü bu ülkede gerçekten sosyalizmin ne olduğunu bilmeyen devrimciler
    hayatında nutuk adlı eseri okumamış kemalistler
    kuran açmamış müslümanlar var

  • şahsi görüşüm sözlüğün en uzun en anlaşılmaz yazan yazarı. hiç bir entry'sini sonuna kadar okuyamadım. çok merak ediyorum bazılarını. filmi çıksın izleyeceğim.

  • insan hayatını onurlandıran bir yaşam şekli.

    ekşi şeyler

    gelen sorular üzerine çiftlik hakkında daha detaylı bilgi vermek istiyorum.

    çiftlik yunanistan'da ve yaklaşık 25 dönüm büyüklüğünde.
    tamamen doğanın harmonisine uygun bir şekilde kendi kendini tohumlayarak ilerliyor.

    monokültür bir tarım olmadığı için kayıp riski çok düşük. örnek vermek gerekirse; yağışlı geçen ağustos ayında üzümler zarar görse dahi elmalar daha iyi olgunlaşıyor veya tam tersi durumda yağışsız geçen bir yaz sezonunda bazı meyvelerden beklenen verim alınamamasına karşı incir, nar ve üzümler daha kaliteli oluyor vs vs...
    bir diğer nokta ise geleneksel tarım yapan çiftçiler gibi tonlarca tek tip meyve üretip aracıların iyi bir fiyat vererek alması için dua etmeme gerek kalmıyor.

    2 gün önce sohbet ettiğim bölgemizin çiftçilerinden biri ürettiği 50 ton şeftalinin kilosunu 15 centten satmak zorunda kaldığından bahsediyordu, üretim maliyeti kilo başına 40 cent olmasına karşın.

    doğal tarım yapanların böyle bir sorunla karşılaşması mümkün değil çünkü asla elinizde 50 ton meyve ile umutsuzca beklemeyeceksiniz.

    nasıl oluyor da diğer çiftçiler meyvenin kilosunu 15 centten satarken sen 2 eurodan satıyorsun derseniz sebebi bahsettiğim gibi aracı, komisyoncu vs olmadan diret tarladan tüketiciye satıyor oluşum. böylece insanlar da yiyebilecekleri en temiz, saçma sapan kimyasallarla yetiştirilmemiş, ulaşım masrafı olmayan temiz meyvelere ulaşıyorlar. karşılıklı fayda sağlanan bir ilişki.

    herhangi bir tarım aleti dahi kullanama gerek kalmıyor. böylece temel gider kalemlerinden biri daha devre dışı kalıyor ve traktör almak için çalışmama ardında da sigortası benzini vs için yüzlerce euro ödememe gerek kalmıyor.

    daha önce de bahsettiğim gibi hiçbir tarım ilacı kullanmıyorum. yapılacak her şeyi doğa kendisi yapıyor.
    örnek vermek gerekirse; sadece insan persfpektifinden basit ve yüzeysel bir örnek vereceğim daha anlaşılabilir olması açısından.

    tarlanın belirli noktalarında dünyanın bilinen en eski ağaç türü olan ginko bilola var. bu ağacın özelliği ise doğal ortamındaki bitki zararlarılarını ve hastalıklarını tespit edip insan persfpektifinde zararlı olan bu organizmaların doğal düşmanlarını cezbedici besinler üreterek ortama getirmek ve böylece sorunu insan müdahalesi olmadan çözmek.

    doğa kendi halinde bir harmoni ve denge içerisindedir.

    dünyanın hiçbir yerinde monokültür bir orman göremezsiniz bundan dolayı günümüzde uygulanan monokültür tarımın labaratuarlardan çıkma gereksiz ve zararlı kimyasallara ihtiyaç duyması çok normal.

    türkiye'de de doğal tarım çiftliği kurmak isteyen kişilere elimden geldiğince destek olmak istiyorum. herhangi bir ücret söz konusu olmaksızın çalıştaylar düzenleyebilir veya birlikle güzel şeyler yapabiliriz. zamanım oldukça gelip ben de çalışabilirim tarlanızda ve birlikle yön verebiliriz.

    hasat zamanı olduğu için çok zamanım yok, fırsat buldukça güncellemeleri paylaşacağım.

    uğurlar olsun.

  • "allah kimseye bilmediği memlekette minibüs şoförüne ineceği yeri söyledikten sonra "ulan şoför unutmasa bari beni" gerginliği yaşatmasın"

    haklı şimdi ama.