hesabın var mı? giriş yap

  • sürahiyle vazoyu ayıran tek şey kulptur.

    demek insanlara tutabilecekleri bir kulbunu sunmazsan, çok çok içine bir çiçek koyup masanın üzerinde öylece bırakır seni rahatsız etmezler. ama tutunmaları için kulpların kolların olursa, bugün suydu, yarın meyve suyuydu seni doldurur taşırır, mutfakla yemek masası arasında dolaştırırken elbet bir gün de yere düşürüp kırarlar..

    hastasıyım düz mantığın.

  • ön-edit: aşağıda göl esnafının çalışma şekli hakkında yazdıklarımın bir kısmı daha önceden yazılmış, başlığı görünce zaten dolu olduğum bir konu olduğu için direkt gelip yazdım.

    açılın ben turist rehberiyim.

    özellikle yabancı gruplarla çok sık uğrarım buraya. söz konusu dükkan yol kenarında olmasına rağmen ileriye doğru genişleyerek göle inen tek yolu yutmuş durumda. daracık bir yolu kesen iki tane "meydancı" elinize zorla bir tuz ürünü sürmeye çalışır ve bunu başardıktan sonra sizi elinizi yıkamak üzere dükkana yönlendirir. tebrikler kapana girdiniz. (zaten madem sürdükten sonra yıkanması icap eden bir şey, niye alıp elime süreyim değil mi)

    oysa oraya gelen insanların tek amacı tuz gölünün fotoğrafını çekmek, tuzun üstünde yürümek. her gün görmedikleri bir güzelliği deneyimlemek.

    buraya her geldiğimde yabancı gruplarıma araçtan inmeden önce şunu söylerim, sizlerin de kulağına küpe olsun:

    "yol üzerinde elinize sözde kozmetik bir ürünü sürmeye çalışan insanlarla karşılaşacaksınız. bu sizi dükkana sokarak size ne olduğu belirsiz şeyler satmak için kurulmuş bir tezgahtır. bu insanlar oldukça ısrarcı olabiliyorlar. o yüzden tester için elinizi uzatmanızı istediklerinde "hayır, teşekkürler" bile demeden, onları muhattap almadan direkt yanlarından geçin ve göle gidin. göz teması kurmaz ve onlara yoklarmış gibi davranırsanız atlatırsınız."

    bana kendi ülkemde, kendi insanlarım hakkında bunları söyletiyor bu insan müsveddeleri. çünkü "hayır"dan anlamıyorlar. yolunuzu kesiyorlar, kolunuzu tutup fiziki temasta bulunuyorlar. tepki verirseniz 10 tanesi bir olup odunla saldırıyorlar. sadece tuz gölü esnafı değil, efes'ten tut kapalıçarşı'ya bütün hepsi yapıyor.

    ama aynı uyarıyı yerli gruplarıma yapamıyorum maalesef. çünkü türkler vırt gel ağızlı. gidip dükkanın önünde eşine yüksek sesle seslenebiliyor "ay gel buraya, rehber oraya girmeyin kazıkçı onlar dedi" diye. ondan sonra 20 esnaf birleşip rehberi dövdü başlığında tartışıyoruz o konuyu.

  • ismini zühtü koyup, sırt üstü yatmayı ögrettim diye bissürü eleştiriye maruz kaldıgım kus modeli. millet konusmayi ogretiyo, naapcak kardesim kus konusupta bakkala gidip ekmek mi alcak? hayvancagız sırt ustu yatmayı ogrendide en azından hayatını ayakta gecirmicek artık.

  • şimdi bu çözünürlük işlerini meslek edinmiş biri olarak "aradaki fark" kavramını bir de ben irdeleyeyim:

    görsel bir medyanın hazırlanması gereken çözünürlük, izlenme mesafesi ile doğrudan orantılıdır. örneğin, yakın mesafeden yani en fazla 1-2 metre uzaktan görülecek bir görsel medya hazırlıyorsanız, bunun olabildiğince yüksek çözünürlükte üretilmesi kaçınılmazdır. fakat mesafe büyüdükçe, insan gözünün ayırma gücü de orantılı olarak azaldığı için, daha uzaktan izlenecek medyaların yüksek çözünürlükte hazırlanması anlamsızlaşır.

    32-40 inç genişliğinde, 1280*720 çözünürlükte bir televizyonda oynayan filmi, 5 metre mesafeden izlediğinizde bunun dvd mi, yoksa hd yayın mı olduğunu anlamanız mümkün değildir. bu farkı anlayabilmeniz için ya televizyonun 70 inç olması, ya da siz televizyona iki metre daha yakınlaşmanız gerekir.

    daha bilinen bir örnek verelim:

    eğer kaliteli bir dergi üzerindeki fotoğrafa dikkatle bakarsınız, fotoğrafın çok küçük noktalardan oluştuğunu farkedersiniz. bu noktaların sayısı, dergiye bakılan mesafeden (30-50 cm) yeterli netliği yakalayabilmek adına inç karede 288 veya 300 adettir. aksi takdirde, daha az nokta kullanılırsa (çözünürlük düşerse) dergide göreceğiniz fotoğrafların da kalitesi düşer (bkz: gazete).

    fakat aynı fotoğrafı, 3-10 metre uzaktan bakılması gereken 70x100'lük bir poster haline getirmek isterseniz, yüksek çözünürlükte baskı yapmanız anlamsızlaşır. bu nedenle poster baskılarının hemen tümü inç başına 300 değil de 100-150 noktadan oluşur. bu postere 3 metre mesafeden baktığınızda, dergideki ile aynı kalitede görürsünüz. oysa, çözünürlük yarı yarıya düşmüştür fakat bunu algılayamazsınız.

    aynı fotoğrafı daha da büyütüp 7x10 metrelik dev bir poster haline getirdiğinizde ise kullanmanız gereken nokta sayısı dramatik bir biçimde azalır. çünkü bu boyutta bir fotoğrafa "bakılması gereken" mesafe 10 metrenin üzerine çıkar. dolayısıyla inç başına 15-30 nokta yeter de artar bile. bu dev postere de 10-15 metre mesafeden baktığınızda dergideki baskı kalitesiyle arasında fark olmadığını görürsünüz. çözünürlük neredeyse 1/10 oranında düşmüş olmasına rağmen gözünüz bunu ayırd edemez.

    evinizdeki televizyon 32-42 inç civarındaysa ve siz bu televizyonu yaklaşık 5 metre mesafeden izliyorsanız blu-ray dvd farkını ayırd edemezsiniz. ya televizyonunuza biraz daha yaklaşın, ya da 50 inç'ten daha büyük bir televizyon alın.

    haaa "saçmalama, arada bariz fark var ve görülüyor" diyorsanız, bu benim haksız olduğumu değil, sizin gözlerinizin ayırma gücünün normal insanlardan çok daha iyi olduğunu gösterir.

  • amerikan bürokrasisinin kanayan yarası. müdürden falan kesinlikle korkmaz. müdür korkusu da olmadığı için son derece rahat tavırları vardır. sevimli ve bir o kadar da tehlikelidir. çalıştığı kurumun en açık sözlü personeli odur. bir ditroyit motorlu taşıtlar dairesi olsun, bir mesaçüset vergi dairesi olsun çalıştığı yerin neşesidir. kuyrukta bekleyen biri gelip "bakın bayan benim gerçekten çok acelem var" dediğinde, oturduğu yerden böyle gözlerini belerte belerte bakıp "tatlım inan bana burada hepimizin acelesi var" der. amerikan polisleri bu sevimli tombik hanımdan bilgi almak için "letişya belki bir ara yemeğe çıkmalıyız" falan diye kur yapar. ama hiç sözlerini tutmazlar... her şeye rağmen hakkaniyetli bir kadındır. yıllar yılı "tombik zenci kadınlar az çalışıyor" mesajını vermeye çalışan holivut muvilerini ne kadar kınasak az...

    editsel duygular: lan şimdi aklıma geldi... bugüne kadar bir kredi yurtlar kurumu'nda, bir belediye bursu kuyruk sırasında, bir askerlik şubesinde allahın bir kulu bana "tatlım inan bana" diye başlayan bir cümle kurmadı. hadi işimiz görülmesin önemli değil, ama birazcık sevgi ya... birazcık duygu...