hesabın var mı? giriş yap

  • sayıştay raporlarına göre, zatı devletlilerinin konakladığı ve ülkeyi yönettiği saray için bir günde 7 milyon tl harcanıyormuş.

    bir süredir bu parayı kafamda döndürüyorum ama hala normalleştiremedim. yanlış hesaplamadıysam 7 milyon lira, 2500 asgari ücret ediyor. yani saray, yalnızca bir günde, 2500 asgari ücretlinin ayda geçimini sağladığı parayı yutuyor. inanılır gibi değil. bu aşamaya gelmek, bunları tartışmak bile korkunç.

    bunu görünce prof. dr. korkut borotav'ın birkaç gün önce dile getirdiği, "ekonomik kriz yok, fakirden alıp zengine veriyorlar" sözünü hatırladım. gerçekten öyle. günde 7 milyon lira harcanabiliyorsa, demek ki kriz yok.

  • 1998 kasım'ında dolar altı sıfır atılmış düşünürsek 28 kuruş kadardı. 40 bin lirayı dolara çevirirsek yaklaşık 143bin dolar eder. o günden bugüne %87 dolar enflasyonu ile bugünün yaklaşık 267bin doları eder.

    bir "sanatçı" için çok para değil. hatta o dönem en iyi "sanatçı" idi ataizi. az bile almış sanki.

    edit: o günden bugüne dolar enflasyonu %87 imiş. rakamları güncelledim. hala çok yüksek görünmüyor. vergisi algısı masrafı derken seçil erzan'a para verse arda'nın emrenin yanında ezilirdi muhtemelen.

    edit 2: bazı akıllılar "o gün aldığım arsa bugün şu kadar ediyor, şurada daire şu kadardı bugün bu kadar" falan diyor. hesap öyle yapılmaz arkadaşım. ben de "parayı nakit tutup çıktığında bitcoin alsaydı" diyorum hadi hesaplayın :)

  • uefa ekşi sözlük ve twitter'da ki hesaplamalar ve görüşleri göz önünde bulundurarak işin içinden çıkamamış ve ülkelere kendi aranızda anlaşıp oynayın demiştir. 7 ülke estonya ile karşılaşmak isteyince uefa ''vay ibneler'' demiş ve estonya'yı direk olarak finallere göndermiştir.

    tallinn meydanı karnaval alanı gibi şu an.

  • o linke tıklayınca amatör webcam kızlarının kendisiyle sohbete girmeyeceğini artık öğrenmesi gerekendir.

  • bugün öğleden sonra işyerime bir amca geldi. tip alenen ihsan yüce. (çöpçüler kralı filminde hacer'in babasını oynayan üstad)

    buyrun amca, ne istemiştiniz? dedim... oğlum dedi, bana iş gerek.

    amcam dedim, personel aramıyorum? oğul dedi bu kez, ben bu yaşta boynumu eğip kapı kapı iş arıyorsam var elbet bir sebebi. sesi, yahu o da ihsan yüce!

    hele sen anlat amca derdini, ne iş yaptın, ne yaparsın, nerelisin, nerede oturuyorsun falan, gel bir çay içelim önce dedim. geçtik masalardan birine, başladık sohbete... derdini, ihtiyacını, ailesini... neler neler anlattı... ne iş olsa yaparım, ben çalışmaktan gocunmam ya, sen bu ihtiyarı yanına alır mısın, buraları sosyete yeri gocunur musun bilemedim dedi...

    o nasıl laf, ne gocunması?! düşündüm. mutfak desem olmaz. garson/servis elemanı desem olmaz. vale yapsak olmaz... değnekçi yapsak, yakışmaz. amca dedim, bak hemen şuraya bir masa koyalım, gelen misafirlerin araçlarını valeler çekiyor, sen de anahtarları alır sahip çıkar, emanet alırsın, valeleri hal yoluna sokarsın. şu kadar haftalık veririm, sigortanı da yaparız hemen, aldığın bahşişin hepsi senin, hem senin derdin çözülsün, hem de ağabeylik yaparsın çocuklara? olur mu?

    - olur!

    yarın öğleden sonra gel, başla.

    el sıkıştık, şef garsonla tanıştırdım ve sair. uğurladık... 2 saat oldu olmadı, baktım birisi, elinde de teneke içinde büyükçe bir gül, çevirmiş şefi, darladıkça darlıyor. meğer amca gelmiş, dediğim yere koymak için masa soruyormuş, hemen işe başlayacak! *

    cemal amca dedim, ne acelen vardı, yarın gelsen olurdu? olur mu oğul dedi, işi bulmuşken paçasını bırakmayacaksın! hem işin yarını mı olur?! bu elindeki ne? şu girişte dedi, orası bir şey istiyor, pek bir boş! bu çiçek güzel durur dedim, benim evin bahçesinde duruyordu, taşıdım getirdim...

    peki...

    oğlunun lise ceketi belli ki, birazdan biraz fazla dar gelmiş, dirsekler meşinli, kolları uzatırsa manşetler kısa kalıyor. ilk geldiğinden daha iyi halde ama yine de epey eskice, ancak güzelce ütülü bir pantolon giymiş. ayakkabıları yeni boyamış, besbelli. ceketin yaka cebinde de beyaz mendili... özenmiş. gücü yettiği kadar... masasını bir çabuk hazırladık. rahat bir de sandalye ayarladık. garsonlara söyledim, cemal abinizi gözetin, "bu adamda bir şey var"...

    ardından içeri girdim, işin telaşına düştüm. müşteriler ağır ağır gelmeye başladı, göz ucuyla bakıyorum arada. cemal amca müşteri daha arabadan inmeden ayağa kalkıyor, ceketini ilikliyor. dikkat etmemiştim, ya ceketin düğmesi yok, ya da dar olduğu için önü kapanmıyor, eli hep ceketin önünde, ceketi tutuyor... tek tek hal hatır soruyor, gülümseyerek bahçeye kadar buyur ediyor... el hep cekette...

    akşam boyunca, arada masalara uğruyorum; birkaç masada aynı muhabbeti duydum "kapıdaki... ay ne tatlı adam!" cemal amca... gönlüne girmiş insanların. bu adamda bir şey var dediğim, doğruymuş.

    birazdan istanbul'a doğru yola çıkacağım. çıkmadan şefe tembih ettim, yarın gidin güzel bir üst baş halledin cemal amcaya. ama gönlünü, gururunu kırmayın. ilk hafta haftalığını da yarından verin. şefim yol yordam bilir, halleder... akşamları da dolmuş otobüs uğraştırmayın, araçlardan biri eve giderken onu da bıraksın.

    gülünü de dediği yere diktirdim. yalan yok, çok da güzel oldu, meğer gerçekten boşmuş orası, cemal amcanın gülü doldurdu. yalnız dedi, çiçeğin yanından eserekli geçmeyin! nazlı koymuş gülün adını, küsermiş çiçek. peki... o civardan değil koşturarak geçmek, civarında negatif şeylerin muhabbetini dahi etmek yok. kural koyduk ilk akşamdan.

    akşamdan beri yüzümde garip bir gülümseme. var bu adamda bir şey! hızır mıdır nedir?

    edit: 02/08/2023 günü cemal amcayı kalp krizi sebebiyle kaybettik. bir hafta önce, 26 temmuzda çok sevdiği eşini kaybetmiştik. "yokluğu zor" demişti, kavuştu. herkese böyle sevmek, sevilmek nasip olsun. sadece bu entry'i okuyup mesajlar atan, kendisiyle tanışmak isteyen, halini hatırını, durumunu soran herkese çok teşekkür ederim. bu dünyadan ve en önemlisi benim dünyamdan bir cemal amca geçti. 1 sene geçirebildim kendisiyle, abilik öğrendim, kıymet vermeyi öğrendim, çaba ne demek öğrendim, sayesinde inanılmaz biriyle tanışmak kısmet oldu. adalet abla ile birlikte nurlar içinde uyusun...

  • pek de beyin yakmayan sorudur.

    dünya gezegeninden gözlemlenebilir evrenin yarıçapı 46,5 milyar ışık yılıdır. yani teleskoplarla bu mesafe içindeki galaksileri kayıt altına alıp listeleyebiliriz. (inanmayanlar için bu örnekte 30 milyar ışık yılı uzaklıktaki bir galaksi gözlemi.)

    muhtemelen deney sonucu gidilen gezegen de kendi gözlemlenebilir evrenimizden seçilmiş olacaktır. (eğer şanslı kişiyi uzay boşluğuna ışınlamaya çalışmadılarsa* )

    ulaşılan gezegendeki bizden daha gelişmiş medeniyette de o gezegenin gözlemlenebilir evrenine ait bir galaksi kataloğu olmalı. hatta farklı yıldız sistemlerine ve farklı galaksilere ileri koloniler kurarak ana gezegenlerindeki gözlemlenebilir haritayı genişletip tüm evreni bile haritalamış olabilirler. galaksimizi "çapı 104 bin ışık yılı, kalınlığı 1000 ışık yılı, şekil olarak çubuklu sarmal galaksi " diye tarif edip seçenekleri daraltarak ve söz konusu kişinin şansının da yardımıyla dünya'ya dönüş sağlanabilir.

    yalnız en yakın galaksi olan andromeda'ya bile ışınlansanız ışık hızıyla seyahat ettiğiniz için gidiş esnasında sizin için zaman dursa da dünya gezegeninde 2,5 milyon yıl geçmiş olacaktır. yani ölümsüzlük keşfedilmediyse sizi oraya ışınlayan herkes öldü hatta muhtemelen insan ırkı dünyadan silindi. hele ki 46,5 milyar ışık yılı uzakta bir gezegene ışınlanırsanız siz daha o gezegene ışınlanamadan, yolun ancak 10'da birini gitmişken bizim güneşimizin ömrü bitmiş olacaktır. yine de soruda sorulan şey tüm bu zaman hesaplarından bağımsız olarak "nasıl tarif edersiniz?" olduğu için tüm evrenin eş zamanlı olarak gözlenebildiğini varsayarak soruyu cevaplayalım.

    burdaki kilit nokta, samanyolu'nun şeklini tarif edebildiğin kadar en yakın komşu galaksimiz olan andromeda'nın şeklini de tarif edebilmektir. böylece "lan olm samanyolu'yla aynı şekilde milyarlarca galaksi var nasıl bulalım biz senin galaksiyi" dediklerinde "ya işte 2,5 milyon ışık yılı uzağında böyle böyle bi galaksi vardı" diye andromeda'yı tarif ederseniz samanyolu'nu bulma şansları artar. hele bir de bizim galaksimizin uydusu olan yay eliptik cüce gökadası'nı da söylerseniz kesin bulurlar. ha bu kadar bilgiye rağmen bulamıyorlarsa zaten onların yapacağı ışınlamaya ben girmem.*

    peki ben olsam döner miyim; öyle bir medeniyet bulmuşken ve cevap alınabilecek binlerce soru, öğrenilecek binlerce bilgi ve kavram varken hayatta dönmem. * hem güven olmaz bunlara seni ışınlayacağız deyip adresi öğrendikten sonra bizim gezegene ordu ışınlayarak istila edebilirler. benim yüzümden herkesin hayatı kaymasın.*

    edit: "evrenin yaşı 13,8 milyar yılken gözlemlenebilir evrenin yarıçapı nasıl 46,5 milyar ışık yılı olabilir?" minvalindeki sorular için ayrıntılı bilgi

    edit 2: @10'daki arkadaşın sorusunu (#85946447) beğendim onu da cevaplamak istedim. arkadaş haklı olarak uzaylılara ışık yılını nasıl tarif edeceğiz demiş. öyle ya, bir mesafe birimi olan ışık yılındaki yıl kavramı bizim gezegenimize göre geçerli olan bir şey. adamların saniye, dakika, saat, yıl kavramları yani tüm zaman birimleri farklı olacaktır.

    böyle bir durumda ben olsam evrenin her yerinde bulunan bir atom olan hidrojen atomunun trityum izotopunun yarılanma süresini kullanırdım. bu izotopun yarılanma süresi yaklaşık olarak 12 dünya yılıdır. (aslında 12,32 yıl). demek ki trityumun kütlesi yarı yarıya azalana kadar dünyada 12 yıl geçecek; dolayısıyla bu sürenin 12'ye bölünmesi de dünyada geçen 1 yıla eşit olacak. işte ışık yılını da "trityumun kütlesinin %50'sini kaybettiği sürenin 12'de 1'inde ışığın aldığı mesafeye 1 ışık yılı denir." diye tanımlayabilirsiniz adamlara. ha illa trityum olmak zorunda mı, değil tabi ama hidrojen en temel atom olduğu için trityumu evrenin her yerinde elde edebilirsiniz. trityuma gıcığınız varsa şu tablodaki izotoplardan birisini de kullanabilirsiniz. *

  • başta çalışanlara enayi dedim. zaten sizi üç kuruş maaşa çalıştırıyorlar ne uğraşıyorsun. çağır polisi gerekeni yapsın. ama sonra çalışan "bizim cebimizden çıkıyor" dedi. düzene bak be.