hesabın var mı? giriş yap

  • bagimlilarina tavsiyem burclari birakip bir sure insanlarla a$k ya$amalaridir.

  • benim japonya’ya ilgim pek çok insan gibi animeyle başladı. samuraylar, shinobiler, daimyo'lar derken dur şunun aslı neymiş bir öğreneyim dedim. zaten tarih okumayı da severim. daha önce avrupa, ve amerikan tarihi de araştırmıştım. ancak bu ülkelerin dünyaya etkisini sürekli konuştuğumuz için buradan edindiğim bilgiler çok farklı gelmemişti. işte rönesans, napolyon savaşları, amerikan iç savaşı falan derinlemesine öğrenmek keyifliydi ama yeni bir keşif de sayılmazdı. bu nedenle tarih konusunda japonya’nın bir maden olduğunu söyleyebilirim. birincisi japonya'ya genel dünya tarihi içinde çok fazla yer verilmiyor. bu nedenle öğrendiğiniz çoğu şeyi daha önce duymamış oluyorsunuz. ikincisi de japonya ada ülkesi olmasının da etkisiyle dışarıya çok açık değil. bu da tarih boyunca çok kendine özgü bir gelişim göstermesini sağlamış. sonuç olarak da dışarıdan bakan insanın hayret içinde kalacağı, tarihte pek görülmemiş olayların pratik haline geldiği çok acayip bir ortam oluşmuş.

    şimdi bahsedeceğimiz belgesel age of samurai da japonya tarihinde çok önemli yer tutan üç ismin dönemini ele alıyor. oda nobunaga, toyotomi hideyoshi ve tokugawa ieyasu adındaki bu üç daimyo, 1500’lü yılların sonunda, birbirlerinin selefi olarak çalışıyor ve japonya’nın tek bayrak altında birleşmesini sağlıyor. bu o dönem için muazzam bir olay çünkü 15. ve 16. yüzyılda japonya, büyüklü küçüklü pek çok daimyo’nun arasında bölüşülmüş durumda. kimin kellesi gidecek, kim kime ihanet edecek, kimin toprağına çökülecek hiç belli değil. hayat böyle sürüp gittiği için de çiftçi, köylü falan resmen kan ağlıyor. bu üç isim ise bu iç savaşa son veriyor.

    bölüm sayısıyla kıyaslarsak belgeselin bu tarihi akışı anlatmak ve önemli olayları izleyiciye aktarmak konusunda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. çünkü bahsettiğimiz gibi bu savaşta rol oynayan pek çok insan var ve japonya tarihine aşina değilseniz yolunuzu kaybetmeniz çok olası. belgesel ise çok akıllı bir şekilde anlatım sırasında sadece tek bir olaya odaklanmış. mesela kore işgali sırasında olan diğer olayları tümden göz ardı etmiş. böylece gerçekte karman çorman olan tarihi olayları altı bölüme sığdırmayı başarmış.

    ancak kısa süren serinin bir dezavantajı var. o da hiç nefes alma anı verilmemesi. ben burada bir bütçe sıkıntısı seziyorum. çünkü dikkat ederseniz kurulan çok fazla set yok, ne bileyim bir pazar yeri, şehrin günlük hayatı falan görmüyorsunuz. mesela pazarda üstü başı dökülen karakterlerin diyalogları seriye çok güzel katkı sağlardı (bkz: akira kurosawa) filmleri. yine de böyle çekimlerin iç mekanlardaki planlardan daha pahalıya patlayacağını tahmin etmek zor değil. ancak bu tercih nedeniyle hem atmosfer kurulamamış hem de her dakikaya üç bilgi sıkıştırdıkları için bölümleri izlerken iki dakika bile dalsanız dünya kadar şey kaçırıyorsunuz. bu da bir süre sonra yorucu olmaya başlıyor. burada tercihin sebebini de konuştuk ki gördüğümüz zırhlara falan özenmişler baya ama en azından oyuncular arasında serinin ilerlemesine direkt katkısı olmayan birkaç diyalog ekleselerdi biz de tarih dersinde not tutmaya çalışan öğrenci gibi hissetmezdik en azından.

    bunun dışında seri ele aldığı kişilerin karakterlerini yansıtmak konusunda da başarılı diyebiliriz. oda nobunaga gerçekte de bu kadar acımasız, diplomasiyi umursamayan bir insan. eğer bir kapı kilitliyse kapıyı kırar içerideki herkesi öldürür sonra istediği ne varsa alır gider. toyotomi hideyoshi ise daha diplomatik, eğer istediği bir şey varsa kapıyı çalıp içeridekilerle konuşur, onları kapıyı açmaya ikna eder, istediği şeyi alır ancak kapıyı açmak konusunda direten insanları da asla unutmaz, ilk fırsatta da defterlerini dürer. tokugawa ieyasu’nun ise diğerlerine göre çok farklı bir taktiği var. ieyasu, içeride istediği bir şey varsa gelip bunu istemez. evin yakınlarında gezer ancak istediği şeyi almaya çalışmaz. ta ki eşyanın sahipleri kapıyı bir gün açık unutana kadar.

    sonuç olarak seri genel olarak başarılı. ancak biraz fazla hızlı ilerliyor, atmosfer konusunu çoğunlukla görmezden geliyor ve kostüm konusunda bazı sıkıntıları var. çünkü kostümlerin gerçekçi olabilmesi için eskitme yapılması gerekiyor normalde. ancak eskitme demek ayrıca iş gücü demek bu çaba da bütçeye bir yük olacaktı. bu nedenle bu konuyu da es geçmişler ve köylüsünden, dağda gezen askerine kadar herkes pırıl pırıl kıyafetlerle gezmek zorunda kalmış. yine de anlatım olarak bakarsanız çok kısa sürede çok geniş bir zaman aralığını neden sonuç ilişkisini çorba etmeden aktarmayı başarmışlar. bu kısıtlama nedeniyle pek çok detayı atlamışlar gerçi ama japon tarihine ilgi duyuyorsanız ve fazla karışık olmayan bir kaynakla giriş yapmak istiyorsanız bu belgeseli izleyip temeli atabilir daha sonra işleri daha detaylı öğreneceğiniz alanlara yönelebilirsiniz.

  • çüş amk o kadar tuz artı soda tansiyondan beyin kanaması geçirmeseler iyi. limonun da yarısını heba etti amk.

  • oğlunun çükünü kestirirken tüm gün davul zurna çaldıran, askere gidecek oğlu için kornayla kafa beyin patlatan, düğününde dakikalarca havai fişek attıran densizlere verilen şahane bir ayar.

  • cehaleti mezun olunan okulla sınırlandıranların cehaletinin bir göstergesidir. bu paralelde bakılırsa annenin üniversite mezunu cahil bir insan olmasından iyi olan durumdur.

  • beylikdüzü'nde sabahları koşu yapabileceğiniz güzel bir çamlık var. burada ayrıca pek fonksiyonel olmasalar da milleti tatmin edecek spor aletleri de mevcut. tam bu noktada insanlar ısınma, açma germe hareketleri de yapıyorlar. işte bu insanlardan biri olan teyzenin teki daha önce herhangi bir spor camiasında görülmemiş ilginç bir hareketle ısınıyor. 24-25 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kişi ise işini bırakıp teyzeye dikkat kesilmiş. en sonunda:

    - teyze bakar mısın?
    + buyur evladım.
    - öyle bir hareket yok.
    + anlamadım!?!
    - (teyzenin hareketini taklit ederek) bu nedir ya? burda bir sürü insan var. bilmiyorsanız bakın öğrenin. kendi kafanızdan hareket kasmanın ne alemi var?

    eleman bu lafından sonra arkasını dönüp spor alanının dışına doğru sinirli bir vaziyette ki yamulmuyorsam içinden küfrederek gitti. zavallı teyze ise etrafındaki insanlara bakıp 2-3 hareket yaptıktan sonra sırra kadem bastı. yarın gelir mi bilinmez. spor yapan insanlar daha stressiz, aklı başında olur sanırdım. millet toptan kafayı yemiş.

  • bolu'da her yere izzet baysal dendiğini öğretmiş olay. habaerden bi bok anlamadım. şimdi izzet baysal meslek liseli öğrenciler izzet baysal caddesinde diğer izzet baysal meslek lisesine doğru yürümüşler. sloganlar atıp izzet baysal dondurmacısının önünden geçip izzet baysal kaldırımlarına basmışlar.

  • yaşlı bir sözlük yazarı olarak artık "dreamfactory" nickinin çok genç kaldığını düşünüyorum mesela. keşke nick değiştirme hakkı verilse. ne bileyim "bağkurlu" ya da "alzheimergirl" nicki daha uygun gibi artık.